Dirilişin Sırrı - Zikir
Ebu Musa el-Eş’ari (r.a.) tarafından rivayet edildiğine göre.
Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurmuştur:
“Rabbini zikreden kimse ile zikretmeyen kimsenin hâli, diri ile ölünün hâline benzer.”
(Buhari, Deavat, 66.)
“İMAN edenlerin Allah’ı zikretmekten ve inen haktan dolayı kalplerinin saygıyla ürpermesinin zamanı gelmedi mi?” (Hadid, 57/16.) diye soruyor Âlemlerin Rabbi. Geldi de geçiyor bile. Zira Rabbimize verdiğimiz kulluk sözünü unutmaya başladık gün geçtikçe. Hayat telaşesi bizi kıskıvrak yakalayıverdi, her gün bir başka bahaneyle erteler olduk O’nu anmayı, zikrinden an be an uzaklaşır olduk. “Beni anın ki ben de sizi anayım.” (Bakara, 2/152.) demişti oysa Yaratan. Televizyon ve bilgisayar karşısında akıp giden zamana aldırmayan, telefonla konuşmak uğruna bütün işini bırakan bizler, O’nu anmaya vakit bulamadık. Kısalttıkça kısalttık ibadetlerimizi, azimetleri terk edip ruhsatlarla yetinir olduk. Heyhat, onlara da gereken özeni gösteremedik. Kendimizi veremedik Rahman’a bir namaz süresince, huşuya eremedik.
“Ey iman edenler! Mallarınız ve evlatlarınız sizi, Allah’ı zikretmekten alıkoymasın.” (Münafikun, 63/9.) buyurmuştu Rabbimiz. Malların ve evlatların yanı sıra akrabalarımız, arkadaşlarımız, işimiz ve aşımız, makamımız da alıkoydu bizi Rahman’ı anmaktan. Her biri O’nun ikramıydı bu dünya nimetlerinin, bizi Rabbimize daha da yakınlaştırması, zikrimizi şükrümüzü artırması gerekirdi aslında. Ama bu nimetlerle öylesine meşgul olduk ki biz, nimeti vereni unuttuğumuz gibi teşekkürü de hatırlamadık; olanı azımsadık, hep daha fazlasını aradık. Hani “Allah ve Rasulü’nü her şeyden daha fazla” sevecektik ya mümin olarak, bu ikisi dışındakilerin sevgisi ağır basmaya başladı içimizde. Dünyalıklara meylettikçe onların sevgisi kök saldı gönlümüzde ve gün geldi bu sevgi hayatımıza yön veren yegâne rehber oldu.
“…(Kulum) Beni andığında onunla beraberim… O bana bir karış yaklaşırsa, ben ona bir arşın yaklaşırım... (Buhari, Tevhid, 15.) diye müjdelemişti bizi Yüceler Yücesi Rabbimiz. O, kendisine yaklaşmamız için türlü vesileler sıralamış ve kendi rızası için yaptığımız her işi ibadet saymışken biz, görmezden geldik bütün bunları. “Bana dua edin, duanıza cevap vereyim.” (Mü’min, 40/60.) çağırısına da kulak vermedik, hep başka yerlerde aradık devayı. Nihayetinde biz O’ndan uzaklaştıkça O da uzaklaştı bizden. Kalbimizden çekti nurunu, karanlıklar içinde bıraktı. Hakk’a kapanan kalbimizin üzerini gaflet örtüsü bürüdü. Sevgi, merhamet gibi latif duyguların barınağı olmaktan çıktı kalbimiz, nefsani ve şeytani duyguların odağı oldu. İnceliğini, rikkatini kaybedip sertleşti, kaskatı kesildi. Hissedemez olduk böylece; samimiyetimizi yitirdik, bencilleşip cimrileştik, hep nefsimizi önceledik, günah işlemek artık bizi hiç rahatsız etmedi. Kalbimizin mahiyeti bozulunca azalarımız da terketti görevini. Hakkı göremedi gözlerimiz, yeryüzünü baştanbaşa kaplayan Rabbani ayetleri göremedik yanı başımızdaki yoksulu göremediğimiz gibi. Rahmani çağrılara kapandı kulaklarımız, vicdanımızın sesini duyamadık, tıpkı mazlumun feryadını işitemediğimiz gibi. Hayra uzanamadı ellerimiz, ayaklarımız hayır kapılarına varamadı. Ruhsuzlaştık böylece, hayatımız anlamını kaybetti. Sonuçta yaşayan bir ölüden farkımız kalmadı.
