Gönderen Konu: Gençliğin Problemleri 2 - Disiplin ve Temizlik  (Okunma sayısı 93 defa)

0 Üye ve 5 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı melek

  • Global Moderator
  • *****
  • İleti: 2146
Gençliğin Problemleri 2 - Disiplin ve Temizlik
« : Nisan 30, 2023, 02:21:44 ÖS »


Gençliğin Problemleri    2   

DİSİPLİN VE TEMİZLİK

Çocuğun iç donatımının yanında, bedenî ve fizikî durumunun da aynı hassasiyetle ele alınması, sıhhatli bir terbiyenin gereği ve onun başda gelen esaslarındandır. Aslında, çocuğu insanlığa yükseltme ve onun yüce duygularını inkişaf etdirmeden ibaret olan terbiye, gönüldeki aydınlıkla dışdaki düzenin, ruhdaki yücelikle bedendeki âhengin elde edilmesiyle kemâle erer ve gayesine ulaşır. Diğer bir ifadeyle, terbiyenin hedefi; madde-ruh, ceset-kalb, dünya-ukba arasındaki zıdlığı, dezarmoniyi gidermek ve insan düşüncesini dağınıklıktan kurtararak ezelî âhenge ve vahdete ulaşdırmakdır.

Bu itibarla, sadece cesedin terbiyesini hedef alan kadim yunan, nasıl madde-ötesi herşeyi inkâr etmekle terbiyede "tavla tipi" varlıklar yetişdirerek, kendi insanını içi boş kof-yığınlar haline getirdi, öyle de, cesedi bütün bütün azleden eski Hintli, herşeyi anlaşılmaz bir rûh'a dayayarak, öbür kutubda değişik bir yanlışlığa düşdü. Birinde insanoğlu, göğüs adaleleri ve pâzularıyla çalım satan ruhsuz bir çılgın, diğerinde ise, cesedin humûdeti (1) ve ruhun saflaşmasıyla "Nirvânâ"ya ermeyi bekleyen bir miskin ve bir sefildir.

Oysa ki, ötelerden kaynaklanan bizim terbiye anlayışımızda, madde-ruh, ceset-kalb, burası ve öteler, birbiriyle anlaşır, uzlaşır ve bir bütünün değişik yönlerini aksetdiren bir vâhid haline gelirler.

Bu hususu esâs alarak," çocuğun terbiyesinde, rûhu işletdirip ötelere hazırlama ve kalbi inkişâf etdirerek hakikatlara âşinâ kılmanın yanı-başında, bedenî ve fizikî durumunun da katiyyen ihmâl edilmemesi lâzım geldiğine inanmaktayız.

Bu hususla alâkalı mütâlaâmızın, oyun ve sporla alâkalı bölümlerini, ilerde müstakillen ele alacağımızdan, burada sadece, düzen ve temizliğe temas etmek istiyoruz. Çocuğun, düzenli bir hayata alışdırılması, gelecekde yükleneceği vazifeleri eksiksiz olarak yerine getirmesi bakımından çok mühimdir. Belli bir yaşda, nizâm ve intizâm şuuruna ulaşdırılamamış nesiller, ne kadar da mâhir olurlarsa olsunlar, bütün hayatları boyunca, tek-elli, tek-ayaklı gibi hep mefluç yaşarlar.

Yuvadaki umumî âhenk ve düzeni aksetdirmesi bakımından, sadece, yeme-içme, yatıp-kalkma ve yiyip içdiği şeylerde itidalden ayrılmama, israfa girmeme gibi hususları intikâl etdirmekle yetineceğiz. Ailenin, yeme-içme ve yatıp-kalkmada, tatbîk etdiği ve uya-geldiği bir düzeni varsa, çocuğun hayatı, evde de evin dışında da fevkalade ritmik olarak sürer gider. Yoksa, büyük bir ihtimalle o. evden aldığı bu âhenksizliği toplum içinde de uğradığı her yere götürür ve hep, bir huzursuzluk kaynağı olur. Çok defa bu âhenksizlik, onun rûh ve kalbine de işleyerek, zevk-i ruhanisini kaybetmesine de sebebiyet verir. Vakıa, ba'zan da, ruhî bozuklukların ve çeşitli deprasyonların, çok ciddî olarak, hayatı te'sir altına aldığı görülür ki, bunun da behemehal sebepleri tesbit edilerek ortadan kaldırılması gerekir. Aksine, devam etdiği takdirde, bir "fâsit-daire"ye dönüşür ki, karşımıza, daha da endişe verici problemler çıkabilir.

