Son İletiler

Sayfa: 1 2 [3] 4 5 ... 10
21
Haftanın konusu / Kul Borcu Yüzünden Allah'a Kulluğu Unutmak
« Son İleti Gönderen: fanidunya NET Mayıs 11, 2024, 07:05:22 ÖÖ »


Kul Borcu Yüzünden Allah'a Kulluğu Unutmak

Ölçülü olmak, mü’minin vasıflarındandır: Doyunca bırakmak, hatta daha tam doymadan bırakmak... Eskitmeden atmamak... Gerekmedikçe almamak... Alınca görünüp övülecek kadar değil, bir kısmı atılıp çürütülecek kadar değil, iş göreceği kadar almak, açığı kapatacak kadar almak... İslam’ın bize öğüdü budur.

Allah-u Zülcelâl, israfı kınamış, tutumlu olmayı övmüştür.

“Onlar ki, (Rahman’ın o has kulları) harcadıkları zaman ne israf ederler ne de kısarlar. Bu ikisi arasında orta bir yol tutarlar.” (Furkan, 67)

Oysa şeytan ve dostları israfı tavsiye eder.

“Gereksiz yere de saçıp savurma; zira böylesine saçıp savuranlar şeytanın kardeşleridir.” (İsra, 27)

Tıka basa yemek... Bir kısmını çöpe atmak için almak... Daha eskime belirtileri görünmeden atmak... Her şeyini tüketinceye kadar tüketmek... Borçlanabildiği kadar tüketmek... Borç hanelerini de tüketince kendini tüketmek... Tüketme imkânı kalmayınca iç âlemini tüketmek... Gecelerini zikirle doldurup günlerine “Bismillah”, akşamlarını “Elhamdülillah” ile kapatan bir Ahî pazarı değil, birkaç yıl öncesine kadar bir Anadolu kasabasında zikir ehli birinin mütevazı dükkânından bir ayakkabı almaya çalışsanız belki size dönüp “Evladım, daha ayağındaki eskimedi ki, sen bunu eskit de öyle gel!” derdi.

Ya bugünün dev AVM’lerinde, neredeyse dün aldığımızı üzerine biraz koydurup bugün değiştirmeye kalkışacaklar...

“Tüket!” diyorlar bize. Tüketebildiğin ne varsa tüket! Tüketecek paran kalmayınca borçlan diyorlar, ne kadar borçlanabiliyorsan o kadar borçlan... Sonra tefeci karakteriyle “kredi” imkânları tanıyorlar. Ya sonrası?

Amerikalı yazar Talane Miedaner, “Yaşam Koçluğu” adlı eserinde bakın neler diyor?

“Bütün borçlar sıkıntı yaratır ve enerjinizi çalar; kendinizi iyi hissetmenizi, istediğiniz insanları ve fırsatları kendinize çekmenizi zorlaştırır. Borçsuz olduğunuzda tasasız ve hafif olmanız doğaldır. Borç yükünün ağırlığı altındayken rahatlamak hiç de kolay değildir. Bir bankanın başkan yardımcısı olan ve mali durumu da çok iyi olan bir danışanım birkaç bin dolarlık kredi borcuyla dolaşıyordu; benim seminerime katılıncaya kadar da bu konuyu düşünmemişti. Ancak daha sonra, sandığından daha fazla bir bedel ödediğini fark etti. Hemen tasarruf hesabından parayı çekip bütün borcunu ödedi. Sonra beni arayıp hayatındaki farklılık için teşekkür etti. Kendisini çok daha hafiflemiş ve özgür hissediyordu.”

Tüketmek ya da Kula Kul Olmak...

“Borç” kavramının Arapça karşılığı “deyn”dir. “Deyn” sadece ticari borç değildir. Kişinin îfâ etmediği namaz, oruç, hac gibi ibadetler de deyn kapsamı içindedir. Nitekim hadis-i şerifte, tutulmayan oruç borcu için “deyn” kelimesi kullanılmıştır. Oruç borcu, ticari borca benzetilmiştir:

“Allah’a olan borç, ödenmeye en lâyık olandır.” (Buhari, sıyam, 42; Müslim, Sıyâm, 154-155)

İbnu Abbas radıyallahu anhüma (Allah-u Zülcelâl ondan ve onun babasından razı olsun) anlatıyor: "Bir kadın Resulullah aleyhissalatu vesselam'a gelerek: ‘Annem vefat etti, üzerinde de nezir orucu borcu var, kendisine bedel oruç tutabilir miyim?’ dedi.

Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem: ‘Annen üzerinde borç olsaydı da sen ödeyiverseydin, bu borç onun yerine ödenmiş olur muydu?’ diye sordu.

Kadın: ‘Evet!’ deyince, Aleyhissalatu vesselam: ‘Öyleyse annene bedel oruç tut!’ buyurdu.” (Buhari, Savm 42; Muslim, Savm 156)

İnsan, ölçülü tüketince kendine hizmet eder; tüketimde israfa gidince nefsine hizmet eder; yaşamına yatırım yaptığını düşündükçe kendi hizmetkârı olur, kendi kendisinin hamalı olur ve gün gelir bunun önünü almayıp ödemeyeceği kadar borçlanınca başkasının kölesi olur.

Kul, borçlu psikolojisi içinde öylesine dalar ki dünyaya, önce kendini unutur, kendini ihmal eder, sonra Rabbini anmayı unutur, kulların borcunu ödemek için çırpınırken Allah-u Zülcelâl’e karşı olan borcunu unutur.

Allah-u Zülcelâl’i anacağı yerde borcunu anar. Allah-u Zülcelâl’e ibadet edeceği yer ve zamanda borçlarını kapatmak için çırpınır. Ve artık borç, onun hayatına yön verir. Allah-u Zülcelâl’e kulluğu azalır, adeta kullara kul/köle olur.

Yoksa bugün yaşam, pek çok kişi için böyle değil mi? “Kredi” kartı ile borçlanmak ve sonra o borcu kapatmak için bir başka “kredi” almak, o “kredi”yi kapatmak için bir başka “kredi” almak... Nihayetinde bütün anlarını o borçları için kapatmak...

Bu çırpınış içinde Allah-u Zülcelâl’e olan borcu unutmak... Namazı ve diğer ibadetleri ihmal etmek... “Efendim, borçlarımı ödemek için çalışıyorum, kılmaya vakit bulamıyorum, namazımı kazaya bıraksam caiz olur mu?” demeye başlamak...

Kullara borcunu ödemek için Allah-u Zülcelâl’in borcundan taviz vermek... Buna Batılı hayat tarzına eleştirel yaklaşan Batılı düşünürler bile “Efendisiz kölelik!” diyorlar. Çok tüketmek insanı öyle bir duruma getirdi ki her ne kadar bugünün dünyasında “kölelik” yok ise de bir tür “efendisiz kölelik” oluştu, diyorlar.

Bu “modern kölelik”te insan, ister kendi kölesi olsun, ister başkasının... Nihayetinde kula hizmetkârdır, Allah-u Zülcelâl muhafaza buyursun, en aşırı hâli bulduğunda kula kuldur.

Bu yanlış bir benzetme mi olur acaba? Hani insan, nefsine yenilip çok yer, önce o aşırı yemeğin verdiği rahatsızlığı gidermek için kendisiyle uğraşır, ibadetini hakkıyla yapamaz. Sonra aşırı kilo alır, kilolarını azaltmak için para ve zaman harcar. Derken kendine hamal olur, kendine hizmetkâr olur, o ağırlık içinde kimi zaman ibadetlerini aksatır.

İsrafa kaçıp borçlanarak yaşamak biraz böyle değil mi? Bu, tam anlamıyla bir gaflet hâlidir ki israf, Arapça bir kelime olup, sözlükte, “haddi aşma, hata, cehalet, gaflet” anlamına gelen “se-ri-fe” fiil kökünden gelir.

Burada “had” ölçüdür. İsrafta; ölçüyü kaçırmak vardır; çoğu zaman önce hata ve cehalet, sonra gaflet vardır. İnsan, o gaflet içinde yiyip içtikten epey sonra sıkıntı hissetmeye başladığında “Eyvah!” der. Ama kimileri için artık çok geç kalınmıştır.

Tükeninceye Kadar Tüketmek

1. Kredi Kartı Borcu İntihara Sürükledi

54 Yaşındaki dört çocuk babası işçi Y.D. bahçede ağaca asılmış halde bulundu. (Yakınları), Kaman Belediyesi’nde şoför olarak çalışan Y.D’nin (45) Bankadan 10 bin TL. kredi alıp ödeyemediği için sıkıntı yaşadığını belirttiler. Kefil olan arkadaşıyla tartıştığını, borçları yüzünden ailesiyle sorun yaşadığını, bu nedenle ruhi bunalıma girip kendini astığını belirttiler.”

2. Borcu İçin Banka Soydu

Kredi kartı borcu için bankayı soymaya çalışan Murat K. (25) kaçarken sivil polis tarafından kıskıvrak yakalandı. Amasya’nın Merzifon ilçesinde gerçekleşen olayda söz konusu kişinin, bankaya kuru sıkıyla gelip 50 bin TL. alarak kaçarken sivil polis tarafından yakalanmasıyla son buldu.

3. Kredi Kartı Mağduru Engellinin Tepkisi

Kredi kartı borcundan dolayı maaşına haciz konulan engelli C.A. , protez bacağını Sakarya Barosu’nun genel kurulunun yapıldığı Sakarya Adliyesi’ne bıraktı.

4. Kredi Kartı Borcu Yüzünden Böbreğini Satışa Çıkardı

Ankara Batıkent’te oturan emekli öğretmen G.B. (50), artan kredi kartı borçları yüzünden tefeciden borç aldı ve faizlerini ödeyemeyince böbreğini satışa çıkardı. G.B. “35 bin TL veren herkese böbreğimi verebilirim,” dedi.

Bu bilgiler Tüketiciler Birliği’nin 2009’da yayınladığı “Tüketiciler Birliği Kredi Kartları İntihar Raporu”ndan alındı.

