Gönderen Konu: Şehitlik ve Gazilik  (Okunma sayısı 281 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı türkiyem

  • Administrator
  • *****
  • İleti: 1964
Şehitlik ve Gazilik
« : Nisan 17, 2022, 02:00:21 ÖS »
Şehitlik ve Gazilik

Şehitlik ve gazilik şüphesiz İslam’ın en muazzez ve mübarek kavramlarındandır. İnsanın en değerli varlığı olan canını feda etmeyi göze alacak kadar mukaddes bir mücadeleyi göze almasını ifade eder. Farkında olanlar için bir sevdaya ve özleme dönüşür âdeta. Zira ölüm zaten bir gün gelecekse insana emanet olan canı, yüce bir mana ile teslim etmekten daha şerefli ne olabilir? Bu, yok oluşa delice gitmek değil canı, verene ve mutlak sahibine asaletle teslim ederek daha yüce mertebelere giden yolun kapılarından geçmektir. Şehadeti göze almak fedakârlığın zirvesidir. Zira insanın yaşama arzusu en güçlü duygudur. Ancak şehadetin ölümsüzlüğe gidiş olduğunu idrak edenler onu bir muştu kabul eder. Bunun içindir ki ümmetin örnek şahsiyetleri, aynı zamanda şehadet kervanının da öncüleri olmuşlardır. İslam medeniyetinin insanlığın sığınağı, adaletin ve merhametin teminatı, mazlum ve mağdurların umudu olmasında en önemli etken, başkalarının iyiliği adına, gerektiğinde canından vazgeçmeyi göze alan inancın varlığıdır.

Şehadet, dinî bir kavramdır. Şehit olmada ölçü Allah’ın rızasıdır. Hakk’ın adını yüceltme mücadelesidir. Şehadet mertebesine yükselebilmek için başta niyet ve samimiyet olmak üzere birtakım şartlar vardır. İslam’ın belirlediği hedef ve ilkeler uğruna mücadele ve bu uğurda canı feda etmek gerekir. Yine şehadet marifet ister, uğruna candan vazgeçilecek değerler iyi bilinmelidir. Şehadet feraset ister. Dolayısıyla yapılan mücadeleyi doğru anlamak hayati öneme sahiptir.

Diğer yandan yaşadığımız asırda maalesef dinî değerler üzerinden fitne, tefrika ve hatta anarşi ve terör faaliyetlerinin gündeme geldiği dikkat çekmektedir. Bu durum İslam’ın ilkelerinin ve kavramlarının açıkça istismar edilmesidir. İstismar, en yalın ifadeyle, birtakım menfaatler elde etmek için belli amaçlar uğruna hakikatin ters yüz edilmesi, kelimelerin ve kavramların amacı ve bağlamı dışında kullanılmasıdır. Kıymet ve değer ifade eden şeylerin istismarı tarihten günümüze hep var olagelmiştir. Ancak son asırda İslam coğrafyasında özellikle dinî değerler üzerinden daha yoğun bir kaos ve kargaşa yaşanmaktadır. Uluslararası kompleks sebepleri; sosyal, siyasal, kültürel, ekonomik boyutları olan bu durum, dinî kavram ve değerler konusunda çok daha dikkatli ve hassas olmayı zorunlu kılmaktadır. Bu bağlamda önemli hususlardan biri de şehadet konusudur.

Şehitlik ve gazilik mertebesi için en öncelikli husus iman, niyet ve samimiyettir

Haddizatında niyet, İslam’da en belirleyici faktördür. Yani herhangi bir iş, eylem, ibadet ya da iyilik yapılırken Allah katında belirleyici olan niyettir. Kişi niyetine göre ahirette karşılık görecektir. Ameli makbul kılan niyettir. Öyle ki bir kimse iman bilinci ve kulluk şuuruyla iyilikler yapmaya niyet etse ve bunun için çaba gösterse arzu ettiği iyiliği yapamasa bile sevabını kazanır. Ancak başka niyet ve gaye ile çok büyük fedakârlıklar yapsa dahi niyetinde müstakim olmadığı için herhangi bir sevap kazanamamış olabilir. Nitekim “Ameller niyetlere göredir. Herkes sadece niyetinin karşılığını alır.” (Buhari, Bedü’l’vahy, 1; Müslim, İmare, 155.) hadis-i şerifi bu gerçeği açık şekilde ortaya koymaktadır. Şehit ya da gazi olabilmek için yapılan mücadelede niyet sadece Allah’ın rızasını kazanmak olmalıdır. Karşılık da sadece Allah’tan beklenmelidir. “Allah, müminlerin canlarını cennet karşılığında satın aldı.” (Tövbe, 9/111.) ayeti çok çarpıcı bir şekilde bu hakikati ifade etmektedir. Allah’ın vaadi bu kadar açık iken farklı duygulara kapılmak büyük bir talihsizlik olacaktır.

