Gönderen Konu: Boşalan - Boşanan Ev; Üşüyen Ailedir  (Okunma sayısı 499 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

fanidunya

  • Ziyaretçi
Boşalan - Boşanan Ev; Üşüyen Ailedir
« : Nisan 07, 2018, 09:37:59 ÖÖ »
Boşalan - Boşanan Ev; Üşüyen Ailedir!

Tarih boyunca insanlara en ağır gelen dini hükümler, tesettür’le, içki’yle ve fâiz’le ilgili olanlarıdır. Sıhhatli tesbitlere göre bu hükümler, Musevîlikte de, İsevîlikte de vardı. Fakat insanlar, ne yapıp edip, bu hükümleri uygulanmaz hâle getirmeye çalışmışlardır. Niçin? Çünkü nefse ağır geliyor. Neden ağır geliyor? Çünkü bu hükümler hayat tarzı ile doğrudan ilgilidirler. Dinin diğer icaplarını yerine getirip getirmediği, insanın hayat tarzı içindeki fotoğrafıyla anlaşılmaz. Yaparsın yapmazsın uzak görüntüden kimse bir şey anlamaz. Yâni hayat tarzı fedakârlığını şeklen gerektirmez. Ama tesettür öyle değil, fâiz öyle değil, içki öyle değil! Görülüyor ki, ‘nefs’in ve onun esiri olmuş insanlığın, her devirde ve her çağda “tesettür”den ve içki yasağından zoru olmuştur.

Tesettür ve içki, hayatın sosyal yönüyle; fâiz, iktisâdî yönüyle; meşveret, siyâsî yönüyle doğrudan ilgilidir. Diğer bir ifade ile ‘hayat tarzı’ ile ilgilidir.

Tesettürle ilgili bazı genel esasları ortaya koyarak Dinimize ters düşmeyen ilke ve prensip ölçüsüyle değerlendirmede bulunabiliriz. Bu genel esaslar hemen herkesin kabul edeceği şekilde ifade edilebilir. İlkeleri ortaya koyduğumuzda ifrat ve tefride düşmeyen, itidalli insanların kabulleneceği hususlar olduğu görülecektir. Kısaca;

 1-Sadelik,2-Temizlik, 3-Dikkat çekici olmaya çalışmamak ve şekli özellikleri şahsiyet değerlerinin önünde tutmamak. 4-Teşhir kastı gütmemek ve bu türlü yorumlanabilecek aşırılıklardan kaçınmak. 5-Tabiilik, sâdelik ve uygunluk şartlarını mümkün olduğunca gözetmek.

Bu hususlar, tesettürde dikkat edilmesi gereken prensiplerdir. Her zeminde savunulabilen esaslardır. İslami görüntü, tesettür farzının ifadesi olmalı. Dikkat çekmenin, kendisine baktırmanın, giydiğini gösterme niyeti taşımanın, İslâm ile ilgisi yoktur. Örnek olarak mesaj verme, ciddi, vakur, mütevazı şahsiyet olma ile gerçekleşir. ‘Modacı” kesilerek değil. Böyle bir yaklaşım bizi, belki tesettürün zahiri ölçülerinden değil, ama onu da şümulüne alan giyimle ilgili esasların ruhundan uzaklaştırır. Erkeği de, kadını da uzaklaştırır. Aleniyete dökülen bazı davranışlar, gayri ahlakiliğe götürür. Meşrûiyet, normal görme, alıştırma, kanıksama haline getirir. Hanımlığın sembolü, farzın ifası gibi görülüp kabul edilen tesettürlü hanımefendilerin sigara, flört, erkeklerle mesafesiz (halvet) halleri, mahremiyete dikkatsizlik, edeb ve hâyâyı kaybetme tehlikesi, dini/örfi/muhafazakârlık hallerle bağdaşmaz. İnsan edebini, hâyâsını kaybetmeye başladığında sürüleşir. Müslüman farklılığını kaybetmeye başlar. Özenti, taklit, israf başlar. Ben öyle Müslümanlar tanıyorum ki; üzerindekilerin maddi değerini hesaplasan, küçük bir işletme sermayesi olur! Gösteriş ve dikkat çekme arzuları yayılır. (Ki bu, tesettürün hikmetine aykırıdır.)  Şahsiyetlilik dengesi bozulur. Vakara, ciddiyete, “saygı, telkin edici” olmaya aykırı durumlar baş gösterir. Etek dahi aranır hale gelir. Komik olmak tehlikesi bile doğar. Böyle bir çerçevede hassasiyet, tutarlılık zaten kalmaz.

