Gönderen Konu: Gönül Dünyamızı İhmal Etmeyelim  (Okunma sayısı 81 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

fanidunya

  • Ziyaretçi
Gönül Dünyamızı İhmal Etmeyelim
« : Şubat 12, 2021, 08:33:42 ÖÖ »
Gönül Dünyamızı İhmal Etmeyelim
   
İman, dil ile ikrar kalp ile tasdiktir. Yani dinin temel terimi imandır ve imanın yeri kalptir, gönüldür.

Kur’an-ı Kerim kalp merkezli bir kitaptır. Buradan hareketle din eğitimine gönül eğitimi demenin hiçbir mahzuru yoktur. Çünkü din eğitimi kalbin hastalıklarını, kir ve pasını, katılaşmasını, kabalaşmasını, taşlaşmasını giderme faaliyetidir.

Gönül eğitimi gerçekleştiğinde yani yukarıdaki olumsuzluklar giderildiğinde kalbin ismi Kitab’ımıza göre kalbi selim olur. (Şuara, 36/89.) Evet, Allah Teala üç organ üzerine dikkatimizi çekiyor: Kulak, göz, gönül. Zıtlarını da biliyoruz: İşitmeyen kulak, görmeyen göz, akletmeyen kalp. (A’raf, 7/179, 195.) Gönlü besleyen iki ana damar vardır: Kulak ve göz. Kulak ve göze hayatiyet kazandıran bir kaynak vardır: Kalp.

Peygamber Efendimizin ifadeleriyle Allah şekil ve suretimize değil, davranış ve kalplerimize bakacak. Gönlümüze nazar buyuracak. Onun için gönül erleri “Nazargâh-ı ilahîdir yıkma kalbini kimsenin” demişlerdir. İbadetlerimize dikkat ettiğimiz kadar ahlaki davranışlarımıza da dikkat etmemiz gerekir.

Ahlaki zaaflarımız çoğaldıkça ibadetlerimizin bereketi de azalır. İbadet dünyamız derinleştikçe ahlakımız da güzelleşir. İkisi birbirini besler. Namazımız gerçek namaz makamına tırmanırken, insanlarla olan ilişkilerimiz kemal devrini yaşar. “İncinme ve incitme” zevkine ulaşılır. Bu yol, bizi dünyaya gönül kırmak için değil gönül yapmak için geldiğimiz şuuruna taşır.

İhlas ve samimiyet dinimizin temel terimlerindendir. Zıddı ise riya ve gösteriştir. Dinî hayatımız riya ve gösterişle temas hâlinde ise yürüyüş merdivenimiz yukarıya doğru çıkmıyor demektir. Riya, nefsin gizli tuzağıdır ve bu tuzak mümini gizli şirk durağına kadar sürükleyebilir. Bu tuzaklara düşmemek ve gönül merkezli bir hayat kurmak için Peygamber Efendimizin irşadına ihtiyacımız vardır. Yani onun önem verdiklerine önem vermek, onun gerilere ittiği konuları gerilere itmek gerekir. Bu Ahlak-ı Muhammedi’nin birinci maddesidir. Çünkü o, peygamber olarak niçin gönderildiğini bize izah ederken tek kelime kullanmıştır: Ahlak. Ahlak, dinî hayatımızın zeminidir. Zemin yoksa bina yapılamaz. Yapılsa da uzun ömürlü olamaz. Efendimizin ifadeleriyle, “imanın tadını tatmak” için bu tuzağa düşmemek için her an teyakkuz halinde (uyanık) olmak gerekir.

Allah ile dost olmanın yolunun Rasulüllahtan geçtiğini öğrendikten sonra bu muhabbetin peşine düşmüşlerdir. Kalbi selim sahibi insanları arayıp bulmuş onların rehberliğinde gönül yolculuğuna çıkmışlardır. Birileri toprakların fethiyle meşgul olurken onlar gönülleri fethetmenin yollarını aramışlardır. İki fetih birleşince de Rabbimizin memnuniyeti tahakkuk eder. Allah ve Rasulüllah aşkıyla gerçekleşen bu fetihlerin ‘şifre’si selim kalbin sergilediği tevazudur/alçak gönüllülüktür. Topraklar zaman içinde el değiştirmiştir. Bundan sonra da değiştirecektir. Fakat gönüllerin fethiyle okunmaya başlanan Ezan-ı Muhammedi (çağıldayan ırmaklar gibi) kıyamete kadar susmayacaktır.

Çağımızda gönül kavramının yerine güç kavramı ön plana çıkartılmaktadır. Ahlakın gücü mü, gücün ahlakı mı? Kariyer basamaklarını çıkarken ardımızda kırık gönüller bırakıyoruz. Sosyal hayatımızda gönül hukukunu göz ardı ederek kolaylıkla gönüller kırabiliyoruz. Modern insanın kronik yalnızlığında gönül yapamamanın çok etkili olduğunu görüyoruz.

Her asırda insanın dengesini bozan, sapmasına sebep olan farklı hastalıklar vardır. Asrımızın ‘üç veba’sı ise; materyalizm, kapitalizm ve sekülerizmdir. Hastalıklarımıza, zaaflarımıza doğru teşhis konulmadan, tedaviye geçilemez.

