Son İletiler

Sayfa: [1] 2 3 ... 10
1
ALLAH C.C / Allah'a Kulluk Çok Ağır ve Önemli Bir Sorumluluktur
« Son İleti Gönderen: webtasarim Bugün, 08:31:26 ÖÖ »


Allah'a Kulluk Çok Ağır ve Önemli Bir Sorumluluktur

Allah’ı bilmek, O’na inanmak ve gerektiği gibi kulluk yapmak, en önemli sorumluluğumuzdur.

"Biz emaneti, göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onlar bunu yüklenmekten çekindiler, (sorumluluğundan) korktular. Onu insan yüklendi. Doğrusu o çok zalim, çok cahildir." (Ahzâb, 33/72)

Âyette temsilî anlatım yoluyla insanın, kendisinden daha büyük, güçlü ve dayanıklı gibi görülen göklerin, yerin ve dağların taşıyamayacağı kadar ağır ve önemli bir sorumluluğu yüklenmiş olduğundan bahsedilmektedir. “Emanet” olarak ifade edilen bu sorumluluk, akıl ve hür iradeye dayalı, Allah’a kulluktur. Potansiyel olarak bu emaneti yüklenebilecek kabiliyette olan insan, bu sorumluluğunun bilincinde olmalı ve gereğini yerine getirmeye gayret etmelidir. Zaaflarına takılarak cahillik etmemeli, emaneti zayi ederek zulme düşmemelidir.

Allah’ı bilmek, O’na inanmak ve gerektiği gibi kulluk yapmak, en önemli sorumluluğumuzdur.

------------------------------------------------------

Emânet: Güvenilir kimseye bırakılan, korunması istenen şey, sadakat; insanın
akıl ve hür iradeye dayalı yükümlülüğü.

Haml: Yüklenmek.

İşfâk: Korkmak.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

TÜM OKUYCULARIMIZI PAYLAŞIMA DAVET EDİYORUZ, DAVETLİSİNİZ.
2


O'nun Razılığına Ermek İçin Samimiyeti Kuşanmak

"Kalplerinizdekini en iyi bilen rabbinizdir.  Eğer iyi olursanız bilesiniz ki; Allah kendisine yönelenleri bağışlayıcıdır" (İsrâ Suresi / 17/25).

Bir yolcudur insan, O’nun visaline ermek için hayat deryasında, kulluk sandalında kürek çeken. Gah kapkaranlık okyanuslarda fırtınalarla boğuşan gâh meltem rüzgârlarıyla durgun denizde yol alanlar misali. Hep özleyerek imbatları, sahil-i selamete ulaşmak için didinir, çabalar ve yorulur durur.

En Hayati Azık

Cennette başlayan bu yolculuğunu dünya gurbetinde muvakkat bir sefer süresiyle yine cennete varma ümidiyle neticelendirmek ister insanoğlu. Bu yolculuğunu O’na teslim olup kudretine ve güzel esmasının tecellilerine mümin olarak adımlamanın hazzıyla nefes alıp verebilmek ne güzeldir. Namazını da diğer ibadetlerini de yaşamını da ölümünü de Alemlerin Rabbi Allah için ikrarı ve bilincinde gerçekleştirebilmek ne müstesna bir duygudur. Hiç şüphesiz ki bu haz ve bilinçle kulluğunu ikame edeceklerin nihayetinde karşılaşacakları en üstün ikram ve iltifat ise O’nun rızasına ermek ve sonsuz lütuflarına mazhariyet olacaktır.

Şüphesiz ki bu yolculuğun selametle sonuçlanmasının en temel unsuru ise samimiyettir.

Evvela O’na kul olmakta samimiyet. Zira kulun O’na içten bir inanç ve bağlılık göstererek her türlü şüphe ve endişeden ari olarak sadakatle bağlanması bu yolculuğun en hayati azığıdır. Hâl böyle olunca gönüllerin gizlediklerini de açığa vurduklarını da bilene kul olma bilinç ve gayreti samimi olmanın mihengini belirlemiş oluyor. 

Ona Tabi Olup Onun İzinde Gitmek

İnsan için günde beş vakit O’na yönelip farz olarak eda ettiği namazlarının değerini bilerek edasına devam etmede ve önem vererek onu muhafaza etmede samimiyet.

