Gönderen Konu: İslâm Medeniyeti Şuurunu Kaybetmeyelim  (Okunma sayısı 3031 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

fanidunya

  • Ziyaretçi
İslâm Medeniyeti Şuurunu Kaybetmeyelim
« : Mart 08, 2020, 02:13:24 ÖS »
İslâm Medeniyeti Şuurunu Kaybetmeyelim
   
Her bir Müslüman topluluk, kendi arasından çekirdek ümmeti çıkarıp önce içinden çıktığı topluma ‘analık’ yapması, onun yaralarını sarıp imha edilmiş tasavvurunu, aklını ve kişiliğini tamir etmesi gerekiyor. Müslüman topluluklar içerisinden çıkan çekirdek ümmetler nitelikli ‘Ana toplum’ olmak durumundadır. Sadece çocuklarının yıkılan kişiliğini değil analarının babalarının iğdiş edilmiş kişiliklerini de onaran, onlara şahsiyet kazandıran, onlara çalınan kimliklerini iade eden bir ümmet.

Vahiy, bu inşa işleminin içe dönük olanına el-emr bi’l maruf ve’n-nehy ani’l münker; dışa dönük olanına ise tebliğ ve davet adını veriyor. Ma’rufu özendirmek-münkerden sakındırmak, tebliğ ve davet ümmetin asli vazifesi. Kur’an-ı Kerim ümmetin hayatı inşa sorumluluğunu vahy ile gerçekleştirmesini çeşitli ayetlerle beyan ediyor. Hem marufu özendirmek ve münkerden sakındırmak, hem de tebliğ ve davet. Bu dört asli vazife, lâyıkı veçhile yapılırsa toplum huzurlu bir toplum haline gelir. Bu vazife ve mükellefiyetler yerine getirilmezse; bunalımlar, huzursuzluklar, sıkıntılar, vs. doğal hale gelir/getirilir. Emr bilma’ruf nehy anil münker, ümmetin hayatı inşa sorumluluğuna verilen isimlerdir. Kur’an’ın üzerinde birçok farzdan daha fazla durduğu ‘yitik farz’dır. Çünkü bu görev, mü’minin ait olduğu iman topluluğuna karşı yerine getirmek zorunda olduğu bir görevdir. İyiyi yaygınlaştırıp ‘ortak iyi’ haline getirmek, onun yerini işgal etmiş olan ve bir salgın hastalık gibi toplumu ve bireyi içten içe yiyip bitiren kötünün kontrol altına alınmasını sağlamak. Bunun için yapılacak faaliyetler, görevler, iyiyi doğurgan hale getirirken kötüyü ise kısırlaştırmanın öbür adıdır. İyiliğin, güzelliğin, hayrın aktif hale gelmesinin temini; yanlışın, çirkinin, kötünün pasifize edilmesidir. Emr bil ma’ruf sorumluluğu, inşa sorumluluğun doğal bir uzantısıdır. Günümüzde, mü’minin bu sorumluluğu yerine getirmek konusunda mazereti olamaz. Sevap kazanmaya mani olan mazeretleri ortadan kaldırmadan da Allah’ın rızası kazanılmaz.

Basım ve yayım teknolojisinin yanı sıra bilişim ve iletişim teknolojisinin sunduğu imkanlar kötünün, yanlışın ve çirkinin yayılmasına imkan tanıdığı kadar iyinin, doğrunun ve güzelin yayılmasına da imkan tanımaktadır. Buna, iyi-doğru-güzelin, kötü-yanlış-çirkin karşısındaki doğal üstünlüğünü ilave etmek gerek. Kur’an’ın dile getirdiği, ‘iyilerin iyileri kötülerin kötüleri cezb ettiği’ yasası unutulmamalıdır. Hayatın yeniden inşasında emr bilma’ruf, tebliğ ve davet gibi içe ve dışa dönük inşa usullerinin tatbiki, tek başına sonuç almak için yeterli değildir. Emr bilma’ruf adı altında cinayet’ işlemeye kadar giden, tebliğ ve davet adı altında ‘ihanet’e kadar varan sapmalardan korunmalıdır. Burada usul ve üslup (metod) hatası yapılmamalıdır. 

İnsanlar arasında en verimli iş birliği, ancak inanç, duygu, düşünce ve amaç birliğinin gerçekleştiği durumlarda kurulabilir. Bir inanç sistemi, bu alanlardaki birlikteliği gerçekleştirdiği oranda gayesi istikametinde yol alabilir. Onun içindir ki bütün inanç sistemleri, mensupları arasındaki bağların güçlenmesine olağanüstü önem verirler. Kur’an-ı Kerim işte bu sebeple “Mü’minler sadece ve sadece kardeş olabilirler” talimatını verir. (49 Hucurat 10) Peygamber Efendimiz bu tür talimatların içeriğini şu ölümsüz tesbitiyle kalıba döker: “Sizler iman etmedikçe cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmedikçe de gerçek manada iman etmiş olamazsınız.”

