Gönderen Konu: İslâmsız Hayat Olmaz  (Okunma sayısı 262 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

fanidunya

  • Ziyaretçi
İslâmsız Hayat Olmaz
« : Kasım 26, 2018, 08:26:39 ÖS »
İslâmsız Hayat Olmaz

İslam âleminin muhtaç olduğu en önemli iki konu ihmal ediliyor, önem verilmiyor.

Bugün İslam âleminin muhtaç olduğu en önemli iki konu şunlardır: 1. İslâm’ı yaşayan/yaşamaya çalışan bir toplum, 2. Onu yayan ve ona davet eden bir toplum.

Zühdü, fedakârlığı, cihadı, ihlâsı ve ihsanı öne çıkarmalı, daveti her kesimin anlayacağı kadar açık yapmalıdır. Kavramların idraki (algılanması, ölçüsü dinimize göre olmalı.) Geniş kitlelere ulaşabilmesi, kitleleri ilgilendirecek konuları ele alması için daveti üstlenecek şahsiyet, kurum ve kuruluşların ehliyetli/liyakatli olmaları gerekir. Günahlar karşısında susmak günahtır. Ayrıca “Allah’a isyanda kula itaat edilmez!” hadisi şerifi hayat prensibi olarak uygulamak icap eder. Bizi bu günah ve lanetten kurtaracak tek çare vardır, o da; günahını izale etmek veya en azından günah mahallinden uzaklaşmaktır. “Ey iman edenler! Allah’a ve Resulüne hainlik etmeyin. Bile bile aranızdaki emanetlere de hıyanet etmeyin.” ‘Sizden kim bir kötülüğü görse onu eliyle değiştirsin, gücü yetmezse diliyle değiştirsin. Ona da gücü yetmezse kalbiyle değiştirsin/buğz etsin ki bu imanın en zayıf derecesidir’ ayet ve hadisi, hesap vermekle yükümlü olduğumuz kaza/yargı mercilerini bildirmektedir. Allah’a hainlik etmeyin buyruğu; bir dini sorumluluğu, kendi emanetlerinize de hainlik etmeyin buyruğu da, beşeri ve ahlaki sorumluluğu ifade eder. “Ve de ki: ‘Çalışın!’ Çünkü yaptıklarınızı sonra hem Allah görecek, hem Resulü, hem de müminler ve hepiniz mutlaka o gizli ve açığı bilen Allah’ın huzuruna götürüleceksiniz; o zaman O, size neler yaptığınızı haber verecek.” Ayette geçen; Allah yaptıklarınızı görecektir ifadesi, ilahi mahkemeyi temsil etmektedir. Resul de sonra yaptıklarınızı görecektir ifadesi, beşeri mahkemeyi temsil etmektedir. Herkes yaptığını görecektir ifadesi de vicdani mahkemeyi oluşturur. Ayet, beşeri otoriteyi iki çeşide ayırmaktadır; Birincisi; merkezi otoritedir. Devlet başkanı bunu temsil eder. O, merkezi otoritenin sembolü ve unvanıdır. İkincisi, Âdemi merkeziyettir. Bunun sınıfları pek belli edilmemiştir. Ancak yerinden yönetim, halkın doğrudan doğruya yönetime katılmasıyla olur. Bu iki idare şekli, ayet-i kerimede iki kelime ile izah edilmiştir; Resul ve Müminler. Resul, devlet otoritesine karşı sorumluluğunu, Müminler de kamuoyuna karşı sorumluluğunu beyan etmektedir.

Bunun birkaç kötü sonucu ortaya çıkmaktadır. Birincisi, anlamsızlık ve amaçsızlık kendisine sahte bir meşruiyet peyda etmektedir. Hayatın her alanındaki yozlaşma ve kokuşmada bu sahte meşruiyetin payı büyüktür. İkincisi, anlamsızlığın meşrulaştığı bir yerde anlam da ister istemez gayr-ı meşru, hiç değilse aykırılık ve standart dışı sayılmaktadır. Zira anlamsızlığın/anlayışsızlığın standart haline geldiği bir yerde mananın standart dışılığı kaçınılmaz bir sonuçtur. Üçüncüsü, anlamsızlık ve amaçsızlık/hedefsizlik Hayatı, manasından ve gayesinden etmek için savaşan azınlık bir güç ve zorba sınıfının pençesinde kıvranan bu ülkenin geleceği tehdit altında. Bu tehdidi önleme işini yalnız siyaset ve siyasetçilere bırakmak olacak şey değil. Çünkü tahribat yalnızca siyasi alanla sınırlı değil. Tahribatın odağında insan unsuru var ve bütün tamirat, ihya ve yeniden inşa gayretleri, insan unsurunu esas alan bir yapıda olmalı. Hayatımıza/yaşayış tarzımıza bir manevi maya katan değerler sistemi, her tür bireysel ve toplumsal tahribatı ve tahrifatı önleyecek imkanları bünyesinde barındırıyor. Bizimle bu değerler sistemi arasındaki münasebette sıkıntı, bunalım, tedirginlik ve irtibatsızlık var. Bizler hazine üzerinde oturup da açlıktan ölmek üzere olan zavallıları oynuyoruz. Üzerinde oturduğumuz hazinenin farkına bir varabilsek, oradaki potansiyeli bir keşfedebilsek, biz de hayat bulacağız başkalarını da hayata taşıyacağız. O halde ilk iş, maneviyat düşmanlarına karşı manevi (ölçülü ve dengeli) bir hayatı yeniden inşa etmektir. Bunun ilk adımı da tasavvurun inşasından geçiyor. Tasavvur hayatımızı üzerine bina ettiğimiz kavramların ilk manalarına kavuştuğu yer, yani fıtratımız. Biz kavramlarla yaşıyor, kavramlarla ölüyoruz.Kavramlarla savaşıyor, kavramlarla barışıyoruz. Kavramlarla inanıyor, onlarla inkâr ediyoruz. Onların içini kimin doldurduğu önemli. Birinin tasavvurunu kim inşa etmişse, onun “Rabbi” odur. Anlamın anlamsızlığa karşı zaferi, ancak tasavvuru “âlemlerin Rabbi” tarafından inşa edilmiş insanlar eliyle gerçekleşir. Allah’ın insana tenezzülünün bir ifadesi olan vahiy ve onu hayata taşıyıp uygulayan/uygulatan Allah Resulünün, ölçüleri ilahi bir inşa projesidir. Muhatabının aklını, karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için inmiştir. Vahiy insanı içinden aydınlatır. İçinden aydınlanamayan hiç kimse, dışını aydınlatamaz.

