Gönderen Konu: KAVRAMLARLA BU KADAR OYNANMAZ  (Okunma sayısı 392 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

fanidunya

  • Ziyaretçi
KAVRAMLARLA BU KADAR OYNANMAZ
« : Mayıs 05, 2018, 09:28:40 ÖÖ »
KAVRAMLARLA BU KADAR OYNANMAZ!

‘İnsancıllık’ adına tuhaf, manasız işler yapılıyor. Ayıp kalksın, günah kalksın, yasak kalksın, sınır kalksın, disiplin kalksın, yönlendirme kalksın, ölçü kalksın, âdab kalksın, ceza kalksın, sorumluluk kalksın... Hoşgörü olsun, sevgi olsun! ‘Saygı duymak’ ile ‘saygısızlık etmemek’ farklı şeylerdir. Ben herkese saygı duymak mecburiyetinde değilim. Ama saygısızlık etmemek mecburiyetindeyim. İşte burada tahammül ve hoşgörü farkı da ortaya çıkar. ‘Yalancı–sahtekâr–ahlâksız-vatan haini’ birine saygı duymam. Fakat onunla bir arada yaşamaya, aynı cemiyette yaşamaya, tahammül etmek durumundayım. Karşılaşabiliriz, yan yana oturabiliriz, görüşmeler yapabiliriz. Bunun adı, saygı duymak ve hoş görmek değil, tahammül göstermektir. Bu, belli ölçüler dahilinde, onu kazanmaya çalışmak için de lüzumludur. Fakat belli ölçüleri aşarsanız; farklılık şuuru kaybolur, asliyetler tanınmaz hale gelir. İstismar, modalaşır.

‘Ben zalime de, mazluma da, salih’e de, şaki’ye de, haine de, kahramana da, kâfire de, mümine de, kâzibe de sıddık’a da, rezile de, saygıyla, sevgiyle, hoşgörüyle bakarım’ denilebilir mi? ‘Herkese adil davranırım’ denilebilir. Çünkü adalet, zaten farklı davranmayı gerektirir. Farkların yukarıdaki ters mantıkla yok sayılması bizatihi adalete aykırıdır. Kavramlar bilgiden düşünceye yükselmenin ve düşünce alanında kendini geliştirmenin vasıtalarıdır.

   Kavramları iyi öğrenmeyen iyi kullanamaz, iyi kullanamayan iyi düşünemez. Sadece onlarla oynar. Nasıl oynar? İstismar yoluyla çarpıtarak oynar. Ve şunu asla unutmamalıyız ki; ‘modalaşmış istismar’, iyi niyetlileri de etkisi altına alabilir. Bugün, hoşgörü ile değil tahammülle karşılanabilir. Yarın, tahammül hudutlarını dahi aşan sıkıntılar getirebilir. Kavramlarla bu kadar oynanması, düşünce fırsatlarının böylesine israf edilmesi hiç de hayra alamet değil. Farkında olmadığımız fırsatlar çok büyük. Çileli birikimimiz çok güçlü. Bunları bilen kültür emperyalizmi, karanlık tarihinin en hain saldırısını en gelişmiş tekniklerle bizi gaflette tutabilmek için seferber etmiş durumda.

Böyle Gitmez! Belli çevrelerde genel görüş şu: Bırakın canım, insanlar istediğini yapsın, istediğine inansın, istediği müzik dinlesin, istediğini okusun, istediği gibi düşünsün, istediği gibi konuşsun, istediği gibi giyinsin, istediği gibi yaşasın, vs. Peki, ölçüler yok mu? Akıl ölçüleri, ilim ölçüleri, inanç ölçüleri, sorumluluk ölçüleri, sanat ölçüleri?

Ölçü yokluğu demek, değer yokluğu demektir. Nefsin esaretidir. ‘Herkesin istediğini yapabilmesi’nden kast olunan şey ancak değer ölçülerinin varlığını kabulden sonra bir özel değer ifade edebilir. Sadece onu söylüyorsunuz, saçmalıyorsunuz demektir. Meselâ ‘İstediğim gibi bir bina yapacağım, yaptıracağım’ diyebilirsiniz ama kendi tercihinizi uygulama noktalarına gelinceye kadar yüzlerce ölçüye ve kurala uygun davranmanız gerektiğini de bilirsiniz. Matematik ölçüler var; fiziksel kimyevî ölçüler var, elektrik ölçüleri var, imar zaruretleri var, var oğlu var. Kendi zevkiniz, tercihiniz, bunlara dayanmak zorunda.

Belli kesimler diyor ki, ‘Biz sinema yaptık, müzik yaptık…’ Ne yaptınız kardeşim, şöyle insafla bir bakın geriye. Hangi noktadasınız? Ne verdiniz insanlarımıza ve neler kaybettirdiniz? ‘Sansür olmaz’ demek, ‘ölçü olmaz’ demek değildir. ‘Herkes istediğini yapar’dan başka değer tanımamak tek kelimeyle ‘yozlaşma’ taraflısı olmak demektir.