Bunun adı “tüketirken tükenmek” değil de nedir?

İşte şeytan ve dostlarının insanı sürüklediği gaflet budur. İnsan, onlara uydukça Rabbini unutur, kendini doyurma derdine düşerken Rabbine kulluktan uzaklaşır, gaflet ve dalalet içinde önce kendi dışındaki manevi/maddi bütün varlığını; sonra, bizzat kendini tüketir.

İslam, buna tam zıt olanı emreder. İslam’ca yaşamak, İslamî bir hayat yaşamak ne güzeldir!

Müslüman Borçlanamaz mı?

Müslüman borçlanır ama onun borçlanması da Müslümancadır.

Resul-i Ekrem Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem, buyurdular ki:

“Allah-u Teâlâ nazarında, bir kulun Allah tarafından yasaklanan büyük günahlardan sonra, beraberinde getirebileceği en büyük günahlardan biri, kişinin ödenecek karşılık bırakmadan üzerinde borç olduğu halde ölmesidir.” (Ebû Davud, Büyu’ 9)
Müslüman, borçlanırken bu hadis-i şerifi dikkate alır ve telef etmek için değil, ödemek için borç alır:

“Kim, ödemek arzusu ile insanların malını alır ise, Allah (onun borcunu) ona bedel eda eder. Kim de telef etmek niyetiyle halkın malını alırsa Allah onu telef eder.” (Buhâri, İstikrâz 2)

“Resulullah sallallahu aleyhi vesellem’de bir adamın (parası ödenmemiş) bir devesi vardı. Adam, borcunu istemeye geldi. Bu sırada kaba sözler sarf etti, hatta Ashabdan bazıları haddini bildirmek istediler. Ancak Resulullah sallallahu aleyhi vesellem, buna meydan vermeyip: ‘Bırakın onu! Hak sahibinin konuşma hakkı vardır.’ buyurdu, sonra da: ‘Devesini verin!’ diye emretti, (ilgililer) devesini aradılarsa da bulamadılar. Fakat onunkinden daha değerli bir deve buldular. Aleyhissaltu vesselam Efendimiz: ‘Bunu verin’ dedi. Adam: ‘Bana borcunu tam ödedin, Allah da sana ödesin’ dedi. Aleyhissalatu vesselam: ‘En hayırlınız, borcunu en iyi ödeyendir!’ buyurdu.” (Buhâri, İstikrâz, 4; Müslim, Musâkât 118-122,)

Hadis-i Şerifin son kısmını, “ödeme şuuru” ya da “ödeme farkındalığı” ile ifade edebiliriz. Kişi, bedelini ödeyeceğinin farkında olursa az tüketir, az borçlanır.

Çağın en önemli problemlerinden biri, oluşturulan tüketme ortamı ile insanın ödeme şuurunu, ödeme farkındalığını kaybetmesidir, gaflete düşüp israfa teslim olmasıdır.

Bu çok ince bir planlamadır. Önce reklam üzerinden ağır bir teşvik yapılır, kişi reklamı yapılan eşyaya kavuşma isteğine hâkim olmakta güçlük çeker, sonra eline “kredi” kartı tutuşturularak ona ödeme şuuru kaybettirilir. Kişi “kredi” kartını (ki gerçekte “borçlanma kartı” demek gerekir) eline alınca hiç ödemeyecekmiş gibi alımda bulunur. Bunun sonu kendi iç barışını ve aile barışını yitirmektir. Bundan şeytandan sakınır gibi sakınmak gerekir.

Gelin Rabbimizin buyruğuna kulak verelim:

“Ey iman edenler! Hep birden tam bir teslimiyetle İslâm’ın sulh ve selâmetine girin. Şeytanın adımlarına uymayın. Çünkü o sizin apaçık düşmanınızdır.” (Bakara, 208)

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

TÜM OKUYCULARIMIZI PAYLAŞIMA DAVET EDİYORUZ, DAVETLİSİNİZ.
22
SERBEST KÜRSÜ / Mümin Ülfet Eder
« Son İleti Gönderen: fanidunya NET Mayıs 11, 2024, 07:01:45 ÖÖ »


Mümin Ülfet Eder

Ülfet, insanların arasına karışmak, güzel münasebetler kurmak ve bunu sürdürmek demektir.

Peygamberimiz buyuruyor ki: “Mümin ülfet eder ve kendisi ile ülfet edilir. Ülfet etmeyen ve kendisiyle ülfet edilmeyen kimsede hayır yoktur. İnsanların en hayırlısı insanlara yararlı olandır.” (İbn Hanbel, Müsned, II, 400)

Günümüz tabiriyle, sosyalleşmek, insanlarla ilişkileri geliştirmek manasına gelir.

Dinimiz mükemmel şahsiyeti inşa ederken, Müslümanın sosyal bir insan olması gerektiğini bildirmektedir. Dinimizin birçok emirleri, cemaat olmayı gerektirir. Mesela Cuma namazı muhakkak cemaatle kılınmalıdır. Vakit namazlarının da cemaatle kılınması, erkekler için kuvvetli bir sünnettir. Hac ibadeti insanların bir arada uzun bir yolculuk yapmasını ve hep birlikte haccın menasiklerini yerine getirmelerini gerektirmektedir. Ramazan orucu da insanların kaynaşmasını sağlar. Bilhassa zekât vermek ve her türlü hayır işleriyle meşgul olmak insanları birbirine yaklaştırır.

Dinimiz Müslümanların arasında dayanışma ve yardımlaşmayı teşvik etmiş, küskünlük ve çatışmaya yol açan her türlü davranıştan da sakındırmıştır. Dinimizi güzelce yaşamak, sosyal bağları kuvvetlendirir. Ancak günümüz dünyasının şartları bu sosyal bağları azaltmakta ve “modern insanın yalnızlığı” diye tanımlanan bir durumu ortaya çıkarmaktadır.

Günümüz insanı, caddelerde akan insan selinin içinde sürüklenip giden yapayalnız bir birey durumundadır. Otobüslerde, asansörlerde, market kasalarının önündeki kuyruklarda yan yana, omuz omuza durduğumuz kişiler bize bedenen son derece yakın ama ruhen çok uzaktır.

Büyükşehirlerde hepimiz kalabalıklar içinde yapayalnızlığı yaşıyoruz. Çoğumuz yollarda sık sık karşılaştığımız kişilerin bile çoğunu tanımıyoruz.

Yunus Emre meşhur dizelerinde:

Gelin tanış olalım,

İşi kolay kılalım,

Sevelim sevilelim,

Dünyaya kimse kalmaz, diye seslenmiş.

Dinimiz selamlaşmaya, tanışmaya, ziyaretleşmeye büyük sevap vaad ediyor. Sadece yüzeysel bir münasebet kurmayı değil, Müslüman kardeşinin haliyle ilgilenmeyi, derdine koşmayı, sıkıntısına çare bulmayı teşvik ediyor. Ama çoğumuz emredilenin aksine içe kapanık hayatlar yaşıyoruz.

Yalnızlaşma Sarmalı

Günümüzde insanlar evlilikten bile kaçıyor. Evlilik niyetiyle görüştürüldüğü herkese bir kulp takanlar, eften püften sebeplerle nişandan ayrılan veya boşananlar, bekâr arkadaşlarıyla bile geçinemeyip tek başına ev tutan, yalnız başına yaşamayı seçenler her geçen gün artıyor.

Yalnızlaşma birçok ruhî sıkıntıyı beraberinde getiriyor ve pek çok ciddi rahatsızlığı tetikliyor. Uzmanlar, sosyal ilişkilerde kopukluğun; madde kullanımı, obezite, internet bağımlılığı gibi birçok problemi tetiklediğini bildiriyor.

İşin ilginç tarafı, bu bağımlılıklar da sosyalleşmeyi engellediği için kişiyi bir depresyon sarmalının içine çekiyor. Kişi sosyalleşerek güzel ilişkiler ve hayırlı faaliyetler içinde yer almaktan uzaklaştıkça teselliyi yiyip içmede, madde kullanmada veya sana zevklerle rahatlamada arıyor. Bunlara yöneldikçe sosyal ilişkileri daha da bozuluyor. Bu kısır döngünün sonunda kişinin psikolojik dengesi çöküyor.

Eski ruh hekimlerinin “melankolik” dediği, kötümser, yaşama coşkusunu yitirmiş, ufak tefek meselelerle bile mücadele edemeyen, buhran içine gömülüp giden insan tipi ortaya çıkıyor.

Eskiler boşuna “İnsan insanın panzehiridir” dememiş. Bugün psikologlar, sadece birileriyle konuşup dertleşmenin bile kişiyi depresif ruh halinden çıkarabileceğini, intihara kadar sürükleyen bunalımlara çare olabileceğini bildiriyor.

Yalnızlığın sebepleri

Elbette Müslümanları da tesiri altına alan insanlarla münasebeti kesme, yalnızlaşma tercihinin birçok sebepleri var. Psikologlar bilhassa modern zamanlarda ortaya çıkan ve birçok problemi tetikleyen yalnızlık tercihinin sebeplerini şöyle sıralıyorlar:

1- Sorumluluktan Kaçış

Günümüzde bilhassa evliliğin ertelenmesine en çok sebep olan neden, insanların sorumluluk yükleyen bir ilişkiyi göze alamamaları. Erkekler karısını ve çocuklarını geçindirmenin sorumluluğunu üstlenemiyor. Kadınlar ise kocasının ve çocuklarının bakımını yüklenmek için bireysel hayatını bırakmak istemiyor.

Bu kişiler “Önce kariyer yapmam lazım,” “Hayat çok pahalı,” “Evlenmek çok masraflı” “Doğru kişiyi bulmadan evlenmem” gibi gerekçelerle evliliği erteleyip duruyor. Aslında bu kişiler, büyüyüp anne baba olmanın sorumluluklarını yüklenmektense adeta çocuk gibi sorumsuzca yaşamaya devam etmek istiyorlar.

