Gönderen Konu: İmanla Seçilen Hayat Programı  (Okunma sayısı 482 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

fanidunya

  • Ziyaretçi
İmanla Seçilen Hayat Programı
« : Temmuz 28, 2018, 09:31:06 ÖÖ »
İmanla Seçilen Hayat Programı

“Kelime-i Şehadet bir seçimdir!” tanımından sonra bunun dört ana konuda bir tercih olayı olduğunu nakletmiş ve ilk belirlemenin de “Kelime-i Şehadet, bir inanç seçimidir!” başlığıyla imanda olduğunu ve bununla ilgili çok önemli ve zorunlu bilgileri değişik başlıklar altında sunmuştuk.

Kelime-i Şehadetle gerçekleştirilen ikinci seçim, müminin yaşayış tarzını yani dinini tercih etmesidir.

Öncelikle bu bağlamda din kelimesinin anlamını bir kez daha hatırlamamızda fayda vardır. 

Sosyolojide din; “ Yaşam biçimi; hayatın nasıl yönlendirilmesi gerektiği konusunda benimsenen düşünce, inanç, ilke ve değerler bütünü” diye tarif edilmektedir. (Ömer Demir- Mustafa Acar, Sosyal Bilimler Sözlüğü, s.106)

İslam’a göre tanımı:

Din, kısaca kişinin yaratılış amacına uygun bir hayat sürebilmesi ve bu amacı belirli bir disiplin içinde gerçekleştirebilmesi için kendisine yol gösteren kurallar bütününü ifade eder…

Din, irade ve akıl sahibi varlıklar arasında uyuşmazlıkları ve çekişmeleri önleyip uzlaşma sağlayan bir kanundur. Din sadece insanlar arasında değil insanlarla Allah arasında da bir mutabakatı ifade eder. Böylece yaratanın iradesiyle yaratılmışların iradesi arasında bir uyum sağlanmış olur (Elmalılı, II, 1062-1063) (Komisyon, Kur’an Yolu Türkçe Meâl ve Tefsir, Ank. 2006, c.I, s.522, Âl-i İmran 19. Âyet açıklaması)

Daha özlü olarak din; “Allah Teâla’ya ubudiyet tariki [yani kulluk yolu ve yöntemi] demektir. (Ö. N. Bilmen, Huk. İsl. ve Isl. Fıkhiyye Kamusu, c.3, s.335)

Kulların her boyutuyla (kişisel, sosyal, ekonomik, siyasi. Hukuki v.s.) yaşam tarzını belirleyen dinin son versiyonu İslam ve tek yetkili ve sorumlu temsilcisi de Hz. Muhammed (s.a.v.) dir!

“Allah nezdinde hak din İslâm’dır” (Âl-i İmrân 3/19)

İslam, Hz. Âdem’den peygamberlerin sonuncusu Hz. Muhammed’e kadar bütün resûl ve nebîlerin dinidir.

“Peygamberler; babaları bir, anneleri ayrı olan kardeşlerdir. Dinleri de birdir.” (Buhari, Müslim, Ebu Davud)

Ebû Hureyre (r.a.)’dan Rasûlüllah (s.a.v.)’in:

“Benim misalimle benden önceki diğer peygamberlerin misali köşede bir kerpiçlik yer dışında en güzel ve en iyi şekilde bir ev yapan kimseye benzer. İnsanlar içini dolaşmaya başlayıp bu kimseye hayret ederek:

‘Şuraya bu kerpiç konulması gerekmez miydi?’ derler ya işte ben o kerpicim, ben peygamberlerin sonuncusuyum (o eksiği ben tamamlıyorum)” diye buyurduğu rivayet edilmiştir.

(Müttefekun aleyh Hadisler, 2005, İst. s.611, No:1531)

Yahudilik ve hıristiyanlık sonradan insanlarca konulmuş isimler olup onların da diğerlerinin de Peygamber’imizle birlikte hükümleri ve işlevleri yitirilmişlerdir. 

Bu konuyla ilgili Din İşleri Yüksek Kurulunun verdiği fetva şudur:

“Hz. Muhammed (s.a.v.) Efendimizin peygamber olarak gönderilmesinden sonra, bütün insanların ve bilhassa Yahudi ve Hıristiyanların kendi dini kitapları gereğince, Hz.Muhammed (s.a.v.)’in peygamberliğini tasdik edip İslâm’ı kabul etmeleri gerekir. Aksi takdirde kendi kitapları ve dinlerini inkâr etmiş olurlar. Bu itibarla, Allah’ın varlığına ve birliğine, Hz. Muhammed (s.a.v.)’in O’nun kulu ve elçisi olduğuna ve Kur’an-ı Kerim’deki bütün esaslara, olduğu gibi iman etmeyen bir kimse İslâm inancına göre cennete giremez.”

