Gönderen Konu: Kafir veya Zalimlerin Yönetiminde Yaşamak ve Riski  (Okunma sayısı 317 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

fanidunya

  • Ziyaretçi
Kafir veya Zalimlerin Yönetiminde Yaşamak ve Riski
« : Kasım 11, 2018, 07:00:26 ÖS »
Kafir veya Zalimlerin Yönetiminde Yaşamak ve Riski!

Maide suresinin 44, 45 ve 47. ayet-i celilelerinde “Kim Allah’ın indirdiği (hükümler) ile hükmetmezse işte onlar kafirlerdir; ..zalimierdir ve…fasıklardır” buyurulmuştur. Aynı davranışın üç farklı şekilde değerlendirilmiş olmasını İbn-i Abbas (r.a.) şöyle açıklamıştır:

“Allah’ın hükmüne inanmayanlar kâfir olurlar. İnanıp da uygulatmayan idareciler zalim ve o hüküm ve öğütlere uymayan kişiler de fasık olurlar” (Nesefi: 1. s. 285) (Bahaeddin Sağlam Meali  47. Ayet Açıklaması)

Allah’ın hükümlerine göre düzenlenen bir hayatın yani İslâm yurdunun gerçekleştirilmesi ve orada yaşanması Kelime-i Şehaded’den doğan bir sorumluluk ve zorunluluktur. Zira bu imanımızın özünde olan bir ana fikridir ki İslam düşmanları dahi bunun bilgi ve bilincindedirler. Şu satırları tekrar hatırlayalım:

“Muasır Tarihte İslam” adlı kitabında Wilfrad Cantwell şöyle der:

“Modern dünyada varlıklarını muhafaza edebilmeleri için müslümanlar, inanç sistemlerindeki ana fikirden vazgeçmelidir” dedikten sonra ilâve eder:

“Bu ana fikir şudur: ‘Müslüman ancak İslâmî bir cemiyette yaşayabilir.’

İşte bu kanaat şu şekilde değiştirilmelidir: Müslümanlar, İslâm esaslarına dayalı olmayan bir cemiyet içerisinde ancak inançlarıyla birlikte yaşayabilir.” (Muhammed Kutub, Biz  Müslüman mıyız?, Hilal Yay. S.159, 160)

Efendimizin “Zekat İslâm’ın köprüsüdür” tanımını açıklarken Elmalılı merhum şu dikkat çekici ve değerli tespitlerde bulunmuştur:

Dinin, iman ile temeli atılıp, namaz ile direği dikildikten sonra, geçilecek mühim bir geçidi vardır ki, zekat işte o geçidi geçirecek bir köprü olmak üzere kurulacaktır. Çünkü dünya ve ahirette korunmak için yapılacak olan görkemli İslâm binasının, dünyadaki “dâru’l-İslâm” (İslâm yurdu), ahiretteki “dâru’s-selam” (esenlik yurdu)ın yapımı için birtakım malî masrafları vardır ki, bunlar malî ibadetler ile yapılacaktır ve bunun en zarurisini de zekat teşkil eder. (Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, Bakara 3. Ayet açıklaması)

Kulluk sınavında başarılı olmanın birbirine bağlı ve  olmassa olmaz iki gerçeği; dünyada “dâru’l-İslâm” (İslâm yurdu), ahirette de “dâru’s-selam” (esenlik yurdu).

Müslümanca yaşayabilmenin biricik yol ve yordamı olan “dâru’l-İslâm” (İslâm yurdu)un tesisi bir fantezi (yani olursa güzel olur ama olmasa da olur) meselesi değil, tam tersine bir farziyet olayıdır. Kişi gerek kendini ve gerekse omuzlarına yüklenen aile fertlerini ötede cehenneme sürükleyecek olan ve burada da insanlığın baş belası bulunan; yalan, dolan, hile, haksızlık, zulüm, içki, uyuşturucu, kumar, faiz, açık saçıklık, fuhuş gibi yasaklardan korumayı; dürüstlük, adalet, hakkaniyet, kardeşlik, barış, sevgi, merhamet, şefkat gibi erdemleri ve bunları kazanma eğitimi olan namaz, oruç, paylaşma gibi emirleri bir bütün olarak başka hangi ortam ve iklimlerde gerçekleştirmiştir ve gerçekleştirebilir? Kaldı ki bu, kesin bir ilahi emirdir:

“Ey iman edenler! Hep birden silm’e girin. Sakın şeytanın peşinden gitmeyin; çünkü o, apaçık düşmanınızdır.” (Bakara, 208)

Elmalılı merhum bu ayet-i celilenin açılımını  şöyle gözler önüne serer:

