Gönderen Konu: Zulme ve Zâlimlere Karşı Çıkmak 2  (Okunma sayısı 81 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimiçi fanidunya NET

  • Administrator
  • *****
  • İleti: 5771
Zulme ve Zâlimlere Karşı Çıkmak 2
« : Ağustos 11, 2023, 11:31:32 ÖÖ »


Zulme ve Zâlimlere Karşı Çıkmak   2

İnsanoğlu, aciz bir varlıktır. Görmesi, duyması, koku alması, tatması, kavraması kısacası bütün duyuları sınırlıdır. Görmesi için belirli şartlar vardır; duyması, belli frekanslar arasıyla sınırlıdır.

Bedeni hassastır. Sıcağa, soğuğa, açlığa, susuzluğa ve mikroba karşı dayanıksızdır. Birçok canlıyı rahatsız etmeyen soğuk, insanı hasta eder, keza sıcağa mukavemeti de birçok canlıya göre zayıftır.

Mükemmel bir yaratıcının aciz bir kuludur insan. Yaratılmışların en şereflisi olsa da yaratılan olduğunu hatırlaması için yaratılış özelliklerinde sınırlar vardır.

İnsanın bu acziyeti hakkında Kur’an-ı Kerim’de, “Allah, sizi güçsüz olarak yaratan, sonra güçsüzlüğün ardından bir güç veren, sonra gücün ardından bir güçsüzlük ve yaşlılık verendir. O, dilediğini yaratır. O, hakkıyla bilendir, hakkıyla kudret sahibidir” (Rum, 54) buyrulmaktadır.

Allah-u Teâlâ, insana sürekli acziyetini hatırlatmakta, kibirden uzak durmasını, kendinden güç olarak zayıf varlıklara merhamet etmesini, sadece insanlara değil, diğer canlılara da merhamet nazarıyla bakması; mükemmel yaratıcıyı tanıması, otoritesine boyun eğmesi, Rabbini razı etmek için gayret göstermesini istemektedir.

İnsanların bir kısmı ise Allah-u Teâlâ tarafından yaratıldığından, aciz bir kul olduğundan, duyularındaki sınırlılıktan, bedeni zafiyetlerinden, yaşaması için uygun ortamı kendisi var etmediğinden habersiz gibi başına buyruk hareket etmektedir. Hatta yaratılış safhası, yaşam ortamı, hayatını devam ettirmesi için gerekli altyapı olmak üzere her alanda yaratıcıya muhtaç ve aciz bir kul olmasına rağmen sanki yaratılan değil, her şeye gücü yeten bir yaratıcı gibi hareket etmekte, kendine fazla güvenmektedir.

Bu gereksiz özgüvenin oluşmasındaki sebeplerden birisi şeytanın ve nefsin kendisine kurduğu tuzaklardır.

Bundan da öte Allah-u Teâlâ’nın imtihan gereği kâfir, müşrik, münafık ve zâlimlere verdiği mühletin etkisi büyüktür. Hatta, şeytanın hizmetine giren kâfir, müşrik, münafık ve zâlimler, yaratılış hengâmında şeytanın Allah-u Teâlâ’ya isyanı ve buna rağmen kıyamete kadar mühlet verilmesini de istismar etmekte, şeytanın isyanı karşılığında hemen cezasının verilmeyerek mühlet tanınmasını “Tanrıya karşı gelebilme gücü” gibi görmekte ve bundan dolayı da bu gücün insana tevarüs ettiğini, insan isterse yaratıcıyı bile yenebilir, isyan edebilir şeklinde inanca dönüşmektedir.

Kendi ölümünü durduramayan, hastalığına engel olamayan, malının bitip tükenmesini engelleyemeyen, ellerindeki sınırlı ve geçici güçlerine güvenerek Allah’a savaş açan şeytanın çocuklarının “Tanrıyı kıyamete zorlamak” gibi beylik laflar etmesinin üçüncü sebebi ise karşılarında bu hoyratlığa dur diyecek izzetli ve şerefli bir ümmetin/topluluğun olmamasıdır.

Yaklaşık üç asırdır, Müslümanların fetret dönemi yaşadığı, buna mukabil emperyalistlerin hammadde ihtiyacını sömürgecilik marifetiyle karşılaması, sanayileşmeyle birlikte ekonomik üstünlüğü ele geçirmesi; ekonomik üstünlüğün avantajını kullanarak sömürülen ülkelere üstünlük kurması, bu üstünlüğü küreselleşmeyle birlikte toplumların inancını, hukukunu, ahlakını, sanat ve edebiyatını tahrif ederek kendi inançlarını, kendi hukuk sistemlerini, kendi ahlak anlayışlarını, kendi sanat ve anlayışlarını yerleştirmesi; şeytanın çocukları ırkçı emperyalistlerin dünyanın tamamını kontrol edebilecekleri vehmine kapılmasına sebep olmuştur.

Bundan dolayı İslâm’ın kutsallarına saldırmak, kutsal kitabımızın yakılması ve değerlerimize hakaret edilmesini normalleştirme planları tamamen kendilerini “mutlak güç” görmelerinin sonucudur. Bundan beş asır önce böyle bir düşünceyi tahayyül etmeleri bile kabil değilken, Müslümanların gücünü kaybettiği bu ortamda istedikleri her şeyi yapabilecekleri vehmine kapılmaları tabiidir. Çünkü yaptıkları zulme “dur diyecek” izzetli bir ümmet yoktur.

Zulme dur demesi beklenen ümmet, kötülüklere ve zulme dur demek yerine, bunu sadece Allah-u Teâlâ’dan beklemektedir. Oysa Allah-u Teâlâ, zulme ve zâlimlere “karşı durma” misyonunu inananlara yüklemiştir; bu da imtihan gereğidir. Allah-u Teâlâ, bazen kâfirlere ve zâlimlere imtihan gereği mühlet verir. Peki, bu mühletin sınırı nedir? Bizim zulme ve zâlimlere karşı mücadele yöntemimiz nasıl olmalıdır?

Siyami Akyel.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

 

Sitemap 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41