Gönderen Konu: KENDİMİZE GELELİM  (Okunma sayısı 269 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

fanidunya

  • Ziyaretçi
KENDİMİZE GELELİM
« : Eylül 25, 2018, 11:17:58 ÖS »
KENDİMİZE GELELİM

Aslî unsurları kaybetmeyip, kendi kimlik ve kişiliğimize döndüğümüz takdirde; ‘Medeniyet İslam’a Muhtaç’ deyip bunun şuurunda olacağız. Aksi halde oyun ve oyuncak olmaktan kurtulamayız.

Hayatın, dünyanın, külli manası İslâm’dır. Cüz’i manalar ona göre şekillenir ve ona yabancı manalar ondan da hayattan da kopma-uzaklaşma ifade eder. Ölüm, bitiş değildir, hiçleşme değildir. İslam’ın hakikati; ezeli olduğu gibi ebedidir.

Müslüman’ın ‘hayat’ görüşü, esas itibariyle budur. İslam bilinmeden bu mana bilinmez. Bu mana bilinmeden hayatı ‘gerçek insan’ gibi yaşamak mümkün olmaz.

Mübarek günlerin ihya vesilesi/fırsatı oluşunu iyi anlayarak hayat nizamı olan dinimizi sadece belli gün ve gecelere tahsis etmemek lazım. İmanlı, düşünen ve hisseden insanlar olarak, tekâmül ederek yaşamamız şarttır. Gerçek hayat bu demektir. Ruhi yönü olmayan her ilgi hayvancadır.

Maddeci medeniyet; insanı, en önemli ilgilerinden bile ruhi yön bırakmamak suretiyle, hayvanlaşma sürecine sürüklemek istiyor. Dinimiz İslâm’ın hayatın dışına çekilmesi, hayata müdahale etmemesi, garnitür, folklorik hale getirilmesinin arzusu, deizme giden yolun bu vesile ile açılması, Batı’nın muharref dini Hıristiyanlığa benzetilmesi, vs. Bizi hep bekleyen tehlike! Düşünmeyen, dini düşünce ve hassasiyetleri kaybettirilen, arzu ve isteklerinin kölesi olmuş, edeb ve hâyâsı kalmamış, kutsiyetten habersiz bir nesil tek arzuları. 

İslam, hazreti Adem’den günümüze kadar beşerin düşüncede, tasavvurda, pratik hayatta ve iç aleminde her şeyi düzenleyen ve Peygamberimiz risaletiyle/vasıtasıyla insanlığı kemal noktasına ulaştıran ve ilahi düsturların tamamını ihtiva eden bir dindir. (Ali İmran suresinin 19. ayetine bakılabilir.)

Hayat, manasıyla-maddesiyle bir bütündür. İnsan; kalbiyle, iradesiyle, şuuruyla, aklıyla bir bütündür. İslam’ın bütünlüğü, hayatın ve insanın bütünlüğünde anlaşılmak gerekir. Bize yutturulup örnek gösterilen Batasıca Batı medeniyeti, hasta, kökleri çürümüş, kendi kültürünün utancı haline gelmiştir. Bu medeniyet İslam’a muhtaçtır. Ekonomik yarışların dünyayı nasıl cehenneme çevirdiğini bugün çok daha net olarak görüyoruz.

Ortalık kan, şiddet, felaket ve ateşten geçilmiyor.

Yer altı ve yerüstü zenginliklerini kapmak için kıyılan canların yakılan ateşlerin ve cehennemi andıran görüntülerin haddi hesabı yok. Bu cinayetleri de en çok (sözüm ona) medeni olduğunu söyleyenler yapmaktadır. İnsanlık tarihinde belki de hiç bu kadar böylesine bir zulüm yaşanmamıştır. Allahü Teala çeşitli ayetleriyle bütün insanları uyarmaktadır. Bizimle sevinen bizimle üzülen bir Peygamberimizin ümmeti olduğumuzu unutmayalım.

Nisa suresinin 105 ve 107. ayetlerine baktığımızda “hainlerden taraf olma! Kendilerine hıyanet edenleri savunma çünkü Allah, hainliği meslek edinmiş günahkârları sevmez. Bunları savunmak dahi hainleri savunmak manasına gelir” buyrulmaktadır. Giderek yaşayan değil, tartışan Müslüman olmaya başladık. Din sadece iman değil ameldir. İslam büyüklerinin “Allah, bir topluluğa şer murat ederse onlara tartışma (cedel) kapısını açar. Onları amelden alıkoyar” sözlerini unutmayalım. Bilhassa son dönemde diyalog, İbrahimî dinler, la ilahe illallah’ı Muhammedün Resulullahsız söylemeler, Hıristiyanlık ve Yahudiliğin de İslâm’la beraber değerlendirilebileceğini ifade etmeler, vs. “inned dîne indallahil İslam (şüphe yok ki Allah katında tek hak din İslâm’dır)” âyetini unutmalar ne hale düşüldüğünün de açık ifadesidir.