Herşeyden evvel, çocuğun, bizim atmosferimiz içinde geçen hayatı çok ritmik olmalıdır.

O, ev'e ne zaman dönmesi gerekdiğini, döndüğü zaman, nelerle meşgul olması, hangi işlerle uğraşması lazım geldiğini önceden bilmelidir. İçâleminin donatımı mı? Haricî İşlerin düzene sokulması mı? Okuma, yazma mı? Yoksa oyun ve eğlence mi?..

Bunlardan hangisinin ne zaman yapılacağı mutlaka ta'yin edilmeli ve çocuk, bir sürü karışık düşünce ve birbirinden farklı isteklerle karşı karşıya bırakılmamalıdır. Aksi halde, çocuğun bu mevzudaki karanlık ve karmaşık hali, hem kendi için hem de aile için zararlı olur. Aile ne kadar derli-toplu, çocuk da ne kadar zeki olursa olsun, yuvada ahenk bulunmadığı takdirde, bekledikleri şeyleri asla elde edemezler. Nasıl ki. bir kalbin atışları, aritmik olduğu takdirde, hızlı ve canlı da olsa hayra alamet sayılmaz. Öyle de, her ferdin hususî durumu hisaba katılarak, içinde nizam ve intizamın te'min edilemediği hane de semereli ve uğurlu sayılamaz. Hele o hanedeki çocuk, asla.!

Evet, hanenin en verimli hâli, en düzenli olduğu zamanlara göredir. Tam rantabl olması, tam âhenkli olmasına bağlıdır. Hız ve beceriklilik ise, düzensizliğin meydana getireceği ârızaların yanında, çok tesirsiz kalırlar.

Bundan başka yuva, yeme ve içmeyi, "sağlık prensiplerine uygunluk felsefesiyle" ele almalıdır. Bu da. büyük bir nisbetde, yemek vakitlerinin ta'yînine: yerken, isrâfdan ve mideyi tıka-basa doldurmadan kaçınmaya; düşünceye, iradeye ve beden sağlığına zarar veren şeylerden ictinab etmeye: keza, yenilen şeylerin temiz ve helâl olmasına bağlıdır.

Bu itibarla, henüz yediği birinci yemeği hazmetmeden ikincisine başlamak, vakitli vakitsiz sürekli birşeyler yemek ve daima mideyi dolu bulundurmak, hem bedene zarar, hem tedrici bir intihar hem de yüce Yaratıcının buğzetdiği bir keyfiyetdir. Bir de, alınan şeyler insan sağlığına zararlı, irade'ye fütûr ve zihne teşviş veriyorsa o, bütün bütün berbatdır!..

İsraf, Yaratıcının sonsuz nimetlerine karşı bir hürmetsizlik ve bir nankörlükdür. Evet, ölçüsüzce savrulup giden bu değerli nimetler, israf-da harcanıp gitdikleri sürece, kadirleri bilinemiyeceği gibi. "doyma noktası"na vardıkdan sonra alınmalarıyla da. asla zevk ve lezzetlerine erilemiyecekdir. Evet, israf eden gerçek iştihâyı kaybederek, yemeklerin çokluğu ve çeşitliliğine bağlı, yalancı bir İştihaya gider gömülür. Bu marazî-hal genişledikçe de, kalb ve ruh dairelerinin rağmma, memnû, gayr-i memnu demeden herşeyi midesine indirmek ister. Helâl ve haramın içiçe girdiği böyle cehennemî bir hayat düzeninde ise, sıhhatli ve mazbut nesillerin yetişmesini beklemek hayâlperestlik olur.

Esasen beslenme, tamamen bir disiplin işidir. Yemesini-içmesini disipline edebilmiş bir yuva. çocuğun kalbî ve rûhî hayatı adına, pek çok şeyi başarmış sayılabilir.

Evet, vücudun ayakda durabilmesi için mutlaka yeme'ye, içmeye ihtiyaç vardır. Ne var ki, bedenin sıhhati hisaba katılmadan alınan herşey, yine beden için zarar olduğu gibi, yerken, içerken kalbin, mide ve bağırsakların altında kalıp ezilmesi, nefsin rûha kemân çekmesi de, insanın kendi kendine kasdetmesi demekdir.

Ah, şu rûh'un kanatlarını kıran, kalbî hayat üzerine kezzap döken talihsiz oburlar!.. Keşke, yetişme dönemindeki gençleri sizlerden kurtarmak mümkün olabilseydi!..