2- Tahammülsüz Kişilik Yapısı

Günümüzde insanlar kendilerini rahatsız eden en ufak bir duruma tahammül edemiyorlar. Oysa insanlarla birlikte olmayı sürdürebilmek için hoşa gitmeyen bazı durumlara sabretmek gerekiyor. Mesela eşiniz veya arkadaşınız biraz ağırkanlı. Birlikte bir yere gideceğiniz zaman hazırlanması uzun sürüyor, sizi kapıda bekletiyor.

Modern insanın tahammül etmekte zorlandığı şeylerin başında “hayatı yavaşlatan kişiler ve şeyler” geliyor. Teknolojinin ilerlemesi sayesinde her şeyi hızlı yapmak mümkün hale geldikçe bekletilmeye karşı tahammül eşiği düşüyor. Bilhassa yaşlılar, çocuklar, çocuklu dostlar istenmeyen kişilere dönüşüyor.

3- Fedakârlık Yapmak İstememe

Bilhassa yaşlı anne babayla ilgilenmemenin, akrabayla ilişkileri kesmenin en yaygın nedenidir. Evlilikten ve dostlarla ilişkilerden kaçmaya da sebep olabilmektedir.

Hayatta her beraberlik mutlaka iki tarafın da bazı fedakârlıklar yapmasını gerektirir. Bir saatlik bayram ziyaretinde bile insan karşısındaki kişinin anlattıklarını, hiç ilgisini çekmese bile, dinlemek zorunda kalır.

Modern insan, kendisine hiçbir çıkar sağlamayan ilişkiler için fedakârlık yapmak istemiyor. Çünkü modern insan için hayatta en önemli şey, başarılı olmak ve para kazanmaktır. Tatiller bile yeniden çalışmaya başlayabilmek için dinlenme amaçlıdır. Bu sebeple günümüz insanı ona maddi bir şey kazandırmayacak ilişkiler için yorulmak istememektedir.

“Çok çalışıyorum, yoruluyorum. Tatillerimde de hoşuma giden şeylerle vakit geçirip iyice dinlenmem lazım. Beni gerecek ve yoracak kişilere enerjimi harcayamam,” diye düşünmektedir.

4- Mükemmeliyetçi Kişilik Yapısı

Bazı kişilerin müzmin bekârlığı ve insanlar arasına karışmamasının sebebi, aşırı derecede mükemmeliyetçi olmalarıdır. Bu kişiler ilişkilerinde de aşırı beklentilere sahip olup muhataplarının en ufak bir kusurunu bile hoş görememektedirler.

Esasen başkalarından mükemmellik bekleyen bu kişilerin kendisi de mükemmel değildir. Aksine kendilerini insanlarla ilişkilerde sınayacak olsalar ne kadar kusurlu oldukları ortaya çıkacaktır. Zaten bu sebeple kendilerine kurdukları dünyada mükemmellik taslamayı tercih etmektedirler.

Eskiler “Kusursuz dost ararsan dostsuz kalırsın,” demişler. İnsanlardan mükemmellik beklemek yanlıştır. Ancak modern insan, menfaat sağlamadığı sürece başkalarıyla geçinmeye, hatalarını hoş görmeye gerek duymamaktadır.

5- Benmerkezci Kişilik Yapısı

Benmerkezci kişiler her konuda kendi isteklerini dayatan, başkalarının isteklerine uyum sağlamaya yanaşmayan, geçinmek için çaba göstermeyen tiplerdir. Her türlü ilişkide problem kaynağıdırlar. İlişkilerden kaçmasalar bile onlarla geçinmek zordur ve ilişkilerin yürümesi için gerekli uyumu göstermezler.

Bu kişiler daima karşı tarafı değiştirmek, kendi istediği hale getirmek için uğraşır, kimseyi olduğu gibi kabul etmezler. Ortak noktalarda uzlaşmak için bir adım atmaya yanaşmazlar.

Modern zamanlarda bu kişilik tipi yaygınlaşmaktadır. İnsanlar sanki bir meziyetmiş gibi, ne kadar geçimsiz olduklarını anlatıp “Ben kimseyi çekemem, beni çekecek birini bulursam o zaman evlenirim,” diyebiliyorlar.

6- İnsanlara Karşı Güvensizlik Duyma

İnsanlarla samimi ilişkiler geliştiremeyen kişilerin birçoğu insanlara güvenmemekte, herkesin onlara ihanet edeceği veya iyi niyetini suiistimal edeceği hakkında kuşkular beslemektedir. Bu kuşkuların bir kısmı, geçmişte yaşanan hayal kırıklıkları sebebiyle gelişmiştir. Toplumda yaygın olan dedikodu, laf taşıma, iki yüzlülük gibi kötü adetler de insanların birbirine güven duymasını engellemektedir.

Bütün bu sosyalleşme bozuklukları sanal sosyalliği ve madde ve teknoloji bağımlılığını kamçılamaktadır. Çünkü insanlar sanal medyada sosyalleşirken hiçbir sorumluluk yüklenmiyor, hiçbir fedakârlık yapmıyor, tahammül etmesi gerekmiyor.

Ayrıca sanal âlemde kimsenin kimseye sadakat göstermesi gerekmiyor; bir tıkla bağlanıp bir tıkla hayatından çıkarabiliyor. Aynı anda farklı kişilerle yapmacık ilişkiler kurmak mümkün olabiliyor.

Bu âlemde kimse sizin gerçek yüzünüzü bilmediği için istediğiniz gibi mükemmeliyetçilik taslayabiliyorsunuz. Mesela, belki beş vakit namazını kılmayan biri olsanız da, büyük evliyaların güzel sözlerini paylaşabiliyorsunuz.

Bunun yanında sanal dünya fedakârlık gerektirmiyor; aksine eğlence ve zevk veriyor. Mesela film, müzik, komik video, esprili sözler ve fotoğraflar paylaşmaya imkân sağlayarak insanlara hoşça vakit geçirtiyor. Ancak bu sosyalleşme türü insanın kişilik olarak olgunlaşmasını sağlamıyor. İnsanın kişilik olarak gelişip olgunlaşması ancak sağlıklı ve gerçek insan ilişkileri ağında sorumluluk yüklenmekle gerçekleşiyor.

Sağlıklı İlişkiler Kurmak İçin

Sağlıklı ilişkiler kurmak, sağlıklı ve olgun bir ruh haline sahip olmakla mümkündür. İnsan çocukken benmerkezci, sorumsuz ve uyumsuzdur. Ama yetişkinliğe adım atarken gereği kadar olgunlaşmış kişiler çocukluk dönemine ait hamlıktan kurtulur, sorumluluk yüklenmek gibi yetişkinlik özelliklerini kazanırlar. Olgunlaşmak sadece bedenen irileşmekle olmaz, kişinin karakter olarak da gelişmesini gerektirir.

Bedenen olduğu kadar karakter olarak da olgunlaşmış kişiler, başkalarıyla sağlıklı ilişkiler kurarlar. Bu kişiler insanlarla ilişkilerini sürdürürken karşılaştıkları ufak tefek meseleleri çözebilirler. Bunun yolu, kendine ve başkalarına karşı dengeli bir şekilde güven duymak ve ufak tefek kusurları hoş görebilmektir.

Aslında insanlar arası münasebetleri sürdürmek için çok sorumlu olmak, aşırı fedakârlık yapmak, kendini hiç düşünmemek gerekmez. Aksine bu aşırılıklar zamanla hayal kırıklıklarını ve kırgınlıkları beraberinde getirecektir.

Sizin gösterdiğiniz aşırı fedakârlığa beklediğiniz şekilde mukabele edilmezse veya kıymetini bilmezse bu durum zamanla sitem ve dargınlığa yol açacaktır. Bu sebeple bir ilişkinin tabiatı ne kadar fedakârlık istiyorsa o kadar fedakârlık yapmak daha uygundur.

Bir kişinin başkalarına zaman ayırmayı bildiği gibi, zaman zaman da kendi başına kalabilmesi gerekir. Başkalarını düşündüğü kadar kendi sınırlarını savunmayı da bilmeli, iyiliğini istismar ettirmemelidir. Çünkü insan ilişkilerinde abartılı davranışlar, zamanla hor görülmeye ve itilip kakılmaya sebep olabilmektedir.

Bilhassa kadınlar duygusallıkları sebebiyle insan ilişkilerine aşırı anlam yükleyip daha sonra büyük hayal kırıklıkları yaşama eğilimine sahipler. Bunun sebebi de genellikle kadınların aşırı derecede fedakârlık yaparken kendini sevdirme ve takdir görme isteğiyle hareket etmeleridir. Ancak çoğu zaman bu fedakârlığın bir mecburiyet gibi görülmesi kadınları incitmektedir. Bu sebeple, bilhassa hanımlar, ilişkilerine dengeli bir şekilde zaman ayırmalı ve bunun karşılığında aşırı beklentiye girmemelidir.

Bunun da en güzel çaresi, ilişkilerdeki fedakârlıkların mükâfatını yalnız Allah'tan bekleyerek hareket edilmesidir. Düşünecek olursak kullar bizi sevse veya takdir etse bile bize ne verebilir ki? Oysa fedakarlıkları Allah için yaptığımız zaman, O bize iki dünyada da istediğimiz her şeyi vermeye Kadirdir.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

TÜM OKUYCULARIMIZI PAYLAŞIMA DAVET EDİYORUZ, DAVETLİSİNİZ.
23
Eğitimle İlgili Makaleler / Çocukların Kıyafet Adabı
« Son İleti Gönderen: fanidunya NET Mayıs 11, 2024, 06:22:55 ÖÖ »


Çocukların Kıyafet Adabı

Çocuk eğitiminde edep eğitiminin çok önemli yeri vardır. Müslüman, Allah'a teslim olan insan demektir. Bir Müslüman herhangi bir hususta Allah'ın emirlerini bir yana koyup kendi arzularına göre seçim yapmaz.

Dinimiz hayatın her sahasında bize rehber olacak kurallar koyduğu gibi, giyim kuşam hususunda da göz önünde bulunduracağımız bazı temel hükümler koymuştur.

