Gönderen Konu: MÜSLÜMAN KİMLİĞİMİZİ KAYBETMEYELİM  (Okunma sayısı 347 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

fanidunya

  • Ziyaretçi
MÜSLÜMAN KİMLİĞİMİZİ KAYBETMEYELİM
« : Ekim 14, 2017, 01:31:59 ÖS »
MÜSLÜMAN KİMLİĞİMİZİ KAYBETMEYELİM

Mü’min kimliğimizi, Mü’min şahsiyetimizi kaybetmeyelim!

Dünyevileşme, müminler için kanser kadar tehlikeli bir hastalıktır. ‘Dünyevileşme hastalığı’nın en önemli sebebi imanda zayıflık ve zafiyettir. Dinde laubalileşme, lakaytlık, ibadetleri geçiştirme, emir ve nehiylerde vurdumduymazlık, amelsizlik, vs. dinin, gündelik hayattan, ahlaktan, ticari ve sosyal yaşayıştan uzaklaştırılması, öneminin azaltılması, kişinin kendisini dünyanın cazibesine kaptırıp onun esiri olması. Yaşadığı hayat tarzına dini müdahale ettirmeme, tesirini ve yerini azaltma, vicdanda bırakma çağın hastalığıdır.

Vahye ve sünnete dayalı bir hayatı, insanları bir bütün olarak ele alıp, ölçülü ve dengeli bir yaşayışı önceleyen Müslümanların heva ve hevese dayalı bir zihniyetle, refahtan şımarması, menfaat ağırlıklı bir hayatı tercih etmesi, dünyayı da yaşanmaz hale getirmektedir.

   Müslümanlar ölümü unuttular, ölümden sonra hesaba çekileceklerini, sorgulanacaklarını, yargılanacaklarını da. Dünyayı, hayatlarının ve hedeflerinin merkezine koydular. Bu durumda olan insan, Allah ile bağını kopardı ve hafıza kaybına uğradı. Bencil, kendisinden başka kimseyi düşünmeyen, özgürlük adı altında her arzu ve isteğini yerine getirmeye çalışan bir yapı meydana geldi. Bu anlayışta sabır-kanaat-şükür-bereket diye bir kavrama yer yoktu. Kendisi için biçilen, şekillendirilen hayat tarzı; lüks, israf ve gösteriş üzerine kuruldu. Zaruri olmayan ihtiyaçları temin etmek için her türlü değeri yok sayabilecek hale getirildi. Sonuçta ‘Dünya hayatını seve seve ahirete tercih ederler’ âyetinin işaret ettiği kimseler durumuna düştüler. Dinini yaşamaya çalışan insan, dış dünyanın çekiciliği ile iç dünyasının hakikatleri arasında sıkışıp kaldı. Her işe Besmele ile başladığını, manasıyla beraber unuttu.

Mü’min kimliğimiz, Mü’min şahsiyetimiz gerek şahsi, gerek ailevi, gerek sosyal gerekse yaptığımız her işte Allah’tan ve O’nun Rasulü’nden bağımsız yaşamamaktır. Allah adıyla ve Allah adına okuyacağız; bütün varlığı, eşyayı, hayatı ve insanı... Bu okumanın anahtarı: Bismillahirrahmanirrahim idi; manası “Zatıyla rahmetin kaynağı ve işinde sınırsız merhametli olan Allah’ın adına/adıyla demektir. Hayatın bütün alanlarına “Bismillah” şifresiyle girmektir. Her işe Besmele ile başlama, Besmelenin şu anlamların hepsine birden geldiğini bilmektir. Allah’ım! Hayatın hiçbir alanını senden bağımsız görmüyorum. Allah’ım! Şu yaptığım işi senin verdiğin güç ve kuvvetle yaptığımın farkındayım. Rabbim!

Bu işlerimi/faaliyetlerimi (eylemimi) senin gözetim ve koruman altında yapmak istiyorum. Allah’ım! Bu konuda senin yardımını istiyorum. İşte bu sebeplerle sadece Kur’an’ın tüm sûrelerinin başına değil, her meşru ve maruf yapılanların bütün varlığı ve hayatı okuma girişimlerinin başına da besmele konuyordu. Bunları da unutmayacağız.

