Gönderen Konu: Gücün Ahlakı Mı, Ahlakın Gücü Mü  (Okunma sayısı 284 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

fanidunya

  • Ziyaretçi
Gücün Ahlakı Mı, Ahlakın Gücü Mü
« : Ekim 06, 2018, 11:32:30 ÖÖ »
Gücün Ahlakı Mı, Ahlakın Gücü Mü?

Top yekûn Müslümanlarca temsil edilmesine ne kadar da hasret kaldığımız çok önemli bir husus, güzel ahlâk meselesidir. Yani İslâm’ın aslı ve kendisi.. Müslümana herkesten daha çok yakışan sıfat. Ahlâk, huylar, seciyeler, mizaçlar, anlamında bir kavram. Bu çerçevede ahlâk, ‘İnsanın bir amaca yönelik olarak kendi arzusu ile iyi davranışlarda bulunup kötülüklerden uzak olmasıdır’ şeklinde tanımlanabilir.

Müslümanın iyi davranışlara yönelip, her türlü kötülükten uzaklaşması olan güzel ahlakının, iki temel kaynağı, Kur’an ve Sünnettir. Yegane önder ve örneği ise, Kur’an’ın canlı örneği ve tercümanı Peygamberidir. Çünkü Rabbimiz O’nu insanlığın önüne model olarak koymuş ve Rasulüllaha tâbi olunmasını, ‘üsveyi hasene’ (güzel örnek) olarak uyulmasını tavsiye etmiştir.

İşte şu ayet-i celile ve devamında gelen hadis-i şerif bunu ifade ediyor: “Sen en yüce bir ahlâk üzeresin” (el-Kalem, 68/4) “Ben ahlâkî prensipleri tamamlamak üzere gönderildim.” (İbn Hanbel, Müsned) Allah Teala, Peygamberinin ahlakını önce inşa ediyor, sonra övüyor, daha sonra da, biz Müslümanlardan böyle olmamızı bekliyor.

Allah’a karşı kendini sorumlu hissederek hareket etmek, İslam ahlâkının temel prensiplerindendir. Bunun yansımaları ise, Allah’tan korkma, onun emirlerine saygı gösterme ve bu emirleri asla aksatmaksızın yerine getirme, yasakladığı her şeyden de kaçınma gibi noktalarda ortaya çıkar.

İslami güzel ahlakın bir yönünü de Müslümanın, kendi cinsleri de dahil, bütün mahlûkâta karşı, son derece merhametli, adaletli, şefkâtli davranması, zayıf ve muhtaçlara yardım etmesi, ana ve babaya saygılı olması ve onların gönüllerini kazanmaya çalışması gibi hususlar oluşturur. Bunun için de Müslüman, duygularına hakim ve tevazu ehli olmalı; sabır, edep, hayâ ve insaf sıfatları onun mizacını şekillendirmelidir. Bütün bunlardan dolayı da toplum içinde güzel ve hoş karşılanmayan her türlü kötü davranış ve alışkanlıklar, zamanla değiştirilmelidir. Kötü huy ve davranışlardan kurtulmak ise, iradenin kontrol altında tutulup, ona sahip olmakla mümkündür. İradenin kontrolü ancak Allah emri olan ibadetlere sımsıkı sarılmak suretiyle olabilir.

Dünyaya hükmeden gücün ahlak ve basiretten yoksun olması, insanlığın içinde bulunduğu krizin asli sebebidir. Güç, para, iktidar… Şeytan ve dostları en çok bu üç kelimeye kulak kabartırlar.

Şeytan ve dostları en çok güç, para ve iktidarın olduğu yerde yoğunlaşırlar. Bu üçünün bir araya geldiği yerleri mesken edinir, insanları bunlarla ayartır ve saptırırlar. Ahlak, insanda en çok bunların bir arada olduğu yerde lazımdır.

Ahlaksızlığın en zararlısı, gücün ve güçlünün ahlaksızlığıdır. Güçsüzün ahlaksızlığının zararı kendinedir. Güçlünün ahlaksızlığının zararı gücünün yettiği herkesedir.

Kur’an-ı Kerim’de verilen Karun örneği, paranın ahlaksız kalınca sahibini ne hallere düşüreceğinin ibretlik öyküsüdür.

Yusuf örneği, iktidara taşınan ahlakın ne muhteşem sonuçlara imza attığının kıssasıdır.

Kehf suresindeki Zülkarneyn örneği, bilgelikle gücün birlikteliğinden doğan adalet ve hikmetin meselidir.

