Gönderen Konu: Sorumluluk Bilinci  (Okunma sayısı 64 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı KOYLU

  • *****
  • İleti: 2131
Sorumluluk Bilinci
« : Temmuz 16, 2022, 11:23:52 ÖÖ »
Sorumluluk Bilinci

Bugünkü sohbetimizde, insanlara mahsus  bir özellik olan sorumluluk duygusundan ve insanların nelerden sorumlu olduğundan söz etmek istiyorum.

Sorumluluk nedir? Sorumluluk; insanın, yapmış olduğu hareketlerinden, davranışlarından mesul olması, bunun sonucuna katlanması demektir. Yaptığımız her davranışın, her hareketin iyi veya kötü birtakım sonuçları vardır.

İnsan, sorumluluk taşıyan bir yaratıktır. Bu, onun temel özelliklerinden birisidir. Allah’ın emirlerine uymak ve yasaklarından sakınmakla yükümlü olan insan, mutlaka bir gün O’nun huzurunda, dünyada yaptıklarından sorgulanacaktır. Çünkü o,  tesadüfen dünyaya gelmiş değil, Allah’ın takdir ve yaratması ile var olmuştur. Hem de Allah Teâlâ, kâinatta olan her şeyi onun hizmetine vermiştir. Kur’an-ı Kerim’de: 

“Sizi sadece boş yere yarattığımızı ve sizin geçekten huzurumuza getirilmeyeceğinizi mi sandınız.” buyurulmuş ve insanın bir gün hesaba çekileceği bildirilmiştir.

Sorumluluk; Kişinin, hem yaradanıyla hem de yaradılanlarla ilgili yükümlülüklerine karşı gösterdiği duyarlılıktır. Bu duygu insanın vazgeçilmez bir hasletidir.

Sorumluluk ilkesi, insana yüklenen, insan hayatını anlamlı kılan ve onu en yüce değere ulaştıran temel bir özelliktir. İnsan için, dünyada huzurun, ebedi alemde mutluluğun gerçekleşmesi, bu temel ilke doğrultusunda göstereceği özveriye bağlıdır. O da her mükellefin dîni ve ictimai sahada yerine getirmekle yükümlü olduğu dîni ve beşeri görevleridir.

Bunlarda bir kısmı, yerine getirilmesi zorunlu olan görevlerdir ki, farzları yerine getirme ve haramlardan sakınma bu gruba girer. Diğer bir kısım da, zamanın akışı içinde gündeme gelen hususlardır. Örneğin trafik kuralları, çevre kuralları vs. gibi.

Bu itibarla söz konusu görevleri ihmal eden ve sorumsuz bir hayat yaşayan insanlar, gerçek anlamda insanlık değerlerini yitirmiş olurlar.

Yüce Rabbimiz Ahzab suresinin 72. âyetinde şöyle buyuruyor:

” “Biz, emaneti göklere, yere ve dağlara teklif ettik de, onlar bunu yüklenmekten kaçındılar ve korktular. Onu insan yüklendi.” (Bununla beraber onun hakkını tam yerine getiremedi.) Çünkü insan, çok  zalim ve çok cahildir.”

Âyetteki  “emanet”ten maksat insanın yüklenmiş olduğu sorumluluklar, yükümlülükler demektir. Sorumluluk gerçekten ağır bir yüktür. İnsanoğlu göklerin, yerin ve dağların yüklenemediği ağır yükü yüklenmiş, böylece kendi isteğiyle sorumluluk altına girmiştir. Aslında insanı diğer yaratıklardan üstün kılan en önemli özelliklerinden birisi de hiç şüphesiz sorumlu olması, sorumluluk hissi taşımasıdır. Allah-ü Teala insana diğer yaratıklardan farklı olarak akıl vermiş, yapacağı işleri seçme yeteneği vermiş, bunun neticesinde onu sorumlu kılmıştır.