"Ademoğlunun her bir işi kendinedir. Oruç hariç; o benim içindir, onun karşılığını ben veririm!" düsturu ile niyet etmede samimiyet. Size verilse, gözünüzü yummadan, tiksinmeden alamayacağınız kötü ve çirkin şeyleri, hayır/iyilik diye vermemek noktasındaki samimiyet. Kendisi için sevdiği (istediği) şeyi din kardeşi için de sevmede (istemede) samimiyet. Bazen gülüne bazen de külüne muhtaç olunan komşuya, komşusundan kötülük görebileceği kaygısından, endişesinden kurtarmada samimiyet. 

Çoğaltabileceğimiz tüm bu örneklerden hareketle bahusus O’nun sevgili peygamberi gözlerimizin nuru kalplerimizin süruru Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa’nın (sas) başta O’na kul olma örnekliği olmak üzere övülmüş tüm vasıflarıyla ona tabi olup onun izinde giderek Kur’an’da “insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmet” olarak vasfedilenlerin niteliklerini haiz ve O’nun rızasına ulaştıracak bir samimiyet.

Rabbin Takdirine Teslim Olmak

Mamafih; düşülen hata ve işlenen günah sonrasında duyulan pişmanlığın yüreklerden dudaklara dökülen "Ey Rabbimiz! Biz nefislerimize zulmettik! Şayet bizi bağışlanmaz ve bize merhamet etmezsen muhakkak ki ziyan edenlerden oluruz" duası ve yakarışıdır samimiyet.

Ciğerpareni kurtlar yedi denildiğinde “fe sabrun cemil” diyerek çarelerin tükendiği anlarda kendisine sığınılacak olanın ancak Allah olduğunu bilerek rabbinin takdirine teslim olmanın adıdır samimiyet.

Rabbe Vefa Göstermek

"O çok vefakar İbrahim" gibi Rabbine vefa gösterip O’nu bulduğunda O’ndan gayrısını karşısına alarak gözü kapalı bir şekilde ateşe yürümektir samimiyet.

Vefakar İbrahim’in (as): Yavrucuğum! seninle, sana dair, hayatımda bir imtihan var dediğinde, sözüne sadık İsmail’in (as) hiç tereddüt etmeden: “Babacığım! Sana emredilen neyse onu yap; inşallah beni sabredenlerden bulacaksın.” diyerek teslim olmasının adıdır samimiyet.

Yusuf (as) misali yok pahasına, birkaç dirheme satılıp kör ve dipsiz kuyulardan geçerek, hapsolunduğu zindanı davet edildiği şeyden daha sevimli bulup "İnni Ehafullah!" (Ben Allah’dan korkarım!) diyerek karanlık zindanlarda sınavlar verip Mısır’a sultan olmaktır samimiyet. 

O Diyorsa Doğrudur

Her türlü dezenformasyona, yanıltmaya, iftiraya, tehdide ve töhmete rağmen Ebu Bekir misali (ra) "O diyorsa doğrudur!" demek suretiyle inandığı dava ve değerlerin arkasında durup her şeye rağmen yol arkadaşına sahip çıkmaktır samimiyet.

Ve nihayetinde samimiyet; bütün bunların üzerinde ve ötesinde, her bir yaşam ayrıntısında, örnekliğin zirvesi, Üsve-i Hasene ve Siracen Münir olan Hz. Muhammed Mustafa’nın (sas) yüzyıllar ötesinden nice teklif, tariz, taciz ve işkencelere rağmen "Güneşi sağ elime, Ayı da sol elime verseler, ben yine de inancımdan ve davamdan vazgeçmem!" haykırışının ve asil duruşunun adıdır samimiyet.

