Gönderen Konu: EMRİ - BİL MA'RUF NEHYİ ANİ'İ MÜNKER  (Okunma sayısı 194 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

fanidunya

  • Ziyaretçi
EMRİ - BİL MA'RUF NEHYİ ANİ'İ MÜNKER
« : Kasım 04, 2019, 11:34:53 ÖS »
EMRİ - BİL MA'RUF NEHYİ ANİ'İ MÜNKER

Marufu yani ilahi irade, rıza ve düzene uygun olanı enretmek, münkeri yani uygun olmayanı da menetmek üç kademeli bir özellik ve sorumluluktur.

a-Fert Olarak:

 “Erkek-kadın mü’minler birbirinin yakını ve yardımcısıdır. Onlar iyiliği emreder, kötülüğü nehy eder, namazı dosdoğru kılarlar.” (Tevbe: 9/72)

Emr-i bi’l-ma’rûf imiş ihvân-ı İslâm’ın işi;

Nehy edermiş, bir fenalık görse, kardeş kardeşi.

Kimse haksızlıktan etmezmiş tegâfül [gaflet etmek] ihtiyar [benimsemek];

Ferde râci’ [dönen] sadmeden [çarpmadan] efrâd [kişiler] olurmuş lerzedâr [titremeye uğrarmış]. -M.Akif ERSOY, Safahat, 3.Kitap, İFAV, İst. 2005, s.191,192-

b- İktidar sahipleri yani toplum ve devlet olarak:

“Onlar (o müminler) ki, eğer kendilerine yeryüzünde iktidar verirsek namazı kılar, zekatı verirler, iyiliği emreder ve kötülükten nehyederler. İşlerin sonu Allah’a varır.” (Hac, 41) *

* Bu ayet, özellikle iktidarı elde bulunduran müslümanların hayatında intizam ve istikrarın gerekliliğini ifade etmektedir. Ayrıca, namaz ve zekat görevlerinin hemen ardından “iyiliği emretmek ve kötülükten nehyetmek” görevine yer verilmesi, ictimai ahlak ve nizamı koruyup geliştiren yöneticilerin üstün değerini ifade etmektedir.  –Diy. Vak. Meali-

c-Ümmet olarak:

“Siz iyiliği emr eyler, kötülükten nehy eder, Allah’ a inanır olduğunuzdan, insanların hayrı için meydana çıkarılmış en hayırlı bir milletsiniz...” (Âli İmrân: 3/110)

Bir zamanlar biz de millet, hem nasıl milletmişiz:

Gelmişiz dünyâya milliyyet nedir öğretmişiz!

Kapkaranlıkken bütün âfâkı insâniyyetin,

Nûr olup fışkırmışız tâ sînesinden zulmetin;

Yarmışız edvâr-ı fetretten kalan yeldâları (en uzun geceleri);

Fikr-i ferdâ doğmadan yağdırmışız ferdâları!

-M.Akif ERSOY, Safahat, 3.Kitap, İFAV, İst. 2005, s.191,192-

Evet, “Emri bi’l-ma’rûf nehyi ani’l-münker” yani “dinin yapılmasını istediği davranışları tebliğ ve teşvik; yapılmamasını hükmettiği eylemlerden de sakındırma” görevi; İslâm toplumlarında önemli  bir “dînî denetim” mekanizmasıdır. Bu önlem, İslam hukukunda “ihtisab müessesesi” veya “Hisbe” kavramlarıyla açıklanır. Şu ifadeler bunların ne anlam ve öneme sahip olduklarını dikkatlerimize sunmaktadır:

“..Terbiyenin gayesiinsanoğlunu yaratılış gayesine en uygun olan karaktere, şahsiyete ve davranış melekesine kavuşturmak, iyi insanlardan mürekkep iyi cemiyetler meydana gelmesine yardım etmektir. İslâm’a göre de cemiyetlerin en hayırlısı, şiârı iyilik olan ve bütün insanlığa sulhun, selâmetin, iyiliğin, yüksek ahlâkın örneğini veren, bunların hâkim olmasını gaye edinen cemiyettir. Suç işleyeni cezalandırmak belki bir zarûrettir; fakat önemli olan suçu önlemek, suç işleme istidadı taşıyanları terbiye ve ıslâh etmektir; tıpkı sıhhati korumanın, hastalığı tedavinden önce geldiği ve daha önemli olduğu gibi…

İslâm bunun için kaideler koymuş, âlimlerimiz de bu kaideleri sistemleştirmiş, açıklamış ve tebliğ etmişlerdir…” ( Prof. Dr. Hayreddin Karaman, İslâm’ın Işığında Günün Meseleleri, c.2, s.704)

Ebû Saîd el-Hudrî’den (ra) rivâyet edildiğine göre Rasulullâh (sav) şöyle buyurmuştur.

