Gönderen Konu: SÜNNETİ İHYA ETMEK - SÜNNETİ YERİNE GETİRMEK  (Okunma sayısı 363 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

fanidunya

  • Ziyaretçi
SÜNNETİ İHYA ETMEK - SÜNNETİ YERİNE GETİRMEK
« : Haziran 03, 2018, 12:06:58 ÖS »
SÜNNETİ İHYA ETMEK - SÜNNETİ YERİNE GETİRMEK

Sünneti ihya etmek, Peygamberimizin insanlığa sunduğu kalıcı hayat prensiplerini, temel değerleri, hayatın her alanında uyguladığı vahyi ilkeleri özü itibariyle değiştirmeden, eğmeden, bükmeden inşa etmek değil mi?

Bir iletişim gerçeğini, bir reklam gerçeğini göz ardı ederek ilkel usullerle bir adım öteye gidemeyiz. Bugün reklamcılığın ahlakı diye İslami bakış açısıyla yapılmış bir çalışma var mı? Böyle bir çalışma yok. Ama Vatikan’ın ‘reklamcılığın ahlak’ı diye bir çalışması var. Reklamın ne kadar önemli olduğunun, küçük çocukların beyinlerini, zihin dünyalarını şekillendirmedeki öneminin hâlâ analizini yapmış değiliz. Siz istediğiniz kadar sünnete uymaktan bahsedin, televizyonlar kanalıyla değişik dünya görüşlerinin değerleri ile çocuklarımızın beyinleri bombardımana tabi tutulmaktadır. Buna karşı alternatifimiz ne? Hiçbir alternatif yok!

İslami duyarlı dediğimiz kanallar beyin yıkamada öbürlerinden pek de farklı değil, hatta bunu İslamilik adına yaptığı için daha da zararlı olabilir. Müslümanların bu noktalarda düşünüp kafa yorması lazım. Ben, “Hz. Peygamber’den alacağım değerleri nasıl ve hangi yollarla insanlara aktarabilirim?” sorusu üzerinde kafa yormak şarttır. Bu alanda değerlerine sadık elemanlar yetiştirmek lazım.

Sünnet adına bildiklerimizi hayata geçirme konusunda dahi ciddi zaaflarımız, dine bağlılık noktasında ciddi sıkıntılarımız var. İmaj, şöhret, rüşvet, şehvet gibi kavramları bir ölçüde İslamileştirip, “çağın mevcut ana akımı içerisinde nasıl yer alabiliriz”in endişesi içerisindeyiz. Bu gerek bizde, gerekse İslam dünyasının belirli kesimlerinde bir iç tehdit ve tehlike olarak ele alınması gereken bir problemdir.

Müslümanlar kendi değerlerine sahip çıkma noktasında pek başarılı bir sınav verememektedirler. Özellikle bu yönde Türkiye’deki pek çok İslami kesimin başarılı bir sınav verdiği söylenemez. İslam dünyası çağın dışında yaşıyor. İslam dünyası zihniyet seviyesinde yapması gerekenleri yapmıyor/yapamıyor. Sünneti bir model olarak hayatımıza taşıyacaksak Müslümanların şunu çok iyi kavraması lazım: Kimse kalkıp da şu sizin hakkınız deyip, Müslümanlara haklarını teslim etmez.

Nasıl ki, Hz. Peygamber, kimseden lütuf beklemeksizin kendisi toplumdaki çarpıklıklarla mücadele ettiyse biz Müslümanlar da böylesine aktif ve özne konumunda yer alarak haksızlıklarla, çarpıklıklarla mücadele etmekle mükellefiz. İslam ülkelerinin çoğunda “ben sizin liderinizim, ben ne dersem o olur” mantığı hâkim. Dolayısıyla siz devleti eleştiremezsiniz; her yaptığının bir hikmeti vardır. Yani hikmet-i hükümet felsefesi! Bunun Hz. Peygamber’in modeli ile uzaktan yakından hiçbir alakası yoktur. Ekonomik alanda bakıyorsunuz, birçok İslam ülkesinde bir tarafta olağanüstü zengin bir kesim öbür tarafta da olağanüstü fakir bir kesim var. Bir zamanlar orta direğimiz vardı. O da şimdi yok artık ve buna karşı da herhangi bir mücadele verilmiyor. İslam dünyasında kast sistemine karşı mücadeleyi veren yok. İslâm dışı uygulamalar dinî uygulama olarak gösteriliyor.

