Gönderen Konu: KUDÜS ACIMIZ VE DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ  (Okunma sayısı 485 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

fanidunya

  • Ziyaretçi
KUDÜS ACIMIZ VE DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ
« : Aralık 16, 2017, 10:44:45 ÖÖ »
KUDÜS ACIMIZ VE DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ

Kudüs acısı, içimizde büyüyen ve hiç çıkmayan bir acıdır. Mekke’nin, Medine’nin, Şam’ın, Kahire’nin, Kurtuba’nın, İstanbul’un kardeşidir Kudüs. Bu ümmetin bağrına Kudüs acısı gelip oturmuştur.

   Kudüs meselesi, Arap’ın meselesi değildir. Münhasıran Filistinlilerin meselesi de değildir. Kudüs hepimizin, tüm mazlum ve mağdur ümmetimizin meselesidir. Dün böyleydi, bugün böyledir, yarın da böyle olacaktır. Ümmetin meselesi kendi meselenin önüne geçmedikçe iflah olmayız. Peygamberimiz “Ümmetin derdiyle dertlenenin özel dertlerini Allah kaldırır. Ümmetin derdiyle dertlenmeyeni Allah kendi dertleriyle baş başa bırakır” buyurur.

   İngiliz komutanı Allenby, ardında gönüllü Yahudi terör birlikleri de bulunduğu halde muzaffer bir komutan edasıyla Kudüs’e girdiğinin haberi Batı başkentlerine ulaşınca, tüm Hıristiyan dünyasında kiliselerin çanı günlerce susmadı. İman ve küfrün iki ayrı millet olduğunu unutmayalım.

   Dikkatimiz, hassasiyetimiz, mücadelemiz, safımız, kararımız hep ‘iman ve istikamet çizgisi’nde olmalı gayemiz de Allah’ın rızasını kazanarak ebedi hayata gitmedir.

   Kudüs, ihanetlerin kurbanıdır. Sultan Abdülhamid’in yiğitçe direnişinin ardından gelen İttihat ve Terakki (İT) ihaneti, Osmanlı’dan sonra Kral Abdullah’ın (Şimdiki Ürdün kralının dedesi) tavrı, Şerif Hüseyin’in ve zamanın diğer Arap yöneticilerinin tavrı. Hepsi ihanetler serisinin birer halkasını temsil eder.

İşgal ve terör devleti İsrail’i BM’de ilk tanıyan Türkiye’nin bu tavrı da unutulamaz, unutulmamalıdır. Cezayir devleti ve Müslümanlarına Fransa’nın zulmü o zamanki Türkiye Cumhuriyeti Devletini yönetenlerin hali de ibret ve dehşet görüntümüzdür. Şimdi devletimizi yönetenlerin hassasiyet ve tavrını takdir etmemek, Kudüs’e ve Filistin’e sahip çıkma, hamilik yapma, Siyonist yapılanmaya tavır koyma Yahudi’ye tarihi ders verme Cumhuriyet ve demokrasi tarihinde bir ilktir. Bütün sıkıntılara, emperyalist devletlerin ittifakla hareketlerine rağmen lider bir Türkiye devri yaşıyoruz. Bu günleri gösteren Rabbimize hamdü senalar olsun.

Müslümanlar Mescid-i Aksa’ya uzanacak her ele karşı topyekûn cevap, bir şeref ve haysiyet meselesidir. Biz Kudüs kelimesini duydukça coğrafyanın sınırlarını aşan bir yer anlarız. Dünyayı göklere bağlayan istasyonlardan biridir bizim için Kudüs. Peygamber Efendimizin miracı, Mescidi Aksa ile beraber hatırlanır yerden göklere yükselişin sembolüdür. Birliği temsil eder. Oradan göklere yükselmiş Nebi’nin ardından bütün gözler takılı kalır onun toprağına. Yükselmek istendikçe onu arayacaktır gözler. Miraca yükselmek için yaşayanlar, ilk miracı hatırlayacaklardır.