   Müslümanların imtihanı temelde üç ana eksende kendisini gösteriyor. Birincisi makam-mevki tutkusu, ikincisi mal/mülk ve servet tutkusu, üçüncüsü karşı cinsle ilişkilerde sınırları aşma tutkusu. Bu esaretlik, Müslümanların, aklını ve kalbini paramparça etti. ‘Üsve-i hasene’ iyi modellerle, örnek hayatlarla dolu bir toplum oluşturulamadı. Tüketime yönelik kâr, marka ve moda gibi kavramlar, dinin ticarileştirilmesini de beraberinde getirdi. Tüketim kültürünü ve alışkanlıklarını meşrulaştırıcı bir anlayış oluştu. Sınıf atlayan yeni bir Müslüman kesim türedi. Bu sosyal değişimle, inandığı gibi yaşayan değil, yaşadığı gibi inanan bir Müslüman tipi ortaya çıktı. Helal ve haram duyarlılıkları oldukça zayıfladı. Muhafazakâr denilen ailelerde bile çözülmeleri beraberinde getirdi. Henüz dini hassasiyetlerini kaybetmeyenler, dinini yaşama mücadelesi verip imanını kurtarma derdine düştü. Tıpkı hadiste zikredilen ‘imanı muhafaza, elde kor (ateş) taşımak gibi olacak’ hali üzere mücadele devam ediyor. Rasulullah Efendimizin gününü üçe ayırdığını, bir bölümünü kendisi ve yakınlarına, bir bölümünü insanlara, bir bölümünü de Rabbiyle münasebetlerine ayırdığını unutmayalım. Allah’a şikayet edeceği tek konu kavminin, ümmetinin Kur’an-ı Kerim’i, hayat tarzının dışında tutmasıdır. İşte (O gün) Peygamberimiz şöyle şikayet edecek: Ey Rabbim! Toplumum bu Kur’an’ı terk edilmişliğe mahkûm etti. (25 Furkan Sûresi 30. âyet)

 Kur’an, Sünnet ve Hadisten uzak hayat, ‘önce bazı alanlarda uygulama bakımından İslam’ı terk etme, sonra bunu bir şekilde meşrulaştırma’ meydana getirdi. Müslümanlar, her türlü olumsuzluğa rağmen mazeretlere sığınmadan her hal ve şartta yaşanan bir dini olduğunu unutmadan ‘örnek müslüman’ hali içinde hareket etmeliler. Sünnetin, Kur’an’ın hayata açılımından başka bir şey olmadığını düşünerek… Biz İslâm medeniyetinin çocukları olarak yeni bir model üretmek zorundayız. O model, Peygamberimizin oluşturduğu modeldir. Yeni bir çağ açan, zulüm çağını kapayan model!  O model de Sünnettir.

Sünnet, Kur’an’ın hayata, bireye, topluma ve kamuya nasıl aktarılacağını gösteren örnektir. Peygamberimiz, yaşayan/yaşanılan Kur’an’dır. O’nun yaptıklarını bugünün şartları içerisinde yeni bir yorumla yeni bir ruhla, aynı hedefleri, aynı ilkeleri muhafaza etme kaydıyla yeniden üretmektir. Sünnet anlayışımız, sadece geçmişin bir tekrarı değil, asrımızdaki İslam toplumlarının karşılaştığı problemlerde yol gösterme, kılavuz/rehber olmasıdır. Sünnet şuuruna varmak, sadece Peygamberimizin giyim-kuşam gibi davranışlarını taklid değil, sünnetten ilham alarak Müslümanın bir dünya görüşüne sahip olduğu Rabbimizin razı ve memnun hayat tarzını ortaya koymaktır. Sünnet, Müslüman toplumun kimliğini korumak, onların beraber yaşadığı Müslüman olmayan toplumların içerisinde erimesine, kişilik zaafına düşmesine, kendi dışındakileri taklit ederek kimlik ve kişiliğini kaybettirmemektir.