Sorumluluk dendiği zaman hemen akla gelen canlı, tabiatıyla insandır. Çünkü insanoğlu emanet gibi ağır bir sorumluluk yüklenmiştir. Bu da insanın akıl gibi üstün bir nimete, fikrini ifade edebilme gibi de, önemli bir meziyete sahip oluşundan kaynaklanmaktadır. Binaenaleyh insanoğlu, yaptığı her işten, ürettiği fikirlerinden sorumlu olduğu gibi, iyi ya da kötü, yapmış olduğu her amelinin de karşılığını mutlaka görecektir.

Yine birçok ayeti kerimede belirtildiği gibi, akıl sahibi her insan, ictimai ve dini vecibelerden, gücü nispetinde sorumlu tutulmuştur. Fakat yapmış olduğumuz hareketlerden  sorumlu olabilmemiz için bu hareketlerimizi kendi hür irademizle isteyerek yapmış olmamız gerekir. İnsan bilmeyerek ya da cebir ve baskı altında yaptığı hareketlerinden sorumlu değildir. Nitekim Peygamber efendimiz (s.a.v.) bir hadis-i şeriflerinde: “Allah ümmetimden hataen, unutarak ve icbar neticesinde meydana gelen fiilleri affetmiştir.”  buyurur.

Ancak kişinin bilmesi gereken şeyleri bilmemesi mazeret sayılmaz, bundan dolayı, bilmese de sorumlu olur.
Cenab-ı Hak insanı diğer varlıklar gibi başıboş yaratmamıştır, onu birtakım yükümlülüklerle mükellef kılmış, sorumlu tutmuştur. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de şöyle  buyrulmuştur:

“İnsan kendi başına ve sorumsuz bırakılacağını  mı sanıyor.” Ayet-i kerimede geçen “südâ” kelimesi emir ve yasaklarla kayıtlı olmamak, başıboş, kendi keyfine bırakılmak demektir. Arapça’da çobanı olmayan, başıboş bırakılmış, istediği yerde serbestçe otlayan deveye “ibilün südâ” derler.

İnsan kendisini, istediği yerde otlayan  başı boş deve gibi sanmamalıdır.

Evreni meydana getiren her mevcudun bir varoluş sebebi, gayesi ve hikmeti vardır. Yerde gezen karıncadan, gökyüzünü süsleyen yıldızlara, güneşe ve aya kadar her varlıkta bir yaratılış gayesi mevcuttur. Zira yüce Allah Kuran-ı Kerim’de meâlen: “Onlar göklerin ve yerin yaratılışını düşünürler. Rabbimiz Sen bunu boşuna yaratmadın. Sen münezzehsin...” buyurarak kainatta bulunan varlığın boşuna yaratılmadığını, yaratılan her şeyin  bir varoluş sebep ve hikmetinin bulunduğunu ifade etmektedir. Evet. Evrende bulunan canlı cansız her varlıkta ve her hadisenin gerisinde mutlaka bir ilâhi hikmet vardır.

Ayet-i kerimelere bakınca evrenin yaratılış gayesinin bir noktada yoğunluk kazandığını görüyoruz. Bu gaye de “İnsan için “ yaratılmış olduğudur. Güneşin doğuş ve batışında insana yönelik bir amaç vardır. Keza gökyüzünün milyonlarca yıldızla süslenmesinde, yağmurun yağmasında, dünyanın dönmesinde, mevsimlerin birbirini takip etmesinde hep aynı gaye mevcuttur. Diğer bir ifade ile kâinat, her varlık ve hadisesi ile insana adanmıştır. Bunun karşılığında da insana bir sorumluluk yüklenmiştir.