Müslüman Allah'ın verdiği nimetlerden, O’nun rızasına uygun şekilde faydalanması gerektiğine inanan insandır. Allah'ın nimetlerinden faydalanırken Onun rızasına uygun şekilde davranmamız gerektiğinin şuurunda olmalıyız.

Müslümanların birçoğu kendi kıyafetlerini seçerken Allah’ın hükümlerine riayet etmeye çalışıyor ama çocuklarına gelince, kıyafet adabını öğretmeyi ihmal ediyor. Bunun sebebi de genellikle “O henüz çocuk, nasıl olsa ona günah değil! Şimdilik istediği gibi giyinsin de hevesini alsın…” şeklinde düşünmektir.

Elbette İslam’da çocuklar yaptıklarından sorumlu değildir. Bu sebeple çocuğumuz yanlış kıyafetler giyse de ona günah yazılmaz. Ancak ergenlik çağına girmeden önce Allah'ın hükümlerine alışması açısından kıyafet adabını öğrenmesi faydalıdır.

Edep, dinin gerekli gördüğü ve aklın güzel bulduğu bütün söz ve davranışları, uyulması gereken görgü kurallarını, göz önünde bulundurulması ve izlenilmesi gereken esasları ifade eder. Çocuklarımıza İslami bir edebe sahip olarak yetiştirmemiz önemlidir.

Çünkü çocuklarımız büyüdükçe çevrenin tesirine girecekler ve o zaman bir şeylere alıştırmak çok daha zor olacaktır.

İslam’da Kıyafet Adabı:

Kıyafet, alelade bir eşyadan ibaret değildir. Üzerimizde taşıdığımız kıyafet, kimliğimizin ve kişiliğimizin aynasıdır.

Bilhassa çocuklar saf ve duygusal yapıları sebebiyle iç-dış ayırımı yapmazlar. İnandıkları gibi giydirmezseniz zamanla giyindikleri gibi inanmaya başlarlar. Bu sebeple anne babalar, çocuklarına benimsetmek istediği inanç ve değerleri küçük yaştan itibaren kazandırmalıdır.

Bu konuda dikkat edilecek noktalar şunlardır:

1- Müslümanların giyim kuşamda çok dikkat etmeleri gereken en önemli konu, kıyafetlerinin başka dinlerin mensuplarına benzememesi, onlardan farklılaşmasıdır.

İnsan, üzerinde taşıdığı kıyafet sayesinde bir ruh haline bürünür ve ondan etkilenir. Mesela insanlar mensubiyetlerini daha çok kıyafetle ifade ederler. Okullarda forma, orduda ve bazı görevlerde üniforma ve mesleki kıyafet giyilmesinin bir sebebi de budur. Bunlar insanın kendini bir gruba mensup hissetmesini sağlar. Bu sebeple kız veya erkek çocuklarının kendilerini Ümmet-i Muhammed’in parçası olarak hissetmesi için, kılık kıyafetinin Müslümanca bir tarzı olması gereklidir.

Kılık kıyafet insanın neyi sevdiğini, neye özendiğini, nereye ait hissetmek istediğini gösterir. Basit bir örnek olarak, bir erkek çocuğu eğer bir futbol takımını tutuyorsa onun renklerini giymek ister. Rakip takımın renklerini giydirmek için ısrar etseniz de kabul etmez.

Peygamber efendimiz bu gerçeğe işaretle, “Kim hangi kavme benzerse o da onlardandır” (Ebû Dâvûd, Libas 4) buyurmuştur.

Öyleyse çocuklarımızın kıyafetlerinin başka dinlere mensup olan toplumların ayırt edici kıyafetlerine benzememesine gayret göstermeliyiz. Mesela zaruret derecesinde bir durum olmadıkça erkek çocuklara smokin, kravat, kız çocuklara batı tarzı gece kıyafetleri (tuvalet) giydirmemeliyiz.

Çocuklarımıza özel günlerde kendi kültürümüze ait çizgileri taşıyan kıyafetler giydirebiliriz. Mesela erkek çocuklara sünnet kıyafeti olarak kaftan, kızlara müsamere kıyafeti olarak bindallı giydirebiliriz. Artık bunlar da üretiliyor.

Ayrıca çocuk kıyafetlerinin üzerindeki resimler ve yazılar da çoğu zaman sakıncalar içeriyor. Bu İngilizce yazılı tişörtlerle dolaşmak çocuğun kendisini batı özentisi içinde hissetmesini kolaylaştırıyor.

Çocuklarımızın çizgi film ve film kahramanlarının resimleriyle dolu kıyafetler giymesi de, hem onların maneviyatı yönünden hem de bütün gün onları görecek kişiler açısından hiç uygun değil. Hepimiz şuurlu olarak çocuk kıyafeti üretenlerden bu konuda hassasiyet talep etmeliyiz.

2- Çocuk kıyafetinde ikinci kuralımız tesettüre alıştırmak olmalı. Bazı anneler, “Çocukken hevesini alsın,” gibi mazeretlerle kızlarına dekolte kıyafetler giydiriyor.

Oysa çocuğa manevi değerler sevdirilerek verilirse çocukta haya duygusu yerleşir ve öyle bir çocuk dekolte giyinmeye heves etmez. Zaten çocuğa telkin ve yönlendirme yapılmadığı sürece buna heves etmesi için sebep de yoktur. Daha çok anneler, kendileri yapamadıkları şeyleri kızlarına yaptırmakla tatmin olmaktadırlar. Kızlarını da “Ay ne güzel oldun…” diyerek özendirmektedirler.

Kız çocuklarımıza güzel kumaşlardan, özenle dikilmiş ve tesettürün ruhuna uygun, edebli bir kıyafet giydirip, “Çok yakıştı” dersek çocuk bununla da çok mutlu olur.

Erkek çocukların tesettürüne de dikkat etmeli. Mesela günümüzde yırtık kot pantolonlardan bel ile diz kapağı arası bölgeler görünüyor. Bazı şortlar ve mayolar edep duygusunu aşındıracak kadar kısa olabiliyor.

Prof Dr İbrâhim Cânan hocamız, Çocuk Terbiyesi adlı eserinde, Muhammed İbn İyaz ez-Zühri radıyallahu anhunun rivayet ettiği bir hadisi şöyle aktarıyor: “Küçüklüğümde Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem yanına götürüldüm. Üzerimde giyecek olarak tek parça bir hırka vardı. Avretim açılmıştı ki, Hz. Peygamber, “Bunun avretinin haramlığına riayet edip örtün. Zira küçüğün avretinin haramlığı, büyüğün avretinin haram oluşu gibidir. Allah avretini açanı koruyup gözetmez.” buyurdu.

Demek ki “Daha çocuk” demeyip dikkat etmeliyiz. Hem günümüzde çevrede kız veya erkek çocukları taciz eden sapık insanlar da olabiliyor. Çocuklarımızı bu konuda kendilerini sakınacak şekilde hassas yetiştirmek için de tesettür fikrini aşılamak önem taşıyor.

3- Çocuklarımızın kıyafeti, kendi cinsiyetini yansıtmalı; yani kızsa kız elbisesi, erkekse erkeksi kıyafetler olmalıdır. Günümüzde kızlar arasında pantolon ve ceket gibi erkeksi kıyafetler yaygınlaşıyor. Bu da kız çocukların beden dilini, hal ve hareketlerini dahi etkiliyor. Ayrıca hem kız hem erkekler tarafından ortak kullanılan unisex giyim ve aksesuarlar teşvik ediliyor. Böylece erkek çocukların ayakkabı ve eşofmanlarında kıza benzer renkler görülüyor.

Hz. Âişe annemiz kadınların erkeklere mahsus kıyafetlere bürünmesine izin vermemiş ve "Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem kadın gibi giyinen erkeğe, erkek gibi giyinen kadına lânet etti." (Ebû Dâvûd, Libas 28) buyurmuştur.

Peygamber efendimiz torunu Hz. Hasan dünyaya geldiğinde, daha bebek olmasına rağmen sarı kundağa sarmalarına izin vermemiş, beyaz kundağa sarmıştır. Hz. Ömer radıyallahu anh kırmızı renkli elbiseler giyenleri gördüğü zaman, yanına çekip “Bunu kadınlara bırakın” derdi.

İslam dini hanımların ev içinde güzel kıyafetler giymesine hoşgörüyle bakar. Hatta evli hanımların kocalarının yanında cazibesini artıracak güzel kıyafetler giymesi, aile saadetine ve sevaba vesile olur. Bu sebeple erkekler için yasaklanmış olan, ipek giymek ve aşırı pahalı olmayan altın ziynet takınmak kadınlara helal kılınmıştır.

Peygamber efendimiz kız ve erkek çocukların küçük yaştan itibaren yüksek İslam ahlakını yansıtmalarını hedeflemiştir. Müslüman kızın üstün vasfı, dışarıya karşı iffet ev ortamında ise zarafettir. Müslüman erkek de, erkekliğin şanına yakışır ciddiyet ve ağır başlılığı, kılık kıyafetiyle yansıtmalıdır.

4- Kıyafet edebinde dikkat edilecek bir husus da israfa kaçmamak ve dikkat çekici giyinmeye alıştırmamak. Günümüzde maddi imkânlar arttı, çocuk sayısı azaldı. İnsanlar bir iki çocuk sahibi oluyor ve onları da alabildiğine şımartıyor.

Bazı anne babalar, ellerine imkân geçince, gençken özenip yapamadıklarını çocuklarına yaptırıyor ve “Ben giyemedim çocuğum giysin,” diyerek çocuklarının her istediğini alıyor.

