Gönderen Konu: Dur ve Dinle  (Okunma sayısı 202 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

fanidunya

  • Ziyaretçi
Dur ve Dinle
« : Aralık 26, 2019, 09:27:48 ÖÖ »
Dur ve Dinle
   
   Genel görüş (belli çevrelerde) şu: Bırakın canım, insanlar istediğini yapsın, istediğine inansın, istediği müziği dinlesin, istediğini okusun, istediği gibi düşünsün, istediği gibi konuşsun, istediği gibi giyinsin, istediği gibi yaşasın, vs. Peki ama ölçüler yok mu?

Akıl ölçüleri, ilim ölçüleri, inanç ölçüleri, sorumluluk ölçüleri, sanat ölçüleri? Ölçü yokluğu demek, değer yokluğu demektir.

‘Herkesin istediğini yapabilmesi’’nden kast olunan şey, nefsin emrine girip, arzu ve isteklerin emrine girip onlara bir nev’i kulluk yapmaktır. Sadece onu söylüyorsunuz, saçmalıyorsunuz demektir. Ne zamandan beri bu özgürlük oldu?

Hürriyetin/özgürlüğün başlangıcı ‘Allah’a kulluk’ ile başlar. Gerçi saçmalama hürriyeti de vardır ama hürriyeti saçmalamaya irca etmek çok büyük yanlıştır! Günümüzde maalesef, birçok meselenin altında işte bu büyük yanlış yatıyor. Belli kesimlerin isteklerini yerine getirmemek özgürlüğe karşı olma olarak söylenip durulur.

Bugüne kadar en geniş hürriyet, ‘yozlaştırma hürriyeti’ olmuştur. Böyle olunca hürriyetin de yozlaşması tabiidir. Şöyle insafla bir bakın geriye. Hangi noktadasınız? Ne verdiniz insanlarımıza ve neler kaybettirdiniz? ‘Herkes istediğini yapar’dan başka değer tanımamak tek kelimeyle ‘yozlaşma’ taraflısı olmak demektir.

Her meşru faaliyetin amacı, insanlara bir şey kazandırmaktır. İlim de bunun için yapılır, sanat da, tefekkür de. Belli kesimler, sanat adına düşünce adına insanlarımızı istismar ettiler. Yozlaşma sömürüsü yaptılar. Gerçek bu. Bilerek yaptılar bunu. ‘Para için’ olanı anlamak kolay. Fakat kolay yoldan bir konuma gelmek ve orada keyif sürmek bencilliği uğruna yozlaşma sömürüsü yapanları herkes anlayamıyor. Asıl bunlar etkili olma direnişini sürdürüyor, değişik motifler ve örtüler kullanarak…

Demokratikleşme yokluğundan şikayet ederken, bu gerçeği görmezlikten gelmemeliyiz.

‘Haklar-hürriyetler neden verilmiyor?’ denilmekte. Vatan bölücülerine, devlet yıkıcılarına müdahaleyi özgürlüğe müdahale olarak görenlere ‘Dur!’ demek zarurettir.

‘Sorumluluklar ve görevler’ bir şuur halinde (eğitim yoluyla) yerleşmedikçe, benimsenmedikçe; dünyanın en mükemmel anayasasını getirseniz bile, ‘haklar, hürriyetler’ şikayeti bitmeyecektir. Bizim demokratların; koruma geliştirme, sorumluluk ve görev şuuru, değer ölçüleri, bütünlük ve hayatiyet, gibi hiçbir dertleri yok.

Korunmayan gelişemez. Aileyi korumazsanız milleti millet yapan değerleri korumazsanız, insanın ve hayatın bütünlüğünü korumazsanız; neyi nasıl geliştireceksiniz? Dengeyi korumazsanız; nasıl değişip yenileneceksiniz, devamlılığı nasıl sağlayacaksınız?

İnsanı soyutlamak, onu parçalayıp yalnızlaştırmaktır. Aileye boş ver, millete boş ver, değer hükümlerine ve değer ölçülerine boş ver; yaşasın ‘birey’ yaşasın demokrasi! Yaşayamaz ki! Yozlaşır ve tanınmaz hale gelir; başka şeylere dönüşür, başka adlar alır. Aynı nakarat devam ediyor, aynı gaflet dayatılıyor. Bazıları da ters yönden buna çanak tutuyor. Fakat böyle gitmez. Gitmeyecek. Asıl telaş da, bunun fark edilmeye başlamasından doğuyor.

