91
« Son İleti Gönderen: fanidunya NET Haziran 24, 2025, 11:24:46 ÖÖ »

Bütün İnsanlara Bildiri Bildiri, benim aklımı yaratan Cenab-ı Hakk’a nasıl kulluk yapacağımı,
Halka ve bütün yaratılmışlara nasıl davranacağımı,
Rabbimizin huzuruna en az günahla nasıl varacağımı sağlamak için gönderilen Kur’an-ı Kerim’i getiren Sevgili Peygamberimizin örnekliğinde canım, tenim, boyum, çevrem, servet, makam, şöhret, bilgi, tecrübe… ve yaratanım tarafından bana verilen gücüm oranında kendime, aileme, çevreme faydalı olmaktır.
Bildiri, Rabbimizden:
هَذَا بَيَانٌ لِلنَّاسِ وَهُدًى وَمَوْعِظَةٌ لِلْمُتَّقِينَ
“Bu, insanlar için bir açıklama ve muttakiler için yol gösterme ve öğüttür.
وَلَا تَهِنُوا وَلَا تَحْزَنُوا وَأَنْتُمُ الْأَعْلَوْنَ إِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِنِينَ
Gevşemeyin, üzülmeyin, eğer mümin iseniz mutlaka en üstün sizsiniz” (Al-i İmran süresi ayet 3/137-138)
Bildiri, bütün insanlığadır.
Lordundan Aborjin’ine, bütün ırk, renk, din, dil, bölge, kıta, ayrımı yapmadan bütün insanlığa Rabbimiz, bildiri gönderiyor.
İman edenler için gem bildiri, hem takva halinde bir hayat yaşamaları önerilirken, Müslüman olmayanlara da İslam’a girmeleri için bildiridir.
İslam’a girenlerin, hemen Kur’an’ın bildirilerini anlama ve uygulamada Muhammed aleyhisselamı örnek almaları bildiriliyor.
Bunu kim yaparsa, yani haram yemez, yalan demez, sözüyle gönül incitmez, içini Hak için, dışını halk için tertemiz yapar, haliyle örnek olmaya çalışırsa, ırkına, diline, rengine, bölgesine, fakirliğine, zenginliğine …bakılmadan Allah katında en değerli, en üstün insan o olur.
Dünyanın seçilmişlerinin en önde sırıyanlarının yaptıklarını görüyorsunuz.
Dünyayı kanla boyuyorlar.
Bir tuşla, milyarlarca kuşun elindeki yiyeceğini zimmetlerine geçiriyorlar.
Bunu yaparken kendilerinin koyduğu eşkıya kanunlarına uyduklarından, adalette, parmakla gösterilir hale de getiriyorlar kendilerini.
Bu yaz tatilinde, yurt içinde cami ve okulların sınıflarında Kur’an’ı tanıma dersleri başladı.
Aynı dersler, yurt dışı temsilcilikler aracılığıyla yurt dışında cami ve okulların imkânları kullanılarak başlamalıdır.
Bu kısa dönemde Elif-Ba’ya başlamadan çocukların, gençlerin, yaşlıların imanına zarar vermek için, şeytani mantıkla piyasaya sürülen inkâr sözlerini, öğrencilere nakletmeden, anlatmadan doğrusunu anlat.
“Kâfirler şöyle diyorlar” diyerek o pis, kirli, yalan, iftira dolu pislik kutusunun kapağını açma. Doğrusunu ne ise onu anlat.
Allah celle celalüh, Muhammed aleyhisselam ve Kur’an-ı Kerim sevdirilmeli, örnek ayetler anlatılmalı ve bütün vesveseler zihinlerden silinmeli.
Allah celle celalühün varlığını, birliğini, yaratanın, yaşatanın, yönetenin, donatanın Allah olduğunu ve evrende eşinin ve benzerinin olmadığını, Firavun, Karun, gibi kendilerinin kanun koyucu olduğunu iddia edenlerin sonunun iyi olmadığını anlatınız,
Daha önce bir makalemde, Müslüman olan, 35 yaşlarında, Atina’da grafikerlik yaptığını söyleyen Yunan bir kadına şehadet kelimelerini anlatırken:
La İlahe illallah’ı anlatırken “Yaratan, yaşatan, yönetenin ve donatanın Allah olduğunu, Turgut Özal ve Karamanlis’in Allah karşısında seninle eşit yerde durduğunu, hepimizin O’nun verdiği nefese muhtaç olduğumuz gibi O’nun belirlediği hukuka uymamız gerektiğini” anlattığımda gözlerinden iki damla yaş geldi.
Mesela, seçimle, demokratik yollarla Başkan seçilen, ABD Başkanı, Rus Başkanı, Çin Başkanı, ülkelerinde milyarlarca aç insan varken, kendilerini ayakta tutanlara imkânları vererek, hazineyi hortumlama kanunlarına uygun olarak halkın malını çalmayı suç olmaktan çıkarırlarken, faizle kendi milletini ve diğer milletleri de her gün artırıp eksilterek sömürürlerken, Kur’an-ı Kerim, çalmanın, rüşvet almanın haramlığından ve hırsızlık yapanların cezalandırılacağından, cezalarının ne olduğundan bahsettiğini anlatın.
Cezaları uygulamada torpilin olmadığından Sevgili Peygamberimizin, “Kızım Fatıma da yapsa cezalandırırdım” dediğinden bahsediniz.
Rabbimiz yardımcımız olsun.
Mahmut Toptaş.
İNTERNET RADYOMUZ FANİDUNYA FM 24 SAAT YAYINDADIR.
YENİ SİTE GİR,İŞİMİZ.
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir.
Üye Ol veya Giriş Yap
92
« Son İleti Gönderen: fanidunya NET Haziran 24, 2025, 08:10:31 ÖÖ »

Sürüden Ayrılanı Kurt Kapar mı
Bilge Kağan’ın toplumuna nasihati yani bir öğüdü vardır:
“Türk milleti, tokluğun kıymetini bilmezsin. Açlık, tokluk düşünmezsin. Bir doysan açlığı düşünmezsin.
Öyle olduğun için beslemiş olan kağanının sözünü almadan her yere gittin. Hep orda mahvoldun, yok edildin. Orda, geri kalanınla her yere hep zayıflayarak, ölerek yürüyordun. Tanrı buyurduğu için, kendim devletli olduğum için, kağan oturdum.
Kağan oturup aç, fakir milleti hep toplattım. (Bir araya getirdim) Fakir milleti zengin kıldım. (Çünkü birlikten güç doğdu) Az milleti çok kıldım. (Bir araya gelince güç oluştu, millet meydana geldi.) Yoksa, bu sözümde yalan var mı?” Nitekim tarih kitapları bunu böyle yazmasa da aslında Büyük Selçuklu Devleti beyliklere ayrılmasaydı, beylikler arasında çıkan ayrılıklar olmasaydı dağılmayacaktı... Düşünebiliyor musunuz? Selçuklular Türk-İslâm devletlerinin en büyüklerindendi. Oğuzların Üçoklar kolunun, Kınık boyuna mensuplardı. 10. asrın sonu ile 11. asrın başında İslamiyetle tanıştılar. Müslüman oldular.
İtikatta Mâtürîdî mezhebine amelde Hanefî mezhebine göre amel edip Ehl-i sünnet yolunda idiler... Ta Çin’den Batı Anadolu dâhil bütün Orta Doğu ülkeleri, Akdeniz sahilleri, Kuzeybatı Afrika, Hicaz ve Yemen’den Rusya içlerine kadar yayılan hâkimiyetin, muazzam bir kültür ve medeniyetin temsilcisi oldular. Sultan Alparslan vefat ettiğinde, devletin toprakları, doğuda Kaşgar’dan, batıda Ege kıyılarına ve İstanbul Boğazı'na kadar, kuzeyde Hazar-Aral arasından, güneyde Yemen’e kadar yayılan geniş bir imparatorluk olmuştu. Birlikten doğan kuvvet... Ne acıdır ki önce Nizâmülmülk’ün şehit edilmesi, ardından Melikşah’ın zehirlenmesinden sonra koskoca Selçuklu Devleti, a) Irak ve Horasan, b) Suriye, c) Kirman, d) Türkiye Selçukluları olmak üzere dörde bölünecekti... Ne acıdır ki sürüden ayrılanları kurt kapmaya başlayacaktı... Berkyaruk, parçalanan Selçuklu İmparatorluğunu toplamaya başladığı bir sırada haçlı orduları ta Suriye’ye gelmişlerdi. Bu vahşi haçlı ordusu dağılıp güç kaybeden Selçuklu sebebiyle Antakya’yı işgal etmiş. Ardından bir sene içinde Kudüs’ü ele geçirmişti... Şehirde yaşayan yaklaşık yetmiş bin Müslüman ve Yahudi’yi katlettiler. Sürüden ayrılınca kurt nasıl kapıyormuş değil mi? Taha Uğur
İNTERNET RADYOMUZ FANİDUNYA FM 24 SAAT YAYINDADIR.
YENİ SİTE GİR,İŞİMİZ.
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir.
Üye Ol veya Giriş Yap
93
« Son İleti Gönderen: fanidunya NET Haziran 24, 2025, 08:04:03 ÖÖ »

Ben Yeryüzüne Halîfe Halk Ediciyim
Melekler: "Yâ Rabbî yeryüzünde fesad çıkarıp kan dökenleri mi yaratacaksın?"
