Gönderen Konu: LANETLENENLER  (Okunma sayısı 446 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

fanidunya

  • Ziyaretçi
LANETLENENLER
« : Aralık 10, 2018, 01:40:56 ÖÖ »
LANETLENENLER

Yüce Rabbimiz Buyurdu:

“Mümin erkeklerle mümin kadınlar da birbirlerinin velileridir. Onlar iyiliği emreder, kötülükten alıkorlar” (Tövbe,71)

Resulullah (s.a.v.) de ikazda bulundu:

“Sizden kim bir münkeri görürse onu eliyle düzeltsin, gücü yetmezse dili ile yine gücü yetmezse kalbi ile düzeltsin; bu da imanı en zayıf olandır” (Müslim, İman: 20)

İmanın en son ve zayıf halkası olan buğz etmenin de ne anlama geldiği şöyle ifade edilmişti:

“Buğz kelimesinin manası ‘kin, düşmanlık ve nefret’tir. Allah’ın emirlerine aykırı hareket edenlere karşı hoşgörülü davranmak buğz etmenin tersidir.

Bunlara karşı, en azından kalben nefret ederek tavır almak gerekir..

Açıkça işlenen bir günah, bir ayıp görüldüğünde dil ve kalp ile bunu düzeltmeye çalışmak, şartlarına riayet etmek kaydıyla bütün Müslümanların vazifesidir.

Bu görevi terk etmek; yüce kitabımız Kur’an’da lanetlik bir çirkinlik olarak belirtilmiştir. Öyle buyuruldu:

“İsrailoğullarından kâfir olanlar, isyan etmeleri ve haddi aşmaları yüzünden Dâvûd ve Meryem oğlu İsâ diliyle lânete uğradılar. (Maide,78)

Onlar -kötülük-yaptıkları zaman birbirlerini kötülükten alıkoymağa uğraşmazlardı. Bu yapmakta oldukları ne çirkin şeydi!” (Maide,79)

Resûli Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “İsrâiloğulları arasında dinden sapma, ilk defa şöyle başladı: Bir adam bir başka adama rastlar ve “Bana baksana! Allah’tan kork ve yapmakta olduğun şeyi terk et. Çünkü bu sana helâl değildir” derdi. Ertesi gün, aynı işi yaparken o adamla tekrar karşılaşır ve kendisini yaptığı kötü işten nehy etmediği gibi, onunla yiyip içmekten ve birlikte olmaktan da çekinmezdi. Onlar böyle yapınca Allah Teâlâ kalblerini birbirine benzetti.” Sonra Resûli Ekrem Mâide sûresi (5), 77-81. âyetleri okudu ve sözüne şöyle devam etti: “Hayır, Allah’a yemin ederim ki, ya iyiliği emreder, kötülükten nehyeder, zâlimin elini tutup zulmüne mâni olur, onu hakka döndürür ve hak üzerinde tutarsınız; ya da Allah Teâlâ kalblerinizi birbirine benzetir, sonra da İsrâiloğulları’na lânet ettiği gibi size de lânet eder.” (Ebû Dâvûd, Melâhim 17; Tirmizî, Tefsîr 5/6, 7; İbni Mâce, Fiten 20).

Bir başka hadisinde toplumdaki insanları, bir geminin alt ve üst kamaralarına binmiş yolculara benzetmiş; şâyet alt kattaki yolcular su almak için üst kata çıkmak yerine, geminin altından bir delik açmaya kalkar, üst kattakiler de buna engel olmazsa hep birlikte batıp giderler, buyurmuştur (Buhârî, Şirket 6; Şehâdât 30; Tirmizî, Fiten 12). “Cihadın en fazîletlisi, zâlim sultanın karşısında hakkı ve adaleti söylemektir.” (Ebû Dâvûd, Melâhim 17; Tirmizî, Fiten 13; Nesâî, Bey’at 37; İbni Mâce, Fiten 20).

Şimdi de ara başlıklar altında bu konuda sunulan şu önemli değerlendirmeleri birlikte izleyelim:

Günahların cazip gösterilmesini engellemek suç mu?

(Allah) Günahlarıyla övünenleri veya pişman olmayanları ise cezalandıracağını bildirir. Günahların cazip gösterilmesi veya teşvik edilmesi insanı Allah’ın rahmetinden, affından uzaklaştırır. Çünkü kötülük; insanın hevaya düşkünlüğünden, zalum ve cehul olmasından dolayı çok çabuk yayılabilecek bir illettir. Bu yüzden şeytanın, nefsimizin ve başkalarının teşvik ve kışkırtmalarından uzak durabilmemiz; biraz da teyakkuz halinde olabilmemizle ilgilidir.