Ahiret Mehtabına Erişmek

O’nun geçici ve fenaya mahkûm ettiği bu dünya denizinde kulluk sandalının azat kabul etmez kürekçileri olarak şairin dediği gibi pazarlıksız teslimiyet, endişesiz ihlas ve gösterişsiz samimiyet ile ahiret mehtabına erişerek ‘Ey huzura kavuşmuş insan! Sen O'ndan hoşnut, O da senden hoşnut olarak Rabbine dön. (Seçkin) kullarım arasına katıl ve cennetime gir!’ nidasına muhatap kılınıp, ebedî mutluluğa vasıl olma ümidi ve duasıyla. Heybemiz samimiyet dolsun.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

TÜM OKUYCULARIMIZI PAYLAŞIMA DAVET EDİYORUZ, DAVETLİSİNİZ.
3
İSLAMİ YAŞAM HAYAT TOLUM VE AİLE / Şüphesiz Dönüş Ancak Rabbinedir
« Son İleti Gönderen: webtasarim Bugün, 08:21:16 ÖÖ »
Şüphesiz Dönüş Ancak Rabbinedir

Diyanet İşleri Başkanlığımız her yıl Ramazan ayında özel bir Ramazan teması belirleyerek o konuyla ilgili farkındalık oluşturmakta ve bir bilinç tazelemektedir. Binaenaleyh, başkanlığımız bu yıl Ramazan ve ahiret bilinci başlığı ile fert ve toplum hayatımızda ahiret hassasiyetini güçlendirmeyi hedeflemiştir.

Bakışların tamamen dünyaya yöneldiği, fena âleminin bekâ âlemini perdelediği ve bedenlerin ruhlara baskın geldiği günümüzde, durun kalabalıklar bu cadde çıkmaz sokak dercesine ahireti hatırlamak ve hatırlatmak, hesabı ve mizanı gündeme getirmek, hele hele Kur’an ayında bu gündemle hemhâl olmak çok çok anlamlı. Zira yüce kitabımızın nüzul sırasına göre ilk sûresi Alâk sûresinde; “Şüphesiz dönüş ancak Rabbinedir” (Alâk:96/8) buyurulmak suretiyle daha işin başında ahiret vurgusu yapılmış, Hz. Peygamber’in (s.a.s) vefatından kısa süre önce nazil olan en son ayet-i kerimede de; “Allah'a döndürüleceğiniz, sonra da herkese hak ettiğinin eksiksiz verileceği ve kimsenin haksızlığa uğratılmayacağı bir günden sakının” buyurulmuştur. Yani ahiret vurgusu ile nazil olmaya başlayan aziz kitabımız yine ahiret vurgusuyla tamamlanmıştır.

Aynı hususu Mushaf tertibini dikkate aldığımızda da görmekteyiz. Nitekim kerim kitabımızın ilk sûresi Fatiha, bize Rabbimizin “mâliki yevmiddîn” olduğunu öğretir, hemen karşısındaki Bakara sûresinin ilk beş âyet-i kerimesinde de müttakilerin özelliklerinden biri olarak ahirete kesin inanmaktan bahsedilir. Evet, Kur’an müttakiler için hüdâdır, rehberdir, kılavuzdur. Müttakilerin bir vasfı da ahirete kesin inanmaktır. Yani ahiret kaygısı taşımayana Kur’an kılavuzluk edemez demektir. Çok ilginçtir, Kur’an-ı Kerim’in ilk sûresinde “mâliki yevmiddîn” olarak tanıtılan Rabbimiz, son sûresinde de “melikinnâs” olarak nitelendirilir. Madem ki O, “mâliki yevmiddîn”dir ve “melikinnâs”tır, o halde O’nun mülkünde ve yine O’nun mülkünün birer parçası olarak O’nu ve O’nun huzuruna varmayı yok sayarcasına bir hayat yaşayamayız. Tüm bunlar bize, Kur’an-ı Kerim’in sahih ahiret inancı üzerine yükselen bir medeniyet inşa etmek üzere geldiğini öğretir.

Ahiret inancı sadece zihin ve kalpte taşınan bir inanç değil, hayata nitelik kazandıran, eylemlerimizde hissettiğimiz ve kararlarımızı belirleyici bir hakikattir. Zemininde ahiret ümidi olan hiçbir gayret asla karşılıksız kalmayacaktır. (İsra: 17/19). Öte yandan, ahiret inancı, hesap ve mizan endişesi bireyi ve toplumu yanlışa düşmekten engelleyen en güçlü unsurdur. Örneğin, Hz. Şuayb'ın (a.s) Medyenlilere; “Ey kavmim! Allah'a kulluk edin, ahiret gününe umut bağlayın, yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık çıkarmayın!” (Ankebut: 29/36) diye seslenişinden anlıyoruz ki, ahiret umudu, hesap ve mizan endişesi güçlü olan kişi ne kendisini ne de içinde yaşadığı toplumu felakete sürükleyecek bir davranış sergileyemez.