Giyim kuşam bir kişinin hayata bakışını yansıtır. Bir kişi geçici dünya hayatına ve nefsanî zevklere düşkünlük gösteriyorsa, giyim kuşamına da gereğinden fazla anlam yükler. Çünkü bu kişi değeri kabukta arar, “Dış görünüş hayatta en önemli şeydir,” zanneder. Peygamber efendimiz ise bize, kalbimizi, iç âlemimizi süslemeyi öğretmiştir; dış görünüşümüzle değer aramayı değil…

Çocuklarımızın kıyafetine fazla para harcamak onlarda kibir ve kendini beğenmişlik gibi nefsanî hastalıkları tetikleyebilir. Ayrıca aynı imkâna sahip olmayan arkadaşları tarafından kıskanılmalarına veya nazara uğramalarına sebep olabilir.

5- Elbette israf etmeyelim derken çocukların ihtiyaçları da ihmal edilmemeli. Arkadaşlarının alay konusu olacak kadar düşük kaliteli kıyafetler giyen bir çocuk kendini ve ailesini küçük görür, başkalarına özenir veya kıskanır.

Çocuklarımızın ihtiyaçları için harcadığımız paralar da, israfa kaçmadığımız sürece, sadaka sevabı getirmektedir. Bu sebeple Peygamberimiz şöyle buyurmuştur: “Evladınıza ikram edin, onları edepli, terbiyeli yetiştirin!” (İbn Mâce, Edeb, 3)

Bir Müslüman giyim kuşamda israfa kaçmadan, sağlıklı, kullanışlı, kaliteli ve güzel giyinebilir. Esasen bir Müslümanın temiz, tertipli, saygı uyandıracak bir kıyafet içinde olması gerekir.

Peygamberimiz aleyhissalatu vesselam, Müslümanların toplum içinde kınanacak bir durumda olmasını değil, beğenilecek bir durumda olmasını tavsiye etmektedir. Peygamberimiz aleyhissalatu vesselam ashabına;

“Sizler mü’min kardeşlerinizin yanına varacaksınız; binaenaleyh binek hayvanlarınıza dikkat ediniz, kıyafet ve elbisenizi düzeltiniz ki, insanlar arasında parmakla gösterilecek gibi olunuz; çünkü Allah-u Teâlâ çirkinliği ve çirkin söz söylemeğe özenen kimseleri sevmez." (Ebu Davut, Libas, 25)

Çocuklarımızı düzgün ve temiz giydirirken niyetimiz, nefsimiz adına tatmin olmak değil, Müslümanları temsil etme mesuliyetiyle temiz tertipli olmak olmalıdır. Bizim niyetimizin halisliği çocuğa da yansıyacaktır.

6- Giyim kuşamla ilgili bir edeb de, kıyafetlerimizi sağdan başlayarak giymek, soldan çıkarmaktır. Peygamberimiz bütün güzel şeyleri sağdan başlayarak yapardı. Biz de bunu çocuklarımıza öğretmeliyiz.

Peygamberimiz yeni bir kıyafet giyeceği zaman bunu Cuma’ya denk getirmeyi severdi. Biz de çocuklarımızı Cuma namazına giderken en yeni ve temiz kıyafetler giydirelim.

Abdullah ibni Ömer radıyallahu anhın rivayet ettiğine göre Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem yeni bir elbise giydiğinde şöyle dua etmiştir: “Avretimi örtebileceğim ve hayatta güzellik sağlayabileceğim bir elbise giydiren Allah'a hamd olsun.”
Ardından da: “Kim yeni bir elbise giyer, böyle söyler, daha sonra da eskittiği elbiseyi tasadduk ederse, sağken de öldükten sonra da Allah'ın himâyesi, hıfzı ve örtmesi altında olur” demiştir. (Tirmizî, Daavât 119)

Biz de çocuklarımızın küçülenlerini ihtiyacı olan ailelere ulaştırırsak israftan sakınmış ve hayır dua almış oluruz.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

TÜM OKUYCULARIMIZI PAYLAŞIMA DAVET EDİYORUZ, DAVETLİSİNİZ.

24
Hatice Kübra Ergin / Allah, Kalplerin Özünü Bilir
« Son İleti Gönderen: fanidunya NET Mayıs 11, 2024, 06:17:24 ÖÖ »


Allah, Kalplerin Özünü Bilir

Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla,

Allah'ın Rahmeti ve Bereketi üzerimize olsun.

İnsan, dıştan bakıldığında bir canlı türü gibi görünse de, ortaya koyduğu iyi ve kötü işleri ve eserlerine bakıldığında iç âleminde koca bir evreni saklayan çok sırlı bir varlık olduğu anlaşılmaktadır. Evet, insan hiçbir canlının ve hatta meleklerin bile anlayamadığı engin bir kalp ufkuna sahiptir. Ancak Allah-u Zülcelâl’in meleklerini önünde secde ettirdiği bu varlık, aynı zamanda şeytanlarının da oyuncağı olabilmektedir.

İnsanı ahsen-i takvim zirvesine çıkaran da kalptir, esfel-i safiline yuvarlayan da. İnsanın kalbi, Allah-u Zülcelâl’i tanımasını ve sevmesini mümkün kılan çok yüksek bir istidada sahiptir. Ancak bu istidadın inkişaf etmesi için kalp aynasının nefsani duyguların pasından arınması gerekmektedir. Çünkü Yüceler yücesi Rabbimiz, kalp evi tertemiz olmadıkça oraya misafir olmamaktadır.

Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem, “…takva buradadır,” (Buhârî, İman 39; Müslim, Müsakat 107) buyurarak, eliyle kalbini göstermek suretiyle, günah ve kötülüklerden arınmanın ancak kalp temizliğiyle mümkün olabileceğini işaret etmektedir.

Hatta tasavvuf yolunda kalbin Allah'tan başka her şeyden arınması gerektiği bildirilmektedir. Çünkü kalbimizi lüzumundan faza meşgul ettiğimiz her şey, onda bir gölgeye sebep olacak ve azalarımızı da Allah'ı sevmediği bir amele sevk edecektir. Bu sebeple İsmail Hakkı Bursevî’nin dile getirdiği gibi;

Dil beyt-i Hüdâ’dır, ânı pâkeyle sivâdan

Kasrına nüzûl eyleye Rahmân gecelerde

Yani, “Kalp, Hüda’nın evidir; onu Allahtan gayrı her şeyden temizle; böylece Rahman gecelerde sarayına insin.”

Allah-u Teâlâ kalplerimizi Allah'ın sevgisiyle ve Allah'ın sevgisini kazanmaya vesile olan sevgilerle meşgul etsin; sevmediği şeylerin sevgisinden arındırsın.

Âmin.

Hatice Kübra Ergin

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

TÜM OKUYCULARIMIZI PAYLAŞIMA DAVET EDİYORUZ, DAVETLİSİNİZ.
25
Sağlık / Göz Alerjisi
« Son İleti Gönderen: fanidunya NET Mayıs 11, 2024, 06:04:42 ÖÖ »


Göz Alerjisi

Göz alerjileri, mevsimsel değişimlerle, polenlerin, mantar sporlarının, evcil hayvan tüylerinin veya toz akarlarının havada bulunmasıyla tetiklenebilir.

Göz alerjilerinin belirtileri, kaşıntı, kızarıklık, sulanma, şişlik ve hatta bulanık görme gibi rahatsız edici durumları içerebilir.

Bu belirtiler sadece kişinin konforunu değil, aynı zamanda günlük yaşam kalitesini de etkileyebilir.

Göz alerjileriyle başa çıkmak için ilk adım, alerjenlerle teması mümkün olduğunca azaltmaktır.

Bu, polen sezonunda dışarıda bulunmayı sınırlamak, tozlu ortamlardan kaçınmak veya evcil hayvanlarla teması azaltmak gibi önlemleri içerebilir.

Ayrıca, alerjiye neden olan maddeleri filtreleyen uygun bir hava temizleyici kullanmak da faydalı olabilir.

Göz alerjilerini hafifletmek için göz damlaları veya antihistaminikler gibi ilaçlar kullanmak da yaygın bir yöntemdir.

Ancak, bu ilaçları kullanmadan önce mutlaka bir doktora danışmak önemlidir.

Uzun süreli kullanımda bazı ilaçların yan etkileri olabilir ve herkes için uygun olmayabilir.

Ayrıca, göz alerjilerini hafifletmek için soğuk kompresler de etkili olabilir.

Soğuk kompresler, gözlerin şişmesini azaltabilir ve kaşıntıyı hafifletebilir.

Pamuklu bir bez veya temiz bir bezle yapılacak hafif masajlar da gözlerin rahatlamasına yardımcı olabilir.

Son olarak, göz alerjileriyle mücadele etmek, sadece semptomları hafifletmekle kalmaz, aynı zamanda göz sağlığını korumak için de önemlidir.

Alerjik reaksiyonlar, gözlerinizi tahriş edebilir ve enfeksiyon riskini artırabilir, bu nedenle belirtileriniz olsa bile, ihmal etmemek önemlidir.

Gözler, dünyayı görmemizi sağlayan paha biçilmez bir hazineye sahiptir.

Bu nedenle, göz sağlığımızı korumak ve göz alerjileri gibi rahatsızlıklarla başa çıkmak için gerekli önlemleri almak hayati öneme sahiptir.

Baharın güzelliklerini doya doya yaşamak için gözlerimize iyi bakalım ve alerjik tuzaklara karşı hazırlıklı olalım.

Unutmayalım ki, sağlıklı gözler, yaşamın her yönünden keyif almanın anahtarıdır.

Allah'a emanet olun ...

Mustafa Ceylan.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

TÜM OKUYCULARIMIZI PAYLAŞIMA DAVET EDİYORUZ, DAVETLİSİNİZ.   
26
HADİS'İ ŞERİFLER / Sünnetullah Ontoloji Kurallar
« Son İleti Gönderen: fanidunya NET Mayıs 11, 2024, 05:57:29 ÖÖ »


Sünnetullah Ontoloji Kurallar

Değişmeyen sabit ilahi kurallara “Sünnetullah” denilir. Kafir, mümin, münafık; kadın, erkek, yaşlı, genç, çocuk; insan, hayvan, canlı- cansız bütün varlıklar kendileri için konulan tüm bu yaşam kurallarına uymak zorundadır; ya da uymadıkları takdirde neticesine katlanmak mecburiyetindedir.

