Gönderen Konu: Davranış Bozukluklarından Kurtulun  (Okunma sayısı 198 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

fanidunya

  • Ziyaretçi
Davranış Bozukluklarından Kurtulun
« : Ocak 12, 2020, 10:25:19 ÖÖ »
Davranış Bozukluklarından Kurtulun
   
Devlet, servet, güç ve iktidar demektir. Servetin ve gücün temerküz ettiği bu üst kurum, tarih boyunca şeytanın göz koyduğu kurum olmuştur. Çünkü şeytanlar gücün, iktidarın ve paranın temerküz ettiği yere akın ederler. İnsanları bunlarla ayartır, bunlarla baştan çıkarırlar. Ahlaka en çok ihtiyaç duyulan yerler, servet ve iktidarın temerküz ettiği yerlerdir.

Çünkü buralar ahlaksızlığın en çok işlenmeye müsait olduğu zeminlerdir. Paranın, gücün, silahın, servetin olduğu yerde insanı azmanlaşmaktan, haddini aşmaktan, kendini kaybetmekten, etrafına zarar vermekten, başkalarına zulmetmekten koruyan bir “ahlak sistemi” yoksa orada iktidar insani olmaktan çıkıp şeytanileşmiştir.

Ahlak sistemi? Dinden ve imandan bağımsız bir ahlak sistemi düşünülebilir mi? Yok böyle bir örnek. Kimse bana kimi bireylerin tek tek, bir sistemden yoksun “ahlaki davranışlarını” örnek göstermesin. Allah’a karşı savaş açıp da başarılı olmuş bir örneğe geçmişte rastlamıyoruz. Bize de, Allah’a savaş açanları açtıkları savaşla baş başa bırakıp risk alanlarından uzak durmak düşüyor. Adını “ekonomik kriz”, “siyasal kriz” koydukları krizlerin aslında “insan krizi” olduğunu biliyorum. İnsan krizinin de dinden, imandan ve Allah’tan bağımsız çözülemeyeceğine inanıyorum. Allah’ın gazabından korkuyor ve O’na savaş açanlarla birlikte yaşamanın, bir riski peşinen kabullenmek olduğunu biliyorum. Ama içimi ferahlatan hep Kur’an’ın şu müjdesi oluyor:

“Kim Allah’a karşı sorumluluğunun bilincinde olursa, O onun için bir çıkış yolu açacaktır.”

Allah’ın emri laiklikle bağdaşmayıp ters düşüyorsa, ya Allah’tan yana ya da laiklikten yana olacaksınız.

Bu durumda ya Müslüman olacaksınız, ya da laik. Eğer Allah’ın emri laiklikle bağdaşmıyorsa, laiklik bir tür İslam karşıtı bir başka din haline gelmiş oluyor.

Ve bu durumda tabii ki devletin laik olması demek, İslam’a karşıt olması anlamını taşıyor. Yani laikliğin, “din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması” biçiminde tanımlanması dini hayatın dışına çekip vicdanlara hapsetmektir. Aslında İslam dininin yerini laiklik dini almış oluyor. Eğer Allah’ın emri laiklikle bağdaşmıyorsa, laiklik bir tür İslam karşıtı bir başka din haline gelmiş/getirilmiş oluyor. Peki, bu durumda bu ülkede yaşayan Müslüman ne yapacak?

Ya dininden çıkıp devlet dinine yani laikliğe intisap edecek, ya da başına gelecek olana katlanıp İslam’da kalmayı, yani laiklikle bağdaşmayan Allah’ın emirlerini yerine getirmeyi tercih edecektir.

Şunca yıldır bütün devlet imkânlarına ve kafa yıkamalara, düşündürtmemelere rağmen laikliği din haline getirenlere gerekli cevabı vermişlerdir.

İslam böylesi durumlarda çok özgürlükçü. Devlet zoruyla din dayatmaz insana. Çünkü din özgür seçim işidir. Kur’an-ı Kerim, Müslümana şöyle emir verir:

“De ki: Ey inkârcılar! Tapmam sizin taptıklarınıza, siz de benim taptığıma tapmazsınız. Asla tapmayacağım sizin taptıklarınıza, siz de benim taptığıma tapacak değilsiniz. Sizin dininiz size, benim dinim bana!”

Enerjisi bir türlü tüketilemeyen bir güç İslam. Hem de şimdilerde ABD’nin temsil ettiği modern Batı uygarlığına alternatif olma potansiyelini bağrında barındıran bir güç. Bu güç, dün olduğu gibi bugün de milyonlarca insanın hayatını şekillendiriyor, onlara ideal aşılıyor, bilinçlerini ve kimliklerini inşa ediyor.

İnanç sistemlerinin elbette bir “öte dünya” tasavvurları vardır. Hatta ahiret inancı, İslam adlı insanlığın değişmez değerlerinin en temel rüknü ve nihai amacıdır. Bu amaç ancak dünya adlı araçla bir anlam ifade eder. Bu yüzden “bu dünyasız” bir “öte dünya” düşünülemez.

Kendini laik sananlar dinle yüzleşmek zorundalar.

Kendini laik sanmak, olsa olsa cehaletten kaynaklanan ideolojik bir kuruntudur. Hele bizde görülen türdekilerin, bazen paranoyaya kadar varan davranış bozukluklarına bakılırsa, bunun hepten böyle olduğu açıkça anlaşılır.

Bunların en başında dine ve dini değerlere karşı saldırganlığa kadar varan ölçüsüz bir karşıtlık geliyor.

“Kendini laik sanan” biri olmak bu ülkede, mutlaka rejimden ucundan kıyısından beslenmek anlamını taşır. Çoğunlukla bu beslenme “haksız”, “yandaşlık” içeren ve sahibini “haramzade” yapan türdendir.

Muhtemelen ya kayırılarak rejimin serasında yetiştirilmiş, ya rejimin kutsalları açısından bir ortamda beslenip büyütülmüş ya da resmi ideolojinin yüksek himayesine mazhar olmuştur.

Bunların sayıları sınırlı, üretim alanları belli, çevreleri dar, yetişme tarzları tek düze, düşünceleri sabittir. Bilgileri mi?

Kendi değerlerinin cehaletini taşırlar. Böyle yetiştirilmişlerdir. Onun için de öğretilemez ve eğitilemezler. Kendini laik sananlar hak, hukuk, özgürlük ve adaleti hep kendileri için geçerli değerler olarak savunurlar. Bütün bunlar kendileriyle birlikte başkalarını da kapsadığında, o hakka, o özgürlüğe düşman olmakta bir an tereddüt etmezler.

En cahili oldukları konuysa dindir. Ne gariptir ki, “kendini laik sananlar” en çok dini konularda ahkam keserler. Bunu yaparken, çok sevdikleri tanımla “bilimsel olmanın” en asgari kurallarına ve standartlarına zerrece özen göstermezler.

Bilmediğini itiraf edenine rastlamak mümkün değil. İstisnasız “pozitivist”tirler, fakat hiç “pozitif” değildirler ve asla da olamazlar. Aksine “negatif”tirler. Korkularıyla, şüpheleriyle, kaygılarıyla yaşarlar. Bunu, bulaşıcı bir hastalık gibi etraflarına ellerine geçirdikleri her araçla bulaştırırlar.

Hastalıktan kurtulmalarının çaresi; Dinimiz İslam’ı özünden kaynağından öğrenmektir.

Yaşar Değirmenci.

 

Sitemap 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41