Altıparmak Mehmed Efendi Osmanlı âlimlerindendir. Üsküp’te doğdu. Memleketinde ilim tahsîlini tamamladıktan sonra İstanbul'a gelerek Fâtih Camii'nde hadîs ve tefsîr dersleri okuttu. Daha sonra Mısır'a gitti. Kâhire'de ders verdi. 1033 (m. 1623) senesinde Mısır'da vefât etti. Altıparmak" ismiyle meşhur olan Me'âric-ün-nübüvve tercümesinden ba'zı bölümler: Âdem aleyhisselâmın yaratılmasının başlangıcı: Azâzil, cin tâifesinin geride kalanları olan teb'ası ile birlikte yeryüzüne yerleşti. Bu vefasız toprağa bağlandılar. Allahü teâlâ, âyet-i kerimede meâlen; "Ben yeryüzüne halîfe halk ediciyim" buyurdu.
Bunun üzerine melekler; "Yâ Rabbî yeryüzünde fesad çıkarıp kan dökenleri mi yaratacaksın?" dediler. Melekler 'halîfe' kelimesinden ötürü böyle düşünüp söylediler. Zîrâ fesad etmeyenlere halîfe lâzım olmaz.
Halîfe yaratmaktan murâd, günah ve isyân edilmesi ise, Allahü teâlâ cinleri niçin helâk etti. Eğer murâd itâat ise, biz seni tesbîh, tahmîd ve takdis ederiz dediler. Cenâb-ı Hak onlara cevâbında meâlen; "Sizin bilmediğinizi ben bilirim (Bekara 30)" buyurdu.
Melekler bu cevâbı alınca söylediklerinden dolayı pişman oldular. Bizi alâkadar etmeyen şeyi niçin söyledik deyip zellelerini affettirmek için bin sene Kürsî'yi tavaf eylediler. "Lebbeyk Allahümme lebbeyk (Senden af ve mağfiret dileriz)" dediler... Ravdat-ül-ülemâ adlı eserde şöyle yazmaktadır: "Melekler, gadâb-ı ilâhiden korktuklarından, her gün Arş'ı tavaf edip, ağlayıp sızlayarak Hak teâlânın gazabından yine O'na sığınırlardı. Hak teâlâ onlardan hoşnud olup, hâllerine acıdı ve; "Ey meleklerim! Sizler mağfiretimi ister misiniz?" buyurdu. Melekler; "isteriz yâ Rabbî! Biz bilmediğimiz işe karıştık. Affedip gadabından bizi emin eyle" dediler. Cenâb-ı Hak buyurdu ki: "Arş'ın altında bir nehir vardır. Ondan abdest alın." Melekler o nehirden abdest aldılar.
Allahü teâlâ onlara: (Sübhâneke Allahümme vebihamdike eşhedü enlâ ilahe illâ ente estagfirüke ve etûbü ileyke) duasını okuyun" buyurdu. Melekler; "Yâ Rabbî! Bu amelin sevâbı nedir?" diye sordular.
Allahü teâlâ; "Ellerin, ayakların, yüzlerin işlediği ve bilcümle bütün günahları, onunla af edip, temizlerim" buyurdu. Melekler; "Ey Rabbimiz! Bu ihsan bize mi mahsustur. Yoksa her kim bu ameli işlese mağfiretin ile müşerref olur mu?" dediler.
Cenâb-ı Hak "Bu amel, ümmet-i Muhammed'e mahsustur. Bu ümmetten bir kimse çok günahkâr olsa, abdest aldığı gibi, onu bütün günahlarından temizlerim ve Cennetime sokarım" buyurdu.
Vehbi Tülek.
İNTERNET RADYOMUZ FANİDUNYA FM 24 SAAT YAYINDADIR.
YENİ SİTE GİR,İŞİMİZ.
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir.
Üye Ol veya Giriş Yap
94
« Son İleti Gönderen: fanidunya NET Haziran 24, 2025, 07:48:05 ÖÖ »

Toplumların Temeli Ailedir
Âile, insanların doğup büyüdüğü, yetişip geliştiği ve terbiye gördüğü bir topluluktur. Bu yuva, topluluğun küçük-büyük bütün fertlerinin olgunlaştığı bir hayât okuludur.
Mukaddes dînimiz İslâmiyette ve târih boyunca kültür ve medeniyetimizde, kadın ve âileye çok büyük önem verilmiştir. Âilenin temelinin çok sağlam olarak atılması gerektiği vurgulanmıştır. Âile, ne kadar sağlam olursa, toplum o derece güçlü temeller üzerine kurulmuş olur. Şu bir gerçektir ki, bir milleti yıkmak isteyen iç ve dış düşmanlar da, ilk tahrîbâtına âileden başlamaktadırlar. İnsanlar cemiyet hâlinde yaşamak mecbûriyetindedirler. Bu cemiyetin en küçük birimi âiledir. Bu bakımdan âile, toplumun temel taşıdır. Âile, insanların doğup büyüdüğü, yetişip geliştiği ve terbiye gördüğü bir topluluktur. Bu yuva, topluluğun küçük-büyük bütün fertlerinin olgunlaştığı bir hayât okuludur. Çocuklar, Allahü teâlâya inanmayı, Peygamber sevgisini, büyüklere hürmeti, vatan-millet aşkını, “Ezân” ve “Bayrak”a saygıyı, gelenek ve göreneklerini hep âilede öğrenirler. Çocuklar altı yaşına kadar kişilik özelliklerini de âileden alırlar. Bu konudaki bir hadîs-i şerîf meâli şöyledir: “Çocuklukta öğretim, taş üzerine yazı yazmak gibidir [ya’nî çocukken öğrenilen şey, taş üzerine kazılan nakış gibi kalıcıdır.] Yaşlandıktan sonra öğrenmeye kalkmak ise, su üzerine yazı yazmaya benzer.” [Hatîb Bağdâdî] Bu bakımdan çocuklarımıza ilkönce, Kur’ân-ı kerîmi, Peygamber Efendimizi ve dîn-i İslâmı, şânlı târihimizi, yüksek kültür ve medeniyetimizi, güzel ahlâkımızı, dînî ve millî değerlerimizi öğretmeliyiz. Daha sonraya bırakmamalıyız. “Heleke’l-müsevvifûn” hadîs-i şerîfi, “Sonra yaparım diyenler helâk oldular (Hayırlı işlerinizi hemen yapın. Yarına bırakmayın)” demektir. Ma’lûmdur ki hayırlı işlerin birincisi ve en önemlisi, çoluk-çocuğuna İslâmiyet'i öğretmektir. Cenâb-ı Hak, Kur’ân-ı kerîmde buyuruyor ki (meâlen): “Ey îmân edenler, kendinizi ve çoluk-çocuğunuzu öyle bir ateşten koruyun ki, onun tutuşturucusu insanlarla taşlardır…” [Tahrîm, 6] Peygamber Efendimiz de buyurmuşlardır ki: “Hepiniz birer çoban mesâbesindesiniz/yanî görevlisiniz ve elinizin altındakilerden sorumlusunuz. İmâm/Yönetici bir nevi çobandır ve emri altındakilerden sorumludur. Erkek âilesinin çobanıdır ve âilesinden sorumludur. Kadın, evinin çobanıdır, o da elinin altındakilerden sorumludur. Hizmetçi, efendisinin malından sorumludur ve elinin altındakilerden sorumludur.” [Buhârî, Müslim, Ebû Dâvûd, Tirmizî] Âile içinde kadın ve erkeğin birbirlerini anlayıp hoşgörü sâhibi olmaları, âile saâdeti için şarttır. Karşılıklı sevgi-saygı, hak ve vazîfelerin ne olduğunun bilinmesi, yuvanın huzûrlu olması için önemli husûslardandır. Erkeklerin kadınlar üzerinde meşrû sûrette hakları olduğu gibi, kadınların da onlar üzerinde hakları vardır. İbrâhîm Hakkı Erzurumî hazretlerinin “Ma’rifetnâme”sinde, kocaların hanımları üzerinde 22 hakkının, hanımların ise kocaları üzerinde 30 hakkının bulunduğu zikredilir. Âilenin mutluluğu ve sosyal hayâtın huzûru, âileyi meydana getiren kadın ve erkeğin, vazîfe ve sorumluluklarını bilip, uygulamalarına bağlıdır. İbrâhîm Hakkı hazretleri, “Bu mücerrebtir (tecrübe edilmiştir)” buyuruyor.
Prof. Dr. Ramazan Ayvallı.
İNTERNET RADYOMUZ FANİDUNYA FM 24 SAAT YAYINDADIR.
YENİ SİTE GİR,İŞİMİZ.
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir.