 “Sizden kim bir münkeri görürse onu eliyle düzeltsin, gücü yetmezse dili ile, yine gücü yetmezse kalbi ile düzeltsin; bu da imanı en zayıf olandır” (Müslim, İman: 20)

Görülüyor ki münker yani ilâhî irade, rıza ve düzenlemeye ters düşen hususlar karşısında buğz etmek Peygamber efendimizce mümin olmanın en son ve en zayıf noktası olarak değerlendirildi.

Peki imanın artık olmazsa olmazı olan buğz etmek ne anlama geliyor? Hangi ölçüler ve ilkeler içinde yerine getiriliyor?

İşte bunları birlikte  ehlinden öğrenelim. Bakınız bu sorular şöyle cevaplandırılıyor:

“Buğz kelimesinin manası ‘kin, düşmanlık ve nefrettir. Allah’ın emirlerine aykırı hareket edenlere karşı hoşgörülü davranmak buğz etmenin tersidir.

Bunlara karşı, en azından kalben nefret ederek tavır almak gerekir..
Açıkça işlenen bir günah, bir ayıp görüldüğünde dil ve kalp ile bunu düzeltmeye çalışmak, şartlarına riayet etmek kaydıyla bütün müslümanların vazifesidir.

El ile (zor kullanarak, müeyyide uygulayarak) denetim ise devletin vazifesidir ve İhtisab kurumunun görevlilerince yerine getirilir.

Bir düzeltme faaliyeti yapmanın ilk şartıayıp veya günah olduğu kesin ve ittifaklı bir fiilin açıkta işlenmesidir. Kişilerin kendi özel mekanlarında gizli olarak işledikleri ayıp ve günah fiiller, kamu için zararlı ve tehlikeli olmadıkça araştırılamaz ve bunlara müdahale edilemez.

Hakkında farklı fetvalar bulunan konularda da herkes kendi aldığı fetvaya veya ilmen ulaştığı sonuca göre hareket eder; farklı görüşte olanlar karşı tarafa baskı yapamaz, kendileri gibi düşünmesi ve yapmasını isteyemezler.

Dinî denetim ve ıslahın ikinci önemli şartı da, uygulanacak ıslah yolunun amaca ulaştırma ihtimalinin bulunması, aksi tesir yapması ihtimalinin de zayıf olmasıdır. Kaş yapacağım diye göz çıkarmak caiz değildir.

Kalben buğz etmek, ayıp ve günah olan fiilden ve bunu yapandan nefret etmek, onlara sıcak davranmamak, tavır alarak ıslah yoluna gitmektir.

Bu terk edilirse, kötü fiil benimsenmiş veya beğenilmiş olur ki, bu caiz değildir.

Evet, buğz etmek konusunda altı çizilen noktalar bunlar.

Şunu da kesinlikle  gözden uzak tutmayalım. Caiz olmayan bu konum yani kalben buğz etmeyi terk etmek; Yüce kitabımız Kur’an’da lanetlik bir çirkinlik olarak belirtilmiştir. Öyle buyuruldu:

“İsrailoğullarından kâfir olanlar, isyan etmeleri ve haddi aşmaları yüzünden Dâvûd ve Meryem oğlu İsâ diliyle lânete uğradılar. (Maide,78)

“Onlar -kötülük-yaptıkları zaman birbirlerini kötülükten alıkoymağa uğraşmazlardı. Bu yapmakta oldukları ne çirkin şeydi!” (Maide,79)

Bu nitelik ve sorumluluğun ne şekilde ve hangi ölçüler içinde yerine getirilmesi gerektiği hususu da aynı öneme sahip ayrı bir konu. 

SÜLEYMAN ÖNSAY.

 

Sitemap 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41