Her meşru faaliyetin amacı, insanlara bir şey kazandırmaktır. İlim de bunun için yapılır, sanat da, tefekkür de. Belli kesimler, sanat adına düşünce adına insanlarımızı istismar ettiler. ‘Yozlaşma sömürüsü’ yaptılar. Gerçek bu. Ve bilerek yaptılar bunu. ‘Para için’ olanı anlamak kolay. Fakat kolay yoldan bir konuma gelmek ve orada keyif sürmek bencilliği uğruna yozlaşma sömürüsü yapanları herkes anlayamıyor. Asıl bunlar etkili olma direnişini sürdürüyor, değişik motifler ve örtüler kullanarak. Bugüne kadar en geniş hürriyet, ‘yozlaştırma hürriyeti’ olmuştur. Böyle olunca hürriyetin de yozlaşması tabiidir.

Demokratikleşme yokluğundan şikayet ederken, bu gerçeği görmezlikten gelmemeliyiz.

Teröristlere çeşitli isimler altında sahip çıkmanın, devlet, millet düşmanlarıyla ortak hareket etmenin izahı var mı? Teröristlerle beraber olmanın cezasını çekenlere sahip çıkmanın, kendi ülkesini kötüleyen zalimlere mazlum muamelesi isteyenler de suç ortakları değil mi? ‘Sorumluluklar ve görevler’ bir şuur halinde (eğitim yoluyla) yerleşmedikçe, benimsenmedikçe; dünyanın en mükemmel anayasasını getirseniz bile, ‘haklar, hürriyetler’ şikayeti bitmeyecektir. Bizim demokratların ‘koruma geliştirme’ ‘sorumluluk ve görev şuuru’, ‘değer ölçüleri’, ‘Bütünlük ve hayatiyet’ gibi hiçbir dertleri yok.

Korunmayan gelişemez. Aileyi korumazsanız milleti millet yapan değerleri korumazsanız, insanın ve hayatın bütünlüğünü korumazsanız; neyi nasıl geliştireceksiniz? Dengeyi korumazsanız; nasıl değişip yenileneceksiniz, devamlılığı nasıl sağlayacaksınız? İnsanı soyutlamak, onu parçalayıp yalnızlaştırmaktır. Aileye boş ver, millete boş ver, değer hükümlerine ve değer ölçülerine boş ver; ‘yaşasın birey, yaşasın demokrasi!’ denilerek yaşayamaz ki! Yozlaşır ve tanınmaz hale gelir; başka şeylere dönüşür, başka adlar alır. Aynı nakarat devam ediyor, aynı gaflet dayatılıyor. Bazıları da ters yönden buna çanak tutuyor. Fakat böyle gitmez. Gitmeyecek.

Ölçü ve Denge şuuru içinde olmaya mecburuz. ‘Toplumsal-ekonomik-kültürel-siyasi’ değişimler, darbeler sebebiyle sıhhatli bir biçimde gerçekleşemedi. Nesiller heder oldu. İnsanlarımız acılı bedeller ödedi. Umutlar ertelendi, gelişmeler gecikti, müjdeler ertelendi, idealler yozlaştı. Her dönemeci, savrulup devrilen otobüs yolcuları gibi, kayıplarla ağır hasarlarla ve yaralanmalarla dönmek zorunda kaldık.

Fark edilmese de herkesin ruhunda darp izi var. Birtakım çelişkiler, tutarsızlıklar, izahı zor tuhaflıklar, bundan kaynaklanıyor. Hürriyeti, maddî-behimî serbestlik olarak anlayan insanların yetişmesini ve tahribatını önleyemeyiz. Bu yaraları saramayız, bu hicranı dindiremeyiz. Saksı çiçekleriyle baharı getiremeyiz. İnsanımıza, cemiyetimize bütünlüğünü kazandıracak gelişmeleri gerçekleştiremeyiz. Madde-ruh, kültür-medeniyet dengesini kuramayız. Ölçü ve denge şuuru içinde olmalıyız. Çünkü ölçü ve denge şuurundan mahrum bir gelişme arzusu, aleyhtarlıktan farklı değildir. Ölçüsüz ve dengesiz gelişme yozlaşmaya dönüşür. Eski tabirle ‘zıddına münkalib olur.’ Bütün meselemiz, meselelerin meselesi olan temel meselemiz; “fikri şuur” planındadır. Bunu göremeyen her tartışma her arayış “sıfır” çarpanıyla hiçleşir. Unutulmamalı ki fikren halledilemeyen meseleler; fiilen halledilemez.

Değerlerini sorgulama yanlışını tercih eder hale gelindi. Önce, tasavvurumuzu yoklamamız gerekiyor. Ondaki istikamet sapmalarını tespit etmemiz gerekiyor. Bu sapmaları doğru ölçüye göre yeniden kontrol etmemiz ve düzeltmeliyiz. Bunu yapması gerekenler elbette kitleler değil. Sokaktaki adamdan bunu bekleyemeyiz. Âlimlerden, entelektüellerden, aydınlardan ve önder konumundaki insanlardan bekleyeceğiz bunu.

Müslüman hükümetlerin büyük bir iştiyakla benimsedikleri Batılı kalkınma modeli ile ‘kalkınma’ya verdikleri ‘yanlış anlam’ sebebiyle sıkıntıdan kurtulamıyoruz. Buna gelişme, ilerleme, çağdaşlaşma vb. gibi kavramları da ilave edebilirsiniz. Bu kavramlar İslam dünyasını yöneten kadrolar için büyülü kavramlardı.

Unutmayalım ki ağaç doğrulmadan gölgesi doğrulmaz.

Yaşar Değirmenci.

 

Sitemap 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42