İnsanın, Allah’a karşı sorumlulukları vardır, ana-babasına karşı sorumlulukları vardır, eşine karşı sorumlulukları vardır, çocuklarına karşı sorumlulukları vardır. Memleketine, milletine ve hatta bütün insanlığa karşı sorumlulukları vardır. Dinimize göre en iyi ve en faziletli insan bu sorumluluklarını en iyi şekilde yerine getiren kimsedir. Cinsiyeti, makam ve mevkii ne olursa olsun hiçbir kimse bu sorumluluktan kurtulamaz. Nitekim Peygamber efendimiz (s.a.v.) bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmuşlardır: “Hepiniz çobansınız ve hepiniz idare ettiklerinizden sorumlusunuz. Devlet başkanı bir koruyucudur ve idare ettiği halkından sorumludur. Aile reisi ev halkının çobanıdır ve onlardan sorumludur. Kadın kocasının evinin çobanıdır, evi güzelce idare etmekten ve çocuklara bakmaktan sorumludur. Hizmetçi, efendisinin malının çobanıdır ve bunlardan sorumludur. Hülasa hepiniz çobansınız ve hepiniz idare ettiklerinizden sorumlusunuz.”

Öyle ise sorumluluklardan kurtuluş yoktur. Kur’an-ı Kerim’den öğrendiğimize göre herkes sorumludur. Peygamberler de sorumludur, ümmetleri de sorumludur. Yüce Rabbimiz Araf sûresinin 6. âyetinde:

“Elbette kendilerine peygamber gönderilmiş olanlara da soracağız, gönderilen peygamberlere de soracağız”  buyurmuştur. İnsanlara, gönderilen peygamberlere uyup uymadıklarından sorularak: “Bu peygamberlere ne cevap verdiniz?” denilecek, peygamberlere de “İnsanlar size ne cevap verdiler?” sizin getirdiğiniz hak dini kabul edip onun aydınlık yolunda gittiler mi, yoksa kabul etmeyip karşı mı koydular? şeklinde sorulacaktır.

Sorumlu olmayan sadece Yüce Allah’tır. Onun için Kur’an-ı Kerimde meâlen: “Allah, yaptığından sorumlu tutulmaz, insanlar ise sorguya çekileceklerdir.” buyurulmuştur.

Yaratıcımız olan yüce Allah insanın bu sorumluluğunu yerine getirebilmesi için Kur’an-ı Kerim’in’de, iki cihan saadetinin yolunu, adeta trafik işaret ve işaretçileriyle donatılmış büyük bir cadde misali hafızalarımıza nakış nakış işliyor. Kazasız-belasız bir yolculuğun sonunda ulaşılacak gerçek saadetin anahtarını sunuyor. Biz yolculara düşen görev; sadece anahtarı, talimatlar doğrultusunda kullanmak, yoldaki işaretleri iyi tanımak, işaretçilerin gösterdiği doğrultuda yaşamaktır. Bu büyük caddedeki işaretçiler hiç şüphesiz binlerce enbiya ve özellikle “Hâtemü’l Enbiya” olan Hz. Muhammed (s.a.v) ve onların varisleri olan âlimlerdir. İşaretler ise ; emirler ve yasakları ifade eder.

Şüphesiz ki insanlar içerisinde bu sorumlulukları en iyi hissedenler ve gereğini en güzel şekilde yerine getirenler peygamberlerdir. Nitekim Peygamber efendimiz yüz binin üzerindeki ashabına hitabettiği  meşhur veda hutbesinin sonunda onlara üç defa: “Peygamberlik görevimi ifa ettim mi?” diye sormuş, ashab da: “Evet ya Rasûlellah” diye cevap verince mübarek ellerini kaldırarak, “Şahid ol ya Rab! Şahid ol Yarab! Şahid ol Yarab!” diyerek mesuliyetinin ağırlığını ve bu husustaki titizliğini en güzel şekilde ortaya koymuştur.

Hiç aklımızdan çıkarmayalım ki bizler her halükarda sorumluyuz. Sorumluluğumuzun hesabını bu dünyada vermekten kurtulmuş olsak bile ahirette mutlaka vereceğiz. Çünkü Allah’ın huzurunda verilecek hesaptan kaçmak mümkün değildir. Bunun aksini düşünmek ise, mutlak adaleti inkar etmek sonucunu doğurur. Bundan dolayı İslâm’da başıboşluğa yani gelişi güzel  ve sorumsuz bir yaşam tarzı seçeneğine yer yoktur. Zira böyle bir yaşamın sonucu, dünyada hakirlik ve zillet ahirette ise hüsran ve nedamettir.