Bir bedevi, Peygamber Efendimize gelerek “Ey Allah’ın Resulü! Bir adam ganimet, dünyalık elde etmek için savaşıyor; bir başkası kendinden bahsedilsin diye kahramanlık için savaşıyor; bir diğeri de riya ve gösteriş için savaşıyor. Hangisi Allah yolundadır?” diye sorunca Hz. Peygamber (s.a.s.) “Kim Allah’ın dini daha yüce olsun diye savaşırsa sadece o, Allah yolundadır.” buyurmuştur. (Buhari, Cihad, 15, Tevhid, 28; Müslim, İmare, 149-151.) İslam’ın yüce olması demek, ahlakının, ahkâmının, ilkelerinin bilinmesi ve yaşanması demektir. Zorla bir inancı dikte etmek, insanların iradelerine ipotek koymak değildir. Bütün peygamberlerin mücadelesinin özü, tevhidin tebliği, adaletin tesisi ve güzel ahlakın temsilidir.

Kur’an-ı Kerim’de, şehitlikle ilgili ayetlerde sürekli tekrar eden en hayati ifade “Allah yolunda” kaydıdır

Âdeta “fisebilillah” (Bakara, 2/154, 190; Nisa, 4/95; Tövbe, 9/111; Âl-i İmran, 3/169-170, vd..) yani “Allah yolunda” ifadesi, şehitlik ve gaziliğe ulaştıracak mücadelenin yegâne istikametini tayin eder. Şehadet gibi yüce bir mertebeye erişmenin elbette bir ahkâmının, ahlakının ve asaletinin olması gerekir. Canı, inancı, mukaddesatı, yani İslam’ın korunmasını emrettiği değerleri korumak için yapılan mücadele de bu kapsamdadır. Şehitliğin hükümleri bağlamında yapılan bir tasnife göre düşmanla savaşırken; canını, malını, namusunu savunurken veya isyancılar ve teröristler tarafından öldürülen kimselere dünya ve ahiret şehidi; hata ile veya yanarak, boğularak, doğal afetlere, salgın hastalıklara maruz kalarak ve savaşta yaralandıktan sonra öldürülenlere ahiretin şehidi denilmektedir. Bir de şehadete dair inanç ve duygu taşımayan, başka düşüncelerle hareket eden ama Müslümanların yanında görünen ve öldürülen kimseler vardır ki bunlara da dünya şehidi denilmektedir. Bunlar dünyada şehit muamelesine tabi tutulurlar ama ahirette niyetlerine göre karşılık göreceklerdir. Bütün bunlar bizlere hayatın her anında ve yaptığımız her işte niyet ve istikametimizi muhasebe etmemiz gerektiğini göstermektedir. Zira kişinin kalbiyle ilişkisinin örselendiği, imaj ve gösteri tutkusunun hayatı kuşattığı, dışa dönük hayatların öne çıktığı modern zamanlarda kalbin istikametini muhafaza etmek daha da zorlaşmaktadır.