Sünnetullah kuralları, sadece dini emirleri içermez; aynı zamanda yaradılışla ilgili bütün ontolojik; insanın içtimai hayatıyla ilgili bütün sosyolojik kuralları da içerir. Bu kurallar da tıpkı, fizik, kimya, matematik kuralları gibi sabittir, değişmez; sebep- sonuç bağlamında her zaman aynı şekilde neticelenir.

İnsanoğlu, Sünnetullahı ne kadar tanır, onun kurallarına ne kadar uyumlu davranabilirse o oranda dünya ve ahiret mutluluğunu elde eder. Sünnetullaha muhalefet ise daima dünya ve ahiret azabıyla sonuçlanır.

Din, bir Sünnetullah kanununu olduğu gibi onun bütün emir ve yasakları da öyledir. Onun içindir ki dinin tanımında, dünya ve ahiret saadetini temin eden ilahi kanunlar, denilmiştir. Yani, dünya mutluluğu adına Sünnetullahın diğer kısımlarını uygulamak yeterli değildir; dinin emir ve yasakları da bu bağlamda mutlaka uygulama görmelidir.

Din devre dışı edilerek uygulanan Sünnetullah eksik de olsa bizi bazı konularda başarıya ulaştırabilir. Fakat bu başarı sadece başarıdır, mutluluk değildir.

Kur’an-ı Kerim, Sünnetullaha bir bütün olarak değer atfeder. Ve bizden, dinin emirlerine uymamızı istediği gibi, tekvini kanunlara uymamızı da ister. Bunun tersi de doğrudur. Yani Kur’an, bizden tekvini emirlere uymamızı istediği, o mevzuda bize çeşitli vesilelerle yol gösterdiği gibi, aynı hassasiyetle teşrii emirlere de uymamız gerektiğini söyler, bütüncül bir usulle ders verir.

Kur’an-ı Kerim’i, mutlaka Sünnetullah perspektifini esas edinerek okumak gerekir. Onda anlatılan ve tekrar edilen kıssaları, tarihi olayları bu bakış açısıyla değerlendirmek, dünümüzü, bugünümüzü ve yarınımızı aynı anda aydınlatır; doğru bir konumda isek bu konumumuzu korumaya; değilsek yanlışlarımızı görmeye, bu yanlışların bizi nasıl bir akıbete doğru sürüklediğini keşfetmemize, bu yanlışlardan kurtulmanın çarelerini bulmamıza vesile olur. O zaman da kötü akıbetten kurtulmuş, içtimai varlığımızın devamını temin etmiş bulunuruz.

İnsan, sınır altına alınmamış yüzlerce his ve duyguyla, Sünnetullahı keşfetmeye, anlamaya ve gereği üzere bir hayat sürmeye memurdur. Onun Sünnetullahı değiştirmek gibi bir davası, bir iddiası yoktur, olmamalıdır. Ne ki, Sünnetullah sınırları içinde bilinmeyenleri bilmek ve bildiklerinden azami ölçüde istifade ederek, böyle yapamayan diğer yaratılmışlara karşı bir üstünlük elde etmek onun hakkıdır, halife varlık olmasının bir ayrıcalığıdır.

İnsanlar, kendi aralarında da böylesi bir yarış içindedir. Yarışı kazananların diğerlerine karşı üstünlük hakkı vardır. Fakat bu üstünlük, yine Sünnetullah kurallarına göre adaletin emrinde olmalı; zulme ve zalimliğe kaymamalıdır. Onun içindir ki zalim kişi ve toplumların kötü akıbetleri Kur’an’da çokça anılmaktadır.

Sünnetullah kuralları ile bakıldığında gün güne zalimliğini yaygınlaştırmak peşinde koşan, 7 Ekim’den bu yana elli bine yakın masum cana kıyan; ve dünyanın gözünün içine baka baka zalimliğin en rezil serbest oyunlarını oynayan İsrail’in ve ona bu zulmünde arka çıkan bütün zalimlerin kötü akıbetlerini görmek hiç de zor değildir. “Doğrusu onlar o azabı ihtimalden uzak görüyorlar. Biz ise onu yakın görmekteyiz.” (Mearic,6-7)

Fıtrat-ı beşer, fıtri olmayanı ret eder. Fıtratı ise bize en doğru şekilde Kur’an öğretir. Yaptığımız işin fıtrata uygun olup olmadığını bilmenin en kestirme yolu, onları Kur’an’la test etmektir. Ondan tasdik gören doğru, görmeyenler ise mutlaka eğridir.

Kur’an-ı Kerim’i Sünnetullah ölçüleri içinde okumak aynı zamanda Kainat Kitabını okumaktır. Bediüzzaman Hazretlerinin ifadeleriyle söyleyecek olursak:

“Kainat mescid-i kebirinde , Kur’an, kainatı okuyor. Onu dinleyelim. O nur ile nurlanalım. Hidayetiyle amel edelim. Ve onu vird-i zeban edelim. Evet, söz odur ve ona derler. Hak olup Haktan gelip, Hak diyen ve hakikati gösteren ve nurani hikmeti neşreden odur.” (7. Söz)

“Bir medresede huzur-u saadette bulunuyordum. Cenab-ı Peygamber bana Kur’an’dan ders vereceklerdi. Kur’an’ı getirdikleri sırada  Hazreti Peygamber Efendimiz Kur’an’a ihtiramen kıyam buyurdular. O dakikada şu kıyamın, ümmeti irşat için olduğu birden hatırıma geldi.

Sonra bu rüyayı sulahay-ı ümmetten bir zata hikaye ettim. Şu suretle tabir etti: Bu büyük bir işaret ve beşarettir ki, Kur’an-ı Azimüşşan layık olduğu mevki-i muallayı bütün cihanda ihraz edecektir.” (Bediüzzaman, Sünuhat)

Latif Erdoğan.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

TÜM OKUYCULARIMIZI PAYLAŞIMA DAVET EDİYORUZ, DAVETLİSİNİZ.   
27
Ahmet Demirbaş / Zekeriyya Aleyhisselam
« Son İleti Gönderen: fanidunya NET Mayıs 11, 2024, 05:43:56 ÖÖ »


Zekeriyya Aleyhisselam

Hazreti Zekeriyya, Musa aleyhisselamın getirdiği dînin emir ve yasaklarını insanlara tebliğ etti. Ancak, İsrailoğullarının çoğu kendisine inanmadı...

Hazreti Zekeriyya, İsrailoğullarına gönderilen peygamberlerdendir. Soyu Süleyman aleyhisselama ulaşır. Musa aleyhisselamın getirdiği dînin emir ve yasaklarını insanlara tebliğ etti. Marangozluk yapar elinin emeğiyle geçinirdi...

Allahü teâlâ, Beyt-i Makdis’te Tevrat yazmayı ve kurban kesmeyi idâre eden Zekeriyya aleyhisselamı peygamber olarak vazîfelendirdi. İsrailoğullarından onun bildirdiklerine inananlar olduğu gibi, inanmayıp karşı çıkanlar daha çok oldu...
 
Zekeriyya aleyhisselam, İmrân bin Mâsân isminde bir dostunun kızı olan Elîsa ile evlendi. Elîsa ile hazret-i Meryem kardeş olup babaları İmran idi. İmrân önce Elîsa’nın annesi ile sonra bunun başka erkekten olan kızı Hunne ile evlenmişti. Hazret-i Meryem’in annesi olan Hunne; “Cenâb-ı Hak bana bir oğul ihsân ederse Beyt-ül-Makdis’e hizmetçi yapacağım” diye adakta bulundu.

Kızı oldu. Adını Meryem koydu. Hazret-i Meryem doğmadan önce babası İmrân vefat etti. Hunne kızı Meryem’i teslim etmek üzere Beyt-ül-Makdis’e götürdü. Orada bulunan âlimlere niyetini anlatıp nezrinin kabûlünü ricâ etti. Zekeriyya aleyhisselam, hazret-i Meryem’i himâyesine aldı...
 
Zekeriyya aleyhisselam hazret-i Meryem’i evine götürdü. Onu hanımı Elîsa büyüttü... Zekeriyya aleyhisselam 99 veya 120 yaşına geldiği hâlde neslini devâm ettirecek bir evlâdı yoktu. Hanımı da zâten çocuk doğurmuyordu ve 98 yaşındaydı. Fakat yaşlı olmalarına rağmen, Allahü teâlâ onlara Yahya isminde bir erkek çocuk ihsân edeceğini Cebrâil aleyhisselam vâsıtasıyla bildirdi...
 
Yahya aleyhisselam ana rahmine düşünce Zekeriyya aleyhisselam devamlı ibâdet ve zikirle meşgul oldu. Cenâb-ı Hakka karşı hamd ve şükür vazîfesini yerine getirdi...
 
Müddet tamam olunca Zekeriyya aleyhisselamın oğlu Yahya aleyhisselam dünyâya geldi. Yahya aleyhisselamın doğumu ile, Zekeriyya aleyhisselam ve âilesi sevince gark oldular. Yahya aleyhisselamdan altı ay sonra İsa aleyhisselam dünyâya geldi. İsrailoğulları İsa aleyhisselam beşikteyken Allahü teâlânın kudretiyle konuşmasına rağmen, onun babasız dünyâya gelmesiyle ilgili olarak Zekeriyya aleyhisselama iftirâ ettiler...
 
Yahudilerin iftirâlarını ve kendisini öldürmek istediklerini haber alan Zekeriyya aleyhisselam oradan uzaklaştı. Yahudiler, onu yakalamak için peşine düştüler. Zekeriyya aleyhisselam Beyt-ül-Makdîs yakınlarında ağaçlarla dolu bir bahçeye girdi... Bir ağacın yanından geçerken ağaç;
 
“Ey Allah’ın peygamberi! Bana gel” diye seslendi. Ağaç yarıldı ve Zekeriyya aleyhisselam içine girdi. Sonra kapandı ve onu gizledi. İsrailoğulları Zekeriyya aleyhisselamın izini tâkip edip nereye gittiğini anlayamadılar. O sırada mel’ûn İblis (şeytan) gelerek onlara;
 
“Bu ağacı bıçkı (testere) ile kesin, burada ise meydana çıkar. Yoksa ne kaybedersiniz!” dedi. Kâfirler o ağacı biçerek Zekeriyya aleyhisselamı şehit ettiler...
 