Allah Rasûlü (s.a.v.) de cehennem adayı beş sınıfı sayarken, bunların içinde ilk sıranın; “başıboş ve sorumsuz bir yaşam tarzı seçerek, boş şeyler peşinde koşan, dünya ve ahiretle ilgili hiçbir kaygısı olmayan, zayıf meşrepli ve kıt akıllı kimselerden oluşacağını... haber vermektedir.

Toplumsal hayatta görev paylaşımında yer alan her ferde sorumlu insan denir ki görevini kötüye kullanmadığı sürece, insanlar arasında itibarlı bir yere sahip olur. Görevden kaçan ve hazıra konmayı seven veya gayrı meşru yollara sapan kişiler de sorumsuz insan denir. Böyleleri de toplum içinde hiçbir kimse tarafından itibar görmezler. Bu itibarla sorumluluk duygusu taşıyan insanlar toplum için ne kadar yararlı ise, sorumsuzlar da toplum için o derece zararlı unsurlardır. Zira bunlardan, ne dünyaya ne de ahirete yarar hayırlı bir iş beklenemez. Bu nedenle yüce dinimiz böyle sorumsuzca, başıboş bir yaşam şekline asla müsaade etmemiştir. Nitekim yüce Allah (c.c.) Kur’an’da: “Sizi gerçekten boş yere yarattığımızı ve işin doğrusu huzurumuza da geri getirilmeyeceğinizi mi sandınız.” buyurmuştur.

Yüce Rabbimiz bize sayamayacağımız kadar envai çeşit nimetler vermiş ve bütün bu nimetlerden sorguya çekileceğimizi bildirerek “Sonra o gün, verilen her nimetten sorguya çekileceksiniz.” buyurmuştur.

Rasûlullah’ın halası Safiyye’nin oğlu Zübeyr b. Avvam’dan şöyle rivayet edilmiştir: “Sonra o gün, verilen her nimetten sorguya çekileceksiniz.” âyeti inince : “Yâ Rasûlallah! Hangi nimetten sorguya çekileceğiz? Elimizde olan sadece şu iki siyah hurma ile sudur.” dedim. Rasûlullah: “İşte o olacaktır (onlardan sorulacaktır) buyurdu.”

Demek ki bize verilen her nimetten mutlaka hesaba çekileceğiz. Bu nimetler Allah’ın doğrudan doğruya insana verdikleridir. Bir de insanın çalışması sonucu elde ettiği nimetler vardır. İnsanlar bu nimetlerden de hesaba çekilecekler, kendilerine bu nimetleri nasıl elde ettikleri  ve nerelere sarfettikleri sorulacaktır. Bu hususu sevgili Peygamberimiz bir hadis-i  şeriflerinde şöyle belirtmiştir: “Kıyamet gününde insan  beş şeyden sorguya çekilmedikçe, Rabbinin huzurundan ayrılmaz. Bunlar: Ömrünü nasıl tükettiğinden, Gençliğini ne şekilde yıprattığından, malını nasıl kazanıp, nereye harcadığından, bildiğiyle ne gibi amel yaptığından.” ve yine “Her kim kıyamet gününde sıkı bir sorgulamaya tabi tutulursa, o kişi helak olur.”

Ne mutlu eriştikleri nimetlerin kadr-u kıymetini bilenlere!

Ne mutlu sorumluluklarının idraki içerisinde olup görevlerini en iyi şekilde yerine getiren kimselere!

Ne mutlu o hesap gününe hazırlananlara. Yine ne mutlu o günü hiç unutmayanlara.