Bir de çocuğa, yiyip, içmekden maksat ne olduğu behemehâl anlatılmalı ve bu hususda iknâ edilmelidir. Aksine o alışılageldiği şeyleri, emzik gibi "ilelebet" devam etdirir durur..

Şayet, ona birşeyler anlatmağa bizim gücümüz yetmiyorsa, bir hekim veya daha başka birisiyle görüşdürerek, maddî-ma'nevî sıhhati için elverişli bir gıda rejimine îrşâd edilmelidir.

Yatıp kalkmanın disipline edilmesi de aynı derecede önemlidir. Belirti zamanlarda ve belirlenmiş ölçülerle istirahat etmek, hem sıhhatimiz açısından hem de hayatımızın diğer bölümlerine ait düzen ve ahengi bozmamak bakımından zarurîdir. Gündüzün büyük bir kısmı çalışmaya, gecenin büyük bir bölümü de istirahat ve kalbi dinlendirmeye tahsis edilmelidir. Bunu değişdirmek katiyyen muvafık değildir. Fıtrata ait böyle birşeyi tebdile kalkışmak, toplumla çatışma, kâinat kitabıyla zıdlaşma ve sıhhata karşı işlenilmiş bir cinayet ve i'tisaf olur.

Yatıp-kalkma ve istirahatla alâkalı, herkes için geçerli olabilecek bir-iki önemli prensibin belirtilmesinde yarar görmekteyiz:

1- Aile fertlerinin hayatı, mutlaka nizâm altına alınmalıdır. Bir hânede, yatıp-kalkmaya gelinceye kadar herşey zabt u rabt altına alınmışsa, o aileye ait meselelerin büyük bir kısmı yoluna girmiş sayılır. Aksine, bir hânede hayat disipline edilmemiş ise, o yuvaya ait çok meseleler dağınıklık içinde ve sürüncemede demekdir.

2- İkamet edilen apartman ve yakın çevrenin hayat düzenleriyle, bizim hayat nizâmımız çatışmamalıdır? Yoksa onlar bizim, biz de onların hem istirahat anlarını hem de çalışma zamanlarını berbâd ederiz.

3- İstirahat ve çatışma, imkân nisbetinde belli bir zaman içinde ve belli saatlerde yapılmalıdır. Aksi halde, sürekli değişip duran yatıp-kalkma zamanları, uyku ile çalışmayı iç-içe kılar. Bu ise hem istirahatın hem de çalışmanın zedelenmesi demekdir.

4- Uykuya ait zamanı ihlâl edecek herşey den mutlaka kaçınılmalıdır. Ba'zen bir-iki bardak çay, ba'zen bir iki lokma yiyecek, ba'zen de bir can sıkıntısı bir gecelik uykuya mal olabilir. Dolayısıyle bir günlük işe de..

Temizlik

Yuva, çocuğa, ma'nevî kirlerden uzak kalmayı öğretmekle mükellef olduğu gibi: bedenini, elbisesini, oturup-kalkdığı yerleri de temiz ve düzenli tutmayı öğretme mecburiyetindedir.

Yuvadaki disiplin ve temizliğin, anne-babadan yavrulara geçdiği âlem-şümul bir kanundur. Her yavru, dünyaya gözünü açtığı zaman, yuvasında ve yuvacığında gördüğü şeyleri taklide uğraşır ve nev'inin taşıdığı istidatlarla, o istikametde varlığa erer. Hususiyle insan için bu mesele, fevkalâde önemlidir.. Çocuk, etrafını temiz ve düzen içinde görürse, bunun böyle olması lazım geldiğine inanarak, üstüne-başına, ve yatıp-kalkdığı yere, ona göre çeki düzen vermeye çalışır. Aksine, etrafını perişan ve etrafındakileri de kirli ve derbederlik içinde görürse, temizlik ve nizâm adına bütün istidatları körelir, miskinleşir.

Artık kendi şahsî işlerinin dahi, başkaları tarafından yapılması lâzım geldiği zehâbına kapılır. Böyle bir hava ve iklimin, topluma nasıl tufeyliler yetiştireceği ise, her türlü îzahdan vârestedir.

