Gönderen Konu: İnkâr Etmemek Başkadır, İmân Etmek Başkadır  (Okunma sayısı 561 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

fanidunya

  • Ziyaretçi
İnkâr Etmemek Başkadır, İmân Etmek Başkadır
« : Mayıs 13, 2017, 12:43:53 ÖS »
İnkâr Etmemek Başkadır, İmân Etmek Başkadır

İnkâr etmemek başkadır, îmân etmek bütün bütün başkadır.

Evet, kâinâtta hiçbir zîşuûr (akıl sâhibi), kâinâtın bütün eczâsı (cüz’leri-kısımları) kadar şâhidleri bulunan Hâlık-ı zü’l-Celâl’i (celâl sâhibi yaratıcıyı) inkâr edemez. Etse, bütün kâinât onu tekzîb edeceği (yalanlayacağı) için susar, lâkayd kalır. (Said Nursi (Rh. a). Emirdağ Lâhikası-I, 312)

“Güven toplumu” güvenen ve güvenilen insanlar topluluğu ve mümin olmanın bir yönüyle güvenen, diğer bir yönüyle de güvenilen kişi demek olduğunu hatırlatmış; mümin denildiğinde de  iman gerçeği kaçınılmaz olarak karşımıza  çıkar, demiştik..

İmanın da öncelikle Allah’ın varlığını inkar etmemekten  ibaret olmadığını, normal yapısını koruyan, yaratılış özelliklerini kaybetmeyen insan için yaratıcının varlığını  tanımanın  bir var oluş zorunluluğu içerdiğini arz etmiştik. Bu hususta şu anektod çok manidardır:

Rabiat’ül Adeviye’ye (rh.aleyha) koşarak gelen bir derviş ona heyecanla şöyle der:

-Falan zat var ya, Allah’ın varlığı hakkında binlerce delil bulmuş

-Bir kanıt yetmiyor mu ki binlercesini aramış?

Hanım velinin sakinliği ve suali karşında hayrete düşen kişi şaşkın bir şekilde:

-O hüccet nedir ki?

Sorusuna sualle cevap alır:

-Biri bir uçuruma yuvarlanacağı anda ne der?

-Ya Allah, der cevabını verince Rabia sultan,

-İşte Allah’a iman her insanın en ücra köşesinde mevcuttur, der.

Mesele özümüzde var olan bu imanın sözlerimize ve davranışlarımıza nasıl ve ne şekilde yansıtılacağıdır. Bunun çerçevesini  sunan  bir tarifi bir kez daha hatırlayalım:

İman sözlükte, ‘bir kişiyi söylediği sözde tasdik etmek, doğrulamak, söylediğini kabullenmek...şüpheye yer vermeyecek biçimde içten ve yürekten inanmak’ anlamlarına gelir.,

Terim olarak ise, Hz. Peygamber’i, Allah Teâla’dan getirdiği kesin olarak bilinen hükümlerde (zarûrât-ı dîniyye) tasdik etmek, onun haber verdiği şeyleri tereddütsüz kabul edip bunların gerçek ve doğru olduğuna gönülden inanmak demektir.(Komisyon, İlm)

Bu tanımın ne anlama geldiğini şu veciz ifadelerden dinleyelim:

“..O’na îmân etmek, Kur’ân-ı Azîmü’ş-şân’ın ders verdiği gibi, o Hâlık’ı sıfatları ile isimleri ile umum kâinâtın şehâdetine (şâhidliğine) istinâden (dayanarak) kalben tasdîk etmek ve elçileriyle gönderdiği emirleri tanımak; günah ve emre muhâlefet ettiği vakit kalben tevbe ve nedâmet etmek (pişmân olmak) iledir.

Yoksa, büyük günahları serbest işleyip istiğfâr (tevbe) etmemek ve aldırmamak, o îmandan hissesi olmadığına delildir.” (Emirdağ Lâhikası-I, 312)

Burada şu önemli noktalar dikkatlerimize sunulmaktadır:

Allah’a iman;

Kur’an-ı Kerim’deki ayet-i celilelerde emrolunduğu gibi olacaktır.