   Namaz ve kıble anıldıkça ilk kıble unutulmayacaktır. Onu unutanlar önce namazı unutmuşlardır. Yüreklerden namaz silinmedikçe Kudüs silinemez. Kudüs’ün adı var da heyecanı yoksa bu demektir ki, namazın da adı var heyecanı yoktur. Kudüs namazın seccadesi gibidir adeta. Namaz unutulmadan Kudüs unutulamaz. Kudüs namazın merkezidir, namazgâhıdır. Miraç hadisesinden zihinlerimizde kalan en önemli mesaj, namaz ve Kudüs bilinci olmalıdır. Burada namazın ve Kudüs’ün birlikteliği, bir mahiyet ve mekân birlikteliğidir. Unutmayalım ki, Kudüs Müslümanların ilk kıblesidir ve Efendimiz aleyhisselam nübüvvetin ilk günlerinden başlayarak tam 15 yıl Kudüs’e yönelerek namaz kılmıştır. Namaz için yöneldiğimiz bu ilk kıble, nihayetinde yine bir namaz müjdesi olan miraç hadisesine de mekân olmuştur. Namaz ile Kudüs arasındaki münasebet sadece bununla da sınırlı değildir. Bu mukaddes şehrin tarihi sürecine baktığımızda bu iki değer arasında çok önemli bağlar görürüz. Şöyle ki; İslam ümmeti ne zaman namazlarını hakkı ile ikame etmiş, namazlarının başını dik tutmuşlarsa, Allah da onlara bu izzetlerinin bir işareti olarak Kudüs’ü hâkimiyetlerine vermiştir. Ama ne zaman ki, ümmet namazlarına Allah’ın istediği kadar önem vermemiş, ya onu hiç kılmamış, ya da ibadetleri âdetlere dönüştürerek namazı statik bir hale çevirmişlerse, Allah da ümmetin bu halinin bir zillet hali olduğunu göstermek istercesine Kudüs’ü çekip ellerinden almıştır. Kudüs’ün İslam’ın adalet dağıtan bayrağı ile tanışması Hicretin 15. yıllarına rastlar. O yıllar Ömerli yıllardır; o yıllar İslam’ın izzet yıllarıdır. Çünkü o yıllar mihrapların haklarının ödendiği yıllar, namazın başının dik tutulduğu yıllardır. Müslümanlar namazın başını dik tuttukları için Allah da onların başını dik tutmuş ve sahabenin birçoklarının katıldığı bir sefer ile Kudüs, Ezan-ı Muhammediye ile buluşmuştur. Bu izzet günlerinden sonra Müslümanların namaz hassasiyetlerinin zayıflaması ile birlikte Haçlı orduları İslam coğrafyalarına saldırmaya başlamışlardı.

Mekke, Medine ve Kudüs.  Mescid-i Haram, Mescid-i Nebi ve Mescid-i Aksa.

Üç merkezin üç mescidi. Mü’min her kalbin nabzının attığı üç noktadır. Nabızlar attıkça hayat var, azaldıkça da hayat emaresi düşüktür. Mü’min insanlar ne bu noktalardan uzak kalabilirler ne de onlara alternatifler bulabilirler. Kudüs Mekke’dir, Medine’dir. Mekke Kudüs’tür, Medine’dir. Medine de Kudüs’tür, Mekke’dir. İman böyledir, böyle olmalıdır. İmanı bu olmayanın ya da Kudüs’ü haritalardaki şehirlerden biri zannedenlerin imanı da masa başı harita üzerindedir. Kudüs, şehir değildir. O dindir, imandır, davadır, heyecandır, semboldür, ölçüdür. Onunla ölçeriz cihat tutkumuzu, fedakârlık samimiyetimizi.

Kudüs bir aynadır; kim kimdir, sözler ne kadar samimidir, ne kadar da riyakârdır, onun duvarlarına bakarak anlarız onu. Kudüs, samimiyettir, unutmamaktır, vefadır, ümmet olmak veya olamamaktır. Katettiğimiz yolumuzu onda ölçeriz. Dünümüzü de yarınımızı da onun üzerinden tartarız. Kudüs, Kur’an medeniyetin beşiğidir. Değerlerimizi onunla ölçeriz, onunla ölçülürüz biz. Onunla uyur, onunla kalkarız.