Pratik hayattaki yansımaları açısından baktığımızda, ahiret umudu olan bir muallim için sınıf mabet, ders ibadet, talebe emanettir. Hesap ve mizan kaygısı olan bir din görevlisi, bir hoca için, ulaşmakla yükümlü olduğu halde ulaşamadığı her bir fert terazinin sol kefesinde bir ağırlıktır. Sırat endişesi taşıyan bir genç, sanal âlemin de reel âlemin de bir Rabbi olduğunu bilir ve hangi mecralarda yürüdüğüne, kimlerle yol aldığına dikkat eder.

Yeniden dirilişe inanan mümin, efendimizin (s.a.s) ifadesiyle komşusuna eziyet etmez, misafirine ikram eder, ya hayır söyler ya da susar. (Buhari, Rikâk, 23). Ebedi hayat planı olan bir mümin dünyada yaşıyor olsa da aslında ahiretin evladıdır. Hz. Ali’nin (r.a) şu nasihati ne kadar can alıcıdır: “Dünya arkasını dönmüş gidiyor. Âhiret ise yüzünü dönmüş geliyor. Her birinin kendine has evlâtları vardır. Siz âhiretin evlâtları olun, dünyanın evlâtlarından olmayın! Bugün amel işleme günüdür, hesap yoktur. Yarın ise hesap vardır, amel işleme imkânı yoktur." (Buhârî, Rikāk, 4)

Zemininde sahih ahiret inancı olan ve hamuru merhametle karılmış bir medeniyetin yeniden yükselişine bugün dünya belki tarihte hiç olmadığı kadar muhtaçtır. Böyle bir medeniyetin yükselişine engel olan en büyük risk ise vehn hastalığına tutulmaktır, hali pürmelalimiz de maalesef böyle bir hastalığa tutulduğumuzun göstergesidir. Hz. Sevban’ın (r.a) rivayet ettiği bir hadis-i şerifte Allah resulü (s.a.s) şöyle buyurur:

“Yemek yiyenlerin büyük tabağa üşüştükleri gibi insanların size karşı birleşip üşüşmeleri yakındır.” Sahabilerden biri sorar: “Acaba o zaman biz sayıca az mı olacağız?”

Resûlüllah (s.a.s): “Hayır, bilakis siz o zaman sayıca çok olacaksınız. Fakat siz selin sürüklediği çerçöp gibi dağınık olacaksınız. Allah düşmanlarınızın kalbinden sizin korkunuzu çıkartacaktır. Sizin kalplerinize de vehn atacaktır” buyururlar. “Vehn nedir, ey Allah'ın Resulü?” diye sorduklarında da Hz. Peygamber (s.a.s):  “Dünya sevgisi ve ölüm korkusudur" diyerek cevap verir. (Ebu Davud, Melâhim, 5).

Mümine özgül ağırlık kazandıran en büyük güçtür ahiret inancı ve ölümden korkmamaktır. Ahiret bilinci köreldiğinde ise özgül ağırlık kaybolmakta ve mümin suyun üzerindeki çerçöp halini almaktadır. Son günlerini idrak ettiğimiz şu mübarek Kur’an ayında başta Gazze’deki kardeşlerimiz olmak üzere dünyanın her neresinde bir mazlum varsa imdadına koşabilmenin yolu İslâm ümmeti olarak yeniden özgül ağırlığımızı elde etmekten geçmektedir. Bu da önceliklerimiz sıralamasının en başına Allah rızası ve ahiret endişesini yerleştirmekle mümkündür. Allah’ım, dünyayı en büyük gayemiz ve ilmimizin müntehâsı eyleme, niyazıyla Kadir gecenizi ve Ramazan bayramınızı tebrik ederim.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

