Gönderen Konu: Peygamberimizin S.A.V Devlet Başkanlığı 1 - 2 - 3  (Okunma sayısı 149 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimiçi fanidunya NET

  • Administrator
  • *****
  • İleti: 5844
Peygamberimizin S.A.V Devlet Başkanlığı 1 - 2 - 3
« : Kasım 12, 2021, 08:36:12 ÖÖ »
Peygamberimizin S.A.V  Devlet Başkanlığı  1

Kur’an-ı Kerim’de, “Deki o Allah birdir…” (İhlâs, 1), “Eğer yerde ve gökte Allah’tan başka tanrılar bulunsaydı, yer ve gök (bunların nizamı) kesinlikle bozulup gitmişti. Demek ki arşın Rabbi olan Allah, onların yakıştırdıkları sıfatlardan münezzehtir” (Enbiya, 22), “Hükümranlık (mülk) elinde olan Allah yücedir. O, her şeye hakkıyla gücü yetendir” (Mülk, 1) ayetlerinde Allah-u Teâlâ’nın gücünün bütün âlemi (evreni) kuşattığı, sadece dünyanın değil bütün bir kâinatın tek hâkimi olduğu vurgulanır.

Allah-ü Teâlâ’nın hayatın her alanını kontrol altına aldığı, her alanına müdahil olduğu; yaratılıştan tekâmüle eriş ve ölüme kadar her evreyi kontrol eden Allah’ın güneşi, gezegenleri, yıldızları bir boşlukta direksiz tutarken, mikrodan makroya bütün canlıları mükemmel şekilde yaratırken, bunların nizam ve intizamına, nasıl hareket edeceklerine dair kuralları koyup işlettiği gerçeği ortadayken, yeryüzünün nasıl yönetileceğine dair bir hükmünün olmaması, hükümlerinin icrası içinde insanlar içinden özel kullarını seçmemesi düşünülemez.

Bu sebeple, Allah-u Teâlâ, hükümranlığını, kanunlarının üstünlüğünü uygulayarak gösterme görevini peygamberlere vermiştir. Rabbimizin emirlerini tebliğ, tebyin ve uygulayarak gösterme görevini üstlenmiş müstesna elçilerinden en önemlisi hiç şüphesiz Peygamber Efendimizdir (S.A.V.).

Sadece insanlara değil, cinlere ve varlıkların tamamına, sadece yeryüzüne değil bütün âlemlere rahmet olarak gönderilen (Enbiya, 107) bir Peygamberin yeryüzüne nizam verme, Allah’ın dininin bütün dinlerden üstün olduğunu gösterme, yeryüzünde Allah’ın hâkimiyetini tesis etme hedefi için çalışması ve bunu başarması kadar tabii ne olabilir ki?

Âlemlerin bütün sorumluluğu üzerine yüklenmiş bir Peygamberin yeryüzünün tamamına Allah-u Teâlâ’nın hâkimiyetini yayma hedefi ve bu hedef uğruna tebliğ, cihat ve nihayet İslâm devletini kurması tam manasıyla getirdiği dinin evrenselliğidir ve bu yüzden İslâm, dini, kültürel, siyasal, ekonomik ve hukuksal alanlara ilişkin düzenlemeler getirmiş; sosyal yaşamın her alanını, her aşamasını kontrol altında tutan bir din olarak ortaya çıkmıştır. İslâm’ın bu bütüncül yapısı, onun sadece bir din olmadığı, kültürel ve toplumsal yapıyı düzenlediğini, hayatın her alanına müdahil olduğunu ve siyasal bir düzen (sistem) önerdiğini göstermektedir.

Kur’an-ı Kerim’de Peygamber Efendimize (S.A.V.) hitaben, “Gerçekten biz sana kitabı (Kur’an’ı) hak olarak indirdik ki, insanlar arasında Allah’ın sana gösterdiği şekilde hüküm veresin” (Nisa Sûresi, 105) ve “And olsun ki, biz peygamberlerimizi mucizelerle gönderdik. Hem onlarla birlikte kitabı ve adalet terazisini de indirdik ki, insanlar adaleti ayakta tutsunlar. Bir de demiri indirdik. Onda hem aşırı bir sertlik, hem de insanlara birçok faydalar vardır. Ve çünkü Allah, kendisine ve peygamberlerine, görmeden kimlerin yardım edeceğini belli edecektir. Şüphesiz, Allah, kuvvetlidir, güçlüdür” (Hadid Suresi, 25) buyrularak adaleti sağlamak ve Müslümanların izzetlerini korumak için devletin gerekliliği vurgulanmıştır.