Dinin anlam ve kapsamı ile ilgili bakış ve görüşler bugünün düzeltilmesi gereken öncelikli bir konum ve öneme sahiptir. Bu hususta ehlince ve erbabınca yapılmış şu tesbit ve değerlendirmeler çok net ve açıktır:

“..ortaya çıkan -Ehl-i sünnete göre- yanlış anlama ve uygulamalar içinden ikisi bugünün önemli ‘İslâmî meseleleri’ arasındadır:

1. Dinin kapsamı (Müslümanın hayatında dinden bağımsız bir alanın bulunup bulunmadığı) konusundaki yanlış anlayış.

 2. Tarikat, cemaat, parti gibi oluşumlar ile bunların liderlerine yüklenen yetkiler ve özelliklerle ilgili sapmalar.

İslam’ın değişmez ve bağlayıcı iki kaynağı (Kur’an ve Sünnet) ile ‘dinin dünya ve siyaset işlerinden ayrılması’ bid’atının ortaya çıktığı son iki asra kadar sürüp gelen uygulamaya bakıldığında ortaya çıkan şüphesiz hakikat şudur:

Müslüman kılık kıyafetinden, tuvalet âdâbından tutun yasama, yargı, yürütme, ekonomi, hukuk, ahlak ve san’ata kadar bütün alanlarda dinin talimatını rehber edinmek durumundadır; onun hayatında dinden bağımsız bir alan yoktur. Mübah (serbest, dinin emir ve yasağı bulunmayan) alan da yine din tarafından belirlenmektedir; Müminin aklına ve arzusuna bırakılmış değildir. Bugün bu ilkeye inanmayan kimseler Ehl-i sünnet dışında kalırlar.  (Sahih İslam (Ehl-i sünnet İslam’ı) –Hayreddin Karaman

Dinin anlam ve kapsamı konusunda Ehl-i Sünnet dışında kalan ve kişiyi sahih İslamdan uzaklaştıran bir anlayış ve çizgiye düşmemek için duyarlı olmak her devirdekinden daha çok önem ve öncelik taşımaktadır.

Yüce Yaratıcımızın İslam’ın kitabı olarak indirdiği Kur’an’ın binlerle ifade edilen sayıdaki ayetlerine ve bunların sunduğu emirlere, yasaklara, ölçü ve sınırlamalara ve tüm insanlık için örnek tip, idol olarak görevlendirilen Peygamber Efendimizin sünnetine/uygulamsına bakıldığında İslam binasını ve onun insanlığa sunduğu hayat tarzını şöyle tanımlamak mümkündür:

“İslam: Şehadet ve imanın rükünleriyle ortaya çıkan İNANÇ’tır.

İslam: Namaz, zekat, oruç ve hac ile ortaya çıkan İBADET’tir.

İslam’ın geri kalanı ise bu rükünler üzerine kurulan BİNAdır. Bu binayı meydana getiren unsurlar, İslam’ın HAYAT SİSTEMLERİ’dir. Siyasî sistem, iktisâdî sistem, ahlâkî sistem, askerî sistem, içtimaî sistem, öğretim sistemi, v.s..

İslam’ın hakimiyetini sağlaması için ayrıca MÜEYYİDELER’i vardır.

Bu müeyyideler: Cihad, Ma’rufu emretmek ve münkerden sakındırmakla ortaya çıkar. Fıtrî cezalarla, Allah’ın dünya ve ahirette verdiği Rabbanî cezalar, bu müeyyidelerin dışındadır.

O halde İSLAM: İnanç, ibadet, hayat sistemleri ve müeyyidelerdir.” (Bk. Said Havva, İslâm, Ankara, c.1, s. 23)

M.Sâmi.Ramazanoğlu (rh.a.) in Adab eserinin giriş bölümünde İslam şöyle tanımlanmaktadır:

“İslâm:

Hak ve hakikat imanı;

Saadet ve selâmet ilmi;

Fert, cemiyet, hukuk ve ahlak nizamı;

İktisad, sıhhat ve san’at düzeni;

Huzur ve Beka duygusudur”

Süleyman Önsay.

fanidunya

  • Ziyaretçi
Ynt: İmanla Seçilen Hayat Programı 1
« Yanıtla #1 : Ağustos 05, 2018, 08:45:44 ÖS »
İmanla Seçilen Hayat Programı  1

Bugünün en önemli problemlerinden birinin dinin kapsamı yani Müslümanın hayatında dinden bağımsız bir alanın bulunup bulunmadığı konusundaki yanlış anlayışların olduğunu ve bu bağlamda da dikkate alınması gereken önemli bilgileri sizlerle paylaşmış ve sözlerimizi şu veciz tanımla noktalamıştık.