Baharla canlanan ölü toprak gibi zikirle dirilmenin zamanı şimdi. Ne kadar günahkâr olsak da varalım Mevla’nın kapısına, için için ağlayıp hâlimizi arz edelim. Tövbe edelim günahlarımıza bıkmadan, yorulmadan. Gizli ve aşikâr yakarışlarla O’nun engin rahmetine sığınalım, günde belki yüz belki bin kere istiğfar ile günahlarımızı dökelim, kendimizi affettirelim.
İbret nazarıyla bakalım hayata. Esen rüzgârdan yağan yağmura, göklerin ve yerin yaratılışına nazar edelim. Hayatı siyah beyaz görmeyi bırakıp “Allah’ın boyasıyla” boyanan bu kainatı temaşa edelim. Her yerde O’nu görelim, her eseriyle birlikte O’nun başka bir esmasını fark edelim. Farkettikçe hayretimiz artsın O’nu hep tespih ve takdis edelim. Hayran olalım O’na, tekbirlerle, tehlillerle imanımızı tazeleyelim.
Besmeleyle başlayalım her işimize. Yeni güne başlarken, elbisemizi giyerken, ağzımıza ilk lokmayı koyarken, aracımıza binerken... O’nu analım ki her işimizde O’nu her an yanımızda bulalım. Hamdedelim Alemlerin Rabbine, aldığımız nefesten başlayıp saymakla bitmez nimetler için şükretmeye devam edelim. Kadrini bilelim her birinin, bizden muhtaç durumda olanları görüp halimize binlerce şükrü çok görmeyelim.
El açıp yalvaralım, Rabbimize dua edelim. Sayısız nimetlerinden hangisini istiyorsak çekinmeyip ihtiyacımızı dile getirelim. Yalnızca O’na dayanalım, O’na sığınalım her türlü şerden, istiaze getirelim. Korkularımzı, üzüntülerimizi, sıkıntılarımızı paylaşalım onunla, yalnızca kötü zamanlarda değil refaha erince de unutmayalım O’nu anmayı. Sevincimizi, coşkumuzu yine O’nunla paylaşalım. Mevlamızı dost edinelim ki O da bizim dostumuz olsun veliyyullah olalım.
Rasulüllah’ın tavsiyesi üzere “Dilimiz her daim yaş kalsın” Rabbimizin zikriyle. (Tirmizi, Deavat, 4.) Tövbe ve istiğfarla, tespih ve takdisle, tekbir ve tehlille, şükür ve dua ile zikredelim O’nu. O’nu analım her vesileyle, yaratılmışların ahengine eşlik edelim, kainattaki canlı cansız herşey gibi biz de zikredelim O’nu daima. Zikredelim ki kalbimizden gaflet perdesi insin. Dilimizin zikri kalbimize insin, kirini pasını silsin de onu Hakk’ın nuruyla doldursun. Hakikate ayna olsun yeniden kalplerimiz, tefekkürle coşsun. Rahman’ı anmakla aradığı huzuru bulsun. (Ra’d, 13/28.) Kalbimizi besleyen zikir azalarımıza da hayat versin sonra. Gözlerimiz hakikati görsün, kulaklarımız hayır kulağı olsun.
Zikrimiz fikrimize yön versin, ne yaparsak “Allah için” yapalım, O’nun rızasından başka kaygı taşımayalım. Bütün duyularımızla hissedelim varlığımızı, hayatı dolu dolu yaşayalım. Velhasıl zikirle tutunalım hayata, zikrullahla diri kalalım ve Rasulüllah’ın şu manidar sözlerini hiç unutmayalım: “Rabbini zikreden kimse ile zikretmeyen kimsenin hâli, diri ile ölünün hâline benzer.” (Buhari, Deavat, 66.)