EN GÜZEL ÖRNEK

Problem, Müslümanların teorik olarak bildikleri ile pratik hayatlarının örtüşmemesi. Ulemamız asırlar önce yazılmış, çizilmiş ve çağımıza hitap etmeyen bilgileri tekrar etmekle, meşgul; pratik hayatın ve mücadelenin içinde bulunanlar ise, yeterli İslami birikime sahip olmadıkları için çağın verilerini, çözümlerini ciddi bir sorgulamaya tabi tutmadan çağa entegre olmak durumuyla karşı karşıya. Dolayısıyla çağa alternatif olabilecek ve sunulabilecek pratik bir model ortaya konamıyor. Oysa Peygamber Efendimiz, Rabbinin kendisine öğrettiği ilahi prensipleri hemen pratiğe aktarma çabası içerisinde olmuştu.

Hepimizin malumu olduğu üzere, onun risaletten önce üyesi bulunduğu Hılfu’l Fudül cemiyeti çerçevesindeki faaliyetleri bunun en güzel örneğidir. O, haksızlığa uğrayan bir kişinin kolundan tutup Ebu Cehil’in karşısına çıkarak hiç çekinmeden, korkmadan hak talebinde bulunabilmiş, mazlumların yanında olmuş, asla zulme rıza göstermemiştir. Bugün Müslümanların hak noktasında icra ettiği faaliyetler, teorik düzeyde Batı’dan kopyaladığı insan hakları söyleminin altına ayet, hadis iliştirilerek “bakın işte bizde de var” demekten öteye geçmiyor. Kendi referanslarımızdan hareketle bir insan hakları söylemini geliştirip pratiğe aktarmış değiliz.

Toplumsal ve evrensel anlamda hayatın bütün kulvarlarında ‘sünneti nasıl uygulayabiliriz, sünnetten ilhamla nasıl bir alternatif model sunabilirizin sıkıntısını ve fikri sancısını taşımıyoruz. İngiliz işgali altında yaşayan bazı Müslüman âlimler, öncelikli olarak İngiliz hâkimiyetine nasıl son verebileceklerini tartışacakları yerde “deniz yoluyla hac caiz mi, değil mi” sorusunu tartışıyorlar.

O halde sünneti ihya etmek, Peygamberimizin kişisel olarak detaylara ilişkin yaptıklarını olduğu gibi tekrarlamak değil; onun toplumsal ve evrensel bir model oluşturma anlamında insanlığa sunduğu kalıcı hayat prensiplerini, temel değerleri, hayatın her alanında uyguladığı vahyi ilkeleri özü itibariyle değiştirmeden, eğmeden, bükmeden çağın şartlarını dikkate alarak yeniden ihya ve inşa etmek değil mi?

Din sadece diyanete, sadece ulemaya bırakılmayacak kadar önemli bir sahadır. İslam’da din adamı diye bir sınıf yoktur. Din herkesin ortak malıdır. Dolayısıyla, ulemadan bir şey gelmese bile kendi gayretimle bir şeyler yapıp her hal ve şartta İslami kimlik ve kişiliğimi ortaya koyabilmeliyim. Ucuz kahramanlık yapmadan, nefsi hareket etmeden, sünneti; asli ifadesiyle şahsımda gösterebilmeliyim. Şekli, örfi dış görünüş tarafıyla değil; özüyle, sosyal, evrensel ve toplumsal yönüyle çağa taşıyabilmeliyim. “Sünnet aynası”nda İslam’a adam kazandırmalıyım. Din konusunda hepimizin müşterek bir sorumluluğu vardır ve Resulüllah Efendimiz de bu çağın muhtaç olduğu yegane insandır. Resulüllah’ın sünneti, Kur’an-ı Kerim’i bir peygamber olarak ve Allah’ın kontrolünde uygulama tarzıdır.

Şu anda bizim çok farklı düşünmemiz ve İslam’ı anlamakta zorlanmamız, kozmopolit bir kültür yaşadığımızdandır. Sünnet Hz. Peygamber’in İslam’ı bütünüyle uygulama tarzıdır ve Kur’an-ı Kerim’in canlı halidir, onun hatasız bir uygulamasıdır. Bu anlamda sünnet bütünüyle İslam’dır. Farzıyla, vacibiyle, ‘sünnetiyle’, müstehabıyla, edebiyle.

Yaşar Değirmenci.

 

Sitemap 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42