Gönderen Konu: Üç Aylar ve Kandil Gecelerine Bakış  (Okunma sayısı 210 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

fanidunya

  • Ziyaretçi
Üç Aylar ve Kandil Gecelerine Bakış
« : Şubat 23, 2020, 10:31:19 ÖÖ »
Üç Aylar ve Kandil Gecelerine Bakış
   
Peygamber efendimizin “Recep mağfiret ve feyizlerle dolu mübârek bir aydır. Bu ayda yapılan dualar kabul olunur” buyurduğu ve üç ayların ilki olan Receb ayına girmek üzereyiz. Önümüzdeki Perşembe günü de hakkında “Beş gece vardır ki onlarda yapılan dualar kabul olur. Recep’in ilk Cuma gecesi, Şaban’ın yarısı gecesi, Cuma ve bayram geceleri” müjdesi verilen ve Regaib kandili olarak isimlendirilen; Hz. Muhammed Mustafa’nın (a.s.) birçok tecelli ve mânevî bağışlara mazhar olduğu kutlu saatlerdir.

Osmanlı Devletinin Sultan II. Selim döneminden itibaren değerlendirilmesine büyük özen gösterilen ve âdeta devlet şöleni haline dönüştürülerek kutlanıp “Kandil” adını alan gecelerin ilki olan Regâib kelimesi, rağbet olunan şeyler manasına gelir. Bu sözcük; farz namazlarla kılınan sünnetlerin dışındaki tüm nafile namazların ortak ismi olduğu gibi Recep ayının ilk Cuma gecesinin de adıdır. (Bk. D.Mehmet Doğan, Büyük Türkçe Sözlük, 11. Baskı, 1996, s. 925.)

Gerek üç ayların ve gerekse kandil gecelerinin biz müminler için normal yaşantılarımıza nispetle ne anlama geldiği ve hayata bakışımızda bizlere, ne tür bir derinlik kazandırması gerektiği hususunda Zünnun-ı Mısrî’ye (rh.a.) ait çok güzel bir temsîl ve teşbîh vardır. İslâm’ın genel öğretileri ve ölçüleriyle tıpa tıp örtüşen ve yerli yerine oturan bu veciz tanımında bu aylar için şöyle der:

“Sene bir ağaca benzetilse Receb, o ağacın yapraklanma, Şaban çiçeklenip meyvelenme, Ramazan ise olgunlaşan mahsûlün devşirilip toplanma zamanıdır.”

Demek oluyor ki, dokuz ay boyunca beş vakit namazlarımızın temelini oluşturduğu Allah’ın emir ve yasaklarına uygun yaşantımızla, İslâm’ın öngördüğü erdemli davranışlarımızla sulayıp, geliştirip kurumasını engellediğimiz kulluk ağacımız; idrak ettiğimiz Recep ayında yapraklanacak, sonra da Şaban ayında çiçeklenip meyvelenecek ve ayların sultanı Ramazanda ise meyvelerini verecektir. İşte üç aylar denilen bu mübarek günler, dokuz ay boyunca kulluğunun bilincinde ömür sürenler için bol rahmet, engin mağfiret, derin feyizler ve sınırsız nimetler içermekte ve sunmaktadır.

Geçirdikleri dokuz ay boyunca, gönüllerini, ruhlarını ve davranışlarını, isyan bataklığında çürütüp kurutanların, onları İslâmsız, Kur’ansız ve Peygambersiz bırakanların; ömürlerini ibadet, taat, dua ve hayırlarla beslemeyip isyan içinde yaşayanlara gelince; onların sadece bu aylarda ve bu gecelerde Allah’ı ve O’na kul olduklarını hatırlamaları kendilerini kesinlikle İslâmî ve Rabbanî çizgiye ulaştıramayacaktır. Böyle olanların, bu ay ve gecelerde, devşirebilecekleri semereler olsa bile rekoltesi çok mu çok düşük olacaktır. Tabi ki dokuz aylık isyan içindeki yaşantı, onların kulluk ağaçlarını, iman köklerine kadar inip kurutmadıysa ve onları küfre düşürmediyse.

Şu tarihi hakikati hiçbir zaman hatırımızdan çıkarmayalım. Allah’a kulluk adına sadece belli gün ve gecelere hürmet etmek insanları kurtarmış olsaydı, başta Ebu Cehil olmak üzere tüm Mekkeli müşriklerin de Mevlâ’nın rızasını kazanmış olmaları gerekir idi. Çünkü onlar, Recep ayına gerçekten çok değer verirlerdi. Öyle ki, onlar bu ay geldiğinde, oklarını torbalarına, kılıçlarını da kınlarına sokarlar ve her biri âdeta birer dürüstlük ve şefkat âbidesi kesilirlerdi. Hatta müşrikler, kardeşlerinin, babalarının ve evlatlarının katilleri ile karşılaşsalar bile bu aya olan saygılarından dolayı, başlarını kaldırıp onlara bakmazlardı. Bu ayda hayat; bütünüyle huzur ve güven ortamına dönüşürdü. Sanki Allah, onlara, kan dökmeyi, zulmü, soygunculuğu, haksızlığı sadece bu aylar ve günler için haram kılmışçasına bir tavır sergilerlerdi.

İşte bu tarihi gerçekler ışığında, her birimizin, bu günleri ve geceleri değerlendirme adına yapacağımız en önemli ve ilk iş, herhalde şu sorgulama olmalıdır:

Üç aylara ve kandil gecelerine hürmeten, Yüce Rabbimizin, yaşantımızın her anı için yasak kılmış olduğu yalancılık, hilekârlık, acımasızlık, menfaatçilik, , açık-saçıklık, içki, fuhuş, kumar gibi yasakları, sadece bu günlere has olmak üzere hayatımızdan uzaklaştırmamız nasıl bir anlayış ve nasıl bir uygulamadır? Yine nefes alıp verdiğimiz müddetçe her birimizin boynunun borcu olan, namaz, niyaz, dürüstlük, hayır, hasenat gibi güzel hasletleri, yalnız bu günlerde hatırlamamız nasıl bir bakıştır? Ve bu bakış, bizleri, hangi çizgiye taşımaktadır? Bizler, bu tavrımızla, kimlere benzemekteyiz? Ve bizler, kaplıca ve sahil evlerindeki devre mülk uygulamasına benzer bu devre kulluk yaşantımızla, nereye doğru koşmakta ve nereye gitmekteyiz?

Yapacağımız bu sorgulamalar; bizim bu gecelerin mana ve maksadına ulaşmamıza, rahmet ve mağfiretine nail olmamıza vesile olacaktır. Unutmayalım ki, bizler, ancak verilen son nefesle yani ölümle sona eren ve o ana kadar kesintisiz süren bir kulluk görevinin sorumlularıyız. Zira, Yüce Mevlamız öyle hükmetti:

“Ve sana yakîn (ölüm) gelinceye kadar Rabbine ibadet et!” (Hicr, 15/99.)

“Allah’ım! Recep ve Şabanı hakkımızda hayırlı ve mübârek kıl ve bizi Ramazana ulaştır.”

 

Sitemap 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41