Bu itibarla, terbiye prensipleri arasında, derli-toplu ve temiz olmayı öğretmenin ayrı bir yeri olmalıdır. Zira çocuk, ailesinden aldığı diğer hasletleri gibi bu meziyetiyle de, toplumun emrine girecek ve ona yararlı olmağa çalışacakdır. Ve yine bu meziyetiyle ailesinin yanında bulunduğu sürece yuvaya; tahsil döneminde kaldığı eve, barındığı yurda ve beraber kaldığı arkadaşlara bâr olmayacakdır.

Aslında inançlı ve ulu bir yola başkoymuş kimselerin, başka türlü olmalarını düşünmeye de, insanın gönlü râzı olmuyor. Nasıl olur ki, bu yol, günde beş defa abdest almayı; en az haftada bir defa tepeden tırnağa temizlenmeyi (gusûl), yemek yemeden önce ve yedikden sonra ellerin yıkanmasını, kezâ, uykudan kalkınca yıkanıp temizlenmeden ellerin ağıza götürülmemesini; saçın, bıyığın derli-toplu ve tırnakların kesilip temiz tutulmasını; hâsılı, hep kar gibi pırıl pırıl ve süt gibi dupduru ve tertemiz olmayı tavsiye ve teklif etmekde ve hattâ bunların bir kısmını fıtrat dan saymaktadır. Evet, böyle bir yolun yolcularının, isli-paslı ve tiksindirici olmaları kat'iyyen düşünülemez!

Yuvada iyi bir düzen ve temizlik dersi alarak yetişen nesiller, "Hıf-zu's-sıhha" (2) memuru gibi, toplumun yolunu kesen çeşitli hastalıklara karşı, birer "Koruyucu Hekim"lik vazifesi yaparlar. Bunlar, su cedvelleri, ayak yollan, nehir kenarları, ağaç altlan ve parklar bahçeler gibi umumun istifade edeceği yerleri, pisliklerden arındırır ve temiz tutarlar. Yuvada bu terbiyeyi alamamış talihsiz nesiller ise, her tarafı batırır ve çevrelerini yaşanmaz hale getirirler

Böylelerinin kuracağı dünyada, denizler bataklık, kanallar kirli, körfezler foseptik çukuru, nehirler azgın; köprüler yıkık, yollar da perişan olur. "Çevre sağlığı" ve "Koruyucu Hekimlik" gibi müesseselerin mevcudiyetine rağmen böyle bir dünyada, salgın hastalıklar, akla-hayâle gelmedik illetler, bin başlı bir dev gibi, toplumu ölümden ölüme götürür de kimse bunu önleyemez.

Hasılı, çocuklarda, iç derinliği, düşünce istikameti gibi, düzen ve temizliğe ait rûh ve şuur da, yine yuvada verilir. Orada geliştirilir ve oranın sürekli kontrolüyle devamlılık kazanır.

-------------------------------------------------------------------------------

(1) Humûdet: Soğuma. Zayıflama. Sönmeye yüz tutma.

(2) Hıfzu's-sıhha: Sağlığı koruma.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

Çevrimdışı melek

  • Global Moderator
  • *****
  • İleti: 2146
Ynt: Gençliğin Problemleri 3
« Yanıtla #1 : Nisan 30, 2023, 02:25:43 ÖS »


Gençliğin Problemleri   3

Çocuk, hemen hemen bütün bir gelişme döneminde, çevresinde cereyan eden şeylerin tesirinde kalır, ona göre şekillenir ve ona göre benlik kazanır. Etrafında cereyan eden şeyler, onun duygularına yâr, kalb ve ruhunu yüce ideallere yöneltecek mahiyette ise, çocuk gelişir, yücelir ve semavî bir keyfiyet kazanır. Aksine, çevresinde olup-biten şeyler, onun duygularım köreltici, kalbini öldürücü ve ruhunu sefilleştirici mahiyette ise, o, daha var olmanın baharında, hazan vurmuş gibi zebil olur gider.

Muhitin, olgun insanlar üzerinde bile ne denli tesirli olduğu düşünülecek olursa, onun, çocuklar ve gençler üzerindeki baskısını, tereddütsüz kabul etmek iktiza eder. Şurası bir gerçektir ki, ağaç ağaç içinde boyatıp geliştiği gibi, insan da ancak insanlar içinde yetişir ve kendi kendini idrak eder. İnsanî duyguların inkişaf edip gelişmesine yardıma olan hakikî insanlar içinde. Evet, beşeri melekelerin gelişmesini engelleyen ve ruhun kanatlanıp uçmasına mâni olan bir muhit, insanın yüce duygularına vurulmuş bir zincir gibidir. O muhitten sıyrılıp çıkamayanlar, ne ruh yüceliğine ne de fazilete eremezler.