Dünyayı hâkimiyeti altına alan mevcut küresel güç, herkes tarafından anlaşılmıştır ki, basiretsiz ve ahlaksız bir güçtür. Bu gücü ortaya çıkaran çağdaş uygarlık, çoktan girdiği değerler krizinden çıkamayacağını belli etmiştir. Bunun için de ‘değer’ açığını ‘güç gösterisi’yle bastırmaya çalışmaktadır. ‘Güç ve iktidar basiret ve ahlaktan yoksun olursa, bu insanlık için yalnızca felaket getirir.’ Sözü boşuna mı söylenmiştir.

Bu küresel gücün ahlaksızlığından en çok etkilenenler Müslümanlardır. Çünkü bu güç onları ‘tehdit’ ilan etmiştir. Müslümanların küresel güç karşısında ne askeri, ne teknolojik, ne siyasi ne de ekonomik açıdan tehdit oluşturmadıkları o kadar ortada ki, bunu isbata gerek bile yok. Peki o zaman nedir mesele? Elbette, onların inanç sistemi olan İslam’dır. Küresel ahlaksız güç İslam’ı ‘rakip’ ilan etmek yerine ‘hasım’ ilan etti. Kendisi için alternatif olan İslam’ı, tehditleştirici bir söylem geliştirdi. Bu saldırının İslam’ın imajına yönelik olacağının gerekçesiydi. Çünkü girilen değer krizinin farkına varan sancılı ve bilinçli bireyler, kendilerine yeni değerler sistemi aramaya başladıklarında uğramadan geçemeyecekleri bir duraktı İslam. Gücün ahlakına değil, ahlakın gücüne olan ihtiyacın bile farkında değiliz.

Konforunu bozmak istemeyenler ‘Ne yapmalı?’ yerine, ‘Elden ne gelir’ mazeretine sığındılar.

‘Ne yapmalı?’ sorusunu sorabilenler, kaygı taşıyanlardır; dünü, günü ve yarını için; kendisi, ailesi ve başkaları için; yüreği, evi ve memleketi için; dünyası ve ahireti için. Kaygı taşıyanlar, yani zikir ehli.

‘Ne yapmalı?’ diyenler, her şeyden önce, bir şeyler yapabileceklerine olan inanç ve umuda sahip olanlardır. Umudu yitirmek inancı işlevsiz kılar.

‘İmkanım yok’ diyenler, iman gibi bir imkanın ya farkında olmayanlar, ya da ondan mahrum olanlardır. Çünkü iman en büyük imkandır. İmanı tükenmeyenin imkanı tükenmez.

Çağımız Müslümanlarının, İslam ahlakını tam olarak üzerlerinde yansıtamamaları sebebiyle -maalesef- belki bir defa “La ilahe illallah“ dese bizden çok daha iyi Müslüman olacak insanların, daha da uzaklaşmasına sebep olabiliyorlar. Bunun vebali Müslümanlar olarak hepimizin boynundadır. Öyleyse Allah rızası için, “hürmet, hizmet, merhamet, edep, hayâ, nefse hâkimiyet, tevazu, adalet” gibi güzel ahlak örneklerini benimseyerek; “yalan, küfür, lânet okuma, alay etme, kibirlenme, koğuculuk yapma, gıybet etme, riyâ, cimrilik, kıskançlık” gibi çirkin şeylerden de uzak durarak, hem Allah’a, hem kendimize, hem hemcinslerimize, hem de çevremize karşı güzel ahlak prensiplerini sergileyelim.

 Allah’ın işaret ettiği ahlak ile ahlaklanması gereken biz Müslümanların merhameti bütün müminleri, bütün insanları, hatta bütün canlıları içine almalıdır. “Merhamet edenlere Allah da merhamet eder. Siz yeryüzündekilere (bütün canlılara) merhamet edin ki, göktekiler de (Allah ve melekler) size merhamet etsin.”  (Ebû Dâvûd, Edeb) Rabbimize “Sen affedicisin, affetmeyi seversin, beni de affeyle.” (Tirmizî, Deavâ) diye dua ettiğimiz gibi, biz de samimi bir şekilde bize karşı yapılan hata ve kusurları af edelim, hakkı geçen herkesin hakkını helal etmenin üzerimizden aldığı yükü hissedelim, üzerimizde hiçbir hakkın bulunmamasının lezzetini tadalım. Umulur ki, bu davranışımız, Allah’ın hoşnutluğuna ve bizleri affetmesine vesile olur. Allah’ın rahmeti ve merhameti ebediyen hepimizin üzerine olsun.

Amin.

Yaşar Değirmenci.

 

Sitemap 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41