 “İslâm:

Hak ve hakikat imanı;

Saadet ve selâmet ilmi;

Fert, cemiyet, hukuk ve ahlak nizamı;

İktisad, sıhhat ve san’at düzeni;

Huzur ve Beka duygusudur” (M.Sâmi.Ramazanoğlu (rh.a.), Adab eserinin giriş bölümü)

Burada şu güzel tarifi de unutmayalım:

“İslâm makinesinin beş esası vardır ki bunları muntazam olarak çalıştırmak gerekir.

1- İtikâdât. [İman ve esasları]

2- İbâdât.  [İbadetler]

3- Muâmelât. [İnsanî ilişki ilke ve hükümleri]

4- Münâkehât. [Evlilik ilke ve hükümleri]

5- Ukûbâttır. [Suçların dünyada uygulanacak ilâhî cezaları]

Bunlardan herhangi birisi bozuk olur işlemezse tıpkı bir saat gibi bir makine, bir tren, bir tayyarenin esaslarından biri bozulunca âkıbet ne ise İslâm da böyledir.” (Mehmet Zahid Kotku,Tasavvufi Ahlâk,İstanbul-1976, c.5, s.13)

İslamın insan hayatının bütününe hitap ettiği ve bu bütünlüğün asla  parçalanamayacağı hususunda şu satırlarda sunulan örneklendirme de çok dikkat çekici bir güzelliktedir:

Duvardaki saate bakın: birbirine bağlanmış pek çok küçük parçası vardır…

Eğer kurmazsanız zamanı göstermez. Eğer gerektiği şekilde kurmazsanız ya durur ya da zamanı yanlış gösterir.

Bazı parçalarını çıkarmanız veya onları bir dikiş makinasının parçalarıyla değiştirmeniz hiçbir işe yaramaz; bu defa ne zamanı gösterir ne de dikiş diker.

Eğer saatin bütün parçalarını içine atar fakat bağlantılarını sağlamazsanız kurduğunuz halde hiçbir parçası çalışmaz…

İslâm’ın da bu saat gibi olduğunu farz edin. -Ahlâki değerler ve inançlar; günlük yaşamdaki kurallar; Allah’ın, kulların ve bu dünyada gözünüzle görebildiğiniz her şeyin hakları, para kazanmanın ve harcamanın kuralları, savaş ve barış kanunları; devlet düzeni ilkeleri ve devlete itaatin sınırları- bütün bunlar İslâm’ın parçalarıdır. (Mevdudi)

Allah dostlarından bir “..veli, sonsuz yolculuğa yelken açmadan hemen önce halkını geniş bir meydanda toplayarak, gerçekleri son bir kez hepsinin huzurunda dile getirir. Halkla arasında nefis bir diyalog kurulur. Halktan biri öne çıkarak

 ‘bize’ der ‘sevgiden söz et’ ve başlar veli söz tesbihine gerçekleri inci gibi dizmeye. Bir diğeri ‘bize evlilikten söz et’ der.

Bunu‘alış-veriş hakkında ne dersin?’ diyen biri izler. Çocuklardan, eğitimden, çiftçilikten, vermekten, adalet ve daha günlük hayatın türlü sorunlarından söz edilir.

Konuşmasının sonuna doğru biri ‘bize dinden bahset’ deyince veli şaşırarak

‘Ben size deminden beri dinden başka neden söz ettim ki’ der ve devam eder.

‘Siz zamanınızı, bunlar Tanrı’nın saatleridir, bunlar bizim saatlerimizdir diye ayırabilir misiniz?’

Öyleyse din, yaşadığımız hayat ve tüm davranışlarımızdır.

Her an Tanrı huzurunda olduğunun bilincinde, öylesine titiz, doğruyu gözeterek temiz bir hayat yaşamaktan daha güzel bir din olur mu?” der. (Necmettin Şahinler, Tarihe Adanmış Sözler, s.24-)

İslâm’ı parçalamaya yeltenenlere Kur’an şöyle sesleniyor:

“..Yoksa siz Kitab’ın bir kısmına inanıp bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz? Sizden öyle davrananların cezası dünya hayatında ancak rüsvaylık; kıyamet gününde ise en şiddetli azaba itilmektir. Allah sizin yapmakta olduklarınızdan asla gafil değildir.” (Bakara,85)

Bugün İslam için yapılması gereken ilk iş  dinin anlam ve kapsamı hususunda ki şu tespit ne kadar manidardır: 

“Çağımızda müslümanların ilk işi ise müslümanlığın gerçek anlamından haberli olmaya çalışmaları olmalıdır.