Allah’a zatı, sıfatları ve isimleriyle kalben inanılacaktır.

O’nun elçileriyle gönderdiği emirleri tanınacaktır ki  artık yetkili ve geçerli son  elçi Hz. Muhammed (s.a.v.) ve Kitap da Kur’an-ı azimüşşandır.

Emirlere ters hareket edip, büyük günah işlendiğinde derhal tövbe etmektir.

Günahlarda ısrar etmemek ve umursamamazlık yapmamaktır.

Bu hususlar karşımıza bazı sorumluluklar çıkarmaktadır:

Öncelikle Rabbimizin isim ve sıfatlarının bilgi ve bilincine ulaşmamızdır ki bu ilahi sıfat ve isimlerin mana ve muhtevasını öğrenmemizi gerektirmektedir. O halde bunlarla ilgili eserlere yönelmeliyiz!!

İkinci olarak ilahi emir, hüküm ve ölçülere tam bir teslimiyet içinde olan bir hayatı gerçektirmeliyiz. İlahi emir, hüküm ve ölçüler, aile, çevre ve sosyal yapılardan; ticari, hukuki, siyasi düzenlemelerden dışlandığı hatta çağdışı gibi yaftalarla kovulduğu ve yasal  olarak mahkum edildiği bir iklimde yaşayan müminlerin  bu durumlarının inançlarıyla bağdaşmadığının farkına varmalıyız.

Bu noktada şu fıkhi tespit ve ikaz çok hayatidir:

“İnancına uygun yaşamayan veya yaşayamayanların zaman içinde inançlarını yaşantılarına uydurdukları, böylece yaşadıkları gibi inanmaya başladıkları bir gerçektir. İnanç ‘dini inanç, iman’ olunca bunun, sapmış yaşantıya uydurulması demek dini inancın bozulması demektir. Zaruretler yüzünden de olsa İslam’a uygun düşmeyen düzenlere, düzenlemelere, hayat tarzlarına tahammül etmek, giderek buna razı olmaya, rahatsız olmamaya, hatta onları meşrulaştırmaya sebep olabilir. İslam’a göre zaruretler bazı yasakları geçici olarak kaldırır; bu da Müslümanları sıkıntıdan kurtarır, önlerini açar, ama ‘zarurete dayalı hüküm ve durum’un, normal hüküm ve durum olarak kabul edilmesi, benimsenmesi caiz değildir.(Hayreddin Karaman, Kafalar karışmasın, Yeni Şafak, 05.05.2006)

Şu ayet’i celinenin gözler önüne serdiği hakikat dikkatlerden uzak tutulmamalıdır:

“Fakat hayır! Rabbine yemîn olsun ki, (onlar) aralarında çıkan karışık işler husûsunda seni hakem yapıp, sonra da verdiğin hükümden dolayı kendi (gönül)lerinde hiçbir sıkıntı duymadan tam bir teslîmiyetle teslîm olmadıkça îmân etmiş olmazlar!” (Nisa,65)

Bir diğer husus ise isyanda ısrar etmemek ve derhal af dileme sorumluluğudur. Mümin olabilmek için aksi söz konusu değildir:

(Yine o takva sahipleri), çirkin bir kötülük işlediklerinde, yahut kendilerine zulmet-tiklerinde, Allah’ı zikredip günahlarının bağışlanmasını dilerler. Zaten Allah’tan başka günahları kim bağışlar? Keza onlar, yaptıkları kötü işlerde bile bile di-renmezler.” (Al-i İmran, 135)=

Görülüyor ki, “Hz. Peygamber ve Güven Toplumu”na ulaşmanın olmazsa olmazı Kelime-i Tevhitde özü ve çerçevesi belirlenen müminlerin inşasıdır.

Süleyman Önsay.

 

Sitemap 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42