Kur’an’daki, “Kendilerine kitap verilenlerden oldukları halde, Allah’a ve âhiret gününe inanmayan, Allah’ın ve Resulünün haram ettiğini haram tanımayan ve hâk dini (İslâm’ı) din edinmeyen kimselerle (Yahudi ve Hıristiyanlar), ezilerek kendi elleriyle cizye verinceye kadar savaşın!” (Tevbe, 29), ve “Yeryüzünde fitne (şirk) kalmayıp, din yalnız Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın (cihat edin). Eğer küfürden vazgeçerlerse bilsinler ki, Allah yaptıklarını görür muhakkak görmektedir” (Enfal, 39) ayetleri Allah’ın hâkimiyetini tesis etmemiz için hedef koymaktadır ve tarih, bu hedefleri gerçekleştiren peygambere şahitlik etmiştir.

O Peygamber ki, daha Mekke’den Medine’ye “hicret” eder etmez hicrete katılan muhacirler ile Medine’de Müslümanlara ev sahipliği yapan ensarı kardeş ilan etmiş ve vakit kaybetmeden tebliği devletle desteklemek için 622’de Medine’de İslâm Devleti’ni kurmuştur. Bu devlette hâkimiyet Allah-u Teâlâ’ya, yetki Peygamberimize, bu uğurda mücadele etmek de Müslümanlara aitti. Hedef, adaletin tesis edilmesiydi. Böylece İslâm’ın üstünlüğüne ilâveten, izzet üstünlüğü de devlet eliyle Müslümanlara verilmişti.

Peygamber Efendimiz (S.A.V.), devleti kurar kurmaz, Medine’de nüfus sayımı yaptırıp, devletin sınırlarını belirledikten sonra ilk İslâm Anayasası’nı oluşturmuştur. Besmele ile başlayan Anayasa, 47 maddeden oluşuyordu. Allah’ın Resulünün kurduğu devletin ilk anayasası olan “Medine Anayasası”, hâkim unsur Müslümanlarla birlikte burada bulunan Yahudiler ve müşriklerin de haklarını koruyacak şekilde düzenlenmişti. İslâm devletinin kurucusu, âlemlere rahmet Peygamber Efendimiz (S.A.V.), Medine Anayasası ile burada yaşayan müşriklerle, Benî Kurayza, Benî Nadîr ve Benî Kaynuka Yahudilerinin can, mal ve din hürriyetlerini teminat altına almıştı. Bu anlaşmaya göre Medine’ye herhangi bir saldırı söz konusu olduğunda bu unsurların şehrin savunmasına katılmalarını şart koşmuştu.

İslâm devletini kuran Peygamber Efendimiz (S.A.V.), bu anayasada Medine’nin savunması için içeride birliği öngörmüştü. Zira Mekkeli müşriklerin kuruluş aşamasındaki Medine İslâm Devleti’ne saldıracaklarını iyi biliyordu. Öyle de oldu. Daha devletin kuruluşundan iki sene sonra Mekkeli müşriklerle Bedir Savaşı yapıldı (624). Bu savaştan yaklaşık iki ay sonra Medine Anayasası’nın hükümlerine uymayan ve aslî unsura ihanet eden Benî Kaynuka Yahudileri 2 Zilkade 624’te sürgün edildi. Bir yıl sonra (625) müşriklerle Uhud Savaşı yapıldı. Savaştan birkaç ay sonra 4 Rebîülevvel 625 yılında Benî Nadîr Yahudileri ihanetlerinden dolayı sürgün edildi.

Sürgün edilen Benî Nadîr Yahudileri Hayber’e yerleşmiş, Peygamber Efendimizden (S.A.V.) intikam almak için Hendek Savaşı öncesi Mekkeli müşriklerle ittifak yapmış, Benî Kurayza Yahudilerini de bu ihanete ortak etmişti. Hendek Savaşı sonrası Allah’ın Resulü, Benî Kurayza Yahudilerini Hayber’de muhasara altına aldı ve ihaneti cezalandırdı. Ahzab Suresi 26-27’inci ayetlerde bu ihanetin neticesi şöyle anlatılmaktadır:

“Kitap ehlinden olup (Hendek Savaşı’nda) o kâfirlere yardım edenleri (yani Kureyza oğullarını), Allah kalplerine korku düşürerek kalelerinden indirdi de bir kısmını öldürüyordunuz, bir kısmını da esir alıyordunuz. Onların yerlerini, yurtlarını ve mallarını, bir de henüz ayak basmadığınız diğer yeri (Hayber’i) size miras verdi. Allah her şeye gücü yetendir” (Ahzab, 26-27).