Dünyaya imtihan için gönderilen insan, yaşadığı sürece çeşitli şekillerde denenecek, imtihandan geçirilecektir. Zira varoluşumuzun değişmez bir kuralıdır bu. Hayatımızın muhtelif dönemlerinde, sahip olduğumuz maddi-manevi varlıklar konusunda ve bize bahşedilen imkanlar çerçevesinde denenir, sınavdan geçiriliriz. Zengin, fakirlikle; sıhhatli, hastalıkla; genç, ihtiyarlıkla... velhasıl hayatın binbir çeşit zigzag ve virajlarıyla.  Kur’an-ı Kerim bu gerçeği; “Hiç şüphesiz sizi, biraz korku, biraz açlık ve mallardan, canlardan, ürünlerden biraz eksiltmekle deneriz, sabredenleri müjdele.” Mealindeki ilahi fermanıyla dile getirmiştir.

Cenab-ı hakkın sayısız nimetleri içerisinde yüzen insanoğlu, yaratılış gayesinin bir cilvesi olarak imtihana tabi tutulup rızıkta ve diğer nimetlerde bir daralma söz konusu olduğunda, sanki sahip olduğu nimetlerin şükrünü hakkıyla eda etmiş, üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmiş gibi küstahça isyana, inkara kalkışır.

Allah’a gerçek manada inanan ve korkan, sorumluluk bilincinde olan insanların temel değer ölçüleri olan iman ve salih amel prensibi ile, inançsızların maddi olan, mal, mülk, mevki-makam gibi değer yargıları insanlık tarihi boyunca fikri ve ameli alanda mücadele edegelmiştir; madde peşinde koşanlar için dünyanın debdebe, şa’şaa ve gösterişi bütün değerlerin üzerinde bir kıymet ifade ederken, dünya ve ukba dengesini iyi kurabilme hedefinde olanlar için ise; Yüce yaratıcının rızasına ulaşma meselesi, ameli sahada yapılması gerekenlerin en önemlisi olmuştur.

İnsanın bu dünyadaki en büyük arzusu mutlu olmak, barış ve güven içinde yaşamaktır. Bu isteğin gerçekleşmesi, insanın Allah’a ve yaratılanlara karşı görevlerini sorumluluk bilinci içinde yapmasına bağlıdır. Yani herkesin üzerine düşen görevi en güzel şekilde, samimi olarak ve severek yerine getirmesi; kişi ve toplumların huzur ve güven içinde yaşamasını sağlar.

Bu bakımdan sorumluluk bilinci içindeki kişiler, iyi davranışlarda bulunurlar, kişisel çıkarlarını ülke ve millet çıkarları önüne geçirmezler, halka hizmet Hakka hizmet prensibi doğrultusunda çalışırlar.

Cenâb-ı Allah’ın “Kim zerre miktarı hayır yapmışsa onu görür, kim de zerre miktarı şer işlemişse onu görür.” emri, ailede ve okulda kişilerin gönüllerine yerleştirildiğinde, bugün şikayet ettiğimiz yanlışlıkların büyük bir bölümü sona erecek, kaliteli hizmet ortaya konacak, kişilerin birbirine güveni artacak ve böylece birbirini seven insanların oluşturduğu mutlu toplum meydana gelecektir. Yani hakiki birlik ve dirlik, kişilere sorumluluk duygusunun aşılanmasıyla, toplumda gözle görünür hale gelecektir.

Bakınız Yüce Allah bir ayetinde bu hususu bize şöyle bildirmektedir: “Ey iman edenler! Kendinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun.” Allah Teâla bu ayette herkessin, önce kendi nefis muhasebesini yapmasını, varsa kötü davranışlarını terkedip iyiye dönüştürmesini, daha sonra da eşine çocuklarına, yakınlarına milletine, yani sözünün geçtiği kişilere yararlı davranışlarda bulunması için öğüt vermesini, bu konuda her türlü tedbiri almasını emrediyor ve yükümlülüklerini böylece yerine getirenlerin daha dünyada iken cennete girmeyi hakketmiş olacaklarını bildiriyor. O halde dünyada yükümlülüklerimizi yerine getirmek, bizden sonrası için bir eser bırakarak adımızın hayır ile anılmasını sağlama bilincinde olmak durumundayız.