Her türlü zulümle, haksızlıkla, eşitsizlikle, baskıyla, sömürüyle, açlıkla, kıtlıkla, sosyal ve fiziki çevre problemleriyle yüz yüze gelmek ve bütün bunlara çözüm bulmaya çalışmak sünneti ihya ile veya sünneti çağa taşımakla mümkün olacaktır. Bir anlamda bu “Siz insanlar için (tarih sahnesine) çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz” (3 Al-i İmran 110) ayetinde Müslümanlara biçilen görev ve sorumluluktur. Müslüman Kur’an’ın prensiplerini, düşünce, inanç ve davranış olarak hayata geçirdiği zaman çok büyük ölçüde Sünnet’e uymuş oluyor zaten. Sünnet; Rasulullah’ın Kur’an’ı esas alarak hayatın her alanında; inanç, ibadet, eğitim, hukuk, ekonomi vs. gibi konuları kapsayacak şekilde ortaya koyduğu bir model ve dünya görüşüdür. Diğer bir ifade ile Allah Rasulü’nün İslam’ı anlama ve hayatın her alanına tatbik etmede teorik ve pratik (sözlü veya uygulamalı) olarak ortaya koyduğu bir düşünce ve hayat tarzıdır. Peygamber hayatı, bir kalıp, bir şablon değil, bir numune, emsal, örnek, model olarak ele alınıp değerlendirilmelidir. Nitekim Ahzab Suresi 21. ayette sünnetin söz ve şeklinden ziyade; hikmet, ruh, ilke, mana ve gaye ile anlaşılması gerektiği beyan edilmiştir. Sünnet anlayışımız, sadece geçmişin bir tekrarı olmamalı, asrımızdaki İslam toplumlarının karşılaştığı problemlerde yol gösterme (kılavuz-rehber) fonksiyonu taşımalıdır. Sünnetten ilham alarak Rabbimizin razı ve memnun olduğu hayat tarzını ortaya koymaktır. Sünnet, Müslüman toplumun kimliğini korumak, onların beraber yaşadığı Müslüman olmayan toplumların içerisinde erimesine, kişilik zaafına düşmesine, kendi dışındakileri taklit ederek kişiliksizleşmesine karşı koymaktır. Evrensel dinin (İslâm’ın) ölümsüz değerlerini insanlığa sunmamız gerekiyor. Rabbimizden niyaz ve iltica ile…

“Rabbim! Bana doğru bir muhakeme yeteneği bahşet. Beni iyilerin arasına kat. Beni herkesin diriltilip kaldırılacağı o gün mahcup eyleme! Ahlaki çürümeye yol açan şu topluma karşı bana yardım et! Ey Rabbimiz! Bizi zalimlerle (Cehenneme giren kimselerle) birlikte olmaktan muhafaza buyur. Ey Rabbimiz! Günahlarımızı ve işlerimizdeki aşırılıklarımızı affedip bağışla. Hak yolunda ayaklarımızı sabit kıl. Kâfirler topluluğuna karşı bize yardım et.”

Yaşar Değirmenci.

fanidunya

  • Ziyaretçi
YAŞAYAN VE YAŞANILAN DİNİMİZ OLDUĞUNU UNUTMAYALIM
« Yanıtla #1 : Ekim 14, 2017, 01:34:32 ÖS »
YAŞAYAN VE YAŞANILAN DİNİMİZ OLDUĞUNU UNUTMAYALIM

Bir düğme olsa ve ona basınca istenilen gerçekleşiverse… Ben de “kendin için istediğini başkası için de istemek, kendin için istemediğini başkası için de istememek” kaidesinin yürürlüğe konulacağı düğmeye bassam, ne olur? Sadece bu, sadece bu kaide uygulansa… Ne olur? Lâteşbih, ortalık cennete döner! Bu kaideyi sadece inananlar tam, olarak uygulasa, yine de kâfi gelir. Fakat olmuyor işte! Niçin olmadığını da anlamak, teşhis etmek pek işimize gelmiyor. Bir tek hadisle amel bile hayatımızı değiştirmez mi?