“.. ey mü’minler! Allah’ın emirlerine boyun eğmekle öyle mükemmel bir sosyal görünüm ve öyle muntazam bir İslâm yurdu meydana getiriniz ki, aranızda isyandan, kavga ve anlaşmazlıktan, birbirinize eziyetten, eğrilikten, Allah’ın haklarına ve kulların haklarına tecavüzden, kısaca Allah rızasına aykırı hareketlerden eser bulunmasın da, herkes, güven ve karşılıklı sevgi, rahatlık ve tam bir huzur içinde vazifeleriyle meşgul olsun, geleceğine ve ahiretine tam bir sevinçle yürüsün ve bunu bozacak fesatlara meydan verilmesin. Dünya hayatı hakkında parlak sözler söyleyip de kalbleri en merhametsizce düşmanlıklarla dolu olan, şeytanca hareket edenlerin arkasından gidilmesin.” (Elmalılı M.Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, Azim, c.2, s.67)

Kafir veya zalimlerin yönetiminde yaşamanın riskine gelince; önce Elmalılı merhuma bir kez daha kulak verelim:

“İnanç bakımından.. Allah’ı birleyen bir mümin bu iman ve inancını amel açısından da böyle tatbik edebilirse, inanç ve amel bakımından tam mümin, kâmil bir Müslüman olur…

Bu inancını amellerinde tatbik etmezse, o zaman da inanç bakımından mümin olmakla beraber, amel bakımından bir müşrik durumunda bulunur ve fasık olur. Ve bundan dolayıdır ki, zorunlu da olsa müşriklerin uyruğu altında kalıp hükümlerine ve amellerine uyup ve iştirak etmek mecburiyetinde bulunanlar inanç veya amelle ilgili şirke sürüklenmekten uzak kalamazlar.

Kalp ve inanç itibariyle karşı olmakla beraber, amel bakımından muvafakatı AMELÎ ŞİRK’i, kalben rıza göstermek ise İTİKÂDÎ ŞİRK’i gerektireceğinden yukarıda, ‘Eğer onlara itaat ederseniz muhakkak müşrik olursunuz’ (En’âm,6/121) buyurulmuştu.” (Elmalılı M.Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, Azim Dağıtım, c.3, s.522, En’âm,136)

Diğer taraftan “Bugün İslam değişmiştir, şu değil, budur” denilerek, mevcut hal ve yaşayışları dinen gereken ve yeterli olan olarak görmek caiz midir?” sorusuna ehlince verilen cevap şudur:

Genel kural olarak dinî vazifelerle yükümlü olmanın şartı imkan ve güçtür; bunların bulunmadığı yerde yükümlülük de yoktur. Buna göre ahlaki denetim vazifesinin, güçsüzlük ve buna bağlı olarak imkansızlık yüzünden yapılamadığı yer ve zamanlarda “bilgi, hüküm, şuur ve inanç olarak” vazife değişmez, olduğu gibi kalır ve durur, “Bugün İslam değişmiştir, şu değil, budur” denemez; çünkü beşerin böyle bir yetkisi yoktur, ama icrası imkana bırakılır. Bu durumda da müslümanlar laikleşmiş filan olmazlar, İslam’ın ne kadarına imkan buluyorlarsa o kadarını fiilen, diğer kısmını ise “bilgi, iman, şuur, duygu...” olarak yaşarlar. (Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap)

Haliyle burada ikinci bir soru daha karşımıza çıkmaktadır:

“İslâmî olmayan düzenlerde yaşamanın riski var mıdır?”

Cevap: “İnancına uygun yaşamayan veya yaşayamayanların zaman içinde inançlarını yaşantılarına uydurdukları, böylece yaşadıkları gibi inanmaya başladıkları bir gerçektir. İnanç ‘dini inanç, iman’ olunca bunun, sapmış yaşantıya uydurulması demek dini inancın bozulması demektir. Zaruretler yüzünden de olsa İslam’a uygun düşmeyen düzenlere, düzenlemelere, hayat tarzlarına tahammül etmek, giderek buna razı olmaya, rahatsız olmamaya, hatta onları meşrulaştırmaya sebep olabilir. İslam’a göre zaruretler bazı yasakları geçici olarak kaldırır; bu da Müslümanları sıkıntıdan kurtarır, önlerini açar, ama ‘zarurete dayalı hüküm ve durum’un, normal hüküm ve durum olarak kabul edilmesi, benimsenmesi caiz değildir.” (Hayreddin Karaman, Kafalar karışmasın, Yeni Şafak, 05.05.2006)

Ne mutlu imanlarında sabit kalabilenlere!

 

Sitemap 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42