Bu itibarladır ki, çocuğun, yuva dışındaki çevresi de, en az yuva kadar ihtimam ve hassasiyet istemektedir. O'nun, yuvada kazandığı tertemiz duygu ve düşüncelerin zayi olup gitmemesi için, dış çevresiyle olan teması da ciddiyetle ele alınmaktadır. Bu da onun, haşir neşir olacağı dış muhitin iyi seçilmesiyle ve orada görüp duyacağı şeylerin, yuvada aldığı ahlâk ve terbiyenin bir uzantısı olmasıyla kabildir. Aksine, yuva ile sokak aile fertleriyle dost ve arkadaşlar, birbirinin devamı ve tamamlayıcısı olmazsa, bütün hizmet ve emekler alt üst olur. Günümüzün talihsiz nesli, daha çok böyle bir uyumsuzluğun kurbanı olmuştur. Evet, o, yuvada kendini idrak ettiğinde sokağın, dost ve arkadaşları arasında varlığa erdiğinde de yuvanın kurbanı oldu. Bir de buna, okuduğu kitapların ve aydınlatılmamış ilim yollarının vefasızlığı ilâve edilecek olursa, varın gerisini siz düşünün artık..

Bunun içindir ki, fazilet ve insanlık için yaşayanlar, ya canlarını dişlerine takıp kendi çevrelerini, ihya etme veya insanî melekelerin gelişmesine müsait başka yöreler arayıp bulma mecburiyetindedirler. Birinci şık, diğergâmlık ve büyük fedakârlıklar isteyen bir yoldur. Ve bize göre tavsiye edilebilecek tek-yol da budur. Ne var ki, günümüzde ikinci şıkkın talihleri ve onu daha selâmetli görenler, biraz daha kabarık, hatta o yol biraz da mergup (1) görünmektedir. Neylersin ki, yıllardan beri bütün bir nesli kendi ülkesinde, ezik silik ve parya kılan şeytanî bir düşünce, bazılarını da böyle sağdan vurup damına düşürmekte, iradesini budayıp robot hâline getirmektedir.

Bize, yaşadığı toplum içinde kalıp sıkıntı çeken, ruhunun aydınlığı ile, önüne çıkan karanlıkları tepeleyen, gecede gündüz cilvesi gösteren ve karda kışta bahar rüyaları, gören yüce kametler, hasbî ruhlar gerek.. En bozuk muhitlerin, bunlarla düzene ereceğini, yurt ve yuvaların bunların gayretiyle istikamete kavuşacağını ve yıllar yılı gadre uğramış nesillerin, bu babayiğitlerin ve sâyası altında mutluluğa ereceğini düşünüyor ve onları alkışlıyoruz!..

Sadede dönüyoruz: Çocuğun, aile muhitinden aldığı yüksek duygu ve düşüncelerin, örselenmemesi için, sokak, arkadaş ve gidilecek komşuları ölçülerimize tıpa-tıp uygun olmasında zaruret vardır.

Çocuk, kendi dilini, o dili konuşan uzak ve yakın çevresinden öğrenir. Yuvada ayn ayrı diller konuşulur; sokakta farklı anlatma tarzları bulunursa, o çocuğun sıhhatli bir dil öğrenmesine imkân yoktur. Bunun gibi yuvadan mektebe kadar, çocuğun, anlayış, düşünce ve ahlâkına meşcerelik (2) yapan muhitin, farklı ve birbirine zıt telakkileri karşısında da onun mazbut bir düşünceye, düzenli bir hayata ve üstün ahlâka sahib olmasına imkân ve ihtimal yoktur.

Yakın tarihe gelinceye kadar, yuva, mektep ve bilumum irfan müesseselerimiz, velisi, mualimi, mürşidi ve postnişiniyle el-ele ve gönül gönüle, terbiye ve nesli yükseltme vazifesini beraber yürütüyorlardı.

Evet, up-uzun yükselme devremiz, bu müesseselerin elbirliği sayesinde temin edilmiş ve koskoca "umrân-ı tarih" bu müşterek mesaiyle gerçekleşmişti. Bu dönemde, bir başdan bir başa toplumun her kesiminde, aynı mukaddes düşünceler hüküm ferma, (3) aynı terminoloji revacda, aynı yüce hakikat ve yüksek mefhumlara saygı duyuluyor. Ve böylece nesiller dağınıklığa düşmekten kurtuluyordu.

