Gönderen Konu: İmanlarına Zulüm Bulaştırmayanlar  (Okunma sayısı 275 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

fanidunya

  • Ziyaretçi
İmanlarına Zulüm Bulaştırmayanlar
« : Kasım 02, 2018, 10:09:52 ÖS »
İmanlarına Zulüm Bulaştırmayanlar

Kur’an-ı Kerim’in değişik pekiştirme üslupları ile son derece ağırlık vererek vurguladığı Allah’ın birliği (tevhid) ilkesinin temel gerçek olduğu ve buna ters düşen inanç, düşünce ve uygulamaların büyük bir zulüm olarak değerlendirilen şirk koşma olduğunu ve insanı bu büyük zulme (şirke) bulaştıran, düşüren bakış ve zihniyetleri arz etmiştik.

Kelime-i Şahadetin anlam ve kapsamını gönülden doğrulayarak iman şerefine ulaşıp Müslüman unvanını kazananların bu noktada çok hassas davranarak imanlarına mukayyet olmaları konusunda Yüce Rabbimiz şöyle buyurdu:

“İnanıp da imanlarına herhangi bir zulüm, haksızlık bulaştırmayanlar var ya, işte güven onlarındır ve onlar doğru yolu bulanlardır.”(En’am,82)

Bu ayet-i celile ile ilgili şu değerli bilgiler; bizlere sunulan mesajı kavramamız için sanırım yeterli olacaktır:

Âyetteki zulümden maksat, Allah’a şirk koşmaktır. Çünkü zulmün asıl anlamı, “hak sahibinin hakkını tanımamak, vermemektir.” Ulûhiyyet ve rubûbiyyet  yalnızca Allah’a ait olduğu halde, başka varlık ve nesneleri de Tanrı yerine koymak, Allah’ın mahlûkatı üzerindeki hakkını tanımamaktır. Nitekim Hz. Peygamber de “Allah’ın kulları üzerindeki hakkı O’na kulluk edip hiçbir şeyi kendisine ortak koşmamaktır” (Buhârî, “Tevhîd”, 1; Müslim, “Îmân”, 48-51) buyurmuştur. (Komisyon,Kur’an Yolu Türkçe Meâl ve Tefsir, Ankara-2006, c.ıı, s.433)

Müslümanların imanlarına şirk bulaştırmamaları hususunda şu “İki İlâhlık Olmaz” başlıklı açıklamalar hayati bir önem arz etmektedir:

Mescidin yalnızca bir ibadet yeri olarak kullanılmayıp da bu kadar geniş çerçeveli hizmetlere mahal olarak kullanılması, bence iki hikmeti ve işareti ihtiva ediyordu: Bunlardan birincisi, Müsümanın mescid içinde bir hayatı, mescid dışında bir başka hayatı olamaz. Müslümanın hayatı bir bütündür. İmanı, ibadeti, ahlâkı, istirahatı, dünyası, ukbâsı, zevki, heyecanı, insan neyse onun bütün fakülteleriyle insan ve hayatı bir bütündür ve bütünüyle insan Allah’ındır.

İnnâ lillâh. Şüphesiz hepimiz Allah’a aidiz. İbadetimiz, taâtımız Allah’adır. Bizim, meselâ mescid içinde Allah’a, mescid dışında Allah’dan başka ilâhlara itaatimiz olamaz. Mescid içinde de, mescid dışında da bir Allah’a ibadet ve itaat ederiz. İtaatimiz bir Allah’adır.

Peki mescid dışında başka ilâhlara itaat mı ediliyor? Tabiî ediliyor. Nasıl ediliyor? Peygamber Efendimiz de anlatmış bunu: “Siz mesciddışındaki hayatınızda insanlara tapınmazsınız. Yani Allah’a namaz kıldığınız gibi insanın karşısına geçip namaz kılmayabilirsiniz; fakat o insanlar Allah’ın irade ve rızası dışında bazı şeyleri emrederler, yaparsınız. Bazı şeyleriyasaklarlar, yapmazsınız; ondan geri durursunuz. Bu emirler ve yasaklar, Allah’ın emirleri ve yasaklarıyla çeliştiği, çatıştığı halde siz onlara itaat edersiniz. İşte bu da şirktir” diyor, Peygamber Efendimiz.