  Nasıl kurtulur memleket, nasıl kurtulur inananlar, nasıl kurtulur cihan? Önce kendini bir düzeltsene! Kalbin ne olduğunu bildiğin halde kalb kırmaktan vazgeçsene. Şu yanındakinin elinden tutsana. “Hüsnüzan imandandır” ölçüsünü hatırlayıp, etrafına daha bir güzelce bakmayı öğrensene. Kendine hoş gelmeyeni başkasına yapmasana, kendine hoş geleni başkaları için istesene. Bir metodu işaretlemek istiyorum:

Örnek insanlar, rehber insanlar vardır. En mükemmel örnek (nümune-i imtisal) Resûlullah’tır. Sonra, O’nun yolunda olan, dereceli örnekler vardır. Nasıl yaşamış Resûlullah Efendimiz ve O’nun yolundaki üstün insanlar?

Hiç kimsenin hayatı, Resûlullah Efendimizin hayatı kadar bilgi ve belge aydınlığı içinde değildir. Mübarek hayatının öyle safhaları hakkında bilgi sahibiyiz ki; hiçbir tanınmış insanın hayatı hakkında o kadar geniş bilgilere sahip olmamız mümkün değildir. Hatta belki yadırganacaktır; insan yakınları hakkında bile o genişlikte bilgilere sahip olamaz.

Önce, Resûlullah’ın hayatını, gücümüz nisbetinde iyi bilmeliyiz. Sonra, O’nun yolunda olan rehberlerin tanıyabildiğimiz kadarını, iyi öğrenmeliyiz. Bu okumalar, öğrenmeler, okuduklarımızı, öğrendiklerimizi yaşamalar, yaşatmalar hem tahammülü ayarlar, hem de huzurlu bir hayat yaşamamızı kolaylaştırır. Onları düşün. Bugün yaşıyor olsalardı ne yapacaklarını düşün. Bunaldığın meseleyi, yaşasalardı ‘nasıl çözerlerdi?’yi düşün. İnandığını yaşamak bu demektir. Akış ve bütünlük ancak böyle tahakkuk eder.

Aktüaliteye dalmışız. Gündemimizin son maddelerinde olması gerekenler başa oturmuş. Kalkmıyor da. Yahut kaldıramıyoruz. O zaman kendi kendimize ‘En üstün aktüeli tanı!’ mı diyelim? Okumalar yapsak Peygamber Efendimizin hayatından. Her hal ve şartta dinimizi nasıl yaşamış, nasıl öğretmiş, nasıl tebliğ, telkin ve irşadda bulunmuş aile reisi olarak, tâcir olarak, komutan olarak, devlet reisi olarak, arkadaş, yoldaş, komşu olarak, kul ve insan olarak hülasa okumaya başlayalım. Okuyup amel edelim.

  Yaşayan ve yaşanılan bir dinimiz olduğunu unutmayalım. Sadece kitaplarda bırakmayalım. Âlemlere rahmet Hz. Muhammed aleyhisselam da `model` misyonuyla (usvetun hasenetun) gönderilmiştir. Bu misyonu ona Allah yüklemiştir. Onun âlemlere rahmet olması, gayr-ı irâdî ve vehbî bir oluş değil, irâdî ve kesbî bir oluştur. Fânî bedeniyle değil, bâkî misyonuyla alakalıdır. Bu misyona sahip çıkıp onu hayatlarına taşıyanlar, bunu yapabildikleri oranda Allah Rasulü’nün rahmet olduğu `âlemlere` dahil olurlar. Yoksa onun âlemlere rahmet oluşu dindarlaşma sürecinden rahatsız olanlar için tehlikedir. Bunlar, peygamberin misyonuna ihanet etmenin dünya ve ahiretteki bedelini öderler.

Şimdi, her mümin, Kur’an’ın `hayata dönüşmüş biçimi` olan Allah Rasulüyle ilgili tasavvurunu yoklasın. Yaşanmayan, hayata nüfuz etmeyen, sosyal tezahür imkanlarından mahrum bırakılan her inanç zayıflar, solar, küllenir.

Peygamberimizin yaşayışı kimlere, nelere cevap teşkil etmiyor ki? Hem de en müessir, en hakiki, en üstün cevap! Muhtevasında; takılana da, bana da, etrafa da, muârızlara da, herkese, her şeye, gücümüz, kuvvetimiz nisbetinde nasibimiz var. Ne kadar taşıyabiliyorsak ne kadar doldurabiliyorsak o kadar alabiliriz. İçimizin meselesini halletmeden önümüzdeki meseleleri halledemeyiz. Her mümin için bir gayret ve tekamül vazifesi mutlaka vardır. Ahlakın da, ilmin de tefekkürün de, her şeyin madeni ve cevheri imandır. İyi-güzel-doğru ne varsa, oradan gelir, oraya gider.