Şimdi, bu eski müesseselerin ifa ettikleri vazifelerin, eksiksiz olarak yerine getirildiğini iddia edebilir miyiz? Yuva, çocuğa ne kazandırmaktadır? Sokak, onun hangi ilhamlarını coşturmaktadır? O, dost ve arkadaşlarından fazilet adına ne öğrenmektedir?.. Keşke bütün bunlara,ürpertici de olsa, bir çırpıda hiç diyebilseydik!. Belki o zaman, kendi kendimize karşı yalan söylememiş, aldatmacaya sapmamış olurduk!. Ama nerede, o yürek bizde? Nerede, acı dahi olsa, hak ika ta temenna ve saygı?

Evet, yıllar var ki neslimiz, her yönüyle ihmal edildi. Ve o, kendini, buz gibi bir zeminde terkedilmiş olarak buldu. Tam ruhunun askıya alındığı ve inançlarından uzaklaştırıldığı bu dönemde idi ki, kalbine uzanan yabancı eller, onu bütün bütün kendinden, mazisinden ve tarihinden kopararak, ruhuna karşı yabana hale getirdiler.

Şimdi, yeniden onu bütün çevresiyle ele alıp ihya etme mecburiyetindeyiz. Şunu bir kere daha tekrar edelim ki, çocuk en az yuva ve aile muhiti kadar, dost ve arkadaş çevresinden de müteessir olur. Hatta bazen yuvada iyi beslenememiş çocuklar için, dış çevrenin tesiri daha da baskın çıkabilir. Daha da ileri giderek diyebiliriz ki, bazen aile muhiti çok iyi olmasına rağmen, dostları ve arkadaşları itibariyle çocuğun çevresi bozuksa, aileden aldığı herşeyi bu ikinci iklimde bütünüyle kayıp da edebilir.

Evet, düşünceden tasavvura, tasavvurdan davranışlara kadar yuvada kazanılan herşey, bu ikinci muhitte geliştirilip olgunlaştırılması mümkün olduğu gibi, daha önce elde edilmiş şeylerin tamamen yitirilmesi de ihtimal dâhilindedir. Bazen iyi bir dost, dürüst bir arkadaş, bir mürşit bir sıyanet meleği gibi, adım adım insanı takip eder ve sürçmelerine, düşmelerine meydan vermez. Sürçtüğü, düştüğü zaman da bir Heraklit gibi imdadına koşar ve elinden tutar kaldırır. Kötü bir dost, fena bir arkadaş ise, yılandan daha kötüdür. İnsanınhem dünya hayatını hem de ahire t hayatını berbat eder.

Atalarımız: "Üzüm, üzüme baka baka kararır." "Atı, atın yanına bağladın mı, ya huyundan ya da tüyünden alır", derken, dost ve arkadaşın, insan üzerindeki tesirini anlatmak istiyorlardı.

Terbiyecilerde, çocukların, kötü arkadaş ve fena çevreden korunması hususunda hemen hemen ittifak halindedirler.

Bu itibarla, anne-baba ve terbiyeciler, çocuğun, sokaktaki oyun arkadaşlarından, beraber kaldığı dostlarına ve ahbaplarına kadar, bu ikinci muhiti, bizzat ayarlayıp, onun önüne koyma zorundadırlar. Aksine, çocuğun kendine göre seçeceği muhit ve dost dairesi, bütün bir hayat boyu yuvanın da toplumun da huzursuzluk kaynağı olma ihtimali vardır.

Dış muhit dediğimiz, bu ikinci çevre hakkındaki mütaalalarımızı, gelecek maddelerde hulâsaten arz etmenin yararlı olacağı kanaatindeyiz:

1- Çocuk, kendi düşüncesine göre bir dost ve arkadaş çevresi edinmeden dünyamıza aşina ve ruh kökümüze bağlı uygun bir arkadaş muhitiyle, münasebeti temin edilmelidir.

2- O, iç-âlemi ve maneviyatı adına kendisini besleyecek irfan yuvalarıyla diyaloga geçirilmelidir.

3- Nezih arkadaşlarıyla eğlenme ve oyun oynamasının yanında, olgun insanların meclislerine, hatta ibadet yerlerine götürülmeleri katiyyen ihmal edilmemelidir.