Her türlü ilmi ve fikri bütün çalışmalar yapılarak, objektif ve iyi niyetle bir incelemede bulunularak Hıristiyanlık ve Hz. İsa’nın hayatı tetkik edilse acaba ne gibi sonuçlara varılır? Sonuçların sonucu şöyle tezahür eder:

“Hz. İsa ve İsevilik hakkında en sağlam ve sıhhatli bilgi Kuran’ı Kerim bilgisidir.” Gerek Katoliklerin gerek Ortodoksların gerekse misyonerlerin bütün faaliyetlerine, İslâm’a karşı yapmış oldukları her türlü tezvirat’a, iftiralara karşı boynumuzu büküp “onların inançları, inançlarından doğan idealleri öyle gerektiriyor hoş görülü olup izin vermeliyiz” mi diyeceğiz. Bu neyin ölçüsüdür veya ‘Her din kendini tanımlar başkalarının tanımlamaları müdahale olur’ deniliyor. İslâmi açıdan bakalım öyleyse ‘batıl din, muharref din’ kavramlarını niçin kullanıyoruz? Böyle düşünüldüğünde nereye gider bu.

Biz Müslümanız ve bütün dinlerin tasniflerini, tariflerini, izahlarını İslam’a göre yaparız. Hatta felsefi ekollerin tariflerini, tasniflerini, izahlarını da İslam’a göre yaparız. Ancak bunu dayatamayız, başka türlüsünü de yapamayız. Onları muhatap aldığımız zaman uygulayacağımız ‘ortak noktalar ve akli ölçüler arama’ metodu, ‘tarif’ değil izah değil, özel irşad ve ikna metodudur. Bize birisi “Hıristiyanlık nedir?” diye sorsa, “Bir İncil al da, öğren!” mi diyeceğiz? Hıristiyanlığın ne olduğunu aslen Hıristiyanlar bilmez. Bilselerdi zaten Hıristiyan olmazlardı, Hıristiyan kalmazlardı.

Bilmek başka, saplanıp kalma başka, iddia ve zan başkadır. Hakikat ve idrak başkadır. Bir halin içinde olmak başkadır. Onun mahiyetini kavramak başkadır. ‘Demokratik olacağız’ diye aklın ve hayatın dışına savrulmayalım. Aklın ve hayatın dışında ne demokrasi, ne hürriyet olur. Sadece gaflet ve nedâmet olur.

Unutmayalım ki: Taklit eden edilenden daima daha beter durumdadır. Batı’yı biz biliriz. Dünya’ya hâkim olan Batı medeniyetinin hastalıklarını da, müspet vasıtalarını da biz biliriz. Beş asır onlarla ayrı coğrafyada bin bir veçhesi olan mücadeleler ve münasebetler içinde yaşadık. Bu tecrübeye, başka bir millet sahip değildir. Varsa, insaf sahibi Batıcılara anlatmak lazımdır ki; Ortadoğu’dan bize tehlike ve şaşkınlık gelmez, bizden onlara istikrar ve basiret gider. Yeter ki biz kendimize gelelim.

Aslında Ortadoğu’da, Batı’da bize, bizim kendimize gelmemize muhtaçtır. Yapılması gereken şeyler o kadar kolay ki. Dünyadaki değişim o kadar müsait şartlar hazırlıyor ki. Yeter ki biz taklitçilik çengeline asılmayalım. Özümüze, kendimize dönelim. Sosyal hayatta da mâna kayba uğrayınca, madde çürümeye başlar. Bu tedrici ölümdür. Manadan taviz verdikçe, maddi durumun parlaklaştığı zannedilir. Düşünülmez ki, o dıştaki parlaklık içteki çürümeyene mani değildir. Nitekim birçok medeniyetler, büyümeleri ve parlaklıkları artarken çürümeye başlamışlardır. Hastadır bu medeniyet.

Kıvranıp duran insan ruhunun iniltilerine kulak veriniz! Ve biliniz ki; insanın şu halini görüp de ‘İslam’ı korku-tehlike kaynağı olarak gören/gösteren Batı, hayata, kültüre, medeniyete ihanet etmeye insanlık suçu işlemeye devam ediyor. Kendi kültür ve medeniyetinden uzak yetişmiş/yetiştirilmiş aşağılık kompleksinden kurtulamayanlar ve Batı uşaklığına devam edenler kendilerine/özüne/mukaddeslerine dönsünler.

Yaşar Değirmenci.

 

Sitemap 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41