Materyalizmin tek derdi vardır: Madde. Kapitalizmin tek değeri vardır: para. Sekülerizmin tek putu vardır: dünya. İletişim araçlarının da olağanüstü desteği ile bu üçlü ahtapot insanlığı tehdit ediyor. Oluşturduğu ‘tsunami’ ile hepimizin ayaklarını yerden kesiyor. Gönlümüzün hak ve hakikatle temasını engelliyor. Biz de bazen farkında olmadan onların değirmenine su taşır hâle geliyoruz.

Dünya malına tamah, daha çok kazanma hırsı, gittikçe büyüyen israf, bizleri aşırılığa ölçüsüzlüğe sevk ediyor, gönül yapmak yerine gönül kırmaya yönlendiriyor. Toplumların ve sistemlerin, büyük sermayeler tarafından şekillendirilmesine dayanan kapitalist zihniyetin, hiçbir mânevî tarafı yoktur. Bilâkis o, nefsâniyeti palazlandırdığı için, mâneviyâtı zaafa uğratan bir sistemdir. Zira bu sistem, vicdan sorumluluğu telkin etmez, bilâkis gözyaşı ve merhameti unutturur. Dünyanın aldatıcı, parıltılı hedeflerine doğru koşarken kırdığımız kalplerin farkına bile varamıyoruz.

Çünkü bu yalancı hedefler, hepimizin dengesini bozmuştur. Peygamberimizin “En hayırlınız; dünyası için ahiretini, ahireti için dünyasını terk etmeyendir” hadisinin ışığında hayatımızı tanzim etmeliyiz. Dünyaya dönük gözümüzü dört açtık, gönül gözümüzü ise kör ettik. İnsan öyle bir varlıktır ki usulünce terbiye edilir esaslarına uygun olarak eğitilirse gerçekten karıncayı bile incitmeyen bir noktaya yükselebilir. Kin ve düşmanlıkla beslenince canavarlardan, sırtlanlardan daha yırtıcı hâle gelebilir. Resûlullâh Efendimize: “Kurtuluşa eren fırka hangisidir” diye sorulduğunda: “Benim ve Ashabımın bulunduğu yola uyanlardır’’ buyurmuşlardır. Dünyaya geliş gayemizi, imtihan dünyasında olduğumuzu, şeytan ve nefsin hiç boş durmadığını düşünerek yaşamalıyız. Peygamberimizin getirdiği vahiy bize geçmişin esaslı bir özetini verir. Bu özetin en güzel okunduğu surelerden birisi Şu’ara suresidir. Bu surede kavimlerine gönderilen bütün peygamberlerin onları şu ortak ilkeye davet ettikleri anlatılır: “Allah’a karşı gelmekten sakının ve O’nun elçisine itaat edin.” (Şu’ara, 26/107.)

Peygamber Efendimizin tâbileri olarak İslam dininin iyilik ve güzelliklerini temsil ve tatbik etme ile bütün insanlığa anlatma sorumluluğumuz vardır. İnsanlığın aradığı barış ve mutluluk iklimi Kur’an ve sünnetin yol göstericiliğindendir. Gönül doktorumuz Peygamberimizin himâyesine muhtacız. Ne acıdır ki yalan, ihanet ve riyanın, gösterişin hükümferma olduğu bir dünyada yaşıyoruz ideal, model insan örneklerinden mahrumuz. İnsanlık Allah’ın elçisinin örnek şahsiyetini tanımaya muhtaçtır. Tanıyalım, tanıtalım, insanlarla buluşturalım. Tabiinden âlim, fazıl, muhaddis gönül doktorumuz, rehberimiz Peygamberimizin izini süren bir gönül dostu, gözyaşlarının sebebini izah ediyor. Abdullah bin Mübarek Hazretleri, kötü huylu bir kimseyle yolculuk yapmıştı. Seyahatleri bitip ayrıldıklarında Abdullah bin Mübarek içli içli ağlamaya başladı. Bu hale şaşıran dostları: ‘Neden ağlıyorsun? Seni böylesine mahzun eden şey nedir?’ diye sordular.

O gönül dostu, derin bir iç çekti ve yaşlı gözlerle: “O kadar yolculuğa rağmen beraberimde bulunan arkadaşımın kötü hallerini düzeltemedim. O biçarenin ahlakını güzelleştiremedim. Düşünüyorum ki; acaba benim bir noksanlığımdan ötürü mü ona faydalı olamadım? Şayet o, benden kaynaklanan bir hatadan dolayı istikamete gelmediyse, yarın halim nice olur!” dedi ve hıçkırıkları boğazında düğümlenmiş bir vaziyette ağlamasına devam etti. Rabbim bizleri de milletin, ümmetin, insanlığın şu hâline gözyaşı döken kullarından eylesin.

“En üstün müminler dünyanın ihtiraslarından arınanlardır” sözünü de unutturmasın!

Yaşar Değirmenci.

 

Sitemap 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41