Bir başka hadis-i şerifte Peygamber Efendimiz (s.a.s.), çok somut bir tasvirle ahiret hayatından canlı bir tabloyu bir film şeridi gibi aktararak niyet ve istikamet konusunu bizlere net bir şekilde öğretmektedir. Söz konusu manzarada şehit, âlim ve çokça hayır hasenat yapan cömert zengin olmak üzere üç büyük fazilet ve fedakârlık sahibi kimseler vardır. Allah’ın huzuruna geldiklerinde dünyada kendilerine ihsan edilen nimetler hatırlatılır ve bu nimetler karşılığında ne yaptıkları sorulur. Şehit, savaşmış ve en aziz varlığı olan canını feda etmiştir ancak kahraman olma duygusu kalbini işgal ettiği için hiçbir sevap alamaz. Âlim kişi ilim yolunda nice fedakârlıklar yapmıştır ama şöhret olma duygusuna ve iltifat beklentisine yenik düştüğü için ahiretten nasibi kalmamıştır. Allah’ın kendisine mal mülk nasip ettiği ve servetini iyilik yolunda harcayan zengin kişinin niyet ve samimiyet karnesi ortaya çıktığında o da riya ve gösterişe esir olmuştur ve ahirette kaybedenlerden olacaktır. (Müslim, İmare, 52.) Doğrusu bu tablo dünyadaki davranışlar açısından, hassasiyet ve duyarlılık bağlamında kişiyi sarsacak, niyet ve duyguları teyakkuz hâline sabitleyecek en etkili anlatımı gözler önüne sermektedir.

Müslümanların vatanları uğruna verdikleri mücadelenin arka planında, derin bir duygu ve mana olarak sadece Allah’ın rızasını gözetme amacı vardır. Elbette niyet ve gaye, üzerinde özgürce inancın yaşanabileceği bir toprağın müdafaası ise şüphesiz bu mukaddes ve mübarek bir mücadeledir. Zira Allah’ın huzurunda kıyama durmak, imanın yolunda onurla yürümek için ayaklarını güvenle basarak özgürce yaşanacak bir vatana ihtiyaç vardır. Vatansız millet olmayacağı gibi vatansız izzet de olmayacaktır. Bu hakikatin idraki sebebiyledir ki üzerinde yaşadığımız aziz topraklar şüheda yurdudur. Geçmişten günümüze bağrında nice yiğitler taşımaktadır. Bu gazi vatan pek çok peygamberin ayak izlerine, nice sahabenin mezarlarına, büyük mücadelelerin destanlarına, kutlu insanların hatıralarına sahiptir. Yakın tarihte Çanakkale’den Maraş’a, Sakarya’dan Kars’a her karış toprağı, inancı, değerleri ve medeniyeti için feda-yı can eyleyen şühedanın kanıyla yoğrulmuştur.

Şehitlik ve gazilik yolunda mücadelenin vazgeçilmez ahlaki ve hukuki ilkeleri vardır

Uğruna can verilecek değerler hakkıyla bilinmelidir. Cehalet istismarın en müsait zeminidir. Günümüzde bilgi, emek ve fedakârlık yanında derin bir dikkat ve feraset gerektirmektedir. Çünkü bilgiye ulaşmanın teknoloji eliyle oldukça kolaylaştığı çağımızda, doğru bilgiye ulaşmak alabildiğine zorlaşmıştır. Data dünyaları içinde tam bir bilgi karmaşası yaşandığını söylemek gerçeğe aykırı olmayacaktır. Şüphesiz şehadet mücadelesinin yolu cihat ibadetidir. Allah yolunda yapılan her iş ve davranışın genel adı cihattır. Ama günümüzde İslam’ın en fazla yanlış anlaşılan ve istismar edilen kavramlarından biri de cihattır. Her şeyden önce cihat bir ahlak, merhamet ve adalet mücadelesidir.

Azgınlaşan küffara ve zalimlere karşı hak ve hukuk mücadelesidir. Cihat bir şiddet değil şefkat kavramıdır. Öldürmek değil yaşatmak mücadelesidir. Tehdit etmek değil güven vermektir. Cihadın en ileri boyutu olan fiilî mücadelenin yani savaşın bile güçlü bir hukuku vardır. Mesela kadınlara, çocuklara, yaşlılara, mabetlere ve mabetlerde ibadet edenlere dokunulmaz. Müslümanlara karşı savaşanlarla savaşılır. Şehadet ve cihat gibi etkileyici kavramların peşinden gidenler, bu kavramı kullananları yakından tanımak zorundadır. Nitekim İslam diyarlarını, Müslüman beldelerini yakıp yıkan eylemler asla cihat ve şehadet gibi mübarek kavramlarla meşrulaştırılamaz. Bugün İslam sloganları ve Müslüman kisvesiyle sürekli Müslümanları hedef alan, tehdit eden, hiçbir ahlaki ve hukuki ilke gözetmeden katliamlar yapan kişi ve gruplar en büyük kötülüğü ve zararı Müslümanlara ve İslam kimliğine vermektedir.