İslâm büyükleri hep ‘Ümmet-i Muhammed’ diye yalvarmışlardır. Bilhassa cemaatlerin, vakıfların, derneklerin (gönüllü kuruluşların) hassasiyetlerini kaybeder halleri, kendi yaşayışlarını dine (Allah ve Resulünün ölçülerine) vurmayıp kendi ölçülerini dinin yerine koyar halleri ‘Fetö mensupları’nın düştüğü hataya götürür. Süleyman Hilmi TUNAHAN Hazretlerinin Cezayir Müslümanlarına camii kürsülerinde yaptığı duadan ve Fransa’nın yanında yer alan hükümeti ikaz eden vaazından dolayı defaatle ifadeye çağrılıp suçlu muamelesi görmesi, bugüne de ışık tutuyor. Şimdi halü hayatta olsalardı gerek âlim, müderris, mürşid arkadaşlarına gerek talebelerine gerekse bütün Müslümanlara ‘Ümmet Şuuru’ vermeye çalışır, Kudüs Meselesini gündeme taşıyıp gündemde tutar o günkü hükümetin ikazı yerine mağdur ve mazlum ümmete sahip çıkan bugünkü hükümet ve lideri Tayyip ERDOĞAN’ı tebrik, taltif ve teşvik eder, Menderes’e söylediği ‘Ayasofya’yı aç!’ derdi.

Yaşar Değirmenci.

fanidunya

  • Ziyaretçi
Ynt: Gönlümüzde ve gündemimizde Kudüs
« Yanıtla #1 : Aralık 17, 2017, 02:51:00 ÖS »
Gönlümüzde ve gündemimizde Kudüs!

Siyonizm adım adım büyük İsrail’e doğru ilerliyor. Siyonistlerin aşamalı “Yahudileştirme” politikaları Batı desteğiyle devam ediyor. Kudüs’ün demografik yapısını mütemadiyen Yahudiler lehine göre değiştiriyorlar. Siyonist rejim emrivakilerle fiili durum oluşturarak, dünyayı bu yeni duruma alıştırmak istiyor. İslam âlemi, bu durum karşısında Mescid-i Aksâ’ya sahip çıkamıyor. Ümmetin suskunluğu ise, işgalci rejimi şımarttıkça şımartıyor. Bugün bize düşen, Kudüs’e ve el-Aksâ’ya sahip çıkmak değil midir? Şimdi Kudüs aynasında kendimizle yüzleşme zamanı gelmedi mi?

Kınamalar akan kanı durdurmuyor, kıyım ve yıkım devam ediyor. Bilelim ki, gönlünde ve  gündeminde Kudüs olmayan her Müslüman kusurludur. Çünkü Kudüs Allah’ın ayetlerinden bir ayettir. Kudüs bizim için stratejik, politik, ekonomik bir amaç değil, imanî bir meseledir. Bizim imanımıza göre; Mekke Allah’ın haremi, Medine Nebi (sav)’in haremi, Kudüs ümmetin haremidir…

Kudüs sadece bir Filistin meselesi değil ki, sadece Kudüslülerden sorulsun. Sadece Arabın değil, insanlık meselesidir. Kudüs kuru bir toprak davası değil, insanlığın kurtuluşunun kapısıdır. Kudüs’ün özgürlüğü ümmetin özgürlüğü demektir. Bizler bütün gücümüzle ve imanımızla Aksâ’yı sahiplenelim! Bizler, bütün Ümmet-i Muhammed, ümmetin âlimleri, yöneticileri, kanaat önderleri Mescid-i Aksâ’nın ve Kudüs’ün özgürlüğü için harekete geçip Siyonist rejimin Aksâ’yı yıkma plânlarını engellemede, sonuç alıcı adımlar atmada yarıştığımız kullar olduğumuzu gösterelim.