Teyakkuz ve Müslümanın bitmeyen imtihanı!

Teyakkuzu, Türkçeye günahlara ve kötülüklere karşı alabildiğine uyanık olmak diye çevirebiliriz. Yani bizi yanlışa ve günahlara götürecek, sokacak tüm menhiyyattan, münkerattan, vesveselerden, vehimlerden, düşüncelerden uzak durmalıyız. Ayrıca Allah’ın hoşuna gitmeyecek fiillerin işlendiği yerlerden, ortamlardan elimizden geldiğince uzak durmak da teyakkuzun bir gereğidir.

Bazılarımız bu söylenenlere bakarak şöyle bir itirazda bulunabilir: Kardeşim o zaman Müslüman neyle imtihan olacak? Müslümanı imtihan etmek, ona ecrini veya cezasını vermek Allah’ın işidir. Müslümanın görevi ise kötülükleri, Allah’ın kerih gördüklerini en aza indirmek ve onlardan asla hoşlanmamaktır.

Kötülüklerden uzak dur, insanlardan değil!

İsmet Özel’in yıllardır söylediği teknolojiyi zihinsel olarak kabullenmeyiş ve bireysel hayatımızda ondan en asgari oranda faydalanma prensibine kısmen benzer bir şekilde, dinimizin kerih gördüklerini kalble ve bilinçle reddetmek Müslümanlığımızın gereğidir.

Elimizden geldiğince uzak duracağımız şey kötülüklerdir, günahlardır. İnsanlar değildir. Her zaman ve zeminde dinimizin hakikatlerini en yeni ve taze üsluplarla, kelimelerle başkalarına anlatmak boynumuzun borcudur. Bunu canu gönülden istiyoruz. Çünkü bir kişinin hidayete ermesi bizim için dünyadaki her şeyden daha değerlidir. İstemediğimiz şey kötülüklerin işlenmesinin kolaylaştırılıp yaygınlaşmasıdır. Her tür devletin de vatandaşlarını kötülüklerden alıkoyma hakkı-vazifesi vardır. Bir alimin, düşünürün, entelektüelin de bu anlamda Müslümanları, devleti yöneten iktidarı uyarması ve onlara öncülük etmesi, yol göstermesi güzel bir şeydir, bir erdemdir.

İnsanın fıtratını bozan her şey kötüdür!

İslam zor(balık)la gönüllere yerleştirilecek bir din midir ki bizi zorbalıkla itham etsinler. Bizim kötülükleri, günahları benimsemeyişimiz, onlardan uzak durmamız, onları kerih görmemiz ve onların yayılmasını çeşitli şekillerde önlemeye çalışmamız; hem kendimiz için hem de başka insanlar için bir rahmettir. Bazıları Allah’ın kerih gördüklerini, yasakladıklarını kendi yaşam biçimi haline getirmiş diye bizim susup bunları hoş görmemiz beklenmemeli. İnsanın fıtratına zarar veren, onu bozan her şeyin yaygınlaşmasını önlemeye çalışmak asli vazifemizdir. Her ne kadar böyle sefih bir yaşam biçimini, üzerinde konuşulmaya müsaade etmeyecek şekilde benimsemiş kişilere gerçekleri anlatmak çok zor olsa da, böyle olanların sayısı ülkemizde diğerlerine nazaran azdır. Bu yüzden her bilinçli mümin öncelikle İslam’ı elinden geldiğince kendi yaşamının her alanına yedirmeli, yaymalı ve yaşadıklarını, tattıklarını çevresine anlatma yöntemlerini, yollarını arayıp bulmalıdır. Sözlerimizi şu ayet mealini tekrarlayarak  bitirelim.

“İsrailoğullarından kâfir olanlar, isyan etmeleri ve haddi aşmaları yüzünden Dâvûd ve Meryem oğlu İsâ diliyle lânete uğradılar. Onlar -kötülük-yaptıkları zaman birbirlerini kötülükten alıkoymağa uğraşmazlardı. Bu yapmakta oldukları ne çirkin şeydi!” (Mâide: 5/78,79)

SÜLEYMAN ÖNSAY.

 

Sitemap 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41