Üye Ol veya Giriş Yap
95
« Son İleti Gönderen: gurbetciyim Haziran 23, 2025, 12:22:43 ÖS »

Hayırlı Ümmet
Tevhid akîdesi insanı yeryüzünde; fikir ve düşünce olarak gelinebilecek en yüksek zirveye ulaştırır. Bu mertebeye ulaşmış olan insan, şirk tehlikesi varsa başka bir yaratılmış varlığın hükmü ve itaati altına girmez. Baki'yi, Fani'ye, fena olacak olana tercih etmez. Sahih akîde olan "Tevhid" akidesini koruma ve din için gayret, mücahitlerin ve davetçilerin yoludur. Tevhid toplumu tesadüflerle oluşmaz. Tevhid toplumu, cihad etmeyen müslüman bir toplumun felah bulamayacağına inanan gayretkeş müslüman davetçilerin eliyle kurulacaktır. Toplumsal yozlaşmanın ve çürümenin akide boyutunda yaşandığı ve bu durumun hayatın her yanını sardığı bir süreçte "Tevhid toplumu" yozlaşan ve bozulan toplum içersinden filiz verip büyüyebilmesi için Kur'an ve Sünnet'e sımsıkı sarılmak kaydu şartıyla mümkündür. Tevhid toplumu, sünnetullah gereği şirk toplumu ile olan imtihanını vermeden kurulamayacaktır.
"Sizden mücahidleri ve sabredenleri bilelim, (ortaya çıkaralım) diye sizi deniyoruz." (47/31) Müslümanlar imtihan ve denenme sürecinden geçerken unutmamaları gereken en temel kaide; Din ve Tevhid akidesinden asla taviz vermeden sabit bir duruşla üzerine düşen görevi yerine getrmektir. En büyük stratejinin müslümanlar için "takva" olduğunu, yeryüzünün idaresinin devamlı el değiştireceğini, en sonunda da idarenin imanı tam, ameli salih kulların eline geçmesinin Tevhid dininin değişmeyecek kaderi olduğuna imanımızın tam olması gerekmektedir (Al-i İmran/140). …Rabbimiz kendi dininin kaderini elbette ki kendi çizecektir. Din'in kader çizgisinde Bağdat'ın, Endülüs'ün işgali olduğu gibi; Mekke, İstanbul ve Kudüs'lerin fethi de mevcut olacaktır. Küfür doğası gereği yeniktir, galip olanlar Rıza-yı Bari'ye ulaşanlardır. Allah'ın razı olduğu mü'min kul ise "Zaferle değil, Seferle mükellefiyet" sorumluluğunu kuşanan, en son dinin peygamberinin ümmeti olma bilinciyle hareket eden, Resul'e itaatin Asr-ı saadet'le sınırlı olmadığını kavrayarak mahallesinde, işyerinde, aile çevresinde Tevhidî aydınlanma ve İslamî dönüşüm için çalışan peygamber yarenleridir. Peygamber yarenlerinin her meselede gayesi yalnızca Rablerinin rızasıdır. Rabbimizin rızası için ilk temel unsur imanın sahih bir şekilde korunmasıdır. Bu sebeple Tevhid ve Şirk mücadelesinde Tevhid tarafındaki müslümanlar, günümüzün modern şirk unsurlarını çok iyi tespit etmeli ve bu şirk unsurlarından uzak durmalıdırlar. Günümüzde toplumlara giydirilmiş deli gömlekleri mesabesinde olan ideolojiler ve vahiy dışı, gayri İslamî kanunlarla Allah'a şirk koşulmakta…. Allah-kul ilişkisi yerine modern kavramlar "İnsan hakları, liberalizm, demokrasi" ön plana çıkartılarak İslam fıkhı hayattan silinmeye çalışılmaktadır. Müslümanların vazifesi, Hristiyan, laik, demokratik ideolojilerin piyasaya sürdüğü kavramların peşinden sürüklenmek yerine, kamusal ve sivil alanların Rabbi olan Allah'ın kitabına ve Resul'ün sünnetine uygun hakikatleri dikkate alarak İslam'a göre nasıl bir sistemde yaşadıklarını öğrenmeleri, siyasî ve akidevî bir mecburiyet olarak gözükmektedir.
Mekke şirk devletinde, atalarının izinde olduklarını söyleyen heykelperest müşrikler de herhangi bir kutsal kitaba göre değil kendi hevalarına göre hareket ediyorlardı. Kur'an-ı Kerim'de: "Onlara 'Allah'ın indirdiği hükümlere uyun’ denildiğinde ‘Hayır biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz yola uyarız’ dediler. Ya ataları bir şey anlamamış, hakikati de bulamamış idiyseler?" (Bakara Sûsresi:170) denilerek müşrik zihniyetin temel anlayışı, Rabbimiz tarafından eleştirilmiştir. Günümüz Müslümanları da bu hakikatleri ciddi bir şekilde analize tabi tutarak kendileri vesilesi ile imtihan olduğumuz yerel ve küresel heykelperest düzenlere karşı hayatlarında hemen şimdi Tevhidi gerçekleştirerek Kur'an ve Sünnet'e uymayan hayat kurallarının tümünden cehennemden kaçarcasına uzaklaşarak hepsini reddetmeleri gerekmektedir.
Allah'ın razı olduğu, Kur'an-ı Kerim'de belirtilen hayırlı ümmet vasfına haiz olabilmek ancak; imanın muhafaza edilmesi, iyiliklerin yayılması ve kötülüklerin önlenmesi gibi salih amellerle mümkün olacaktır. "Siz insanlar içinde ortaya çıkarılan, iyiliği emreden, kötülükten alıkoyan, Allah'a inanan hayırlı bir ümmetsiniz."
Bu ayette Rabbimiz bizlere kulluğun, ilahi hoşnutluğun "Hayırlı ümmet" vasfına nail olabilmenin şartlarını rastlantı ile değil tamamen fiilî aksiyon ve amel ile içi doldurulmuş bir hayatla mümkün olacağını, iyiliği (İslam) emr (iş, siyaset) kötülükten (haramlar) kaçınma ve alıkoymanın hayatımızın bir tabiatı haline gelmesini istemektedir. Böylesi gayretli, müslümanca Allah'a adanmış bir hayatın, bir nevî imanımızın şahidi ve sigortası olacağını bize beyan etmektedir.
İNTERNET RADYOMUZ FANİDUNYA FM 24 SAAT YAYINDADIR.
YENİ SİTE GİR,İŞİMİZ.
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir.
Üye Ol veya Giriş Yap
96
« Son İleti Gönderen: gurbetciyim Haziran 23, 2025, 12:15:53 ÖS »

Eğitimci Olarak Hz. Muhammed (s.a.v.)
İnsan olmak bir anlamda, duyusal ve bilişsel gelişimin doğru yönde tamamlanmasıdır. Her iki gelişim sürecinin yaşanmasıyla duyusal gelişim bir anlam kazanacaktır.Her insan bir şekilde çevresini ve eşyayı algılar. Bu algılama sonucunda davranışlar ortaya çıkar. Algılama sürecinin, insan ve toplum açısından doğru tutum ve davranış biçimlerini ortaya çıkarması, gelişim süreçlerinin sağlıklı olup olmadığı ile ilgilidir. Bir eğitimci olarak Hz.Muhammed'in eğitimci kişiliği, insanın tekamülü ve toplumsal düzenin sağlanması yönünde her iki gelişim sürecinin dengeli bir şekilde ortaya çıkmasında etkili olmuştur.
Genel kanaate göre Allah, Peygamberlerini azgınlığa düştükleri bir zamanda rahmetinden dolayı kavimlere gönderir. Zira Kur'an'da:"Biz bir Peygamber göndermedikçe kimseye azap edecek değiliz"(İsra/15) denilmektedir. İşte son Peygamber de o dönemde yeryüzünde karmaşa içine düşmüş bir kavmi, azgınlıklarından vazgeçirmek, hidayete çağırmak, davranışlarını Yaratıcının belirlediği bir şekle dönüştürmek için, rehber, elçi ve eğitimci olarak gönderilmiştir. Bu çerçevede Hz. Peygamberin gönderildiği toplumu ve bu toplumun eğitim sürecini değerlendirmek gerekiyor.
Bu noktada Kur'an gelişimlerini tamamlayamamış, hayatı ve olayları doğru bir şekilde algılayıp yorumlayamamış, kendilerince doğru ancak bir o kadar basit değerler dünyasına hapsolmuş insanların oluşturduğu toplumlara cahili toplum diyor. İşte tam da burada eğitim bir zorunluluk ve Hz. Muhammed'de bir eğitimci olarak karşımıza çıkıyor.
Allah Rasulü, Peygamberliğinin her anını çevresindeki insanların gelişim ve eğitimine, buna bağlı olarak da toplumunu aydınlatmaya ve Hakk'ı onlara öğretme çalışmalarına ayırmıştır. Sahih-i Buhari'de Hz. Muhammed (sav)'in Medine Camiinde oturduğu ve yakın arkadaşlarına, söylediklerini üç kez tekrar ederek ezberletinceye kadar öğretmeye çalıştığı rivayet edilmektedir. Bilindiği gibi, hicretten önceki dönem müslümanların eziyet ve işkence gördüğü bir dönemdir. Bununla beraber bu devrede bile Hz. Peygamber, eğitim ve öğretim faaliyetlerini sürdürmüş ve bu faaliyetlerde bulunanları takdir etmiştir.. Hicretten sonra ise Allah Rasulünün ilk işi, namaz kılınması ve dini tedrisatın yapılabilmesi için bir mescid inşaa etmek olmuştur. Hz. Peygamber bir yandan bilenlerin bildiklerini saklamayıp hemen yaymasını emrederken, bir yandan da ihtiyaç duyulan bölgelere öğretmen göndermiştir. Allah ve Rasulünün teşvikleriyle İslam Dünyasında ilim ve ilim adamları büyük rağbet görmüşlerdir.