   Bugün belki Müslümanlar tam olarak bu sorumluluklarını yerine getiremiyor olabilirler. Eninde sonunda bu hakikat gerçekleşecek; mazlum, mağdur ve mahzun olan Mescid-i Aksa’nın çehresi inşallah değişecektir. Kudüs, sadece Filistin’in başkenti değil, bütün Müslümanların başkentidir. İslam coğrafyalarının sinesine saplanan Siyonist hançer, devam eden zalimliğini, tek dertleri kendi saltanatlarını korumak olan satılmış liderlerden alıyor. Bunlardan kurtulmadan Kudüs’ün özgürlüğü mümkün olamayacaktır. Allah (cc) bu mazlum ümmete yardım eylesin. Hz.Ömer misali Kudüs’ü Mekke gibi görmeden, Selahaddîn-i Eyyûbî misali Kudüs’ü aşk haline dönüştürmeden, ne Kudüs kurtulacak, ne Mescid-i Aksa sevinecek. Güçlü bir devlet, güçlü bir millet, güçlü bir ümmet olmak zorundayız.

Şu  âyet mealleri hatırıma geldi. Paylaşayım.

Maide sûresinde: “Küfre sapanlar birbirleriyle dayanışma içindedirler. Siz de böyle yapmadıkça yeryüzünde zorbalık ve büyük baskı hâkim olacaktır.” (5/2)

 Enfal sûresinde ise çare ve yol gösteriliyor: “Allah’a ve Onun Rasulüne tâbi olun. Birbirinizle didişmeyin. Sonra direnciniz, mukavemetinizi yitirirsiniz, rüzgârınız (kuvvet ve yardımınız) da kesilir. (8/73)

 ‘…Sakın hainlere taraftar olma. Ve Allah’tan af dile, çünkü Allah çok bağışlayandır, rahmet kaynağıdır. Kendilerine ihanet edenleri de savunma! Hiç şüphesiz Allah, kendisine ihaneti meslek edinip, boğazına kadar günaha batanları sevmez.’ (4 Nisa 105-107) “Müminleri bırakıp kâfirleri dost edinenler, onların yanında izzet mi arıyorlar? Bilsinler ki bütün izzet yalnızca Allah’a aittir.” (Nisâ:4/139) 

   Kudüs Fatihi Selahaddin Eyyubi’nin sözünü de aklımızdan çıkarmayalım: “Dostlarıyla uğraşanlar, düşmanlarını yenemez.” Değişik bir ifade ile söylersek: ‘Dostlarıyla dalaşanlar, düşmanlarıyla savaşamazlar, düşmanlarıyla savaşanlarsa dostlarıyla dalaşamazlar.’

İslam ülkelerinin yöneticilerini birleşmeye, ortak tavır almaya, birlik olmaya razı etmeliyiz.

Emperyalist devletlerin emrine girdikleri için iktidarlar İslâm düşmanlarına karşı birleşmiyor. Âyetlerin ışığında, sünnetin çağa taşınmasıyla Müslüman milletleri birleştirmenin yollarını arayalım. Bir yazar arkadaşımızın önemli bir hatırlatması:  ‘Dostlarınla, yol arkadaşlarınla, Müslüman kardeşinle uğraşma, gıybet yapma, onları dışlama, zayıf düşürme. Safları bozma, adam eksiltme, yapanlara izin verme. Tek hedefin, tek hasmın Kudüs’ü işgal edenler, onları destekleyenlerdir. Buna odaklan, enerjini buraya harca. Dünyada herkese örnek insan olarak Peygamberimiz gibi, önce ‘emin’ ol, sonra Müslüman. Dürüst ol, adil ol, çalışkan ol, merhametli ol. Kudüs’ü ancak her şeyi ile topluma örnek olan insanlar yönetebilir. O insanın nasıl olacağını tüm dünyaya göster.’

Bütün İslam ülkelerinin milletlerini hatta bütün Ümmeti harekete geçirecek bir lidere (halifeye) olan ihtiyaç had safhadadır. Cumhuriyetin kuruluşunda hilafetin kaldırılmasındaki dış güçlerin pazarlık ısrarını da bu vesile ile hatırlayalım. Yazımı bir ibretle bitireyim.