Siyami Akyel.

Çevrimiçi fanidunya NET

  • Administrator
  • *****
  • İleti: 5844
Ynt: Peygamberimizin S.A.V Devlet Başkanlığı 2
« Yanıtla #1 : Kasım 15, 2021, 07:04:03 ÖÖ »
Peygamberimiz S.A.V’in Devlet Başkanlığı  2

Müslümanlar, Batı karşısında geri kalmasının bedelini ağır ödemektedir. Bu bedel hem İslâm coğrafyasının kan, gözyaşı ve zulümle tedip edilmesiyle, hem yeraltı ve yerüstü kaynaklarının sömürülmesiyle hem de içselleştirdikleri Batıcılık ve mağlubiyet psikolojisiyle ödenmektedir. Her ne suretle olursa olsun Müslümanların içine düştüğü bu buhran bir an önce son bulmalı ve Müslümanlar asli hüviyetlerine bir an önce dönmenin çaresini bulmalıdır. Yoksa içine düştüğümüz buhranın gelecek nesillere faturası çok daha ağır olacaktır.

Birkaç haftadır, Allah-u Teâlâ’nın zâlim, kâfir ve müşriklere verdiği mühletten, bunlara verilecek cezanın Muhammed ümmeti eliyle gerçekleşmesi gerektiğinden, Müslümanların kötülükleri düzeltme misyonundan, iyiliği emredip kötülükten sakındırma vazifemizden, yeryüzünde hâkimiyetin kimde olması gerektiğinden ve nihayet Peygamber Efendimiz (s.a.v)’in kurduğu devletle kötülükleri nasıl engellediğinden bahsetmekteyiz. Hedefimiz, Müslümanların şerefine, kendisine yüklenen misyona, Allah-u Teâlâ’nın dinini yüceltmek için çalışması gerektiğine vurgu yapmaktır.

Müslümanlar son üç asırda İslâm’ın mutlak gerçeklerinden kopmuştur. Kendisine yüklenilen misyonu unutmuş, batıl karşısında direnme azmini yitirmiş, Batı taklitçiliği ve Batı hayranlığına mübtela olmuştur. Bu buhranlı dönemde Cihad ve İslâm devlet nasyonundan bihaber hale gelinmiştir. Daha doğrusu bu iki kavramdan bilinçli bir uzaklaştırılma operasyonu mevcuttur. Daha geçen gün muteber bir ilahiyatçının “İslâm savaş, güç göster, hâkimiyet altına al demek değildir; İslâm ilim ve irfandır” dediğine şahit olduk.

Batı karşısında mağlubiyet psikolojisine esir olmuş din adamlarının günümüzde “İslâm devlet modeli” mümkün değildir dediği artık sır değildir. Aslında bu inkârın ardında yatan psikolojik etken, Batı’nın değerlerini içselleştirmedir. Aynı zihniyet sahipleri İslâm’ın bazı hükümlerinin günümüzde geçerli olmadığı, uygulama sahası bulamayacağı iddiaları da bu içselleştirmenin sapkınlık boyutuna ulaşmasıdır.

İslâm’da suç ve ceza kapsamına giren konuların (Ukubat), günümüzde geçerli olmadığını, o günkü şartlarda geçerli olduğunu iddia eden zihniyet aslında tam olarak “İslâm günümüze göre yeniden yorumlanmalı, yeniden formüle edilmeli” demektedir. Bu kişilerin Cihad’ı ve İslâm devlet sistemini inkârı bu yüzdendir.

Batı karşısında mağlup olmuş, bu mağlubiyetinin üzerinden üç dört asır geçmiş bir topluluğun, Batıcılığı içselleştirmesini anlayabilirsiniz ancak Batı’ya karşı mağlubiyet psikolojisine esir olmuş bu kişilerin bile isteye İslâm’ın hükümlerini inkârına sessiz kalamayız. Peygamber Efendimiz (s.a.v)’in “Medine’de İslâm Devleti”ni kurduğu tüm delillerle sabitken bunu bile inkâr etmek zilletin ve sapkınlığın zirvesi olsa gerektir.