İslam toplumları kendi iç meselelerini tefrika ve anarşiye dönüştürmeden aklıselim ile çözmek zorundadır. Müslüman toplumların kendi içinde birbirlerine karşı bir mücadeleye girişmesi, gerekçesi ne olursa olsun hiçbir zaman makul görülmemiştir. Ayrıca yakın tarihe bakıldığında açıkça görüldüğü üzere İslam dünyasında dinî slogan ve iddialarla şiddete başvuran tüm hareketler Müslümanlara zarar vermiştir. Başarılı da olamamıştır. İslam karşıtı küresel projelere malzeme olmuştur. Nitekim İslam dünyasının özellikle işgal bölgelerinde ortaya çıkan şiddete dayalı radikal yapılar bilerek ya da bilmeden emperyalizmin politikalarına hizmet etmektedir.

Müslümanlar yaşadıkları toplum içinde inancını yaşama mücadelesini kesinlikle şiddete başvurmadan, ahlak ve hukuk içinde ve en güzel yöntemle yapmak mecburiyetindedir. Haddizatında inancı, ırkı, coğrafyası ne olursa olsun İslam düşüncesine göre suçsuz insanlara zarar vermek, masumların canına kast etmek meşru değildir. İslam davasına gönül verenlerin yapması gereken insanları tehdit etmek değil insanlığın her bir ferdine İslam’ın merhamet dünyasını, üstün ilkelerini etkileyici bir nezaketle ve samimiyetle en doğru şekilde ulaştırmaktır. Dolayısıyla dünyanın neresinde olursa olsun, masum insanların canına, malına, aklına ve temel özgürlüklerine kasteden hiçbir eylem, yaklaşım, söylem ve politikanın İslam’dan referans bulması mümkün değildir. Şiddete dayalı terör örgütlerinin istişhad çağrıları ve söylemleri, intikam duygusuyla yapılan intihar saldırıları da bu kapsamdadır. Bu tür olumsuz yaklaşımları dinî argümanlarla meşrulaştırmaya çalışmak ya cehaletin ya da bilinçli bir istismarın göstergesidir.

Diğer yandan İslam’ın ilkelerinin kuşatıcılığında ümmetin tamamını içine almayan, parçacı, fırkacı bir yaklaşımla mensubiyet fanatizmi yapan anlayışların din algısı sorunlu olduğundan şehadet tasavvuru da yaralıdır. Özellikle hakikat tekelciliği ile kendini merkeze alan ve kendisi gibi düşünmeyen herkesi inancın dışına çıkartan yaklaşımlar problemli olmanın yanında ciddi bir tehlikedir. Bu tür anlayışların, sözün efsununa sığınarak şehadet kavramını ve duygusunu gelişigüzel kullanmaları, kendi özel gündemleri ve planları için istismar etmeleri Müslüman bilincinde ve toplumda onulmaz yaralar açmaktadır. Açıkça ifade etmek gerekir ki insanların ve bilhassa genç nesillerin samimi inancını ve şehitlik duygusunu fitne, tefrika veya kişisel çıkarlar için kullanmak aynı zamanda dinî, insani, vicdani ve hukuki açıdan büyük bir suçtur. Şehadet arzusunu yüreğinde bir muştu gibi taşıyan yiğitler de büyük bir şuur ve hassasiyetle istismarcı yapılara karşı bilinçli olmalıdır.

Bir başka önemli husus ise şühedanın ardından onların manevi mirasına, geride bıraktıkları yakınlarına ve gazilere yönelik faaliyet yapanlar büyük bir ciddiyet, hassasiyet ve sorumluluk bilinciyle hareket etmelidir. Bu alanda en küçük ihmal, dikkatsizlik, hata, menfaat elde etme çabası ve gayenin dışına çıkmanın şüphesiz Allah katında vebali çok büyüktür.

Ne mutlu en aziz varlığını, can emanetini, tertemiz bir yürek, müstakim bir niyet ve örnek bir ahlak ile teslim edenlere. Tüm şühedanın ruhları şâd olsun.