TÜM OKUYCULARIMIZI PAYLAŞIMA DAVET EDİYORUZ, DAVETLİSİNİZ.
4
Mutlulık Yolu İslam / Sözleri İyi Okumak Gerekir
« Son İleti Gönderen: webtasarim Bugün, 08:16:31 ÖÖ »


Sözleri İyi Okumak Gerekir

Doğru sözleri yakalayıp ardından gidenler Allah’ın kulu olma şerefine ulaşırlar.
Kur’an buyurur ki;

“Söylenenleri dinleyip de en güzeline uyan kullarımı müjdele! Doğru yolu bulan ve gerçek akıllı kimseler onlardır.” (Zumer, 18).

Kitaplar, dergiler, televizyonlar, gazeteler derken şimdi de sosyal medyanın gücüyle sözler kitlelere yön veriyor. Yukarıda geçen Kur’an ayetinde de temas edildiği üzere ifade özgürlüğü insan hakkıdır. Herkes konuşsun ve herkes dinlesin, ama dinleyenler duyduklarını mutlaka akıl süzgecinden geçirsin. İnanıyorsa, ayrıca Allah’ın kelamı Kur’an’a da arzetsin. Kur’an, güzel ve yararlı olan ne varsa serbest kılar, zararlı olanı da yasakladığından, doğru ve yanlışların tespiti noktasında dengi olmayan bir ölçüdür.

Araştırmadan ve anlamadan her söze inananlar kötü emellere alet edilir, kaos ve kargaşa çıkartmak için maşa olarak kullanılır. Dolayısıyla, sözler içerisine serpilen zehirlerle beyinleri felç etmek isteyenlere engel olmak ve hakikati algıyla perdeleme çabalarını boşa çıkarmanın yolu, sözleri iyi okumaktan geçer.

Kur’an-ı Kerim en güzel sözü şöyle tarif eder;

“İnsanları Allah’a çağırıp dine ve dünyaya yararlı iş yapan ve “Ben müslümanlardanım” diyenden daha güzel söz yoktur.” (Fussılet, 33)

Allah’ı hatırlatan ve O’nu sevdiren söz en güzel sözdür. Çünkü Allah, kulunun hem dünya hem ahiret mutluluğunu ister ve Allah’ı bilen dünyaya yararlı fert olur. “Müslüman” ismi de, Allah’a teslimiyeti ifade ettiği için güzel söz olarak nitelendirilmiştir. Bütün peygamberler, insanları Allah’a çağırmış ve kendilerini “Müslüman” adıyla tanıtmışlardır. İslam, bütün ilahi dinlerin ortak adıdır.

Nuh Peygamber der ki;

“Bana, müslümanlar içinde olmam emredildi.”(Yunus, 72)

İbrahim Peygamber;

“Ey rabbimiz! Bizi sana teslim olanlardan (müslümanlardan) eyle, soyumuzdan da sana teslim olacak bir ümmet çıkar.”(Bakara, 128)

Yakup Peygamber de;

“Oğullarım! Allah sizin için bu dini seçti; öyleyse Müslümanlar olarak can verin!”. (Bakara, 132)

Musa Peygamber der ki;

“Ey kavmim! Eğer Allah’a iman ettiyseniz, gerçekten Müslüman olduysanız, artık yalnız O’na güvenip dayanın.” (Yunus, 84)

İsa Peygamber ile ilgili olarak da Kur’an şunu nakleder;

“Îsâ onlardaki inkârcılığı sezince, “Allah’a giden yolda bana yardımcı olacaklar kimlerdir?” diye sordu. Havâriler cevap verdiler: “Biz Allah için yardımcılarız; Allah’a inandık, şahit ol ki bizler Müslümanlarız.”(Al-i İmran, 52)

Allah’a çağıran sözün en önemli özelliği samimiyettir. Samimiyet ise  Allah’a, Peygambere, Kur’an’a, bütün insanlara karşı dürüst ve sözle yaşantı arasında uyumlu olmaktır. Zira, Allah’ın en nefret ettiği kişi, yapmadığını başkasına söyleyendir.

