Gönderen Konu: İSLAM YURDUNDA YAŞAYAMAYANLARIN KONUMU  (Okunma sayısı 349 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

fanidunya

  • Ziyaretçi
İSLAM YURDUNDA YAŞAYAMAYANLARIN KONUMU
« : Eylül 25, 2018, 11:13:06 ÖS »
İSLAM YURDUNDA YAŞAYAMAYANLARIN KONUMU

Kelime-i Şehadet müminlere kendi toplumlarında (Tevhid inancına göre şekillenmiş bir sosyal bünyede) yaşamalarını zorunlu kılmaktadır, demiş ve şu çok dikkat çekici ve o kadar da  önemli alıntıyı hatırlatmıştık:

“Muasır Tarihte İslam” adlı kitabında Wilfrad Cantwell şöyle der:

“Modern dünyada varlıklarını muhafaza edebilmeleri için müslümanlar, inanç sistemlerindeki ana fikirden vazgeçmelidir» dedikten sonra ilâve eder:

“Bu ana fikir şudur: ‘Müslüman ancak İslâmî bir cemiyette yaşayabilir.’

İşte bu kanaat şu şekilde değiştirilmelidir: Müslümanlar, İslâm esaslarına dayalı olmayan bir cemiyet içerisinde ancak inançlarıyla birlikte yaşayabilir.”

İslam yurdunda yaşamak  nasıl oluyor da  “inanç sistemlerindeki ana fikir” olarak değerlendiriliyor, denebilir. Şu veciz tespit ve ifadeler sanırım buna yeterli cevap olacaktır:

“İlahınız tek bir ilahtır, O’ndan başka ilah yoktur. O, Rahman ve Rahim’dir.” (Bakara, 163)

Allah’ın varlığı inancı tartışılmamıştır!

Allah’ın birliği ilkesi, imana dayalı düşüncenin üzerine oturduğu büyük kaidedir. Hiçbir zaman Allah’ın (c.c) varlığı inancı hakkında tartışma olmamıştır.

Allah’ın zatı, sıfatları ve yaratıklar ile arasındaki ilişkiler üzerinde çeşitli görüşler ileri sürülmüştür, fakat bu görüşleri savunanlar Allah’ın varlığını reddetmiyorlar. İnsan fıtratı bu gerçeği, yani Allah’ın varlığı gerçeğini hiçbir zaman unutmuş değildir.

Ateistlerin konumu!

Yalnız şu son zamanlarda hayatın özünden ve fıtratın kaynağından kopuk Ateist bir grup türedi.

Bu türediler Allah’ın varlığını kökünden inkâr ediyor. Fakat bunlar, kural dışı meydana çıkmış bir yaratık türüdür, varlık bütününe bağlanan bir kökü yoktur. Bu yüzden önünde sonunda yok olmaya, varlık bütününden ayıklanıp atılmaya kesinlikle mahkûmdur.

Bu varlık bütününün ne yapısı ve ne de fıtrî karakteristiği sözünü ettiğimiz köksüz yaratıkların varlıklarına asla katlanamaz!

Allah’ın birliği ilkesi!

Bu yüzden Kur’an-ı Kerim, yüce Allah’ın birliği ilkesinden söz etmeye sık sık başvurur. Çünkü bu ilke, düşünceyi rayına oturtucu kaçınılmaz bir düzeltme uyarıcısı, bu düşünceye dayanaklık eden temel kaidedir.

Arkadan gelecek olan ve söz konusu doğru düşünceden kaynaklanmış olan ahlâkî ve sosyal kurallar da bu ilkenin oluşturacağı tabana oturacaklardır. Varlık bütününün ilâhının tek olduğu düşüncesinde yani.

Temel gerçek!

Tekrarlayalım:

“İlâhınız tek ilahtır.” “O’ndan başka ilâh yoktur.” “O Rahman ve Rahimdir.”

