Gönderen Konu: Koronavirüs ve Siyer  (Okunma sayısı 160 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

fanidunya

  • Ziyaretçi
Koronavirüs ve Siyer
« : Nisan 12, 2020, 10:02:12 ÖS »
Koronavirüs ve Siyer

Bugünlerde yaşadığımız koronavirüs olayının, parçalanmadan, bütüncül ele alınması ve bunun da, sebeplerin  tahlilinin en sağlam yorumu  olan vahyin ışığında yapılması gerekiyor. Kur’an-ı Kerim’e dikkatle baktığımızda, her peygamberin toplumsal bir probleme, sapkınlığa, erozyona ve istismara karşı başkaldırdığını görebiliriz.

Peygamberler ‘yaygın ahlâksızlığın’ her türlüsüyle mücadele etmişlerdir. Günümüzün aktüalitesi bizi peşinden sürüklememeli. Peygamberlerin daveti, irşadı verdiği mücadeleleri vahyin ışığında değerlendirdiğimizde âyetler bugün nazil olmuş gibi tazeliğini koruyup yolumuzu aydınlatıp bizleri ibret almaya, helak olan kavimlerin düştüğü hata, isyan ve tuğyana düşmemeye çağırıyor. Kur’ân-ı Kerim’de Allah Teâlâ yeri ve gökleri yarattığını, bunlarda yaratılış gereği bir dengenin ve düzenin bulunduğunu, her şeyin bir ölçüsü ve normal yapısı bulunduğunu açıkladıktan sonra bunları insanların bozmalarını yasaklıyor ve bozdukları takdirde başlarına türlü felâketlerin ve belaların geleceğini açıklayarak ikaz ediyor:

“İnsanların kendi elleriyle yapıp ettikleri yüzünden karada ve denizde düzen bozuldu; böylece Allah –dönüş yapsınlar diye– işlediklerinin bir kısmını onlara tattırıyor” (30 Rum 41) Bir müminin yaptığı her işi ve her şeyi en güzel ve tam yapmasını tavsiye ediyor, kazılan mezarın içindeki bir eğriliğin bile düzeltilmesini emrediyor. Kur’ân’dan ve sünnetten “Her şeyin Allah’ı zikrettiğini (andığını) ve hatırlattığını” öğreniyor ve eşyaya bu nazarla bakıyoruz. Doğrudan veya dolaylı olarak zarar vermeyi yasaklıyor.

Peygamberimiz yolların kirletilmemesini, insanların yolları kullanırken zarar görmelerine sebep olacak şeylerin oradan kaldırılmasını istiyor ve bunları imanın gereği olarak açıklıyor. Yemek ve su kaplarının açık bırakılmamasını, bırakılırsa veba (mikrobu) ile kirleneceğini bildirerek uyarıda bulunuyor.

Helak olan toplumlardan ibret alma zamanı!

Peygamberler tarihi, kavimleriyle yaşadıkları, kavimlerin cezayı ve mükâfatı hak eden halleri, bunlardan dersler çıkarılması, Kur’an-ı Kerim’de beyan buyruluyor. Bunlar incelenmesi gereken siyer dersleridir

Ad ve Semud kavimlerini Hz. Hud ve Hz. Salih Peygamberleri hatırlamamız gerekiyor

Allah’ın kendilerine bahşettiği zenginliğin kendilerinden kaynaklandığı yanılgısına düşerek, zenginliğin ve kimseye muhtaç olmamanın verdiği duyguyla büyüklük ve kendini beğenmişlik hastalığına tutulanların akıbetleri, hazin sonuçları bizleri kendimize, fıtratımıza döndürmeli. Sanatlarına, kuvvetlerine, evlerinin ve kalelerinin sağlamlığına güveniyor, kendilerini azap ve yok olmaktan korur zannediyorlardı. Refahın verdiği şımarıklık ve dünyevileşmeye karşı kendilerini uyaran Hz. Hud’u yalanlıyor, söylenenlere kulak asmıyorlardı. Âd kavminin hikayesi, Cenneti dünyada arayan zavallıların acıklı hikayesidir. Âdeta yaşadıkları hayat tarzını dinleri haline getirmişlerdi. Allah’ın gönderdiği dine ve Peygamberlerine uyup ona tâbi olmaları gerekirken kendi düşünce, inanç, örf ve âdetlerini dinleri haline getirip tek ölçü olarak bunları aldılar. O lüks/konfor/israf/ dünyevîleşme içindeki hayat tarzlarının gerekleri ‘hâceti asliye’den (zaruri ihtiyaç) sayılır hâle gelmişti. O hayatlarını kaybetmemek için yapamayacakları şey yoktu.