Haberli olmak ve haberdar etmek. Ölünceye kadar ödevimiz budur.(Sezai Karakoç)

Bu nedenle “Amentüyü yeniden yaşamaya başlamak. İslâm âleminin muhtaç olduğu ilk uyanış budur.

Allah’a inanmak, Kur’an-ı Kerim’e inanmak, Peygamberlerin doğruluğuna inanmak, getirdikleri yolun eskimezliğine inanmak, İslâm hükümlerinin her zaman geçerli olduğuna inanmak, öteye inanmak, hattâ ötenin her zaman beride de bulunduğuna inanmak, hesaba inanmak,elde olmaksızın başa gelene sabretmek, İslâm ahlâkıyla ahlâklanmak, yani kısaca İslâmı toplumda elle tutulur gözle görülür hale getirmek.

Bu inanış, bu ahlâk toplumun ruhunu doldurmadan yeni bir oluştan söz edilemez...”    (Sezai Karakoç, Sûr, s.152, 160)

Müslüman Kelime-i Şehadet getirerek kendi hür iradesiyle bir seçim yapmış kişidir. O, bu imanıyla yaşam biçimi olarak İslamı seçmiştir. İslam, onun yaşantısının her boyutuna kendi ilke, ölçü ve sınırlamalarını koymuştur. Müslümanın kişisel ve toplumsal hayatını tüm boyutları ile İslamlaştırması inancının gereği olarak boynunun borcudur.

Tabi ki bu batılıların ve onun gönüllü acentalarının asla kabul edemeyecekleri bir konumdur. Şu adeta bir itiraf gibi ifadeler ne kadar acı ve çarpıtıcıdır:

“Muasır (çağdaş) Tarihte İslam” adlı kitabında Wilfrad Cantwell şöyle der:

“Modern dünyada varlıklarını muhafaza edebilmeleri için müslümanlar, inanç sistemlerindeki ana fikirden vazgeçmelidir” dedikten sonra ilâve eder:

“Bu ana fikir şudur: ‘Müslüman ancak İslâmî bir cemiyette (toplumda) yaşayabilir.’

İşte bu kanaat şu şekilde değiştirilmelidir:Müslümanlar, İslâm esaslarına dayalı olmayan bir cemiyet içerisinde ancak inançlarıyla birlikte yaşayabilir.”…

Avrupalıların, bütün bu mücadelelerden sonra, vardıkları netice :

-İsminden başka İslâm nizamına dair hiçbir bilgileri olmayan,

-İslâm’ı sadece bir ibadet manzumesi şeklinde anlayan,

-Bu manzumeye uyulduğu takdirde bütün vazifelerini yerine getirdiğine inanan,

-Ve şüphelerden başka İslâm’a ait hiçbir bilgiyi havsalasına yerleştirmeyen, bir neslin yetişmiş olmasıdır.

“Madem ki namaz kılıyorum, oruç tutuyorum, o halde müslümanım. Ayrıca düşüncelerimi, adet ve an’anelerimi, iktisadî ve içtimaî sistemimi İslâm’ın fikir ve nizam çerçevesinden devşirmeye ihtiyacım yoktur” diyen bir neslin yetişmiş olması da Avrupalıların başarıları cümlesindendir. (Muhammed Kutub, Biz Müslüman mıyız?, Hilal Yay. S.159,160)

Sözlerimizi N.F.Kısakürek merhumun ruh dünyasını ve dava aşkını yansıtan şu satırları ile noktalayalım:

“Üstüme, beni örtebilecek bir takım palaspâreler atabilseydim… Bu şehrin, o şehrin, insanlık şehrinin büyük meydanında, dilenciler gibi bir köşeyi tutsaydım…

Yine insanların ayak bastıkları noktalara bakıp boyuna ağlasaydım, durmadan ağlasaydım…

’Ne oldun ayol, nen var, ne istiyorsun?’ diyenlere, ‘Aman Müslüman olun, aman Müslüman olun’ diye mırıldansaydım, durmadan ağlasaydım…Kuruyuncaya, dökülünceye, dağılıncaya kadar ağlasaydım..”

 

Sitemap 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41