Zekeriyya aleyhisselamın türbesi Halep’tedir.

Ahmet Demirbaş.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

TÜM OKUYCULARIMIZI PAYLAŞIMA DAVET EDİYORUZ, DAVETLİSİNİZ.   
28
Biz Bize / Kulluk’tan Düşme Nedeni Heva
« Son İleti Gönderen: türkiyem Mayıs 10, 2024, 09:24:39 ÖÖ »


Kulluk’tan Düşme Nedeni Heva

Ömrümüz boyunca belirlediğimiz yön çerçevesinde bir hayat yaşarız. Hayatın iskeletini oluşturan yönümüzü; prensiplerimiz, kararlarımız, projelerimiz, hedeflerimiz ve ahlak anlayışımız belirler. Ayrıca hayata yüklediğimiz anlam, hayatta kalmak için verdiğimiz uğraş, üzerimize aldığımız sorumluklar hep bu yön çerçevesinde belirlenir.

Peki, hayatımızın yönümüzü tayin eden temel etken kimden kaynaklanır? İnsanların hayatlarını incelediğimizde bu soru iki farklı grup ortaya çıkarmıştır.

- Birinci grup; yaratıldığının farkına varıp hayat yönünü O’na göre düzenleyenlerdir. Hayatı yaratıcı vermiştir, dolayısıyla O’nun istediği gibi yaşanılması gerekir.

- İkinci grup; kendi arzularını, çıkarlarını, hislerini, düşüncelerini, görüşlerini her şeyin üzerinde görerek hevasına göre yön belirleyenler.

Yani hayatın yönü ya Allah Teâlâ’dan ya da kişinin hevasından kaynaklanır. Bu çerçevede hevanın sorgulanması gerekir. Gerçekten nedir, heva?

Heva, düşmektir. İmandan küfre, ahsen-i taqvimden esfel-i sâfiline, helallerden harama, Me’va’dan Haviye’ye, hayr’dan şerr’e, lütuftan azaba, itaatten isyana, özgürlükten esarete, örtüden çıplaklığa düşmektir. Nihayetinde insanlıktan ve kulluktan düşmektir.

Heva, kişinin menfaatini odak haline getirmesi ve menfaatinin gereklerini yapmasıdır. Bu tiplerin doğruları ve yanlışları ancak çıkarları doğrultusunda şekillenir. Hatta çıkarlar doğru ve yanlışın kısa zaman dilimlerinde yer değiştirmesine bile neden olur. Tesettür, namaz, ahlak vazgeçilmezler listesindeyken menfaati doğrultusunda ‘özü yakalayamama’ mantığıyla yaklaşarak boş ve lüzumsuzlar listesine eklenebilir.

Hevayı hayat tarzı seçenlerde kişiliksizlik, karaktersizlik ve istikbar ön plana çıkar. Ahlak yapısını arzuları, menfaati, düşünceleri yönlendirdiği için yola çıkılacak veya yolda beraber yürünecek birisi değildir. Bu sadece kişisel ilişkilerde değil devletlerarası ilişkilerde de ortaya çıkan bir durumdur. Bir de bu tipler her şeyi kendisi iyi bildiğinden diğer insanları sadece malzeme olarak görür ve faydalanır.

Heva; sırat-ı müstakimden uzaklaşmanın, dalalete düşmenin başlangıç ama en önemli safhasıdır. Allah Teâlâ’nın istediği hayatı, peygamberin yolundan gitmeyi kerih görüp de ‘bu hayata bir defa geldim, günümü gün edeyim’ bozuk mantığıyla yoldan sapmaktır/ saptırmaktır. Hâlbuki bu dünya yalnızca imtihan alanımızdır. Fazla uzun da sürmeyecek zaten. Biraz sabır, biraz cesaret bizleri Allah’ın lütfuyla asıl yurdumuza götürecektir.

Hevasına uyarak hayat sürenler hayatlarında yapmaya çalıştıkları şeylerin ne kadar boş, lüzumsuz ve faydasız olduğunu mahşerde anlayacaklar. Rabbimiz “amiletü’n nasibeh/ çalışmış yorulmuştur” buyurarak hayattaki koşturmalarının hiç olduğunu belirtmiştir.

Heva, kuralsızlıktır ya da bütün kuralları kendi lehinde kullanmaktır. İslam’ın kurallarını bile işine geldiğinde kullanmaktan kesinlikle tereddüt etmez. Yeter ki o kurallar fayda sağlasın.

Hidayetin kıymetini bilen, Allah’a kulluğu her şeyden üstün tutan, Allah ile yaptığı alışverişi gündeminden çıkarmayan fedakâr insanlar için heva kontrol altında tutulması gereken mantık hatasıdır.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

TÜM OKUYCULARIMIZI PAYLAŞIMA DAVET EDİYORUZ, DAVETLİSİNİZ.
29
Mutlulık Yolu İslam / Yaratan Rabb'inin Adıyla Oku
« Son İleti Gönderen: türkiyem Mayıs 10, 2024, 09:18:20 ÖÖ »


Yaratan Rabb'inin Adıyla Oku

Ümmetim dünyayı gözlerinde büyüttükleri zaman, kendilerinden İslam’ın heybeti çekilip alınır. İyiliği emretmeyi ve kötülüğü yasaklamayı terk ettiklerinde, vahyin bereketi kendilerine haram kılınır. Birbirlerine küfrettiklerinde, sövdüklerinde Allah’ın nazarında hiçbir değerleri kalmaz. (Tirmizi)

Okumak Allah’ın lütuflarından bir lütuftur. Cebrail aleyhisselam, Efendimiz’ in sallallahu aleyhi ve sellem önüne kitap koymadan “oku” dedi. Ümmi olan bir Peygamber’e, ilk emir olarak “oku” hitabı, akıl sahibi bir mü’mine, tefekkürün uçsuz bucaksız kapılarını açmalıdır. Okuma bilmeyen bir Peygamberden okuması isteniyor! Tefekkür etmek gerek ki anlaşılsın. İlk emri “oku” olan dinimizin, bizden istediği bazı okumalar vardır.  Herkes bir şeyler okur. Bebeklikte çocuk annesinin yüzüne bakınca annesini okur. Bazı mahlûkat sahibinin beden dilini okur. Akıl sahipleri kâinatı okur. Firaset sahibi bahtiyar kişiler olayları ve olayların neticelerini okur. Okumak, kişinin kalp seviyesiyle yapabildiği bir özel ameliyedir. Oku emriyle beraber gelen “Yaratan Rabbinin adıyla oku” emri okumanın nasıl yapılması gerektiği hususunda bize yol açıyor, ışık tutuyor.

“Bütün dertlere, sıkıntılara, bunalımlara son veren, insanı dünya ve ahirette gerçek anlamda huzura, mutluluğa ulaştıran biricik çözüm yolunu Allah gösteriyor. Beni yoktan var edip üstün yeteneklerle donatan ve kulluk göreviyle yeryüzüne gönderen sonsuz şefkat ve merhamet sahibi yüce Rabbimin adıyla, O’nun verdiği güç ve yetkiye dayanarak ve yalnızca O’nun adına okuyor, söylüyorum: Ey insan Yaratan Rabb’inin adıyla oku! 

Sana Rabb’in tarafından gönderilen ve bundan böyle ayet ayet, sure sure muhatap olacağın bu kitabı, onu güzelce anlamak, zihnine nakşetmek, hayatına yansıtmak ve başkalarına tebliğ etmek amacıyla oku. Fakat batıl değerler, sahte ilahlar adına değil.

Allah Rasulü sallallahu aleyhi ve sellem Bedir savaşı öncesi okudu. Şöyle ki:

Yakalanan esirlere düşmanın sayısını soruyor; “bilmiyoruz” diyorlar. Yine soruyor; “günde kaç deve kesiliyor?” Esirler cevap veriyor: “Bir gün dokuz, bir gün on deve kesiliyor.” “O halde müşriklerin sayısı dokuz yüz ya da bin kadar var.”

Hayatta en zirve sanat insan yetiştirmektir. Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem, hiçbir mucize göstermeseydi, hiçbir olağanüstülük sergilemeseydi bile delil arayanlar için, yetiştirdiği ashab-ı kiram hazeratı O’nun peygamberliğinin delili olarak yeterdi. İnsanlığın birbirini bitirdiği; Akif’in ifadesiyle: “Dişsiz mi bir insan, onu kardeşleri yerdi.” Dediği bir toplumdan bir fazilet toplumu inşa etmesi, son nefesinde dahi kardeşini kendisine tercih edecek rakik, kalpler yetiştirmesi insanı nasıl okuduğunu ve yetiştirdiğini göstermesi bakımından çok mühimdir.

Bugün öyle bir zamandayız ki insanlar sele kapılmış kütükler gibi şuursuzca sürükleniyor. Daha hazini şu ki, geçtiği topraklara hayat bahşedecek kudrette nice ırmaklar, ehil kimseler tarafından doğru bir mecraya sevk edilmediği için maalesef lağımlara akıyor. İsrafın her biri birbirinden beterdir. Lakin en feci israf insan israfıdır.

Kendisini okuyamayan, tanıyamayan kişi ömrünü heba ediyordur. İnsan muhatabını okumayı başarabilir, fakat kendisini okumayı başarmak öyle kolay değildir. Büyükler ‘kişi noksanın bilmek gibi irfan olmaz’ demişler. İşte bu veciz söz kendini okumanın bir yoludur bir ölçüsüdür.  Maalesef kırkına ellisine geldiği halde kendisini okuyamamış kişilere rastlıyoruz. Ne hazin bir haldir ki ömür tükenmeye gelmiş ve fakat kendisini okuyamıyor.