4- Toplum içinde herhangi bir insanın mutlaka uğraması gerekli olan, bütün bir çarşı pazar çevresi hazırlanıp, onun önüne sürülmelidir. Yani, tıraş olacağı berberden, elbisesini diktireceği terziye, ondan defter-kalem alacağı kırtasiyeciye kadar bütün bir çevre düşüncelerimize göre seçilip, ayarlandıktan sonra ona takdim edilmelidir. Evet, o, ancak bu suretle dolaştığı her yerde, ihtiyacı olan havayı ve ruhunun arzuladığı şeyleri bulacak ve beslenecektir. Aksine, saçını kesdirdiği aynı yerde, ruhuna hoyratlık aşılanacak, başına geçirilecek urba ile kalbine fesat saçılacak ve defter-kalem için uğradığı dükkânda, uyutucu ve öldürücü zehirler içirilerek başdan çıkarılacaktır.

5- İmkân elverdiği nisbette, oturulacak, semt ve mahallenin seçilmesine dikkat edilmelidir. Her köşe başında bir şakı ve bir yol kesicinin bulunduğu bir semtte oturmak, akrep ve yılan yuvalan üzerine çadır kurmak gibidir. Bugün olmazsa yarın tabiatlarının gereğini yerine getireceklerdir.

6-Çocuğun, tamamen arkadaşlarına bağlanıp, evden soğumasına imkân verilmemelidir. Yuvadan kopuk olarak yetişen çocuklar, pek-çok insanî melekeleri itibariyle "güdük" kalırlar. Hatta bu nokta-i nazardan, bakım-evlerine bırakılmış veya terkedilmiş çocuklar, ruhî yönleriyle zayıf ve içtimaî cepheleriyle eksiklik kompleksi içindedirler. Anne babanın gönülden ve fıtrî şefkatlerinin yerini ne doldurabilir ki?.

Aslında, kimsesiz çocukları himaye etmek için kurulmuş bu müesseseler, anne-babasız ve hamisiz çocukları terbiye edip yetiştirmek ve topluma kazandırmakla büyük bir hizmet görmektedirler. Ancak, bu "Kuruluşlar" ın belli kimselerin bakım ve görümü için meydana getirildiği ve buralara kabul edilmenin de, belli şartlara göre olacağı asla hatırdan çıkarılmamalıdır. Anneden, babadan mahrum hamisiz çocukların buralara alınıp barındırılması mülâhaza dairesi açık olmakla beraber düşünülse bile, her halde ebeveyni veya candan bir baklası olan yavruların bu türlü "dar'ül-eytâm"a (4) bırakılması, anne baba adına çocuğa karşı bir vefasızlık ve yavru için de bir talihsizliktir.

Kaldı ki, imkân elverdiği nisbette, bu soğuk yuvalardaki çocuklar dahi, birer akraba ve yakının himayesine verilerek, insanî bakım ve görüme kavuş durulmaları her zaman tavsiye edilebilecek bir husustur.

7- Çocuğa, yer yer arkadaşlarını davet ve onları ziyaret hakkı verilmeli.. Daha doğrusu, uygun arkadaşların yanına gitmek istediğinde, alınıp götürülmeli ve onları davet ettiği zaman da, hoş karşılama ve izzet u ikramda kusur edilmemelidir. Hele bu arkadaşlar, yolu, yönü belli, yüce ideallere gönül vermiş, kaldıkları yurt ve yuvaları birer laboratuar, birer kütüphane ve birer ibâdet mahalli haline getirmişlerse..

Evet, çocuklar, daha ilk yaşlarda, zirveleşip gökler ötesi âlemlere yükselen ve burcu burcu melek soluklan kokan bu yuvalara kavuşturulurlarsa, onlara ait birçok mesele kendi-kendine çözümlenmiş olur.

8- Evde olduğu gibi, arkadaşlar arasında da, okunacak kitapların, müzakere edilecek mevzuların faideli, yapıcı ve yükseltici olmasına dikkat edilmelidir.

Bu hususla alâkalı, geçen bölümde, bir kitap listesi tavsiyemizi mahfuz tutmakla beraber, okunacak kitaplar mevzuunda salahiyetlilerin fikir ve mutaalâlarının alınması yararlı olur. Hasbî, sözü-özü bir, gönlü bin-bir insanî heyecanla buhurdan gibi tüten, yaşama zevkini, yaşatma uğrunda feda etmiş salahiyetlilerin..

9- Çocuğu, ara-sıra ciddî ve oturaklı kimselerin toplantılarına götürme ve onu, onların görüş ve düşünce açılarına yükseltme semavi terbiye anlayışımızın gereğidir.

