Gönderen Konu: SÜNNET İNKAR EDİLEMEZ  (Okunma sayısı 405 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

fanidunya

  • Ziyaretçi
SÜNNET İNKAR EDİLEMEZ
« : Mayıs 28, 2018, 09:02:52 ÖS »
SÜNNET İNKAR EDİLEMEZ

Sünnet Kur’an’ın hayata açılımından başka bir şey değildir. Diğer bir ifadeyle Sünnet, Kur’an’ın hayata bireysel ve toplumsal ölçüde nasıl aktarılacağını gösteren bir model, bir örnektir.

Müslüman Kur’an’ın prensiplerini, düşünce, inanç ve davranış olarak hayata geçirdiği zaman çok büyük ölçüde Sünnet’e uymuş olur.

Sünnet, boyutları itibariyle sadece fert olarak Peygamberimizi takipten ibaret değildir. Sünnetin toplumsal bir boyutu da söz konusudur. Nitekim Resulüllah Efendimiz, Allah’tan aldığı tebliği/mesajları insanlara iletmekle yetinmemiş, ikinci bir aşamada Medine İslâm Devleti’ni kurmak suretiyle misyonuna/sünnetine sosyal bir boyut da kazandırmıştır.

Medine İslâm Devleti’nde toplumsal planda bir uygulamaya gidilmiş yani; fakirlik gibi, adaletsizlik, eşitsizlik, eğitimsizlik gibi o zaman için cahiliyye toplumunda yer etmiş bütün olumsuzlukları toplumsal planda ortadan kaldırmak için Peygamberimiz hem bir peygamber olarak hem de bir devlet başkanı olarak bir takım icraatlarda bulunmuştur. Bütün bunlar Peygamberimizin misyonunun aynı zamanda toplumsal bir boyuta sahip olduğunu göstermektedir.

Peygamberimiz bununla da yetinmemiş, İslam’ın tebliğinin/mesajının diğer bölgelere ulaşması için elçiler göndermiştir. Temsil ettiği değerlerin bütün insanlığa kazandırılması, yeryüzünde söz konusu değerlerin hâkimiyetinin sağlanması gibi günümüz ifadesiyle uluslararası, küresel bir misyonunun olduğu söylenebilir. Bu üç boyuttan bugün için Sünnet adına önem arz eden kişisel plandakinden daha çok toplumsal ve evrensel plandaki Peygamber Efendimizin örnekliğidir. Sünnet Kur’an’ın hayata açılımından başka bir şey değildir. Diğer bir ifadeyle Sünnet, Kur’an’ın hayata bireysel ve toplumsal ölçüde nasıl aktarılacağını gösteren bir model, bir örnektir.

O’NUN AHLAKI KUR’AN’DI

Nitekim Hz. Aişe validemiz “Onun ahlakı Kur’an’dı” derken Peygamberimizin hayat tarzının/sünnetinin Kur’an’la içli dışlı olduğunu anlatmaya çalışmıştır. Bazı İslam düşünürleri ise “Hz. Peygamber yaşayan Kur’an’dı” diyerek sünnetin bu yönüne dikkat çekmişlerdir. Dolayısıyla bugün bize düşen görev, Peygamberimizin yaptıklarını bugünün şartları içerisinde yeni bir yorumla, yeni bir ruhla, aynı hedefleri, temsil ettiği aynı ilkeleri muhafaza etmek kaydıyla yeniden üretmektir. Sünneti çağa taşımak veya çağı Sünnetle yaşamaktır. Bu da yeryüzünde mücadele edilmesi gereken bölgesel ve küresel ölçekteki Kur’an’ın fesat tabir ettiği her türlü zulümle, haksızlıkla, eşitsizlikle, baskıyla, sömürüyle, açlıkla, kıtlıkla, sosyal ve fiziki çevre problemleriyle yüz yüze gelmek ve bütün bunlara çözüm bulmaya çalışmakla mümkün olacaktır. Bunun için de, sadece Peygamber’i anmak değil, yapıp ettiklerini kurumsallaştırmak, gerek şahsi hayatımıza gerekse bütün insanlığa kazandırmaya çalışmak gerekir. Bu “Siz insanlar için (tarih sahnesine) çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz.” (3 Ali İmran 110) ayetinde Müslümanlara biçilen misyondur.

ELİMİZDEKİ HAZİNE

Peygamber Efendimizin sünneti bugünkü problemlerimiz için de çözümdür. Bu çözüm, geçmişte bunun örnekleri olduğu gibi, kurumlara dönüştürmekle mümkün olabilir. Müslümanların bireysel kurtuluşlarından daha çok toplumsal kurtuluşu hedef almaları önemlidir. Yani bizim kişisel olarak kurtuluşu hedef almamızdan daha ziyade kendi dışımızdakiler için ne yaptığımız önem arz etmektedir. Bizim dışımızdakiler kendi ailemiz, akraba ve dost çevremiz, şehrimiz, ülkemiz, bölgemiz ve nihayet bütün bir dünya olarak geniş bir yelpazeye sahiptir. Müslümanların aslında en önemli problemi ellerinde muazzam bir hazine olmasına rağmen bu hazineyi ne şekilde kullanacaklarını bilememeleridir; ham elması yontarak bir pırlanta haline getirememeleridir. Modern dünyada birtakım gelişmeler ve değişmeler yaşanıyor, İslam dünyası da bu değişim rüzgârlarına çok çabuk kapılabiliyor. ‘Biz kalarak değişmek, değişerek biz kalmak’ canlı tutulamıyor. Kur’an-ı Kerim ve Sünnet ölçülerine uyma, dinimizi hayat tarzımız olarak görme yerine  ‘tartışılan din’ haline getiriliyor. TV programları, programa çıkan İlahiyatçıların magazin sorulara verdikleri cevaplarla reyting (şan, şöhret, para, vs.) derdine düşmeleri aslî vazifeyi unutuyor/unutturuluyor. Kadın hakları, insan hakları, demokrasi gibi.

İNANCIMIZA GÖRE YAŞAMAK

Teorik planda İslam dünyası evrensel eşitlik ilkelerini hayata geçirmek bakımından öncü olması gerekirken tam aksine önce Batı’da birtakım teoriler geliştiriliyor, Müslümanlar ise, ‘aslında bunlar bizde de var’ diyerek Batı’dan aldıklarını ayet ve hadis şemsiyesi altında İslamileştirmeye çalışıyor. Esasen bu durum Müslümanların fikri tembelliklerinin ürünüdür. Halbuki Müslümanların yapması gereken ilk şey bu tembellikten bir an önce kurtulmalarıdır. Şu anda Müslümanların inançları ile yaptıkları örtüşmüyor. İnancımıza göre hareket etmemiz gerekirken yaşadığımız gibi inanmaya başlar hale geliyor/getiriliyoruz. İslam dünyasına bakıldığında teorik planda Müslüman olmasına rağmen eylem noktasında iflas etmiş durumdadır. Artık Müslümanlığı sadece teorik bir şey olmaktan çıkarıp uygulama/eylem merkezli bir tanıma kavuşturmak lazım. İslam dünyasının öncelikleri bakımından teoriden daha çok pratik eylem ön plandadır. Bizler eyleme vurgu yapan İslam tasavvurunu mutlaka hayata geçirmek zorundayız. İmanla amel arasındaki açı farklılığının mutlaka giderilmesi gerekir.

Yaşar Değirmenci.

 

Sitemap 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42