Hz. Muhammed (sav)'in Eğitim ve Öğretim Metodları
A) Takrir Metodu: Genel olarak, anlatım tarzı ve konuşma şekliyle ilgili olan bu metod Hz.Muhammedin hatırlatma, özendirme, anlatma, hikaye etme , nakletme gibi konuşma ve anlatıma yönelik ifade şekillerini içermektedir. Allah Rasulünün uyguladığı bu ifade şekillerini birkaç maddede özetlemek mümkündür. Bunlar:
Kısa ve özlü konuşma
Akıcı konuşma
Samimi konuşma
Edebe riayet
Seviyeye uygun konuşma
Yaşar gibi anlatmak başka deyişle anlattığını içselleştirmek.
Dolaylı anlatım
Ses tonunu doğru ayarlamak
Beden dilini iyi kullanmak (jest ve mimikler) şeklinde sıralanabilir.
B) Soru Cevap Metodu: Hz.Peygamberin en çok kullandığı eğitim metodlarından biri de çevresindekilerin soru sormasına izin vererek cevaplamak suretiyle düşünce ve davranış biçimlerine açıklık getirme şeklindedir. Bilinmektedir ki soru cevap yöntemi eğitim ve öğretimi pekiştiren bir metoddur.
C) Temsil Metodu: Açıklanmak istenen bir durumun benzerini sunmak ve tasvirini yapmak şeklinde tanımlanabilecek bu metod da yine Hz. Peygamberin kullandığı bir eğitim şeklidir. İslam eğitiminin ilk kaynaklarında temsil için ilginç örnekler vardır. Örneğin Kur'an da yer alan kıyamet, cennet ve cehennem tasvirleri oldukça etkileyicidir ve insanın zihin dünyasında anlatılmak istenen durum tüm çarpıcılığıyla canlanmaktadır.
D) Tartışma Metodu: Muhataplarını düşünce üretmeye teşvik eden bu metod Hz. Muhammed'in uygulamalarında görüldüğü gibi bizzat Kur'an'ın da tavsiyesidir. Ancak uygulamada cedel halini almamasına yani tartışma yapan kişilerin birbirlerine dönük haklılık ve üstünlük mücadelesine dönüşmemesine özen gösterilmiş, özellikle bu durumdan kaçınılması gerektiği vurgulanmıştır. Buna çözüm olarak tartışma metodunda, bilgi, edep ve güzel söz şartının altı çizilmiştir.
E)Tedric Metodu: İslam Eğitiminde tedricilik esastır. İnsanın fiziksel gelişimi gibi zihinsel gelişimi de aşama aşamadır. Bu konuma uygun bir eğitim metodu olan tedrici eğitim metodunu Hz .Muhammed çok iyi bir şekilde kullanmıştır. Çevresindekilere kazandırmak istediği düşünce ve davranış biçimlerinin hepsini birden sunmamış, aşamalı bir eğitim sürecini takip etmiştir.
F) Kıssa ile Eğitim Metodu: Eğitim alanında kıssaların ve tarihi olayların insanlar üzerindeki büyüleyici etkisi insanlık tarihi kadar eskidir. Kur'an' da da sıkça kullanılan kıssa ile anlatım şeklini Hz.Muhammed de bir eğitim metodu olarak kullanmıştır. Kıssanın etkili bir eğitim vasıtası olduğunu bilen Allah Rasulü , bu yöntemden ileri, derecede faydalanmıştır.
G) Örnekle Eğitim Metodu: Hz. Peygamber ilahi bir eğitimden geçmiştir. Bu nedenle her anlamda örnek insan mo delidir. Bunun bilincinde olan Allah Rasulü davranışlarıyla örnek teşkil edecek şekilde halkın içinde yerini almıştır.
H) Öğütle eğitim metodu: Hz. Muhammed, eğitimle ulaşmak istediği hedeflenen insan modeline uygun tutum ve davranışların nasıl olması gerektiğini veya men etmek istediği alışkanlıkların kötü sonuçlarını nasihat ederek çevresindekilere bildirmiştir.
Sonuç olarak; Hz. Peygamber(sav), bazen konuşarak, bazen yaşantısının örnekliğiyle İslam insanının yetiştirilmesi ve şahsiyetini bulması, gelişim süreçlerinin sağlıklı bir şekilde tamamlanması ve buna bağlı olarak da ideal eğitim için ne mümkünse yapmıştır. Kur'an müşahhaslaştıran Allah Rasulünün tüm davranışları gibi eğitimci kimliğiyle ortaya koyduğu uygulamalar da bizler için örnek olmalıdır.
İNTERNET RADYOMUZ FANİDUNYA FM 24 SAAT YAYINDADIR.
YENİ SİTE GİR,İŞİMİZ.
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir.
Üye Ol veya Giriş Yap
97
« Son İleti Gönderen: gurbetciyim Haziran 23, 2025, 12:07:28 ÖS »

Gençliği Bekleyen Tehlikeler
İnsanların diğer canlılara göre oldukça yavaş tempoda cereyan eden gelişme çağı içinde ergenlik ve gençlik çağının önemi büyüktür. Zira; kişilik, eğitim, karakter oluşumu ve ideolojik fikrî gelişme genellikle bu dönemlerde alınan eğitim ve yönelişler sonunda ortaya çıkmaktadır. İnsanın hayatını etkileyen önemli gelişmelerin çoğu, gençlik döneminde ve yüksek tahsil esnasında kazanılan birikimlerle de yakından ilgilidir.
Kur'an-ı Kerim'deki bazı kıssalarda ve Siyreti Muhammediyye'de genç ve dinamik insanların; tevhid inancı, hak, hakikat ve erdemlilik mücadelesinde aksiyoner girişimleri ile sivrildikleri ve temayüz ettikleri görülmektedir. Putperestlik ve zulümde azgınlaşmış Nemrud'a ve onun kavmine karşı çıkan Hz. İbrahim (a.s.) bir gençtir. Hz. Yusuf (a.s.) da genç çağda Mısır'da önemli sorumlulukların kendisine emânet edildiği genç bir zâttır. İslâm'ın tebliği sırasında; Hz. Ali, Ammar İbn Yasir, Bilâli Habeşi, Fadl İbn Abbas, Üsâme İbn Zeyd gibi genç sahabiler, İslâm dininin tebliğinde aktif faaliyetler gerçekleştirmiş önder kişilerdir.
Hz. Peygamber'in (a.s.) peygamberlikten önce, Mekke'de, zulme ve haksızlığa engel olmak için aralarına katıldığı "Hılfu'l-Fudûl" adlı topluluk da gençlerin organize ettiği bir oluşumdu.
Gençlik konusu gündeme gelince; günümüzde gençliği en çok tehdit eden tehlikeler arasında; "Uyuşturucu Madde Bağımlılığı" konusuna değinmeden geçmek mümkün değildir. Çağımızda batı uygarlığını temsil eden Avrupa ülkelerinde ve Amerika kıt'asında insanların önemli bir oranının mübtelası olduğu bu korkunç ve tehlikeli illet; günümüzde lise ve ortaokul çağındaki çocukları bile saracak boyutlara varmıştır. Alkolizm, fuhuş, cinsel sapıklık gibi kötü alışkanlıklara müptela olmuş Batı uygarlığı uyuşturucu maddelerle de mâlül durumdadır.
Diğer bir ifadeyle; uyuşturucu madde ve alkol kullanma alışkanlığı, günümüz dünya gençliği için büyük bir tehlike durumunda olup, Müslüman gençliği de tehdit eder bir hale gelmiştir. Gün geçmiyor ki, basın ve yayın organlarından buna dair bir haber işitmiş olmayalım.
Müslüman gücü ve geleceğinin teminatı olan gençliği, uyuşturucu maddelere ve alkole alıştırarak, onları ruhen ve bedenen çökertmek için çalışma yapmaktadırlar. Pozitivist ve materyalist eğitim sistemleriyle, egoist ahlâk anlayışlarıyla kendi gençliğine hâkim olamayan batılı ülkeleri, Müslüman gençliği Allah yolundan saptırmak ve ahlaken çökertip kendi emellerine alet etmek için her yola başvurmaktadırlar.
Şüphesiz toplum; inançlı, ruhen ve bedenen sıhhatli ve dinamik gençlerle ayakta durur. Fikren ve bedenen olgun bir nesil, bir milletin en sağlam dayanağıdır. Beyni uyuşturulmuş, böylece enerji ve gençlik heyecanını, hizmet, gayret ve azmini yitirmiş bir nesil ise, bir milletin yok olması demektir. Üzerinde çeşitli oyunlar oynanan Müslüman gençliği bu gibi zehirler ve kötü alışkanlıklarla yolundan saptıramayacaklardır. Yeter ki bizler, aile, okul, cami ve toplum olarak elele verip üzerimize düşen görevi yapalım, zamanında tedbirler alalım ve gereken çarelere başvuralım.
İslâm dini, bize, hayatın tüm alanlarını kuşatan ölçüler getirmiştir. Yüce Allah, bu ölçülere uyarak yaşamamızı emretmiş ve bunu, bize bir görev olarak vermiştir. Göklere, yere ve dağlara teklif edilen bu emaneti yüklenmekten çekindiler. Onu yüklenmeyi insanoğlu kabul etti. O halde insanoğlu, bütün varlığıyla bu emaneti korumaya ve üstlendiği sorumluluğu yerine getirmeye çalışması gerekir. Aksi takdirde insanlık emanetini koruyamamış ve bütün ömrünü hüsranla geçirmiş olur.