Böyle bir davranış, onun minicik iklim ve atmosferine yeni yeni buutlar kazandıracak ve onu daha hızlı geleceğin adamı haline getirecektir.

Aynı zamanda bu davranışın büyüklere karşı edepli ve saygılı olmada da, bir hayli fideli olduğu söylenebilir. Zira bu türlü toplantılarda, büyükler şefkat ve sevgileriyle, küçükler de hürmet ve saygılarıyla kendilerini gösterme imkânını bulurlar. Bu karşılıklı his ve davranış, başlangıçta falsolu olabilir ama sonra düzelmez diye birşey yoktur. Kaldı ki, hangi iş vardır ki, bidayetinde bir kısım tökezlenmeler, sürçmeler olmasın?

Evet, ısrar ediyoruz: Çocuklar büyüklerden koparılmamalıdırlar Bubizim semavî terbiye anlayışımızın gereği ve aynı zamanda "değişken" terbiye telâkkilerine karşı da hem bir ayırıcı unsur hem de bir üstünlük sebebidir. "Büyüklerimize tazim, küçüklerimize şefkat ve âlimlerin hakkına riayet etmeyen bizden değildir." Hele, bu yüce telâkkinin değişmesinin kıyamet alâmeti sayılması, oldukça düşündürücü ve manidardır.

Netice olarak diyebiliriz ki, çocuk, yuvada ve yuvanın dışında, adım adım takip edildiği sürece, bize ait olacağının münakaşası yapılsa bile, başı-boş bırakıldığında yabancılaşacağının münakaşası katiyyen yapılamaz.

----------------------------------------------------------------------

(1) Mergûb : Beğenilen, rağbet edilen.

(2) Meşcerelik : Ağaçlık, koru.

(3) Hüküm-ferma : Hüküm süren, hâkimiyetle idare eden.

(4) Dâr'ul-eytam : Yetimler evi.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

 


* BENZER KONULAR

2014 - Ahmet Yağmur - Medine'ye Hasret Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 06:03:52 ÖS]


Asıl Derdimiz Dertsiz İnsanlar Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 07:27:42 ÖÖ]


Hayatını Düzene Koymak İsteyen Müslüman Gençlere Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 07:17:49 ÖÖ]


Bizi Aldatan Bizden Değildir Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 06:53:08 ÖÖ]


BenimKkim Olduğumu Biliyor musun Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 06:42:56 ÖÖ]


Çocuklarımıza Sahip Çıkmalıyız Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 06:35:33 ÖÖ]


Zulmün Zararları Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 06:22:59 ÖÖ]


Kutsal Yolculuğun Heyecanı Başlarken Gönderen: gurbetciyim
[Nisan 27, 2024, 11:22:37 ÖÖ]


Hac Gönderen: gurbetciyim
[Nisan 27, 2024, 11:14:26 ÖÖ]


Yetim ve Kimsesiz Çocuklara Sahip Çıkalım Gönderen: gurbetciyim
[Nisan 27, 2024, 10:49:10 ÖÖ]


Yalşayan Hurafeler Karşışında Müslümanların Tavırları Gönderen: gurbetciyim
[Nisan 27, 2024, 10:40:06 ÖÖ]


Yalanın Zararları Gönderen: gurbetciyim
[Nisan 27, 2024, 10:02:40 ÖÖ]


Ahiretin kapısı ölümü Hatırlamak ve Ona Hazırlanmak Gönderen: fanidunya NET
[Nisan 27, 2024, 07:49:11 ÖÖ]


Hicr Süresi Gönderen: fanidunya NET
[Nisan 27, 2024, 07:32:26 ÖÖ]


Güven Duygusunu Nasıl Elde Ederiz Gönderen: fanidunya NET
[Nisan 27, 2024, 07:22:28 ÖÖ]


Korku ve Ümit Ahiret İnancından Doğar Gönderen: fanidunya NET
[Nisan 27, 2024, 07:09:23 ÖÖ]


Süleyman Aleyhisselam Gönderen: fanidunya NET
[Nisan 27, 2024, 07:00:28 ÖÖ]


Zikir İbâdeti Kalbin Cilâsıdır Gönderen: fanidunya NET
[Nisan 26, 2024, 09:45:16 ÖS]


Müslüman’ın Müslüman’a Muamelesi Gönderen: KOYLU
[Nisan 26, 2024, 08:47:12 ÖS]


Ölüm Hadisesi ve Mümin’in Tutumu Gönderen: KOYLU
[Nisan 26, 2024, 08:42:28 ÖS]

Sitemap 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41