Çevrimdışı türkiyem

  • Administrator
  • *****
  • İleti: 1964
Ynt: Ölümsüzlük Makamı Şehitlik
« Yanıtla #1 : Nisan 17, 2022, 02:04:22 ÖS »
Ölümsüzlük Makamı Şehitlik

Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed’in (s.a.s.) ve Müslümanların Medine’ye hicret edişlerinin ikinci yılı idi. Müslümanlar, İslamiyet’i yok etmek isteyen Mekkeli müşriklerle Bedir kuyuları mevkiinde 624 yılının ramazan ayında harp yapmak mecburiyetinde kalmışlardı. Müşriklere karşı galibiyet elde edilen bu gazvede on dört Müslüman da şehit olmuştu. Bunlarla ilgili ashabı-ı kiramdan bazıları “Filanca öldü…” diyerek anlatır olmuş; kâfirler, müşrikler ve münafıklar da kendi aralarında “Bu insanlar din ve Muhammed uğruna boş yere kendilerini öldürüyorlar!” şeklinde konuşmuşlardı.

625 yılı şevval ayında ise Mekkeli müşrikler Bedir Harbi’nde kaybettikleri yetmiş kişinin intikamını almak için Müslümanlara tekrar saldırmışlardı. Sahabe, Mekkeli müşriklere karşı şehirden çıkılmadan savunma savaşı yapılması ya da şehirden çıkılarak onlara karşı cesurca bir meydan savaşı yapılması konusunda görüş ayrılığına düşmüşlerdi. Hz. Peygamber (s.a.s.) meydan savaşını savunan çoğunluğun görüşünü uygulamış ve Medine’nin 5 kilometre kuzeyindeki Uhud Dağı eteklerinde bir savaş gerçekleşmişti. Bu defa sonuç âdeta tersine dönmüş, Müslümanlar yetmiş kadar şehit vermişlerdi. Şehrin savunmasında ortak hareket etmeleri gereken Medineli müşrik ve münafıklar, savaş sonrasında “Eğer bizim dediğimize uysalardı öldürülmezlerdi.” (Âl-i İmran, 3/168.) diyerek sonuca üzülmek yerine sanki sevinmişlerdi. İşte bu gelişmeler üzerine Yüce Allah (c.c.) kendisine, Sevgili Peygamberi Hz. Muhammed’e (s.a.s.) ve ona vahyettiği yüce davaya gönül verip canlarını feda edenler hakkında şöyle buyurdu: “Allah yolunda öldürülenleri sakın ölüler sanma! Bilakis onlar diridirler. Onlar Rableri katında rızıklandırılırlar. Allah’ın lütfundan kendilerine verdiği nimetler ile sevinirler, arkalarından kendilerine ulaşamayan (henüz şehit olmayan) kimselere, ‘kendileri için hiçbir korku olmayacağını ve üzülmeyeceklerini’ müjdelemek isterler.” (Âl-i İmran, 3/169-170.)

Allah Resulü’ne (s.a.s.) vahyedilen bu ayetlerle ölüm bir anlamda yeniden tarif edilmiş, İslam’ı yeryüzüne hâkim kılma gayreti yeni bir değer kazanmıştı. Oysa bildik şekliyle ölüm, bir başka dünyanın varlığının belgelerindendi. Öteki dünyaya açılıştı. Buna göre ölüm hak, ölümden sonra hesap da haktı. İnsanoğluna yaptığı iyiliğin de kötülüğün de karşılığı zerresi dahi ihmal edilmeden verilmeliydi. (Zilzal, 99/6-8.) Aksi takdirde insan yeraltındaki tohumun yer üstündeki ağaç/bitki hâlini ve güneşli dünyayı idrak edemeyişi, onu önceden bilemeyişi gibi bu dünya için yaratılmış algılarıyla öteki dünyayı ölümden önce algılayamazdı. Bu durum insan için ipek böceğinin koza içindeki krizalit dönemi gibiydi. İpek böceği, nasıl kelebek olacağını önceden asla düşünemez, bilemezse insan da bu dünyadayken öteki dünyayı tam olarak algılayamazdı. Ancak akıl, vahiy ve peygamberlerin bildirisiyle insan öteki dünyayı sezmeye, çizgilerini fark etmeye başlayabilirdi.

Diğer taraftan insanın ölümü fark etmesi, doğal seyrin dışında ona yönelmemesi anlamına gelmeyen bir durumdu. Çünkü insan zaman içerisinde bir inancın, fikrin veya tercihin arkasında canı pahasına durmayı da en temel özelliklerinden biri hâline getirdi. İnsanlık tarihi, bu tutumun örnekleriyle dolu olduğu gibi İslam tarihi de böyledir.

