Daim Zikirde Olmak
Et-Terbiyyetü’l-islâmiyye kitabında müminin 24 saati, güzel hâlleri maddeler hâlinde şöyle anlatılır:
Mümin her an Cenâb-ı Hakk’ı hatırlar. Zikir sadece dil ile olmaz davranış da bir “zikir”dir. Allâh rızası için helâl rızık kazanmak bir “zikir”dir. Namaz,’zikir’dir; nafile taatler, tebliğ, davet hepsi “zikir”dir. Mümin, abdestli yatıp tesbihatla meşgul iken uykuya dalmasından bile sevap kazanır. Ehliyle hoş ünsiyeti dahi “zikir”dir.
Mümin, “zikir” hususunda mazereti olmayan insandır. “Meşgalem çok Yâ Rabbi” dese bir mümin, Rabbi zül-celâli ona şöyle sorar:”Süleyman Peygamber’den de mi meşgulsün kulum?” Biliyoruz ki, “Bir saat adaletle hükmetmek, bin yıllık nafile ibadete bedeldir.” Demek ki “adaletle hükmetmek” de “zikir” oluyor. Hz. Ömer radıyallahu anh’a bu hadis-i şerifi hatırlatarak nasihat etmiyor muydu Üveysel-Karanî Hazretleri…
Sami Efendimiz kuddise sirruh buyururlardı ki, “İbrahim bin Edhem Hazretleri’nin mürşidi zayıfmış. Yoksa saltanatı terke hacet kalmazdı.” Allâh ve Rasûlü çalışmaktan kabaran elleri sever. Muaz bin Cebel (ra)’ın ellerindeki nasırları görünce, “Muaz’ın elindeki nasırlar bile iman etmiştir..” buyuruyorlar. Yani iman, Muaz’ın iliklerine işlemiştir…
Rabıta da bir “zikir”dir. Mü’mini Allah’ına sür’atle yaklaştırır. Mürşid-i kâmillerin Cennet bahçesine dönmüş kalb aynasından, cemâlullâhı seyretmeye vesiledir. “Cennette cemâlini göster yâ Rabbî”sırrına erdirir.
Es’ad-ı Erbilî kuddise sırruh Hazretlerinin dergâhına devam eden ihvandan bazısı, üç öğün yemek yedikleri hâlde def’-i hâcet vâki olmadığı için endişe duyuyorlar. Efendimiz kuddise sırruh onları görünce buyuruyorlar ki: “Dergâhın yemeği cennet taamıdır. Onun için hacet gerekmiyor”.. Mümin, iki şeyden kolay olanı tercih edendir. Rabıta, kişinin kendi aklıyla iş görmekle, mürşid-i kâmilinin aklına uymak arasında “kolay” olanın tercih edilmesidir. İmanın hakikati, teslimiyet, muhabbet ve rabıtadan geçer.
Mümin, ilim meclislerinde bulunur. Vaktin kıymetini bilir asla zayi etmez.
Çokça salât u selâm getirir. Salavatından aldığı güçle Allâh yolunda, sünet-i seniyyeyi diriltmek yolunda daima faaliyet üzere bulunur.
Hasta ziyaretine gider. Dua eder, dua alır. “Hastalandım da ziyaretime gelmedin.” hitâb-ı İlahisi’ne uğramaktan kalbi titreyerek kaçınır.
Cenazeye iştirak eder. Bu suretle ağızların tadını kaçıran ölümü çok tefekkür eder. Öleni yakınlarının ihtiyaçlarını öğrenme ve yardım etme imkânına kavuşur. Kendisine ahiret azığı olacak amellere kapı aralar.
İyilikle emreder, kötülüklerden nehyeder. Mümin, Allâh ve Rasulünün gönüllü bir neferi gibidir. Kâinatta Allâh’ın düzeninin tesis edilmesi için, dinlenmeksizin gayret sarf eder. Bir işten yorulunca başka bir emr-i İlâhiyle dinlenir, kalbi rahat bulur, huzura erer.
İhtiyaç ehline verir. Mü’min Allâh’ın er-Rezzâk sıfatıyla kendisine lütfettiği rızıktan başkalarına infak etmekle onların maddi ve manevi sıkıntılarını gidermeye çalışır. Gayba iman, namaz ve infak, muttakî, takva ehli bir müminin Kur’ân-ı Kerim’de övülen “salih ameller”idir.
Ahdine sadıktır. Mümin,”Bezm-i Elest”te Rabbine verdiği söze sadık olmaya çalışan insandır. Her hâliyle, her yaşantısıyla “Evet, ya Rabbî, elbette Sen benim Rahman Rahim, Kerim, Rezzak… Rabb-i zül-celâlimsin” der. Her ânı, Allâh’ın rızasına uygun işler görmekle geçer.
Fakirlikte olduğu gibi zenginlikte de iktisad üzere yaşar. Mümin dengeli insandır. Sami Efendimiz kuddise sırruh, çok zengin olduğu hâlde baba mirasına dokunmadı. Gideceği yere yürüyerek gitmeye kadir ise yürürdü; böylelikle hem sağlığının zekâtını vermiş olurdu, hem yol parasını infâk ederek bir garibi sevindirirdi. İktisad üzere yaşamak budur!
Gazablı hâlde affeder. Mümin öfkesini yenebilen insandır. Bundan dolayı ona “Kâzım” denilmiştir. Yüzüne tüküren bir kâfiri, nefsi adına öldürmekten kalbi ürpererek kaçınan ve bu güzel ahlâkıyla düşmanının bile hidayetine vesile olan insana mümin denir. Hakiki pehlivanlık da budur!
Mümine bir sıkıntıya uğradığında üç hâl tavsiye edilmiştir: Kısas, diyet, aff. Birebir gördüğü muameleyi iade etmek suretiyle hakkını alabilir.
Kendisine geçen hakka karşılık başka bir bedel taleb edebilir. Veya karşısındakinden her ne bela gördüyse, bunu Hâlıkından bilir. Ve Ebu Bekir Sidik radıyallahu anh gibi, “Allâh’ın sizi affetmesini sevmez misiniz?” müjdesine ermek için en öfkeli ânında bile düşmanını affeder. Dedem Şeyh Mustafa Efendi rahmetullahi aleyh, “Derviş, ensesine tokat atan ile ağzına helva vereni bir gören insandır.” dermiş.
Mü’min, her ân Allâh’ın rahmetinin teminatı altında bulunduğunu bilen insandır. Felak Suresi’ni düşünün! Mümin, neden, Kime sığınacağını iyi bilir. Arazî ve semavî âfetlerden ancak Allâh’ın korumasıyla muhafaza olunduğunun şuurundadır.
Yoksa bir küçük mikropla bile baş edecek gücü yoktur insanın. Bu şuur, kendisine Rabbi ve sevgili Peygamberi tarafından öğretilmiştir. Bunun için onu rahmetinden mahrum etmeyerek nimetlendiren Rabbi hürmetine, kendisini mahrum edenlere yardım elini, merhamet kucağını açar…
Allâh hepimizi yukarıda zikredilen ahlâklarla mücehhez, Rabbine verdiği söze sadık, gözü açık, gönlü açık, eli açık kerîm kullarından eylesin inşallâh… Hamd olsun alemlerin Rabbi olan Allah’a (c.c.).