İnsanlığın değişmez değerlerini temsil eden İslam; belli bir kabilenin, kavmin, zamanın, mekanın, ırkın, kültürün, uygarlığın sınırlarına hapsedilemez. Bu niteliğiyle İslam, insanlığa ait ortak doğruları, ahlakı ve erdemi temsil eder. İslâm’ın insanlığa gönderdiği vahiy olan Kur’an, iş ve güç birliği için insanları motive ederken ırk, renk, dil, coğrafya, kültür, cinsiyet, sosyal konum, servet gibi unsurların hiçbirini değil, takva adını verdiği “sorumluluk bilincini” merkeze alır. “Allah katında en iyi olanınız en çok sorumluluk bilinci taşıyanınızdır” der. (49 Hucurat 13) Bütün evrensellik iddialarına rağmen kendine mahsus bir bencillikten güç alan Batı uygarlığı, İslâm medeniyetinin gerçekleştirdiklerini hayal bile edemez. Kur’an vahyinin muhatapları hiçbir beşeri ve sosyal mülahazayla sınırlandırılamaz. Vahiy medeniyeti, şefkat/merhamet/rahmet temeline dayanan bir toplum modeli kurmasına; ‘örnek medeniyet’ (örnek toplum, örnek millet, örnek ümmet) tesisi için muhataplarını harekete geçmeye çağırır. Her muhatabına namazın her rek’atında tekrarladığı Fatiha ile silinmez şekilde bir “biz” bilinci aşılar. Müslümanları bir ümmet kılan işte bu bilinçtir.

Dahası Kur’an’ın kendisinden sonraki insanlık tarihine damgasını vurmuş olan İslam Medeniyeti’ni doğuran bilinç de aynı bilinçtir. Medeniyet bilinci göz ardı edilerek, İslam’ın insanlığa vaad ettikleri anlaşılamaz. Çünkü İslam, kendisini bütün boyutlarıyla ancak kendi evrensel ilkeleri üzerine kendi elleriyle inşa ettiği medeniyette ifade edebilir. O medeniyetin yapı taşlarını ise, birlikte iş yapma iradesi sergileyen mü’minler oluşturacaktır. Mü’minin müminle iş yapmasının en güzel tasvirini Kur’an’da buluyoruz: “Şu kesin ki Allah kendi davası uğrunda birbirine kurşunla kenetlenmiş yekpare bir bina gibi saflar halinde savaş verenleri sever.” (61 Saf 4) Evet, birlikte kalma, birlikte ayakta durma, birlikte iş yapma savaşı savaşların en çetinidir. Bu savaşı yüzünün akıyla verenler hayatı ve hayat ötesini kazanmayı hak ederler.

Piramidik zulüm siyasetine karşı adil saf siyasetini “kurşunla birbirine kenetlenmiş tuğlalar gibi” sapasağlam durarak temsil edenleri hangi top sindirebilir ki. Mehmed Akif öyle demiyor muydu: “Girmeden tefrika bir millete düşman giremez/Toplu vurdukça yürekler onu top sindiremez” Bu sonucu almanın formülü bellidir:

Müslümanları bölüp parçalayan her şey, tek tek her Müslümanın aleyhine sayılıp başta reddedilmelidir. İsterse küçük ve mevzi faydalar mülahaza edilsin. Müslümanların bütünlüğünü pekiştiren her samimi adım da muhterem bilinip uygulanmalıdır. Şu bir gerçektir ki, iş ve güç birliği yapma yolunda mü’minlerin ortaya koyduğu irade, İslam’ın küresel vahdet projesi yolunda atılmış bir adım sayılacaktır. Bunun tersi de geri bir adımdır.

Sözün özü, Müslümanlarla ilişkilerin temeli dindir, çimentosu imandır. Yıkımı ise ihanettir. O da, bütün insanlığı muhatap alan bir mesajla geldiği için bütün âlemlere rahmet olmak farkıdır. Nasıl ki Kur’an kendisinden önceki ilahi mesajların özünü içerisinde toplayan ve onlara “Hakem” olan bir zirve ise, Peygamberimiz de kendisinden önceki nebiler zincirinin taç halkası ve zirvesidir. Onu, tebliğ ettiği mesajla birlikte düşündüğümüzde, bu sonuç hisse dayalı bir sonuç değil nassa dayalı bir sonuçtur. O bir şefkat ve merhamet pınarıydı. Bilinen ömrü, onun “âlemlere rahmet” olma niteliğini kişiliğinde içselleştirdiğinin sayısız örnekleriyle doludur.

Yaşar Değirmenci.

 

Sitemap 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41