Yukarıdaki örnekler vesilesiyle Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed’in (s.a.s.) tebliğ ettiği son din İslam’ı kabul ederek insanlık onuruna yaraşır şekilde hakkaniyetin peşine düşen Müslümanların gösterdikleri tavır, esasında “ölüm”ü anlamlı ve değerli kılmak olmuştu. Samimi Müslümanların söz konusu anlayış, çaba ve fedakârlıkları da hiç şüphesiz kaydettiğimiz ayet-i kerimelerle Yüce Allah tarafından takdir edilmiş oldu.

İslam inanç geleneğinde söz konusu ölümsüzlük makamı “şehitlik” olarak adlandırıldı. Âl-i İmran suresinin 169. ayetine göre kendilerine ölü denilmesi yasaklanan şehitlerin diri olduğu konusu, Yüce Allah’ın (c.c.) kudretiyle gerçekleşen bir olay olarak açıklandı. Diğer bir ifadeyle Yüce Allah, şehitlerin kendi âlemlerinde canlı olduklarını ve rızıklandırıldıklarını bildirdi. Haklarında ulu orta konuşulmasından razı olmadığını, şehitlerden saygıyla söz edilmesi gerektiğini mecazi bir anlatımla beyan etti. Kur’an’da söz konusu durumun şehitlere tahsis edilmesi, onların üstünlüğünü ve şerefini açıkça göstermiş oldu.

Yüce Allah’ın insanoğluna anlatmak istediği bir başka husus ise muhtemelen ölümü ve sonrasını anlayamadığı gibi şehadet şerbetini içmiş olanların mükâfatlandırılması ile ilgili olan süreci tahmin ve idrakten aciz oluşlarına dikkat çekmekti. Bilindiği üzere normalde ölen bir insan yemez, içmez, herhangi bir şeyden zevk almaz, sevinmez. Ayet-i kerimedeki “Onlar Rableri katında rızıklandırılırlar. Allah’ın lütfundan kendilerine verdiği nimetler ile sevinirler.” ifadesine göre şehitler böyle değildir. Görünürde ölmüş olsalar bile esasen Allah’ın kendilerine bahşettiği özel bir hayatla diridirler. Onların hissetme, lezzet ve zevk alma kabiliyetleri vardır; Allah katında onlara bol nimetler, geniş rızıklar sunulmakta ve böylece mutlu bir hayat yaşamaktadırlar; fakat dünyadaki insanlar bunu fark edemezler. Çünkü şehitlerin hayatları mahiyet ve boyut bakımından dünyadakilerden farklıdır.

Sevgili Peygamberimiz (s.a.s.), şehitlere takdir edilen yüce makamın hiç şüphesiz en çok farkında olan kişiydi. Allah’ın şehitlere verdiği değeri ve şehitlerin kazanacakları mertebeleri, “Allah yolunda öldürülmenin bir benzeri yoktur...” sözleriyle özetleyen Allah Resulü, bizzat kendisi de zaman zaman şehitlik özlemini dile getirmişti. Bir defasında kendisini dinleyen ashabına bu arzusunu şöyle ifade etmişti: “Bu canı bu tende tutan Allah’a yemin ederim ki Allah yolunda savaşıp öldürüleyim sonra diriltileyim, sonra öldürülüp tekrar diriltileyim, sonra öldürülüp tekrar diriltileyim, daha sonra tekrar öldürüleyim ve diriltileyim! Bunu ne kadar da çok isterdim.” Rahmet Elçisi’nin, şehitliği yücelten bu sözleri inananları savaşa teşvik etmek değildi aslında. Onun istediği, haklı olunan yolda sebat ve cesaret gösterilmesiydi. Nitekim o, ashabına, savaşı istememeleri ve savaşı başlatan taraf olmamaları hususunda da “Düşmanla karşılaşmayı asla istemeyin ancak karşılaştığınızda hazırlıklı ve sabırlı olun!” tavsiyesinde bulunmuştu. (Buhari, Temenni, 1; Cihad, 156.)