Kur’an-ı Kerim’in değişik pekiştirme üslupları ile son derece ağırlık vererek vurguladığı Allah’ın birliği ilkesinden, insanların kulluk ve ibadet sunacakları mabud birliği, insanların ahlâk ve davranış kurallarını dayandıracakları merci birliği, insanların hukuk sistemlerinin ve kanunlarının özlerini dayandıracakları kaynak birliği ve insanların her alandaki yaşama biçimlerini yönlendirecek sosyal düzen birliği doğar. (Seyyid Kutup, Fi zilal-il Kur’an, 1.cilt; sayfa, 205; Bakara,163 Açıklaması)

İslâm  yurdunda  yaşayamayanların konumu!

“İnanç bakımından.. Allah’ı birleyen bir mümin bu iman ve inancını amel açısından da böyle tatbik edebilirse, inanç ve amel bakımından tam mümin, kâmil bir Müslüman olur…

Bu inancını amellerinde tatbik etmezse, o zaman da inanç bakımından mümin olmakla beraber, amel bakımından bir müşrik durumunda bulunur ve fasık olur. Ve bundan dolayıdır ki, zorunlu da olsa müşriklerin uyruğu altında kalıp hükümlerine ve amellerine uyup ve iştirak etmek mecburiyetinde bulunanlar inanç veya amelle ilgili şirke sürüklenmekten uzak kalamazlar.

Kalp ve inanç itibariyle karşı olmakla beraber, amel bakımından muvafakatı AMELÎ ŞİRK’i, kalben rıza göstermek ise İTİKÂDÎ ŞİRK’i gerektireceğinden yukarıda ‘Eğer onlara itaat ederseniz muhakkak müşrik olursunuz’ (En’âm, 6/121) buyurulmuştu.”

(Elmalılı M.Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, Azim Dağıtım, c.3, s.522, En’âm,136)

Gayr-i İslami Toplumlarda Yaşamanın Hükmü!

Bu durumda olanlarla ilgili olarak Nisa suresinin 100. Ayet-i celilesinde şöyle buyurulmaktadır:

“Allah yolunda hicret eden, yeryüzünde barınacak çok yer de bulur, genişlik (ve bolluk) da. Allah’a ve Resulüne hicret etmek üzere evinden çıkan, sonra kendisine ölüm gelen kişinin ecri şüphesiz Allah’a düşmüştür. Allah, bağışlayıcıdır, esirgeyicidir.”

Mevdudi merhum bu ilahi mesajın açıklamasında şunları sunar:

“Allah yolunda hicret etmek” iki durum dışında bir zorunluluktur:

Kişi orada İslâm’ı yaymak, peygamberin ve takipçilerin görevlerinin ilk dönemlerinde yaptıkları gibi küfür üzerine kurulu hayat sistemini İslâmî bir sisteme çevirmek için kalabilir.Veya kişi oradan çıkıp gitmeye bir yol bulamaz da nefret ve hoşnutsuzluk içinde orada kalır. Bu iki durum hariç “küfür diyarı”nda yaşamak sürekli günah içinde yaşamak demektir.

“Hicret edecek bir İslâm diyarı bulamadık” diye öne sürülen özür de kabul edilmeyecek ve şöyle denilecektir. “Eğer ‘İslâm Diyarı’ diye bir bölge bulunmadı ise, küfrün kanunlarına boyun eğmekten kurtulmak için ağaç yaprakları ve keçi sütü ile beslenebileceğiniz bir dağ veya orman da yok muydu?” (Mevdudi, Tefhim’ul Kur’an, c.I, s.394, 2. Baskı)

Satırlarımızı Akif merhumla noktalayalım:

Ben böyle bakıp durmayacaktım, dili bağlı,

İslam’ı uyandırmak için haykıracaktım.

Gür hisli, gür imanlı beyinler coşar ancak,

Ben zaten uzun boylu düşünmekten uzaktım!

Haykır! ‘Kime, lâkin? Hani sâhibleri yurdun?

Ellerdi yatanlar, sağa baktım, sola baktım;

Feryâdımı artık boğarak, naş’ını tuttum,

Bin parça edip şi’rime gömdüm de bıraktım.

Seller gibi vâdîyi enînim [inlemelerim] saracakken,

Hiç çağlamadan, gizli inen yaş gibi aktım.

Yoktur elemimden şu sağır kubbede bir iz;

İnler ‘Safahat’ımdaki hüsran bile sessiz!

İstanbul, Teşrinievvel 1335 (1919)

Süleyman Önsay.

 

Sitemap 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42