En azından şöyle anlamamız gerekir: Öyleyse siz birden fazla -çatışan- otoriteye kendinizi bölerek itaat ediyorsunuz. İşte bu olmaz. Bu kadar işin, işlerin mescidde toplanması tevhide işaret ediyor.

Müslümanın hayatındaki tevhide, birliğe, bölünmezliğe işaret ediyor. Eğer bir iş günahsa, haramsa, mekruhsa, Allah’ın rızasına aykırıysa, o ne mescidde yapılır, ne de mescid dışında. Yani Müslüman onu hiçbir yerde yapmaz. Eğer mübahsa dışarıda da yapar, mescidde de yapar. Bunun gerisi imkân, yer filan meselesidir. O zamanda, o yer ona müsait olduğu için, başka müsait bir yer olsun olmasın, orada yapılmıştır.

İkinci hikmeti ve işareti, bütün çağlara şöyle bir sesleniştir: Ey mescid veya cami cemaati! Siz ister mescidin içinde, ister mescid merkezli teşkilatlar vasıtasıyle toplumun bütün faaliyetlerini bir çatı altında bütünleştirin. Yani insanların her yerde Allah’a itaatlarını sağlamak üzere, her yeri cami gibi, mescid gibi bilin. (Prof. Dr. Hayreddin Karaman, Türkiye’de İslâmlaşma ve Önündeki Engeller, Haziran 1994, s.26-29)

O halde Yüce Rabbimizce çok büyük bir zulüm olarak nitelendirilen şirkten ve ona götüren tutumlardan uzak durmalıyız. Yüce Yaratıcının sadece kendine has olan hak ve yetkilerini başkalarına vermemeliyiz. Unutmamalıyız ki önünde esas duruş, eğilme ve yere kapanma vaziyeti alınacak sadece Allah’tır. Adına adak ve kurbanlar sunulacak da yalnız Hz. Mevla’dır. Dua mercii de yalnızca O’dur. Her halükârda, her zaman ve her yerde kayıtsız şartsız güvenilecek, sevilecek, korkulacak, emir ve yasaklarına uyulacak yalnız ve yalnız O’dur. Hayatımızın yol ve yönünü belirleme, uyacağımız helal ve haram sınırlarını tayin etme, kullanacağımız hak ve yetkileri tespit etme sadece ve sadece Yüce Rabbimize ait bir haktır. Yüce Kitabımız Kur’an’a göre O’na has olan bu hakları kullanmaya kalkışmak firavunluk ve böylelerine gönüllü olarak uymak da müşriklik olmaktadır. Yani Ebu Bekir olmayı terk edip Ebu Cehilleşmekte karar kılmaktır.

İşte bugün genelde “ümmet”in konumu; “imanlarına zulüm bulaştırma (şirk) halidir ki na’at şairini şöyle feryat ettirir:

“Biz bu dünyadan nereye

Göçelim, yâ Muhammed?

Yeryüzünde riyâ, inkâr, hıyânet

Altın devrini yaşıyor.

Diller, sayfalar, satırlar

“Ebû Leheb öldü” diyorlar:

Ebû Leheb ölmedi, yâ Muhammed,

Ebû Cehil, kıt’alar dolaşıyor.”

(Arif Nihat Asya, Na’at’tan)

Sözlerimizi ayet-i kerime mealini tekrarlayarak noktalayalım: “İnanıp da imanlarına herhangi bir zulüm, haksızlık bulaştırmayanlar var ya, işte güven onlarındır ve onlar doğru yolu bulanlardır.”

Süleyman Önsay.

 

Sitemap 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42