Peygamber Efendimiz (s.a.v), Hicret’le birlikte Medine’de İslâm devletini kurmuştur. 622 yılında kurduğu bu devlet 632 yılında vefat ettiğinde sınırları Arap yarımadasının her tarafına, Filistin ve Irak’ın güneyine kadar uzanmıştır. Yani 10 yıllık kısa sürede sınırları 3 milyon km² yüzölçümüne sahip büyük bir devlet olmuştur. Türkiye’nin yüzölçümünün 783.562 km² olduğu düşünülürse ne kadar büyük bir toprak parçasının fethedildiği görülecektir.

İslâm devletinin kurucusu, âlemlere rahmet Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in hazırladığı anayasada, aslî unsur Müslümanlar ile hâkimiyeti altında yaşayan Yahudi ve müşriklerin can, mal ve din hürriyetlerini teminat altına almıştı.

Siyami Akyel.

Çevrimiçi fanidunya NET

  • Administrator
  • *****
  • İleti: 5844
Ynt: Peygamberimizin S.A.V Devlet Başkanlığı 3
« Yanıtla #2 : Kasım 19, 2021, 08:18:48 ÖÖ »
Peygamberimizin S.AV Devlet Başkanlığı  3

Peygamber Efendimiz (S.A.V.), kurduğu İslâm devletiyle bir taraftan Allah-u Teâlâ’nın dinini yüceltmek için gayret gösterirken, diğer yandan gönderdiği elçilerle devlet başkanlarını İslâm’a davet etmiştir. Peygamberimiz (S.A.V.), kurduğu devletin başkanı olduğu gibi ordularının başkomutanı, adaletin tesis edicisiydi. Kurduğu devlette yasama yetkisi sadece Allah’a aitti. Kendisi, hem Peygamber, hem de devlet başkanı olarak Allah-u Teâlâ’nın emri doğrultusunda kanun koymaktaydı. Kanunları uygulama (yürütme) ve yargı yani adaleti tesis etme yine Peygamberimiz (S.A.V.) tarafından icra ediliyordu. Çünkü O, Allah’ın yeryüzündeki mutlak elçisiydi.

Başkenti Medine olan İslâm devletinin anayasası olduğu gibi ordusu da vardı. Bu şerefli ordu, İ’lây-ı Kelimetûllah yani Allah’ın adını ve dinini yüceltmek, adaleti bütün cihana yaymak için cihat etmiş, Mekke’yi fethederek burada bulunan devleti yıkmıştır. Bu ordu, İslâm devletinin sınırlarını o günün süper güçleri Bizans ve Sasani sınırlarına dayandırmış, Bizans’ı Mute Savaşı’nda yenilgiye uğratmış, Tebük Seferi’yle Bizans’ın üzerine yürümüştür.

Peygamber Efendimizin (S.A.V.) vefatından sonraki dört halife döneminde İslâm devletinin sınırları üç kıtaya yayılmıştır. Hz. Ebubekir (R.A.) Yermük Savaşı’yla (634) Bizans’ı yenilgiye uğratmış; Hz. Ömer (R.A.) devrinde Ecnadeyn Savaşı’yla (636) Suriye ve Kudüs ( Filistin), sonrasında Irak ve Mısır fethedilmiştir. Sasani İmparatorluğu yıkılarak İran ele geçirilmiştir.

Hz. Osman (R.A.) devrinde bir taraftan Kafkasya’ya diğer yandan Kuzey Afrika’ya, bir taraftan Çin’e diğer tarafta İspanya’ya kadar olan bölgeler fethedilmiştir. Prof. Dr. Muhammed Hamidullah, Hz. Osman’ın (R.A.) vefatında İslâm devletinin sınırları hakkında şu bilgiyi vermektedir: “İslâm İmparatorluğu, İslam’ın beşiği olan Arabistan bir yana, Güney İspanya, Fas, Libya ve Mısır, bütün Kuzey Afrika, Sudan, Nûbya, Filistin, Suriye, Ermenistan, Gürcistan, Irak, İran, Türkistan, Maveraünnehir, Afganistan, Hindistan ve Pakistan’ın batı kıyılarını içine alıyordu.”