“Nefsini bilen, Rabbini bilir.” Nebevi irşadı bu bağlamda ne kadar da önem arz ediyor.

Bir gün Hz. Ömer radıyallahu anh kabirleri okuyor. Rivayete göre Baki Kabristanı’nın yanından geçerken şöyle der:

“Allah’ın selamı üzerinize olsun ey kabir ehli! Buraları soracak olursanız, hanımlarınız evlendi. Evlerinize başkaları oturdu. Mallarınız mirasçılara dağıtıldı.” Bu sözlere cevaben hatiften şöyle bir ses duyuldu:

“Ya Ömer! Sen de buraları soracak olursan, önden ne göndermişsek burada onu bulduk. İnfak ettiğimiz şeylerin karşılığını fazlasıyla aldık, elimizden geldiği halde yapmadığımız şeyler konusunda da hüsrana uğradık!” (Ruhu’l Beyan 1, 557)  İşte kabir böyle okunur.

İnsan dili o kadar tehlikelidir ki kolay kolay harekete geçmemesi için eskilerin tabiriyle “bin düşünüp bir söyleyelim” diye etrafına otuz iki tane dişten örülmüş sağlam bir kale, onun üzerinde de etten iki perde olan dudaklar yaratılmıştır. Buna rağmen sözü köz yapan aleyhimize delil üretip gıybet vb. günahlar irtikab ediliyor.

Çalışkanlığıyla meşhur iki böcek vardır biri arı diğeri karıncadır. Arı gibi çalışıyor yahut karınca gibi çalışkan ifadelerini çokça duyarız. Kâinatı okuyabilen bir akıl sahibi, ikisinin de çalışkan olmasına rağmen birinin yuvasının ayaklar altında, diğerininse ağaçlarda, kovanlarda vb. temiz yerlerde olmasının bir hikmeti olduğunu anlar, bilir.  Karınca çok çalışır fakat pintidir. Kazandığını kimseyle paylaşmaz. Arı ise hem kendi yer hem de kazandığını paylaşır. Cömerttir. Yeri de elbette yüksektir. Yükseklerdedir. Şüphesiz ki kâinat kitabını okumak kudret akışlarının farkında olmak kalp âlemiyle ilgili özel lütuflardandır.

Olayları okumak da şüphesiz ki firasetli mü’minler için özel lütuflardandır. Tarih bir kronolojiden ibaret değildir. Gerçek tarih sebepler ve neticelerdir.  Mehmet Akif’in ifadesiyle: “Tarih tekerrürden ibarettir diyorlar, hiç ibret alınsaydı tekerrür mü ederdi?”

Bunu iyi okumak gerekir. Bilmek ile malumat sahibi olmak aynı değildir. Bilmek, okumak ile gerçekleşir. Olayları okuyabilmek ayrıdır, olaylar hakkında malumat sahibi olmak ayrı. İkinci Abdülhamid tahttan indirildikten sonra memleketin her yanı yangın yerine dönmüştür. Prens Bismark’ın ifadesiyle dünya siyasi zekâsının yüzde seksen beşi olan Abdülhamid, Balkan savaşları hususunda kendisinden fikir almak için yanına gelen bazı görevlilere; “kiliseler meselesini ne yaptınız?” Diye sorar. Onlar büyük bir başarı edasıyla “biz o meseleyi çözdük” derler.  “Yıllardır çözülemeyen bir meseleyi hallettik.”

Abdülhamid: “O mesele çözülmemeliydi. O mesele çözülünce Balkan toplulukları birleşip üzerimize gelir. Bu da bizim için büyük bir sıkıntı olur” der. Hakikaten de Abdülhamid’in dediği gibi olmuş, onların arasındaki meseleleri çözdüğümüz vakit sonrası bir araya gelmişler ve zaten sıkıntıda olan millet, bir de onlarla uğraşmak zorunda kalmıştır.

Kur’an’ı okumak, üzerinde tefekkür etmek; kalplerimizin cilalanıp dünyanın cürufundan temizlemesi için yegâne yoldur. Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’in talim ettirdiği şekilde tertil üzere okumak, anlamı üzerinde derin tefekkürlere dalmak bir mü’min için ruhun inkişafını sağlayacak bulunmaz fırsat demleridir. Ne ararsak içinde bulacağımız ve fakat kendisini bizim kalbimizin durumuna göre açan mucize kitap okunmaz da başka başka yerlerde dertlere çareler aranırsa ne büyük bir kayıp yaşanır. Kur’an imkânına sahip iken, yanı başımızda dururken faydalanmamak ise nasipsizlikten başka bir şey değildir. Gerçek okumalar yapabilmek duasıyla…

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

TÜM OKUYCULARIMIZI PAYLAŞIMA DAVET EDİYORUZ, DAVETLİSİNİZ.
30
Bizden Sizlere / Hasta Kalp
« Son İleti Gönderen: türkiyem Mayıs 10, 2024, 09:05:04 ÖÖ »


Hasta Kalp

“Onların

kalplerinde bir hastalık vardır. Allah da onların hastalığını çoğaltmıştır.
Söylemekte oldukları yalanlar sebebiyle de onlar için elim bir azap vardır.” (Bakara 10)

Âyet-i kerîmede kalblerinin hasta olduğu bildirilen bu kimseler, sâdece dilleriyle inandıklarını söyleyen, lâkin nefsâniyetin sultası altında bulundukları için sâlih bir yaşayışı olmayan kimselerdir. Îmân, bunların kalblerine tam olarak yerleşmemiştir. Bu nevî kalb
sâhiplerinin hâli, bedenen hasta insanların ıztırap içindeki hâline benzer.
Ne dünyevî hayatlarında bir âhenk, ne de iç âlemlerinde huzur vardır.
İç âlemlerindeki belirsizlik dış âlem¬erini, dış âlemlerindeki düzensizlik
de iç âlemlerini menfî tesir altında bırakır. Allâh Teâlâ bu kişilerin
içine düştüğü durumu şöyle ifâde buyurur:

“İşte
onlar, hidâyet karşılığında dalâleti satın almışlardır. Onların bu ticâ¬reti
kazançlı olmamış ve doğru yolu da bulamamışlardır.” (Bakara, 16)

Al¬lâh'ın âyet¬le¬ri¬ni lâyıkıyla
idrâk etmeye mâ¬nî olan vasıflar; ki¬bir, ucub, hased ve dün¬ya sev¬gi¬si gi¬bi
kal¬bî has¬ta¬lık¬lardır. Bu kişiler, mânevî bir terbiye görüp nefslerini
tezkiye etmediği müd¬det¬çe Allâh'ın râzı olduğu davranış güzelliğine
kavuşamazlar ve Kur'ân'ın es¬râ¬rın¬dan his¬se alamazlar. Ni-te¬kim ayet-i
kerimede şöyle buyrulur:

“Dünyada haksız yere kibirlenip büyüklük taslayanları, âyetlerimi gereği gibi anlamaktan uzaklaştıracağım...” (Arâf, 146)

Demek oluyor ki kalb, mânevî terbiye yoluyla terakkî etmediği takdirde, Kur'ân, kâinât ve insa-nın esrârından lâyıkıyla hisse alabilmek mümkün değildir.

Şu hadîs-i şerîf, kalbi her türlü hastalıktan muhâfaza¬ etmenin zarûretini ne güzel ifâde eder:

“Haberiniz olsun ki, bedende bir et parçası vardır. O iyi olursa bütün beden iyi
olur; o bozuk olursa bütün beden bozuk olur. İşte o, kalbdir.” (Buhârî)

Bedenimizdeki her bir parçanın ayrı ayrı görevi ve özelliği vardır. Her biri kendine mahsus muayyen bir iş için yaratılmıştır. Hastalığı ise hangi işi için yaratılmışsa onu yapamamasıdır. Ya işi hiç yapamaz veya zorlukla yapabilir. Mesela elin hastalığı tutamamak, gözün hastalığı görememek gibi şeylerdir. Bunun gibi kalbin hastalığı da hangi iş için yaratılmışsa onu yapamaması, ondan uzak kalmasıdır. Kalb ilim, hikmet,
marifetullah, Allah sevgisi, Allah’a kulluk, Allah’ı zikirden zevk almak, Allah
Teâlâ’yı bütün arzuları üzerine tercih etmek ve bütün şehevi arzularına karşı
Allah’dan yardım dilemek için yaratılmıştır. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Cinleri ve insanları ancak bana kulluk etmeleri için yarattım.” (Zariyat,56)

Her azanın bir faydası vardır.

Kalbin faydası hikmet ve marifet sayesinde insanı hayvandan ayırt etmektir.

Çünkü insan yemek içmek ve şehevi arzularını yerine getirmek gibi vasıfları ile hayvanatla birleşir. Hayvandan ayrılması, eşyayı olduğu gibi bilmesi, yaratanın kudretini, azametini, kulluk görevini ve sorumluluğunu idrak etmesi ile mümkündür. Allah Teâlâ bunu şöyle ifade buyuruyor: “Heva ve hevesini tanrı edinen kimseyi gördün mü? Şimdi onun üzerine sen mi vekil olacaksın Yoksa sen, onların çoğunun gerçekten (söz) dinleyeceğini yahut düşüneceğini mi sanıyorsun?

Hayır, onlar hayvanlar gibidir, hatta daha da sapıktırlar.” (Furkan, 43-44)

Eşyayı eşya yapan ve onu var ede Allah Tealadır. İnsan her şeyi bilse de Allah’ı bilmese bir şey bilmemiş sayılır. Allah’ı bilmenin alameti O’nu sevmektir. Allah’ı bilen O’nu sever.
Sevginin alameti hiçbir sevgiliyi ona tercih etmemektir. Seven sevdiğinin emir
ve nehiylerini yerine getirir. Seven sevdiğinin sözünden ayrılmaz.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

TÜM OKUYCULARIMIZI PAYLAŞIMA DAVET EDİYORUZ, DAVETLİSİNİZ.
Sayfa: 1 2 [3] 4 5 ... 10