Bu bakımdan, maddî ve manevî varlığımızın varisleri, geleceğimizin teminatı olan çocuklarımızı ve gençlerimizi, her türlü zararlı fikir akımları ve alışkanlıklardan uzak tutmamız, onlara dünya ve ahiret hayatıyla ilgili yeterli bilgi vermemiz gerekir. İnsanların iyilikte yardımlaşmaları, kötülüklerden birbirlerini uzaklaştırmaları Allah'ın emri olan hayatî bir zarurettir. Zira bu gerçeklere karşı ilgisizlik, fert ve toplum huzurunun yok olması sonucunu doğurur. Böyle olunca da insanlar, telafisi imkânsız zararlarla karşılaşırlar.
Günümüzde tüm insanlığı ve bilhassa gençliğimizi ciddi anlamda etkileyen sigara, alkol, uyuşturucu, kumar, batıl inanç ve zararlı akımlar, çocuklarımızın ve ümmetin geleceği ile ilgili endişelere yol açmaktadır. İçinde bulunduğumuz yılarda yapılan araştırmalarda alkol ve sigara kullananların yaşı, 10-11'e kadar düşmüş, eroin ve uyuşturucu hap kullanan gençlerin oranı da, %5'e kadar çıkmıştır. Yapılmış olan bu istatistik sonuçları, hepimizi harekete geçirmelidir. Çocuklarımızı ve gençlerimizi, yardımlaşarak bu tehlikelerden korumaya çalışmalıyız. Aklı gideren ve insanları uyuşturan maddelerden korunmak için, onlara dînî ve ahlâkî telkinlerde bulunmalı, kişisel kabiliyetlerine göre, ihtiyaç duyulan mesleki bilgi ve beceri sahibi insanlar olarak yetiştirilmelerin sağlamalıyız. Nitekim Kur'an-ı Kerimde bu konu ile ilgili olarak: "Ey iman edenler! (Sarhoşluk veren) içki (ve benzeri şeyler), kumar, dikili taşlar ve fal okları ancak, şeytan işi birer pisliktir. Onlardan kaçının ki, kurtuluşa eresiniz. Şeytan, içki ve kumarla, ancak aranıza düşmanlık ve kin sokmak; sizi Allah'ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Artık bunlara bir son vermeyecek misiniz?" [1] diye hitap edilir ve yine Kur'an'da "Düşünesiniz diye Allah size ayetlerini böyle açıklamaktadır." [2] buyurularak insanın düşünmesi, aklını kullanması teşvik edilmiş, düşünmeyi engelleyen şeyler ise yasaklanmıştır.
Son zamanlarda gündemi, trafik kazaları, çeşitli hastalıklar, fuhuş, zina, boşanma, ailelerin parçalanması, intihar olayları, satanizm gibi kişiyi ve toplumu felakete sürükleyen konular, daha çok meşgul etmektedir. Böyle durumlara düşmemek için gereken tedbirleri hep birlikte almalı ve bunlara maruz kalmış olan insanların ve gençlerin bir an önce kurtulmalarına yardımcı olmalıyız. Büyüklerin çocuklara ve gençlere güzel örnek olmaları gerektiğini de unutmamalıyız. Yüce Rabbimize: "Ey Rabbimiz! Bize dünyada da ahirette de iyilik ver. Bizi cehennem azabından koru" [3] diye niyazda bulunmalıyız.
--------------------------------------------------------------------------------- [1] Maide, 5/90-91.
[2] Bakara, 2/269.
[3] Bakara, 2/202.
İNTERNET RADYOMUZ FANİDUNYA FM 24 SAAT YAYINDADIR.
YENİ SİTE GİR,İŞİMİZ.
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir.
Üye Ol veya Giriş Yap
98
« Son İleti Gönderen: gurbetciyim Haziran 23, 2025, 11:58:00 ÖÖ »

Duâ ve Sağlık
İki hücrenin birlikteliği ile hayat yolculuğuna başlayan insanoğlunun yaratılış evrelerinde akıl almaz mucizevî olaylar vardır. Bu iki hücrenin tesadüf olmayan karşılaşması ve çoğalmaya başlaması enteresan açılımları da beraberinde taşımaktadır.
İki hücreden akıl almaz bir hızla çoğalan bir kısım hücreler kemik yapımızı çatmaya başlarken başka bir gurup hücre ise kas sinir ve damar ağının bu sistemle entegrasyon oluşturmasında gecikmiyor. Anne karnında iki ay dolmadan bu süre tamamlanarak insan yaratığının minyatürü meydana gelmiş oluyor.
Ruhbedenzihin üçlüsü ile daha dünyaya gelmeden anne rahminde bazı hastalıklarla da tanışabiliyoruz. İnsan bedenini meydana getiren organların hastalanması ve bunların tedavileri ile ilgili uğraşan biz hekimlerin karşılaştığı çeşitli zorluklar da yok değil. Bazen basit bazen ise daha karmaşık ve zor olan birçok hastalıkla uğraşırken almış olduğumuz tıbbi bilgiler çoğu zaman yetersiz kalabilmekte…
Çağımızın hızlı gelişen ve ayak uydurmakta zorlandığımız teknolojisi bize bir çok olumlu imkânlar sunarken farkında olmadan da özellikle sağlığımızdan bir şeylerimizi götürmektedir. Öyle ki günümüz yoğun ve yorgun insanı bir düğmeye basarak her şeye hükmedebiliyorken sağlığını zindeliğini kazanmak için yaptığı maddî ve manevî uğraşılara rağmen arzu ettiği yaşam kalitesini bir türlü yakalayamaz hale gelmiştir..
Sağlık sektörü tüm dünyada önemsenen ve uğrunda milyarlarca paranın harcandığı bir alan olmasına rağmen hedeflenen iyilik halini yakalamada hâlâ yaya olmaktan öteye geçememiştir.
Biz hekimler bu açmaz karşısında kendimize yeniden dönüş yapıp nerede neyi eksik bırakıyoruz sorusunun muhatabı olmak durumundayız. Gerçekten nerede eksiklik yapıyoruz? Niçin bizden talep edilen şifaya vesile olamıyoruz.? Bizden beklenen performansı yakalamak için neleri yapmamız gerekir? Bu soruları daha çoğaltabiliriz. Ancak amaç belli:
Dünyamızı ciddi olarak tehdit eden silah sektörüne ayrılan para, ilaç ve sağlık sektörüne ayrılsa sonuç değişir mi? Bunca yıllık tecrübeme dayanarak değişir diyemiyorum. Çünkü sağlık ve ilaç sektörünün tröstlerinin cirit attığı ülkemizin batısındaki devletlerde sağlık ile ilgili sıkıntılar bizim gibi gelişmekte olan ülkelerin sıkıntılarından pek gerilerde değil.
Bunu nerden anlıyoruz. Yapılan bilimsel çalışmalar bize şu sonucu veriyor. İnsan et ve kemik ötesinde bazı özelliklerle yaratılmıştır. Biz aynı hastalığın farklı insanlar üzerinde tezahürünü ve tedaviye cevabını farklı bulmaya alışkın hekimleriz. Aynı ilaç bir hastada tedaviye yardım ederken başka bir hastada sonuç vermemekte hatta ölümlere sebep bile olabilmekte… Bu örnekleri artırmak mümkün...
Bizleri yoktan var eden yüce rabbimiz yaratma gücü gibi şifa gücüne sahip olduğunu bizlere aktarıyor. Ölümden başka tüm dertlerin devasını yarattığını da müjdeliyor. Bu gerçeğe göre şifayı ararken biraz da bu alandan bir bakış açısı ile istifade etmeliyiz diye düşünüyorum. Modern batı tıbbı da zaten zorunlu olarak bu yöne doğru kaymak durumu ile yüz yüze.
Bilim araştırmayı sorgulamayı aklı kullanmayı ve karamsar olmamayı bize düstur olarak öğrettiğine göre çare ve çözüm için manevî dinamiklerimizi harekete geçirmemizin faydalarından da istifade etmemiz gerekiyor.
Şunu çok iyi biliyoruz. Her türlü hastalığın tedavisinde hekim hasta diyalogu önemli. Hastanın doktora ve tedaviye inanması da önemli… Doktorun hastanın iyileşebileceğiyle ilgili yapacağı olumlu telkinlerde önemli. Bu üç şey tedavî olma ve şifa bulmada gerçekten önemli… Günümüzde milyarlarca dolarlık yatırımlarla keşfedilip üretilen ilaçlardan ve alternatif tedavilerden daha önemli.. Bu üç şey…
Bu üç şey aynı zamanda kendi içlerimizde bulunan şifa gücünü keşfedip kullanmamızın da anahtarıdır. Halk arasında söylendiği gibi şifayı yüreğinde arama sözü; Bu gerçekten yola çıkarak söylenmiş olsa gerek
İstemek yardım talep etmek anlamına gelen dua bize hangi kapıları açıyor kısaca bir göz atalım; Dua ile en başta bizi yaratan ve bize şifayı vaad edenle bir buluşma gerçekleştiriyoruz. Riyanın maddi çıkarın olmadığı samimi ve yalın bir buluşma bu…
Hastalıklar insanlarımızda aynı zamanda bir acziyet meydana getirir. Acizlik insanları daha samimi olmaya yöneltir. Samimiyet ise muhabbet ve bereket demektir. Bu psikolojide bir insanın dilden ve kalp yolu ile istekleri doğal olarak beynimizde bazı hormonların salgılanmasına sebebiyet vermektedir. Otonom sinir sistemi ve iç salgı bezlerimiz bu salgılanan maddeler ve hormonlardan olumlu etkilendiği ise yapılan çok yönlü çalışmalarla su yüzüne çıkmış… Beynimizde ve zihnimizde meydana gelen bu biyokimyasal değişim doku ve organlarımız için umulmadık şifalara vesile olabilmektedir.