Kendi değerlerinden, saadete ulaştıracağından şüpheye düşmeleri, Müslümanlardaki zihni karışıklığın sebebidir. Bu da ‘yenilmişlik psikolojisi’dir. Oysaki yenilme sebepleri, taşınan değerleri değil, aksine değerlerinden uzaklaşmış olmalarıydı. Burada mesele, çetrefilleşiyor. Yenilgi neydi, zafer ne? Kayıp neydi, kazanç ne? Bu sorulara bulunabilecek her tür cevap iki tasavvurdan neşet eder. Birincisi vahyin inşa ettiği bir tasavvur, ikincisi vahiy dışı bir kaynağın inşa ettiği bir tasavvur. Vahyin inşa ettiği bir tasavvura sahip olan için problem yok. Onlar probleme doğru teşhis koymayı bilirler. Diğerleri ise problem hakkında en azından tereddüde düşerler. Bir ‘acaba’ oluşur. Değerleriyle ilişkisini değil, değerlerini sorgulama yanlışını tercih eder. Önce, düşünce, niyet ve amellerimizi yoklamamız, ondaki istikamet sapmalarını tesbit etmemiz gerekiyor. Bu sapmaları doğru ölçüye göre yeniden kontrol etmemiz ve düzeltmemiz şart. Bunu yapması gerekenler elbette kitleler değil. Sokaktaki adamdan bunu bekleyemeyiz. Alimlerden, entelektüellerden, aydınlardan ve önder konumundaki insanlardan bekleyeceğiz bunu. Müslüman hükümetlerin büyük bir iştiyakla benimsedikleri Batılı kalkınma modeli ile ‘kalkınma’ya verdikleri yanlış mana sebebiyle sıkıntıdan kurtulamıyoruz. Buna gelişme, ilerleme, çağdaşlaşma vb. gibi kavramları da ilave edebilirsiniz. Bu kavramlar İslam dünyasını yöneten kadrolar için büyülü kavramlardı. Onlar tavır, davranış, kaliteli ve vasıflı duruşlarını ortaya koyarlarsa onlara bakan sokaktaki insan da duruşunu düzeltecektir. Unutmayalım ki ağaç doğrulmadan gölgesi doğrulmaz. Onlar hemen ve şimdiyle ilgileniyorlar, dün ve yarınla ilgilenmeyi biraz lüks buluyorlardı.

Mazi/hal/istikbal köprüsü ihmal edilmemeli, kopuk irtibatsız hale gelmemeli/getirilmemeli. Yönetici sınıflar her yerde böyledir. Şimdi ve buradaya dönük yaşarlar. Buna biraz da iktidarlarını devam ettirmek için mecburdurlar. Bu yaklaşımın uzun vadede ne getirip ne götürdüğünü göz ardı ederler. Yönetici sınıfların gözle görülür başarılar için gözle görülmeyen değerleri feda etme alışkanlığı, işte bu sığ yaklaşımdan kaynaklanır.

Etkili usul, o neticeleri doğuran sebeplere eğilmektir. Günümüzün sıkıntısı, manevidir, fikridir. Hakikat’in ve hayat’ın bütünlüğü ile ilgilidir.

Batı, en büyük ihtiyacına ve hasretine, İslam’a düşman! Gafil Doğu, Batı’ya hayran!

Hayat tarzı din haline getirilince, din hayatın dışına çekilince, yaşanan değil, ‘tartışılan din’ bakışı, sessiz sedasız kabulleniş, Batı’nın amacının gerçekleşmesine sebep oluyor. Dünyanın sancısı, İslam’a, Kur’an’a yaklaşma ihtiyacının sancısıdır. Unutmayalım, İslâmsız hayat olmaz. Hayat İslam’dır çünkü.

 

Sitemap 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41