Sevgili Peygamberimiz zamanımızın imtihanlarını bildirdi. “Mal sevgisi” dedi. Dikkat edelim mal sevgisine! Dünyevileşmemize, refah ve konfor düşkünlüğümüze… Bir derdimiz var burada. “Dikkat edin!” ihbarında hikmet var. “Dünyaperest” olmamaya işaret buyurdu. Bu bir gizli tehlikedir, dikkat edelim. Putperestlik açıktı. Dünyaperestlik gizlidir, sızar, dolanır, hulül eder, nüfuz eder.

  Bütün gerçek sevgiler, Allah sevgisi ile hasıl olur. Yalan sevgilere, ifrat ve tefritlere dikkat edelim. Tekneyi yüzdürecek olan su, teknenin içine girerse onu batırır. Madde budur işte! Tefrik zor değildir, zorlaştırılmamıştır bizim işimiz. Zorlaştıran kendimiziz. Her şeye rağmen bu zorlukları aşıp, bu imtihanları kazanacağız inşaallah!...

Şu anda Müslümanların inançları ile yaptıkları örtüşmüyor. İnancımıza göre hareket etmemiz gerekir. İslam dünyasına bakıldığında, teorik planda Müslüman olmasına rağmen eylem noktasında iflas etmiş durumdadır. Artık Müslümanlığı sadece teorik bir şey olmaktan çıkarıp eylem merkezli bir tanıma kavuşturmak lazım. İmanla amel arasındaki açı farklılığının mutlaka giderilmesi gerekir. Müslüman Kur’an’ın prensiplerini, düşünce, inanç ve davranış olarak hayata geçirdiği zaman çok büyük ölçüde Sünnet’e uymuş, sünneti çağa taşımış olur. Peygamber Efendimizin 23 yıllık bir zaman diliminde dünya tarihini en cahil bir toplumunu cahiliye batağından kurtarıp bugün örnek aldığımız bir model toplum haline getirdiğini unutmayalım. Kur’an, “Bir toplum, kendi nefsinde olanı değiştirmedikçe Allah o toplumu değiştirmez” (13 Rad 11) buyuruyor. Eğer biz, bir değişimi gerçekleştirmek istiyorsak, bunu ancak Hz. Peygamberin değişim mücadelesindeki ilkeleri günümüze taşıyarak yapabiliriz. Bu değişimi gerçekleştirmede söz konusu ilkeler bizim için bir çıkış noktası, bir ipucu olmalıdır. İslâm’ı sünnetsiz, bir bakıma geleneksiz bırakmanın en kesin sonucu onu hayatsız bırakmaktır. Çünkü geleneği olmayan bir inanç sistemi, geleceği yeniden inşa iddiasını kaybetmiş demektir.

  Sünnet ve hadis Hz. Peygamberin manevi şahsiyetini ayakta tutan ana sütunlardandır. O sütunları parçalamak Hz. Peygamberin tarihsel kişiliğini manevi şahsiyetinden mahrum etmek anlamına gelir. Sünnet ve hadis, mü’minin aklını, şahsiyetini, hayatını inşa eder. Gerek siyer kitaplarımızı, gerekse hadis-i şerifleri dikkatli okuyup amel edersek ifrat ve tefride düşmeden itidalli ve istikametli bir yol izleyebiliriz.

Son zamanlarda mü’minler olarak, ölçü ve dengenin kaybolduğu bir dönemi yaşıyoruz. Bütün yapılan amellerin Allah ve Rasulüne arz edilip o ölçüye vurularak değerlendirilmesi gerekirken, çeşitli düşünce ve mülahazalarla herkes kendi koyduğu ölçüye uyar oldu. Bu hercümercden ancak ‘ehli sünnet vel cemaat’ ölçüsüyle kurtulabiliriz.

Yaşar Değirmenci.

 

Sitemap 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42