İnsan ruhunun hasta olmayacağına yönelik bilgilerimizle bugünkü halimize baktığımızda ise çoğu yakınmalarımızın sebebinin zihnimizdeki engin dehlizlerde olabileceği gerçeği ile karşı karşıya kalıyoruz..
Dua sözlü olarak yapılabildiği gibi sebeplere sarılarak ta yapılabilir. Hasta bir insanın hekim araması hastalığının teşhisinde bazı tetkiklere müracaat etmesi hatta hastalığının şifası için çeşitli ilaçlar bitkiler ve perhizler yapması bütün bunları biz dua kapsamında değerlendirmeliyiz
Bilinçli olmayarak sıklıkla işimizin Allah 'a kaldığını söyler dururuz. Aslında işimizin ona kalması aynı zamanda vuslata da ermemiz demek olduğunu ise sıklıkla göz ardı eder ve bu sözü genellikle çaresizlik durumlarında telaffuz ederiz.
İşimizin yüce Mevlaya kalması aynı zamanda aciz kalmaya başlayıp onun himmetinden yardım şansını elde edebileceğimiz bir döneme de girmemize zemin hazırladığını ise pek aklımıza getirmeyiz.
Yüce yaratıcımız bana yaklaş yani dua et bende sana yaklaşayım ve sana yardım edeyim diyerek zor anlarımızın o çekilmez uzayan dakikalarında bizimle olmak ister. Hastalık acı ızdırap ve keder insanların zor olarak kabul ettikleri anları zamanlarıdır. Bu zamanlarımızda Rabbimize yaklaşmamız moralleri yükselttiği için bağışıklık sistemimizi güçlendirerek hastalıklarla olan savaşta galip gelmemiz mümkün olacaktır.
Duanın etkisi sadece bununla sınırlıda değildir. Dua ile kendimizle barışık hale geliyor yaşama arzumuzu artırıyor ölümle olan ebedi savaşımızda birkaç kale daha fethetmemize zemin de hazırlamış oluyoruz.
Samimi bir duruş ile Yaratanla baş başa kalma olarak tanımlayabileceğim dua ile sadece sağlığımızı kazanmıyoruz. Kendimizle ve rabbimizin yarattığı evrendeki tüm nes nelerle barışık zinde formda mutlu umutlu ağrılardan ve stresten uzaklarda yaşayabiliriz.
Bugünkü bilgilerimizle çözmekte zorlandığımız ve tedavide henüz istenen başarıları yakalayamadığımız ölümcül birçok hastalıkta duyduğumuz başarı hikâyelerinin altında hep bu gerçekliliğin yattığını biliyoruz. Hastalıkları yenme hikâyeleri ile ilgili Türkçemize de tercume edilen batı ve uzak doğu kaynaklı yaşam hikâyelerinin altında hep bu iksirli formülün yattığını görmemiz bizleri yaratanımıza biraz daha yakınlaştırmalıdır.
Hastalıklar gelmeden sağlığımızın kıymetini bilmemiz nasıl elzemse çeşitli musibetler ve çaresiz hastalıklar kapımızı çalmadan da bizlere şah damarımızdan da yakın olan mevlamızla buluşmalı onunla halleşmeli ve onun düsturları doğrultusunda yaşamaya çalışmalıyız diyorum… Sağlık mutluluk dileklerimle…
İNTERNET RADYOMUZ FANİDUNYA FM 24 SAAT YAYINDADIR.
YENİ SİTE GİR,İŞİMİZ.
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir.
Üye Ol veya Giriş Yap
99
« Son İleti Gönderen: gurbetciyim Haziran 23, 2025, 11:46:49 ÖÖ »

Felak Sûresi
Müfessirlerin büyük kısmı bu sûreyei ne "Nas" sûresini Mekke döneminin ilk yıllarına ait görürken, bazı otoriteler(mesela, Razi, İbn Kesir) Medine'de nazil olduğu kanaatindedirler, siğer bir kısım ise (mesela, Beğavî, Zamahşerî, Beydavî) konuyu açık bırakırlar. Rahman ve Rahim Allah'ın adıyla.
1)De ki: Sığınırım ben, karanlığı yarıp sabahı ortaya çıkaran Rabbe.
2)Yarattığı şeylerin şerrinden,
3)Bastırdığı zaman karanlığın şerrinden,
4)Düğümlere üfürenlerin şerrinden,
5)Ve hased ettiği zaman, hasedçinin şerrinden.
1) De ki: Sığınırım ben karanlığı yarıp sabahı ortaya çıkaran rabbe.
Kul(de) kelimesi, vahiyden bir parça dır. Rasulullah'ın risalet mesajından bir cüzdür. Bunun ilk muhatabı Rasulullah olsa da, her mü'min bu kelimenin muhatabıdır.
Sığınma; her tür tehlikeden, maddî, Ahlakî veya ruhanî olan zararlardan, fıtrat üstü bir Zâtâ sığınmaktır. Böyle bir sığınmanın Allah'tan başkasına olmaması tevhid akîdesinin gereğidir. Müşrikler bu tür sığınmayı Allah'tan başkası için yapıyorlardı. O dönemde Allah'tan başka, cin, tanrı ve tanrıçaya da sığınıyorlardı: Bugün de sığınmaktadırlar. Mad deperest olanlar da maddî güçlere ve vesilelere sığınırlar.
Çünkü onlar fıtrat üstü bir güce inanmazlar. Ama bir mü'min, afet ve belaları def etmeye gücü yet miyorsa, onlara karşı ancak Allah'a rücu eder ve O'na sığınır. Kur'an'ı Kerim'de müşrikler hakkında Allah(c.c.) şöyle buyuruyor. "Doğrusu insanlardan bazı erkekler, cinlerden bazı erkeklere sığınırlardı da onların kibir ve azgınlıklarını artırırlardı”. (1)
Arap müşrikleri gece bir vadide konaklamaya mecbur kaldıklarında şöyle derlerdi: " Biz bu vadinin Rabbine (yani bu vadinin maliki ve hâkimi olan cine) sığınırız."
Firavn hakkında da şöyle buyrulmuştur. (Hz. Musa'nın büyük ayetlerini görünce) kendi gücüne dayanarak kibirlendi." (2)
Kur'an'ı Kerim Allah'a inanların tutumunu ise şöyle beyan eder: "Bir şeyden korktuğunuzda, ister maddi, ister ahlakî ve ruhanî olsun, bunların şerrinden Allah'a(c.c.)sığının". Mesela Hz. Meryem hakkında şöyle buyrulmuştur: Yalnızken, Allah'ın meleği bir erkek şeklinde çıkagelince (Meryem bu gelenin melek olduğunu bilmiyordu) Meryem O'na söyle dedi: Eğer Allah'tan korkuyorsan, senden, Rahman olan Allah'a sığınırım." (3)
Hz. Nuh (a.s.) Allah'a yersiz bir dua ettiğinde Allah(c.c.) O'nu ikaz etmiş ve Hz. Nuh(a.s.) da hemen şöyle demişti: "Allah'ım bilmediğim şeyi istemekten sana sığınırım." (4)
Hz. Musa(a.s.) İsrailoğullarına bir inek kesmelerini emrettiğinde Musa'ya şöyle demişlerdi: "Bize şakamı yapıyorsun? Bunun üzerine Hz. Musa(a.s.) şöyle cevap verdi: "Cahillikten Allah'a sığınırım." (5)
Aynı konu sahih hadis kitaplarında nakledilen Rasulullah'ın dualarında da mevcuttur.
Hz. Aişe'den Rasulullah'ın yaptığı dualarda şöyle duyurulduğu rivayet edilmiştir: "Allah'ım işlediğim ve işlemediğim kötülüklerden sana sığınırım. Eğer yapamadığım bir işten, yapmadığım için bir zarar deldiyse ondan da sana sığınırım." (6)
Enes, b. Malik Rasulullah'dan şöyle rivayet etmiş tir: "Allah'ım, Acîzlikten, tembellikten, korkaklıktan, yaşlılıktan, cimrilikten, kabir azabından, hayat ve ölüm fitnesinden sana sığınırım." (7)
Havle b. Mukım Es-Sülemi, Rasulullah'tan şöyle rivayet etmiştir. "Bir kimse bir yerde kamp kurarken ben mahlûkun şerrinden Allah'a eksiksiz kelimeleri ile sığınıyorum derse, o kampı terk edene kadar hiçbir şey ona zarar veremez." (
"Felak" kelimesi "yırtmak" anlamına gelir. Tanyerinin ağarması ve mutlak yaratma manalarına da gelmektedir. Allah(c.c.)'ın, yeryüzünü bitkilerle, dağları da su kaynaklarıyla ayırmıştır. Bulutları yağmurlarla, rahimleri çocuklarla yarıp ayırmıştır. Gündüz geceyi yırtarak meydana gelir.