Görülüyor ki, bireyden her kademedeki idareciye varıncaya kadar herkesin kendi görev alanı içindeki sorumluluklarını yerine getirmesi; olumsuzluklar karşısında, “neme lazım, bana ne, adam sen de” dememesi, usulüne uygun olarak tepki göstermesi emredilmektedir. Eğer bunun aksine davranıp; sorumluluklarımızı yerine getirmez,kendimizi düşünüp başkaları bizi ilgilendirmezse, kendi menfaatimizi başkalarının göz yaşlarında, hatta yıkılan yuvalarında ararsak, işte o zaman, insani değerler yok olur, fert ve toplum bundan büyük zarar görür. Böyle bir toplumda uzun süre ayakta kalamaz.

Çocuklarımıza sorumluluk duygusunun aşılanacağı okul ve aile gibi iki kutsal ocakta, iyi nesillerin yetişmesi için devletin ve milletin el ele vermesini sağlamak önemli sorumluluklarımızdandır. Zira güçlü ve mutlu milletler, temelinde sevgi ve hoşgörü olan, sorumluluk bilinciyle vazifesini yapan nesiller yetiştirenlerdir.

Konuşmamı yüce kitabımız Kur’an-ı Kerimden bir âyet-i kerime ile bitiriyorum.  Allah Teâlâ buyuruyor:

“Kim iyi iş yaparsa faydası kendinedir, kim de kötülük yaparsa zararı yine kendinedir. Sonra Rabbinize döndürüleceksiniz.”

RADYO DİNEME LİNKİMİZ.

Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap
/font]

 


* BENZER KONULAR

Sana sığınırız Ya Rabbi! Gönderen: melek
[Bugün, 06:33:30 ÖS]


Kabirdeki Kişi Tekrar Dünyaya Gelse Sizce Ne İle Uğraşır Ne Yapardı Gönderen: melek
[Bugün, 06:19:41 ÖS]


Fitne Adam Öldürmekten Daha Kötüdür Gönderen: melek
[Bugün, 06:14:32 ÖS]


En Kötü Körlük İdrak Körlüğüdür Gönderen: melek
[Bugün, 06:10:00 ÖS]


Kıyametten Sonra Mezarından İlk Diriltilecek Olanlar Gönderen: melek
[Bugün, 06:05:30 ÖS]


Abdullah Akbulak - Dertli Yol 320 kbps + Wav Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 05:45:18 ÖS]


Cemaat Anlayışımızı Mümin Sorumluluklarımızı Gözden Geçirelim Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 08:44:31 ÖÖ]


Müslüman Gençlere Zikir Bildirisi Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 08:27:36 ÖÖ]


Kıskanmak ve Muş Gibi Yapmak Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 08:20:23 ÖÖ]


Dinine Tarihine Kültürüne Bağlı Gençler Yetiştirmek Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 08:13:57 ÖÖ]


Meyyit – Ölü - Ziyârete Gelenleri Tanır Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 08:07:16 ÖÖ]


Abdullah Akbulak - Zakirin Gözyaşı 2001 - 320 Kbps - Wav Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:37:43 ÖÖ]


Abdullah Akbulak - Sensiz Ağlar 2003 - 320 Kbps - WaV Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:34:13 ÖÖ]


Rabbin Gazabını söndüren kulunu Rabbine Sevdiren Gönderen: türkiyem
[Dün, 09:20:31 ÖÖ]


Her Kötülüğün Tek İlacı Gönderen: türkiyem
[Dün, 09:05:08 ÖÖ]


Hepimizin Kaçınılmza Sonu Ölüm Gönderen: türkiyem
[Dün, 08:58:13 ÖÖ]


Allahin Cennet Ehli İçin Hazırladığı Nimetler Gönderen: türkiyem
[Dün, 08:54:31 ÖÖ]


Cehennem Ateşi Gönderen: türkiyem
[Dün, 08:50:55 ÖÖ]


Kur'an ve Hadisler Çerçevesinde Din Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 08:34:28 ÖÖ]


Duanın Fazileti ve Vakti Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 08:16:55 ÖÖ]

Sitemap 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41