Tabiilik ve sadelik içinde bulunma, gösterişten sakınma-kaçınma, görmemişlikten sakınma-kaçınma, dikkat çekmekten sakınma ve kaçınma! Bütün bunlarda “başörtü”lü olanların kaale almaları gereken önemli noktalardır. Ayrıca insanı sevgiyle koruyup canlı tutabilirseniz, bu sayede verilmesi gereken hizmetleri verebilirsiniz. Her başörtülü direkt veya dolaylı inancı-dini-imanı hatıra getirir.

Basiretli insan, değişen şartlar içinde de, kendi dengesini bulur ve korur. Genel esaslara göre bulur ve korur. Bunun da şartı modaya kapılmamak ve değişimi hiç de sırıtkanlığa düşmeden törpülemektir.

Farkında olmadan düşülen hatalardan biri de İslâm’ın sadece “başörtüsü”ne indirgenmesidir. Bir “hayat nizâmı”olan İslâm’ı; inancın bir cüz’ü, bir parçası olan tesettürden veya başörtüsünden ibaret görmemeli, “bütün içindeki cüz”  ihmal edilmemeli, ancak “cüz”ü de terk etmeyip, bütün olarak algılamamalı.

Bazı uygulamalar, kurallar, dış görünüş olarak zahiren uygun bulunsa bile, hikmete aykırı olabilir. Unutulmamalıdır ki her şey, hayatın bütün içindeki yeri kadar önemli ve değerlidir.

Her şeye rağmen şuur tarafımız önde olmalı. İslâmî hassasiyet taşıyan her başörtülü, bembeyaz elbise giymiş demektir. Beyaz elbise leke kabul etmez! Tamircinin tulumundaki lekeleri gören, onlarla uğraşan var mıdır? İnsanın, kıyafetiyle dikkat çekmek istemesi ve o haliyle tatmin bulması, İslam’ın küllî hayat görüşüne aykırıdır.

Maksat baktırmak ve dikkat çekmek ise. Makyaj adı altında boyacı küpünden çıkmış gibi yüzünü gözünü boya herkes baksın sana. Ne kadar parfüm maddesi varsa sık üstüne millet burnunun deliğini kapata kapata baksın sana. İstenen bu mu? Ağzında sakız çiğneye çiğneye yürümek mi? Bilhassa başörtülü gençler sâdelik ve tabiilik içinde dikkat çekmeyen bir seçmecilik tercihinde bulunurlarsa doğru hareket etmiş olurlar.

Kimlik-kişilik-şahsiyet tavrı, itidal hâli sizi vakurlu itibarlı bir konuma getirir. Haliniz konuşur, hâliniz etkiler. Sıradanlaşmaktan kurtarır sizi. Bugün buna ihtiyaç var.

Farkında olunmayan bir diğer ısrar ve hata ise; ihtiyaç duyulsun-duyulmasın kadının çalışmak mecburiyeti ve diplomalı olma hayali!

İsterse 40. asırda olalım; aslen, kadının yeri evidir. Kadının topluma yapacağı en büyük hizmet, her şeyden önce zevcelik ve annelik vazifeleriyle alakalıdır. Bir “eve kapanma”dır tutturmuşlar. Evinin kadını evinde mahpus değildir. Şâyet vaktinin çoğunu evinde geçirmesinden dolayı böyle denilmekte ise; çalışanlar da iş yerinin mahpusudur.

Ev kadınının evde yaptığı iş, verimlilik bakımından hiçbir işle kıyaslanamaz. İnsanı, aileyi, toplumu inşâ eden kadındır. Toplum, annenin ve zevcenin boşalttığı evi hiçbir şeyle dolduramaz. Ne hizmetçiyle, ne kreşle, ne bakım müesseseleriyle, ne şununla, ne bununla. Boşalan ev; üşüyen aile demektir. Nesiller arasındaki iletişim zenginliğini kaybetmiş toplum demektir.

İslâm’ın öngördüğü hedef; “inançlı-bilgili-düşünceli-duygulu-ölçülü-dengeli” bir hayat yaşamaktır. Kadın için de öyledir, erkek için de. “Kadın” yerinde değildir. Huzurlu değildir, mutlu değildir. Çünkü fıtratına aykırı bir hayat tarzının baskıları altındadır. Kadının “yerinde” olmayışı toplumların en büyük meselesidir.

Çağdaşlık adına yozlaşmayı savunmak, aslında nefsini savunmaktır. Çaresizliği savunmaktır.

Yaşar Değirmenci.

 

Sitemap 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42