"İnkâr edenler, görmez mi ki gökler ve yer bitişik iken onları biz ayırdık ve her şeye sudan hayat sağladık hâlâ inanmayacaklar mı?” (9)
"Taneyi ve çekirdeği yaran şüphesiz Allah'tır. Ölüden diriyi diriden ölüyü çıkarır. İşte Allah budur, nasıl yüz çevirirsiniz." (10)
2) Yaratıkların şerrinden.
Bütün mahlûkatın şerrinden. Sabit el-Benâni, Hasan el-Basrî; Cehennemden, İblisten ve onun soyundan yaratıkların hepsinin şerrinden, diye mana vermişlerdir.
Mahlûkatın şerrine karşı sığınmanın en etkili yolu, onları yaratana sığınmaktır. Çünkü Allah(c.c.), her halükârda mahlûkat üzerinde galiptir ve bizim bilmediğimiz şeyleri bilir. Dolayısıyla Allah'a sığınma öyle yüce bir hâkime sığınmaktır ki, O'na karşı hiçbir şeyin gücü yetmez. O'na sığınmakla mahlûkatın bildiğimiz ve bilmediğimiz her türlü şerrinden de O'na sığınmış oluruz. Ayrıca bu dünyanın değil ahretin şerrinden de O'na sığınmış oluruz.
3) Bastırdığı zaman karanlığın şerrinden.
Mücâhid der ki: Güneşin batmasıyla bastırıp gelen gecenin karanlığından. İbn Abbâs, Muhammed İbn Kâ'b el-Kurazî, Dahhâk, Husayf, Hasan, Katâde de ay nı şekilde karanlığıyla gelen gecenin şerrinden diye mâna vermişlerdir.
Seyyid Kutup (r.a.) şöyle der: Ayette kast olunan manâ; gece ve gecenin ihtiva ettiği şeylerdir. Gecenin karanlığı ortalığı kapladığı zaman, birçok şeyin görül mesine engel olur. Bu durumda bizzat gece korkulu bir hal aldığı gibi içindede korkunç şeyler gizleye bilir. Evet; ortalığı kaplayan karanlığın içinde vahşi bir hayvan, yırtıcı bir yaratık, zehirli bir sürün gen veya pusu kurmuş bir düşman bulunabilir. Kurun tular, vesveseler, korku ve tasalar gece karanlığında kaynaşır. Gece karanlığında şuur ve hisler bulanır.
Şeytan oynayacağı oyunları daha rahat oynar. Hülasa; ortalığın kararmasıyla, görülebilen ve görülemeyen her şey ürpertici bir hal alır. (11)
4) Düğümlere üfleyenlerin şerrinden
Düğümlere üfleyenler; sihir veya büyü yapan kimselerdir. Bunlar insanoğlunun duygu ve sinir sistemlerini aldatıcı bir tesir altına almak suretiyle onu büyülerler. Sihir ve büyülerinde iplik veya mendil gibi bir şeye düğümler çalarak üzerine üflerler.
"Ukad" ukde'nin çoğuludur. Anlamı düğümdür. Evet; bu ayetin anlamı "sihirbazların şerrine karşı fecri getiren Rabbe sığınırım" şeklindedir. Sihir hakkında şunu bilmek gerekir ki: Birisini etki altına almak için şeytandan ve yıldızlardan yardım istenir. Kuran bu nedenle sihri küfür saymıştır. Yapılan sihirde şirk olmasa ve küfür kelimesi olmasa da sihir haramdır. Rasululah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur. "Mahveden yedi şeyden sakının." Ashab sormuş: Ya Rasulullah onlar nedir? Rasulullah şöyle buyurmuş: "Allah'a şirk koşmak, sihir yapmak, haksız yere adam öldürmek, faiz yemek, yetimin mallarını yemek, cihada düşmandan kaçmak, iffetli bir mümin kadına zina iftirası atmak." (12)
5) Ve hased eden hasedcilerin şerrinden!
Hased'in anlamı; Allah'ın bazı kullarına lütfettiği nimetler karşısında kıskaçlık duygularına kapılıp o kulların bu nimetlerden mahrum olmasını dilemektir. Bu kimse bu dileğini yerine getirmek için bilfiil teşebbüslerden bulunsun, her ikisinin manâsı da "hased"'dir. Bu "hased" duygularının karşı tarafa bir ses getirmesine elbetteki ihtimal verilecektir.
Öyleyse; hased mevzusunda Allah'a yönelip O'nun himayesine sığınmayı gerektiren bir şer mevcuttur.
Kıskanılan kişinin kıskananı memnun etmesi hiçbir şekilde mümkün değildir. Onun tasavvur ettiği ve planladığı kötülükleri durdurmaya da gücü yetmez. Onun eziyetini yok edecek, gayretini boşa çıkaracak yalnız ve yalnız Allah'tır.
Bu şeylerden korunmaları için kendisine sığın malarını emreden Allahüteâlâ, her iki sureyi lütuf ve rahmetiyle Hz. Peygamber (s.a)'e ve dolayısıyla onun ümmetine tevcih buyurmuştur. Şurası kesindir ki; bu şeylerin birinden veya hapsinden Allah'ın emrettiği şekilde O'na sığınıp yakaranların yakarılarını Allah (c.c.) reddetmeyecek, onları himayesine alıp koru yacaktır. (13)
Mevdudi (r.a.) şöyle diyor: Hased fiile dökülünce ilk iş Allah'a sığınmak olur. Ayrıca hased edenin şerrinden sığınmak için bazı tedbirlerde alınır. Bunlardan birisi, insanın Allah'a tevekkül etmesi ve Allah'ın izni olmadan hiç kimsenin zarar vereme yeceğine inanmasıdır. İkinci hased edanın yaptığına sabretmesidir. Üçüncüsü, hased eden Allah'tan kork masa, Halktan utanmasa da hased edilenin takvayı elden bırakmamasıdır. Dördüncüsü, kalbinde hased edilene pek yer vermemesi ve fazla düşünmemesidir. Beşincisi, hased edene karşı kötü muamele yapıl mamasıdır. Altıncısı, hasede uğrayanın tevhid akide sine sebat göstermesidir. Çünkü bir insanın kalbinde tevhid kökleşmişse, o hiçbir zaman, hiç kimseden korkmaz. (14)
Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) her gece yatmaya hazırlandığı zaman iki elini alarak birleştirir, ellerinin içine İhlâs, Felâk ve Nas surelerini okuyarak üfler, sonra başından ve yüzünden başlayarak üç defa elini yetiştiği kadarıyla bütün vücudunu sıvazlar ondan sonra yatardı.( Bunu üç defa tekrarlardı.)(15).
---------------------------------------------------------------------------------------------------------- 1- Cin,6.
2- Zariyat, 39.
3- Meryem,18.
4- Hud,47.
5- Bakara, 67.
6- Müslim.
7- Buhari ve Müslim.
8- Müslim.
9- Enbiya,30.
10- En'am, 95.
11- Fizilal'il Kuran ( c.16).
12- Buhari ve Müslim.
13- Fizilal'il Kuran (c.16).
14- Tefhimül Kuran (c.7). 15- Buhari
İNTERNET RADYOMUZ FANİDUNYA FM 24 SAAT YAYINDADIR.
YENİ SİTE GİR,İŞİMİZ.
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir.
Üye Ol veya Giriş Yap
100
« Son İleti Gönderen: gurbetciyim Haziran 23, 2025, 11:35:46 ÖÖ »

Âdiyât Sûresinin Gölgesinde
"Andolsun o harıl harıl koşan (at) lara, o çakarak ateş çıkaranlara, sabahleyin baskın yapanlara, derken arada (ayaklarıyla) tozkoparanlara, bununla bir topluluğun ortasına dalanlara. Muhakkak insan Rabbine karşı nankördür. Hiç şüphesiz o buna hakkıyla şahittir. Gerçek o, mal sevgisinden dolayı pek katıdır. Hala o (hakikatı görüp)bilmeyecek mi? Kabirlerin içindekiler(eşilip) çıkarıldığı zaman, göğüslerde ne varsa onlar da derlenip toparlandığı (zaman). Hakikat o gün Rableri onlar (ın her halin)den elbette tamamıyla haberdardır." (100/Adiyat, 111)
Bu sûrede, insanın gözünün önüne savaş sahnesi canlandırılmakta, iman kuvvetinden mahrum olan boş ruhlar hatırlatılmakta ve adeta uyandırılmakta ve uyarılmaktadır.
Âdiyat Sûresi'nin birinci âyetinden beşinci âyetine kadar ki bölüm için, müfessirlerin bir kısmı mustaz'aflara saldıran düşmanlar olarak ele alıyor. Bir diğer kısmı da inananlar topluluğunun düşmana hücumunu anlattığını izah etmeye çalışıyor.
Yaşamakta olduğumuz, küfrün hakim olduğu cahiliyye asrında her iki açıdan ele alabilmemiz mümkündür.
Düşmanın saldırısı olarak ele alırsak, tağutların hakim olduğu yeni dünya düzeninde, zulme uğrayan ezilen, sömürülenler açısından doğru isabette bulunmuş oluruz.
İnananların gaflete daldığı, mal, mevki sevgisine düştüğünden bu yana, dünyanın dört bir tarafında Müslümanlara (ve mustaz'aflara) baskınlar yapıldığını, bir topluluğun ortasına dalarak, o topluluğun darmadağın edildiğini gözler görerek yaşamaktadır.