Fikir Hürriyeti’ni geliştirmeden, en hayatî izahları sunmanın dahi yolunu bulamayız. Hürriyeti, maddî-behimî serbestlik olarak anlayan insanların yetişmesini ve tahribâtını önleyemeyiz. Bu yaraları saramayız, bu hicrânı dindiremeyiz. Saksı çiçekleriyle baharı getiremeyiz. İnsanımıza, cemiyetimize bütünlüğünü kazandıracak gelişmeleri gerçekleştiremeyiz. Akıl-inanç, madde-ruh, kültür-medeniyet dengesini kuramayız. Batı’nın trajikomik bir karikatürü olmaktan kurtulamayız.

Yaşanmayan, hayata nüfuz etmeyen, sosyal tezahür imkanlarından mahrum bırakılan her inanç zayıflar, solar, küllenir. Değişenlerle, yozlaşma mağluplarıyla, dostlukları unutmuş, uyuşmuş, kendinden kaçmış olanlarla, vefasızlarla bir aradayız. Kızsak da,  kabullenemesek de konumumuz onlara da sahip çıkmamızı gerektiriyor. Bilenlerin bilmişliği ile her gün karşılaşsak ne çıkar? Devam edebilenlerle görüşemesek ne gam. Bir ‘merhaba’ bile yeter bazen. Gönül dostlukları, mefkûre dostlukları, inanarak, düşünerek, duyarak yaşayanların dostlukları, hiçbir maddî ve nefsânî tezahüre muhtaç değildir. İçlerinden tezahür şansı bulabilenler, hepsini temsil eder. Hepsine yeter.

Umut, onun için en koyu hasretlerde, en ağır hicranlarda bile bitmez. Bitenler bitsin umut bitmez, umudun yaşatıcısı olan dostluklar bitmez. Bir gün dünyadaki misafirliğimiz bitecek; onlar devam edecek. Hatırlamak ve düşünmek birbirinden ayrılmaz. Düşünmeyen yaşadıklarını gözlemleyemez ve bir süzme yapıp şahsiyetine mal etmediği için tam ve doğru hatırlayamaz. Öyle yaşaması sebebiyle de düşünüş zaruretlerinden devamlı olarak kaçmaya başlar. Kaçarak uyuşur, uyuşarak yozlaşır. Üstadın “Bir hayata çattık ki hayata kurmuş pusu” mısraında ifadesini bulan bir hal içinde kaybolup gider.

Düşünerek ve hissederek yaşadığımız için unutmadık. Hayatın sebebini ve gayesini unutmayan, yaşadığı hayatı da unutmaz. Yaşamak inanmaktır, inanarak düşünmektir, düşünerek duygulanmaktır, mefkûre heyecanıyla istikamet üzere yol almaktır. Bu yürüyüşte hastalıklar da, maddî-manevi rahatsızlıklar da var. Sınav da var, mükafat da mücazat da… Hicranlar ve hasretler var ama dostluklar da var, sevgiler de var. Elbette ki var, iyi ki var, çok şükür ki var…

Düşüncelerin korkunç biçimde çatıştığı dünyamızda şu amaç hiç unutulmamalı: ‘Herkesin yüce gönüllü yanını tutmak, kimsenin kötü yanını tutmamak.’ Daha geniş, daha derin bir muhtevayla; ‘Menfilik tavrına buğz etmek, ama onu yapanı kazanmaya çalışmak’   

Herkes bir gurbet yolculuğunun çeşitli hasretler içinde. Bir bakıyorsunuz insanların yarısı ağlıyor, yarısı oynuyor yahut insanlar ya ağlıyor, ya oynuyor. Oynayanların çoğu da ağlamamak için oynuyor. Böyle bir psikoloji içinde bulunduğumuzdan dolayı da, bizi biz yapan değerlerimizin kaybı, bizi şahsiyetler planının çok ötesinde derinden etkiliyor. Kendimize ağlıyoruz aslında. Habire savrulduk ve hâlâ savrulmaya devam ediyoruz. Her kazandığımızı ruhumuzdan verdiklerimizle ödettiler. Yakamızı paçamızı bırakmadılar. Sevgiyi-saygıyı reddeden hayat tarzlarının icbarıyla bağrımızı taş ettiler. Ne merhamet kaldı, ne şefkat ne de sevgi ve hoşgörü. Böyle hallerde şöyle dua ederim:

Allah’ım Senden hayırlı olan işleri yapmayı, aklın ve dinin çirkin gördüğü şeyleri terk etmeyi ve fakirlerin sevgisini istiyorum.

Allah’ım! Senden düzgün bir yaşantı, temiz bir ölüm ve rezil rüsva olmadan Sana dönebilmeyi istiyorum.

Allah’ım! Harama bulaşmaktansa helalinle yetineyim. Beni lütfunla Senden başkasına muhtaç etme.

Allah’ım! Haktan ayrılmaktan, ikiyüzlülükten ve kötü ahlaktan Sana sığınırım.

Yaşar Değirmenci.

 

Sitemap 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41