Halepli bir marangozun ibretlik dersi

Haçlı seferleri ile namazlarını zayi eden o günün Müslümanları Kudüs’e de elveda diyeceklerdi. Bu ilk merhalede 90 yıl o topraklar ezana hasret kalacaklardı. Bu zaman zarfında İslam coğrafyalarında büyük bir hüzün oluşacaktı. Çünkü Müslümanlar Miraç hadisesinin mekânını, ilk kıblelerini kaybetmişlerdi. İşte o günler Halepli bir marangoz yüreğinin ta derinliklerinden bu işin ızdırabını duymaya başlayacak ve kendi kendine; “Müslümanların ilk kıblesi işgal altında olacak, ama sen bir şeyler yapamayacaksın” diye söylenecekti. Bu marangoz; “ben ne yapabilirim ki” demeyecek; düşünecek, ağlayacak, yüreğinde fırtınalar estirecek ve en sonunda diyecekti ki; “iyisi mi ben bir minber yapayım. Çünkü ben inanıyorum ki, o topraklar bir gün elbet yeniden Müslümanların olacak. Hiç değilse o süreci hızlandırmak için, Müslümanların gündemine Kudüs’ü koymak için böyle bir iş yapayım.” Halepli bu marangoz aldığı bu karar gereği başlayacak bu minberi yapmaya ve sonunda her göreni hayran bırakacak bir minber yapacaktı. Dükkânına gelen müşteriler hayran hayran tek bir çivi kullanılmadan yapılan bu minberin hangi mescide ait olduklarını merak edip soracaklar, marangoz ise herkesi gözyaşına boğacak olan şu cevabı verecekti: “İnşallah bu minber Müslümanları bekleyen Mescid-i Aksa’nın olacaktır.” Ve bir gün bu marangozun önünden 5-6 yaşlarında bir çocuk geçecek, o güzel minber onunda ilgisini çekecekti. Dakikalarca büyük bir hayranlıkla bu minberi süzecek, sonra içeri girecek ve marangoza o minber ile alakalı sorular soracaktı. Marangoz, minberin Mescid-i Aksa’ya ait olduğunu söylemesi ile bu çocuğun bir anda dünyaları değişecek ve orada bir söz verecekti kendi kendine; “İnşallah! Kudüs’ü fethedecek komutan ben olacağım ve bu minberi Mescid-i Aksa’ya koyacak olan da ben olacağım.” Kimdi bu çocuk? Minberin karşısında bu sözü veren şarkın en sevgili sultanı Selahattin-i Eyyübi’den başkası değildi.

O büyük komutan yıllarca bu işin aşkı ile yanıp, tutuşacaktı. Gülmeyi kendine yasaklayacaktı. “Kudüs işgal altındayken ben nasıl gülebilirim” diyecekti. Bir çadırdan Kur’an sesleri duyacaktı. O çadırın askerleri herkes uykuda iken uyanıktılar; kıyamda, rükuda, secdede ya da rahlelerinin başında idiler. Selahattin bu çadırı görünce sevinecek; “İşte buradan zaferin kokusu geliyor” diyecekti. Çünkü şarkın en sevgili sultanı çok iyi biliyordu; “Namazlarını diriltenler Kudus’ün sahibi olacaklardır.” O da diriltti, elinin altındaki askerleri de diriltti. Kudüs yeniden onların oldu. Selahattin fethin hemen arkasından Halep’te ki o minberi getirerek Mescid-i Aksa’ya yerleştirdi.

Eğer namaz müminin miracı ise, miracın mekânı da Kudüs ise, yapılacak iş bellidir. Namazın başını dik tutmak. Namazlarımızın başı dik olunca, inşallah Kudüs’ümüzün başı da dik olacaktır. Kudüs, İslam’ın sembolüdür. Bütün ezilmişliğine, yok edilmek için kuşatılmışlığına rağmen Kudüs, cihadın en faal noktası olarak kalacaktır. Cihat ruhu canlandırıp devam ettirilirse, ümmet ‘dünyevileşme hastalığı’ndan kurtarılır.

Ümmetin umut ve heyecanı, idealistlik tarafı unutulmaz/unutturmaz. İnşaallah…

 

Sitemap 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42