Allah Resulü’nün (s.a.s.) peygamberlik döneminin on üç yıllık Mekke bölümünde iki sahabe, on yıllık Medine bölümünde ise yüz yetmiş dört olmak üzere toplam yüz yetmiş altı sahabe şehit edilmişti. Sevgili Peygamberimiz Allah’ın (c.c.) şehitlere verdiği değeri her zaman önemsemiş, toplumun içindeki özellikle şehit aile ve çocuklarına özel ilgi göstermeyi ihmal etmemişti. Onlara manevi destekte bulunduğu kadar elinden geldiğince maddi yardımı da esirgemedi. Duruma göre bazen muhtaç olanları doğrudan himayesi altına aldı, bazen onların kederlerine gözyaşlarıyla ortak oldu. Şehitlerin ahiretteki yüksek payelerini hatırlatarak geride kalan yakınlarını daima teselli etti. Onun bu sünneti Müslümanlarca her zaman örnek alınan bir husus oldu.

Netice itibarıyla Yüce Yaradan’ın (c.c.) kendisine bahşettiği canı korumak, en önemlisi de insan onuruna yaraşır bir şekilde korumak ve yaratıcıya tekrar teslim etmek dinimizde çok önemsenen bir husus olageldi. Bunun için Müslüman toplumların hemen hepsinin kültüründe can, insana yaratıcının verdiği bir emanet olarak görüldü. Anadolu insanımızın dilinde yer eden “Rabbim emanetini aldı.”, “Allah, emanetini iman ve Kur’an’la teslim etmeyi nasip eylesin.” ifadeleri aslında söz konusu inancın içselleştirilmiş tezahüründen başka bir şey değildir. Ancak insanımız bu durumun en kıymetli hâlini, yani can emanetini Rabbine teslim etmenin en kutsal şeklini ise şehitlik vesilesiyle teslim etmek olarak benimsemiş, bunu bir övünç vesilesi saymıştır. Bunun içindir ki vatan ve din savunmasında yüzyıllardır verilen nice can için anne babaların, eşlerin, evlatların, kardeşlerin, akrabaların ve milletimizin her bir ferdinin isyandan uzak metanetli duruşu dillere destandır. Bu vesileyle bütün şehitlerimizin ruhu şâd olsun.

 


* BENZER KONULAR

Zaralı Alışkanlıklardan Korunmak Gönderen: anadolu
[Bugün, 07:19:12 ÖÖ]


Hz. Peygamber ve Birlikte Yaşama Ahlakı Gönderen: anadolu
[Bugün, 07:13:25 ÖÖ]


İslam Ahlakı Gönderen: anadolu
[Bugün, 07:08:04 ÖÖ]


Mutaki Olmak Gönderen: anadolu
[Bugün, 07:03:31 ÖÖ]


İbadetin Özü Dua Gönderen: anadolu
[Bugün, 06:57:45 ÖÖ]


Haya – Ahlak – İmandır Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 06:34:05 ÖÖ]


İkiyüzlülük- Münafıklık – Manevi Bir Hastalıktır Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 06:28:39 ÖÖ]


İslamda Birlik ve Beraberliğin Önemi Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 06:21:39 ÖÖ]


İnsanlara İyi Muâmele Etmek Aklın Yarısıdır Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 06:12:43 ÖÖ]


Akıllı Kime Denir Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 06:04:51 ÖÖ]


2014 - Ahmet Yağmur - Medine'ye Hasret Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 06:03:52 ÖS]


Asıl Derdimiz Dertsiz İnsanlar Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 07:27:42 ÖÖ]


Hayatını Düzene Koymak İsteyen Müslüman Gençlere Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 07:17:49 ÖÖ]


Bizi Aldatan Bizden Değildir Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 06:53:08 ÖÖ]


BenimKkim Olduğumu Biliyor musun Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 06:42:56 ÖÖ]


Çocuklarımıza Sahip Çıkmalıyız Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 06:35:33 ÖÖ]


Zulmün Zararları Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 06:22:59 ÖÖ]


Kutsal Yolculuğun Heyecanı Başlarken Gönderen: gurbetciyim
[Nisan 27, 2024, 11:22:37 ÖÖ]


Hac Gönderen: gurbetciyim
[Nisan 27, 2024, 11:14:26 ÖÖ]


Yetim ve Kimsesiz Çocuklara Sahip Çıkalım Gönderen: gurbetciyim
[Nisan 27, 2024, 10:49:10 ÖÖ]

Sitemap 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41