Ölümü yok etmenin, ebedî yaşamanın kaygısına düşmüşlerdi. Bugünkü insanlığın durumu da bundan farklı mı? Meselâ Ad kavminin yaptıklarını bugüne taşıdığınızda sadece zaman ve zeminin yer değiştirdiğini görürsünüz. Ölümü hayattan kovmanın, dünyada ebedî kalacakmış gibi yaşamanın getirdiği sonuçtu bu! Dünyanın debdebe ve ihtişamına aldanan bu insanlar, alçalan değerlerin insanlığı ne hale getirdiğini düşünemez halde idiler.

Ad kavmi, şiddetli ve dehşetli rüzgârla helak oldu.

Güçleri, kuvvetleri ve sahip olmakla övünüp durdukları imkânların, muhkem binaların, evlerin, evlatların onlara bir faydası olmamıştı. Semud gitti kayalardan kendisine muhteşem şehirler inşa etti. Meseleyi böyle çözdüklerini düşünmüşlerdi. Fakat helak sebebinin yapı malzemesinden değil, insandan kaynaklandığını akıl edemediler. Ve sonunda ‘kaya gibi sağlam’ mekânlarında onlar da helake uğradılar.

Salih aleyhisselam yeryüzünde terör ve aşırılığı, azgınlık ve taşkınlığı yayanlara direndi. O gün yaşananları bugüne taşıyıp yorum yaptığımızda şu soruları sormadan geçemeyiz? Salih (a.s) kavminin aristokratlarıyla kavgalı değil miydi? Zulümlerine karşı dik durmadı mı? Ömrü, had-hudut tanımayan bu azmışları itidal ve istikamete çekme cehd ve gayretiyle geçmedi mi? Ölçü koyan Rabbinin âyetlerine çağırmıyor muydu? O Peygamberin dâvetine icabet etmeyip kendilerini ve prensiplerini dinin yerine koyanların onlardan ne farkı vardır?

Hz. Yunus kavmini terk ettikten bir müddet sonra haber verdiği azabın alametleri belirmişti. Her tarafı simsiyah bulutlar ve dumanlar kaplamıştı. Ad kavmini helak eden rüzgârın gürültüsünü andıran korkunç sesler duyuluyordu. Yunus Aleyhisselam, sebepleri yaratan Cenab-ı Hak’tan başka sığınacak bir yer, kapısına gidilecek bir dergah kalmadığını ayan beyan görüyor, yakinen hissediyordu. Bu duygu içinde hatasını itiraf etmeye başladı. Allah’a bütün varlığıyla sığınıyor, tesbih ve tenzihte bulunuyordu: “La ilâhe illa ente sübhaneke inni küntü mine’z zalimin. Ey Rabbim, Senden başka hiçbir ilah yoktur. Seni her türlü noksanlıktan tenzih ederim. Ben nefsine zulmedenlerden oldum” diyordu.

Yunus aleyhisselamın kıssasından alınacak dersler:  1- Tebliğde titizlik, sebat ve sabır. Sabır, mücadelede en etkili silahtı. Sabreden kazanırdı. Sabır; yılmamak, bıkmamak, usanmamaktı. Sabır, hakka ve göreve bağlanıp kalmaktı. Peygamber Efendimize risalet vazifesindeki sıkıntılara sabretmesi hususunda şöyle buyurmuştur: “Sen Rabbinin hükmünü sabırla bekle!...” 2- Zikir ve istiğfarın ehemmiyeti. 3- İhlasla yapılan tevbenin kabul olunması. İnsanların başları darda kaldığı ve büyük bir bela ile yaşanır hale düştükleri zaman Allah’a iltica edince Cenab-ı Hakk’ın onların dualarını kabul buyuracağına Yunus suresinin 98. ayeti işaret etmektedir. Aslında dua, insanlar için her zaman yapılması icab eden bir ibadet olup dünyada ve ahirette faydası pek büyüktür. Fakat musibet zamanlarında kalpler daha çok hassasiyet kazanıp rikkat peyda ettiği için, insanoğlu acizliğini ve çaresizliğini daha yakından hisseder. Allah’tan başka hiçbir kuvvetin kendisine yardım edemeyeceğini bütün mevcudiyetiyle tasdik eder. Vahyin inşa ettiği bir tasavvura sahip olan için problem yok. Onlar probleme doğru teşhis koymayı bilirler. Diğerleri ise problem hakkında en azından tereddüde düşerler. Bir ‘acaba’ oluşur. Değerleriyle ilişkisini değil, değerlerini sorgulama yanlışını tercih eder.

Önce, tasavvurumuzu yoklamamız gerekiyor. Ondaki istikamet sapmalarını tesbit etmemiz, bu sapmaları doğru ölçüye göre yeniden kontrol etmemiz ve düzeltmemiz gerekiyor. Her birimizin bunu yapması gerekiyor. Ama öncelikle Alimlerden, entelektüellerden, aydınlardan ve önder konumundaki insanlardan bekleyeceğiz bunu. Unutmayalım ki ağaç doğrulmadan gölgesi doğrulmaz.

Yaşar Değirmenci.

 

Sitemap 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41