Âyet'te, harıl harıl koşanların atlar olduğu belirtilmektedir. O zamanlarda savaş aracı olarak kullanılan atlar, develer veya fillerdi. Zamanımızda fillerin yerini tanklar almıştır, kılıçların yerini silahlar, kaleşnikoflar, atların yerini cipler, ebâbillerin yerini helikopterler, uçaklar almış durumdadır.
Teknolojinin ilerlediği çağımızda,''o çakarak ateş çıkaranlara'' âyetinin mânâsı daha bir netlik kazanmış durumda. Kıvılcımlar çıkaran etrafa ateş saçan savaş aletleri !.....
Bu aletlere sahip çağın zalimleri, zayıf bırakılmış inananlar topluluğuna vahşice saldırmakta, her girdiği beldelerde ortalığı birbirine katmaktadır. Kâh aşikar olarak, kâh sinsice ilerlemekte, sinsice olarak teknolojiyle bütünleşmiş dünya malını, kalplere, hayatlara sokmaktadırlar.
Cenâb-ı Allah (c.c), insanoğlunun emrine âmâde olması üzere, toprağın altında bulunan demiri yarattığını ve bunda insanlar için faydalar bulunduğunu Hadid sûresi'nin 25. âyetinde mealen şöyle belirtir;;
"........ ve, kendisinde hem sertlik, hem insanlar için faydalar bulunan demiri indirdik..."
Hemen hemen demirin kullanılmadığı eşya yok gibidir. Dünyevî eşyalar için zarurî bir ihtiyaç olarak görülmekte ve faydalanılmaktadır. Aynı zamanda savaş aletlerinde de kullanılan zarurî ihtiyaç olduğu malum... Demiri ustaca kullanarak savaş aletleri hazırlayan batı âlemi, bu aletleri her şekliyle ve her yönüyle yenidünya düzeninde, tüm dünyada tek söz sahibi olmak için kullanmaktan çekinmemektedir.
Allah (c.c)'ı, kanun koyucu yegâne Rabb ''olarak kabul etmeyen, ''insanlara, Yaradan değil, biz hükmederiz'' diyen çağın firavunları, ekonomik ve kültür emperyalizmini gerçekleştirmekle yetinmeyerek, tıpkı daha önce yaşayan hem fikir zalimler gibi, ellerindeki bütün savaş aletlerini mazlumlar üzerinde kullanmakta ve bundan zerre kadar vicdani rahatsızlık duymamaktalar. Yaradan Rabbine karşı nankör olan insandan, kullara karşı insan hakları veya saygı elbet beklenemez.
Kendisi içim fitne sebebi olan mal sevgisinden dolayı, hem dünyasında iktidarı kaybetmiş, hem de ahiretini mahvetmiş olan Müslümanlar artık gerçekleri görmeli, hakkı ve batılı ayırt etmeli zafere ulaşmanın yollarını aramalıdır. Yeryüzünün halifesi olmakla görevlendirilen ve kendilerine ciddi boyutlarda sorumluluk yüklenen Âdemoğlu, tağutu reddederek, Melik'imiz olan bir Allah(c.c)'ın hükümlerini tüm yeryüzüne hakim kılmak, barışı yalnız Allah adına sağlamak için cihada soyunmak zorundadır. Gayri İslami hükmeden şeytan ve şeytanilere karşı, hor ve zelil bir halde teslim oluncaya kadar mücadele vererek tüm kollarını kırmalıdır. Bunun için önce sağlam sarsılmaz iman ve imanının gereği salih ameller işlemek kaçınılmaz sorumluluktur.
"Biz ise, yeryüzünde güçten düşürülenlere (müstaz'aflara) lütufta bulunmak, onlatı önderler yapmak ve mirasçılar kılmak istiyoruz." (28/Kasas, 5)
Zalimler tarafından her türlü saldırılara maruz kalan müstaz'aflar, Allah'ın izniyle, belki yarın, belki yarından da yakın uyanacak, güç olduğunun farkına varacaktır.
"Üzülmeyin, gevşemeyin. Eğer inanıyorsanız en üstün sizsiniz." (3/Al-i İmrân,139)
Üstünüz, fakat üstün olduğumuzun farkında değiliz. Güçlüyüz, fakat güçlü olduğumuzun farkında değiliz. Allah Teâlâ (c.c.) bizi nimetlere gark etmiş, farkında olmaksızın, cahilce nankörlük etmekteyiz!... Ahiret âleminde bu nimetlerin hepsinden sorulacağız:
"Sana, andolsun, o gün elbet ve elbet size nimet(ler) sorulacaktır." (102/Tekâsür, 
Bir imâmet çatısı altında toplanmak, Rabbimizin nimeti ile bir vücudun âzâları gibi birleşmek daha sonra yaratıcının faydamıza yarattığı demiri tıpkı Ashabı kiram gibi keşfetmek zaruret olmuştur.
Yeryüzü âdeta, Allah'ın salih kullarının iktidarlığını özlemektedir:
"Andolsun Biz, zikir (Levhi Mahfuz veya Tevrat)dan sonra Zebur da da: ''Hiç şüphesiz arza salih kullarım vârisi olacaktır.'' diye yazdık." (21/Enbiyâ, 105)
Demiri keşfeden muttaki muvahhid müslümanlar, küfrün ordusuna karşı şerefli bir cihada soyunmalıdır.
"Müşrikler size karşı nasıl kitle halinde savaş açıyorlarsa siz de onlara karşı kitle halinde savaşın." (9/Tevbe, 36)
Atların yerine tanklarla, ebâbillerin yerine uçaklarla, kılıçların yerine silahlarla vazifesini üstlenmeli ve cesurca şeytanın ordusunu hezimete uğratmalıdır.
"Size saldıranlara karşı, Allah yolunda siz de savaşın." (2/Bakara, 30)
Kur'an'ın ve Müslümanların hür olmadığı, tutsak yaşadığı beldelerde rahat yaşamak, dünya malına dalmak Müslüman yakışmaz. Kur'ân, özgürleşmedikçe; iman, kalpte gizli (tutsak) kalmaya mahkûmdur. Bu dâvâ hak dâvâ, bu yol direniş yoludur. Zalimlerin saldırıları sonucu sinmek veya darmadağın olmak, mü'min erkek ve mü'min kadınlara yakışmaz.
Mü'minler, gevşememelidir. Gevşemezsek, zafer bizimdir. Yeter ki eğilmeyelim...
"Sakın boyun eğme. Secde et ve yaklaş." (96/Alâk, 19)
Bir kısım Müslümanların,''İslam'da cihad müdafa hakkıdır'' diyerek gayri islâmi bir düşünceyi İslâm'a mal etmeleri yanlış bir düşüncedir ve açıklamaya ihtiyaç vardır.
Allah'ın hâkimiyetini gasp edenlere karşı cihad, fitne kanun ve zalim yöneticilerden eser kalmayıncaya kadar, bizzat yaradan ve hükmeden Allah(c.c.) tarafından hükmedilerek farz kılınmıştır.
Bu konuda tarihçi yazar İhsan Süreyya sırma şunları açıklamaktadır:
[''İslâm müdafa dinidir, kılıç dini savaş dini değildir, gibi sözler, ne İslam'a bir yarar sağlar, ne de İslâm karşısında olanı İslam'a çeker ! Böyle görüşler İslâm'ın ruhuna da aykırıdır.
Allah (c.c) şöyle buyuruyor:
"Mü'minlerin özür sahibi olmaksızın (evlerinde) oturanlarla, Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla savaşanlar bir olmaz. Allah, mallarıyla canlarıyla savaşanları,derece itibarıyla,oturanlardan çok üstün kıldı ....." (4/Nisa, 95)
Hz. Peygamber (s.a.v), müdafaa yaparak Mekke'yi fethetmediği gibi, İran'ı fetheden Sa'd b. Ebi Vakkas ve İstanbul'u fetheden Fatih sultan Mehmed'de müdafaa savaşı ile yapmadılar fetihlerini ...
Şayet Allah yolunda cihad, gayri insani olsaydı, insanı yaradan Allah (c.c.) ve merhamet numunesi olan, onun Peygamberi Hz. Muhammed (s.a.v) cihadı emretmezlerdi.'' ](1)
İslam'da cihad, Allah'ın rububiyyetini gasp edenlere karşı yapılır. İnsanlara hükmedenlerin,fitne,fesat bozgunculuk yaparak ortalığı toza dumana kattıkları malüm....
En'âm sûresi, 57. âyet hükmü gereğince Hakimiyet Allah'ındır. Önemsiz bir dünya malı için hırsızın elini kesen İslam, çok daha önemli olan Allah'ın hakimiyetini çalan hırsızların (gaspçıların, işgalcilerin) kellesini kesmeyi, şer'an cihad yoluyla emretmiştir. Mesele bu kadar açıktır.
Asrın zalimlerini, Ebu Cehillerini, küfrün kan denizinde boğmak, ebter kılmak, imanımızın terk edilmez borcudur. Tağuti düzenlere karşı konulacak tavizsiz tavır, imanımız için en şerefli cihadımızın başlangıcı olacaktır.
İNTERNET RADYOMUZ FANİDUNYA FM 24 SAAT YAYINDADIR.
YENİ SİTE GİR,İŞİMİZ.
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir.
Üye Ol veya Giriş Yap
|