HAYATA ANLAM KATMAK
Çevremizdeki insanların sorunlarının çözümü için çare olmaya, olamıyorsak bulmaya gayret gösterelim, en azında dert ortağı, sırdaş olabilecek güveni oluşturalım. Unutmayalım ki her şey güvenle başladı. Çevresindeki herkesin el-emin dediği bir peygamberi yaktı ilk ateşi. Bizler o peygamberin takipçileri isek O’nun yolunun yolcuları, yetmedi öncüleri olmalıyız. İnsanlığın buna, bizim de kendi payımıza hayatımıza anlam katmaya ihtiyacımız var.
Sizlerde fark ediyorsunuzdur, bazı güzel şeylerin arkası kesilip, yenilerinin gelmediğini. Söz konusu güzellikler, belli bir zaman sonrada zaten hiç olmamış, hiç yaşanmamış gibi geliyor artık, unutuluyorlar. Unuttuğumuz her güzellik, yoksulluk hanemize eklenen yeni bir kara delik daha oluyor maalesef.
Toplum gitgide tektipleşiyor, kimsenin bir diğerinden farkı kalmıyor preslenmiş hurda kâğıt yığınları misali. Farklılıkları giderilmiş, aykırı yönleri törpülenmiş benzeşen insan yığınları sürekli çoğalıyor. İşin kötü tarafı benzeşmelerimizin ana omurgasını güzel ve doğru değerler oluşturmuyor.
Güzel ve doğru şeyler artık prim yapmadığı ve her zaman bir bedeli olduğu için, belki de bile isteye vazgeçiyoruz en kıymetli değerlerimizden.
Onlarsız da hayat bir şekilde devam ediyor çünkü. Toplum içinde farklı karakterlere sahip insanlar azalıyor, fakirleşiyoruz, farkında mısınız tükeniyoruz. Sürünün gücü, farklılıkları kendi içinde öğütüyor, ya farklılıklarından kurtulup benzeşeceksin yada öleceksin der gibi.
Aslında gelinen bu nokta ortalama yüz yıllık bir süreç üzerinden değerlendirilmeli. Birinci ve ikinci dünya savaşları, bunların küresel etkileri, bunun yanında Osmanlının yıkılıp yerine Cumhuriyet Türkiye’sinin ikame ediliş süreci ve savaşlardan dolayı bitip tükenmiş gariban halk üzerindeki etlileriyle beraber değerlendirilmesi gereken bir durum. Birde bunun üstüne dine ve dindara karşı oluşturulan o dönemin devlet politikasını eklerseniz resim tamam olur galiba. O günleri gören savaşı, kıtlığı ve diğer tüm olumsuzlukları yaşayan halkın yetiştirdiği çocukların, çocuklarıyız yada onların çocuklarının çocukları. Madden ve manen yaşananlar az şey değil elbet, bedeli ve sonraki kuşaklara yansıyan yönleri de cabası. Tüm bunlara rağmen çok değil bir kuşak öncesine kadar bile sıra dışı insanlar vardı insanlığı madden ve manen sırtlayan, kucaklayan, sığınılan, kocaman yürekli insanlar. Şimdi mi, her şey ve herkes sırandan ve bir o kadar rahat! Kendi özel alanlarını özgürce(!) kullanıp, dışarıdaki dünyayı umursamayan sözde insanlar.
Dünyaya, ekonomiye, siyasete, hukuka ve ahlaka dair düşüncelerimiz, sokaktaki insan yığınlardan ne kadar farklı, mesela din tüm bu sayılanlar üzerinde ne kadar etkili diye düşünmeliyiz. Bu gibi konularda bizi yönlendiren hakim güç din mi, yoksa toplumsal refleksler mi? Sıradan insanlardan ne farkımız var diye bir sorgulama geliştirmeliyiz ve bunun sürekliliği olmalı ki kendi içimizdeki sıradanlaşmaya karşı bir savunma, bir otokontrol geliştirebilelim.
Kurt kapma riskini göze alıp sürüden ayrılan koca yürekli insanlar tekrar ortaya çıkmalı. Sıradanlığa dur demenin vakti geldi de geçiyor.
Tektipleşen, olumsuz manada aynileşen insan yığınları içinde, şimdilerde pek rastlayamadığımız koca yürekli, engin gönüllü öncülere ihtiyacımız var. Toplumun yeniden inşası için, dinen sorumluluklarının farkında, insanlığı yeniden doğuracak ana olmaya, yeniden öğretecek öğretmen olmaya talip insanlara ihtiyacımız var. Umudumuzu yitirirsek teslim oluruz, o koca sürüye bizde dahil oluruz. Sürüde kalanı kurt kapamaz belki ama cehennem kapacak.
O halde, hesap günü sorulacağımız hayatla ilgili yapacaklarımız olmalı. Sokaktaki insan gibi akışına bırakamayacağımız hayatımız, kısıtlı bir zamanımız buna karşın çok fazla sorumluluğumuz var. Bizim hayatımızın bir anlamı olmalı. İnsanların bizi/bizdekini/dinimizi fark etmeleri için bir şeyler yapmalıyız artık. Hayatı, ölümü ve sonrasını onlar gibi anlamlandırmadığımızı fark ettirmeli ve bunlara ilgileri çekmenin yollarını aramalıyız. ‘’buzkıran’’ misali yolları açmalı ve o yolda öncüler olmalıyız. ‘’İyilik işlemekte önde olanlar, karşılıklarını almakta da önde olanlardır(vakıa-10)’’
Gelin kaybolan o erdemli davranışları yeniden ortaya çıkartalım. Elbette riski ve bedeli var ancak fazlası ile mükâfatı da var. İyinin, doğrunun taşıyıcısı ve savunucusu olalım ki insanlığa bir faydamız olsun. Çevremizdeki insanların sorunlarının çözümü için çare olmaya, olamıyorsak bulmaya gayret gösterelim, en azında dert ortağı, sırdaş olabilecek güveni oluşturalım. Unutmayalım ki her şey güvenle başladı. Çevresindeki herkesin el-emin dediği bir peygamberi yaktı ilk ateşi. Bizler o peygamberin takipçileri isek O’nun yolunun yolcuları, yetmedi öncüleri olmalıyız.
İnsanlığın buna, bizim de kendi payımıza hayatımıza anlam katmaya ihtiyacımız var.