Peygamber Efendimiz (S.A.V.) tarafından kurulan İslâm devleti, 622-632 yılları arasında Arabistan yarımadasının tamamına, 632-661 yılları arasında üç kıtaya yayılmıştır. Yani İslâm devleti, kurulduğu 622 tarihinden Hz. Ali’nin (R.A.) şehit edildiği 661 yılına kadar geçen 40 yıllık kısa bir zaman diliminde üç kıtaya uzanan büyük bir devletten söz etmek gerekir.

Dünya tarihi incelendiği zaman görülecektir ki, 23 yıl gibi kısa bir sürede cahiliyeden yıldızlar topluluğuna dönüş ile mükemmel bir medeniyet inşa edilmiştir. Bu medeniyetin mimarı Rasulullah aleyhisselamdır. 10 yıl gibi kısa bir sürede devletin kuruluşu ve 3 milyon km²’lik yüzölçümüne sahip bir alana hükmetmek tarihte hiç kimseye nasip olmamıştır. Böyle bir devleti, ancak Allah-u Teâlâ’nın yardımına nail olan, âlemlere rahmet bir Peygamber kurabilirdi. Bundan dolayıdır ki Müslümanlar, bu tarihi gerçeği görmek zorundadır.

Hz. Süleyman aleyhiselamın, Hz. Davut’un, Hz. Yusuf aleyhiselamın devlet yönetimiyle iftihar eden günümüz Müslümanları, Peygamber Efendimizin (S.A.V.) devlet başkanlığının mükemmelliğinden de bahsetmelidir, iftihar etmeli, örnek almalıdır.

Her nedense Peygamber Efendimizin (S.A.V.) örnek aile reisliğinden, örnek eğitimciliğinden, örnek ahlâkından, sevgi peygamberi olduğundan bahsedilir, ancak O’nun devlet başkanlığı, orduları idare eden dahi bir komutan oluşundan, adaletin yeryüzündeki yegâne temsilcisi olduğundan bahsedilmez; bahsedilse de cılız bahislerdir bunlar.

Bu yok sayma Siyonist-Haçlı ittifakının yeryüzünü idaresini kendilerine hasrettiklerinden olsa gerektir. Öyle ya hayatın her alanına müdahil olan bir İslâm, Siyonist-Haçlı ittifakının yeryüzündeki hâkimiyeti için en büyük tehdit olacaktır. İslâm’ı ritüellere ve birkaç ahlâki umdeye hapsederek siyasal, ekonomik, hukuksal ve kültürel alanlara ilişkin düzenlemelerini, sosyal yaşamın her alanını, her aşamasını kontrol altında tutma hedefini hiçe saymak küresel emperyalizmin en büyük hedefidir. İslâm’ın bütüncül yapısı etkisiz hale getirilmeden emperyal hedeflerine nasıl ulaşabilsinler ki.

İslâm’ın bütüncül yapısı, onun sadece bir din olmadığını, toplumsal yapıyı düzenlediğini, hayatın her alanına müdahil olduğunu ve siyasal bir düzen (sistem) önerdiğini anlamak yeni bir dünya düzeninin var olabileceğini anlamak olacaktır. Yeryüzünün Siyonist-Haçlı ittifakı eliyle sömürülmesine, kan, gözyaşı ve zulümle idare edilmesine alternatif bir sistemin var olduğunu anlamak, kurtuluş için yegâne yolun İslâm olduğunu görmek, bütün insanlığın kurtuluşu olacaktır. Ancak bu şekilde ırkçı emperyalizmin sömürü çarkı son bulacaktır.

Kendilerini efendi, diğer insanları köle gören ırkçı emperyalizm bundan dolayı İslâm’ın hayatın her alanına müdahale hedefini bertaraf için her türlü yolu denemekte, sapkın din adamları vasıtasıyla “İslâm’da devlet yoktur” türküsünü söyletmektedir. Bunun için Resulullah aleyhisselamın devlet başkanlığı yok sayılmakta, bunun için ilk İslâm devleti görmezden gelinmektedir.

Netice-i kelâm, Resulullah aleyhisselamı bütün yönleriyle tanıyıp, bütün yönleriyle örnek almak, Müslümanların içine düştüğü girdaptan kurtuluşunun yegâne ilacıdır. Âlemlere rahmet Peygamberimizden (S.A.V.) ilham alarak yeni bir dünya düzeni kurmak mümkündür.

Siyami Akyel.

 

Sitemap 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42