Kur’an der ki;

“Ey iman edenler! Niçin yapmayacağınız şeyleri söylüyorsunuz? Yapmayacağınız şeyleri söylemeniz Allah katında çok çirkin bir davranıştır.” (Saf, 2-3)

“Sizler kitabı okuduğunuz halde insanlara iyiliği emredip kendinizi unutuyor musunuz? Aklınızı kullanmıyor musunuz?” (Bakara,44)

Kaynağından aldığı bilgiyle kendisini aydınlatamayan, başkasına ışık olamaz. Peygamberimizin sözlerinin insanlarda kabul görmesinin arkasında yatan en önemli etken, söyledikleriyle yaşantısının uyumlu olmasıydı. O yapmadığı bir şeyi insanlara söylemezdi.

Allah’a çağıran sözde, toplumsal birlik ve beraberliği koruma, barış ve güveni hakim kılma, tevhid inancında insanları kardeş yapma gayesi vardır. Kur’an, din kardeşliğine çok önem verir. Çünkü dinin insanlara kazandırdığı birlik ve beraberliği hiçbir şey sağlayamaz. Renk, ırk ve dil gibi farklılıkları zenginlik ve Allah’ın varlığının kanıtı sayar. Irkçılığı üstünlük kabul edenleri şiddetle kınar. “Yaratılanı sev yaratandan ötürü” yaklaşımıyla en güçlü, kapsamlı ve samimi kardeşliği topluma kazandırır.

Bu sebeple, toplumu bölük parçalara ayıran, nefret ve kin tohumları eken sözler, Allah’tan uzaklaştıran zararlı sözlerdir. Allah’tan uzak kalmak nefse esir olmaktır. Nefis ise sadece kendisini düşündüğünden, başkalarının dünyasını kan gölüne çevirmekten rahatsızlık duymaz. Yaşanan acıların, akan kan ve göz yaşlarının arkasında bencillik ve nefsin ilahlaştırılması yatmaktadır.

Kur’an şöyle buyurur;

“Hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı yapışın; bölünüp parçalanmayın.” (Al-i İmran, 103)

“Kendilerine apaçık deliller geldikten sonra parçalanıp ayrılığa düşenler gibi olmayınız. İşte onlar için büyük bir azap vardır.”  (Al-i İmran, 105)

“Ey Muhammed! Dinlerini bölüp gruplara ayrılanlar var ya, senin onlarla hiçbir alakan yoktur. Onların işi ancak Allah’a kalmıştır. Sonra Allah onlara yaptıklarını bildirecektir.” (Enam, 159)

“Bütün gönlünüzle O’na yönelin, O’na saygısızlıktan sakının, namazı kılın ve şirke sapanlardan, dinlerini parçalayıp her bir grubun kendindekini beğendiği fırkalara ayrılanlardan olmayın.” (Rum, 32)

“Allah ve resulüne itaat edin, birbirinize düşmeyin, sonra zayıflarsınız ve zaferi elden kaçırırsınız.”(Enfal, 46)

Ne ad altında olursa olsun tefrika ve bölücülük yapan, Müslüman olduğunu söyleyenleri tekfir ederek “Müslüman” ismini değersizleştiren, kulluk ve ibadet noktasında Allah’tan başkasına çağıran sözler, zararlı ve kötü sözlerdir.

Din, Allah’a aittir ve gayesi insanları sadece O’na kul yapmaktır. Allah’a kul olan kopmayan sağlam bir kulpa yapışmıştır. Özünü Allah’a teslim eden kendisini iyiliğe adamıştır.

Dini istismar edip insanları kendi emellerine alet edenler ve böylece dini asli amacının dışına çıkarıp kula kul olmaya çağıran sözler Kur’an’a uygun değildir.

Allah’a alenen düşmanlık eden ve Allah’ın ayetlerini alay konusu yaparak insanları Allah’tan uzaklaştıranlara da itibar edilmez.

Allah (cc), Kur’an’la alay edenleri şöyle uyarıyor;

“İnsanlar arasında öyleleri vardır ki bilgisizlik yüzünden başkalarını Allah yolundan saptırmak ve o ayetleri alay konusu etmek için eğlendirici sözler kullanırlar; işte bunları alçaltıcı bir azap bekliyor.” (Lokman, 6)

Alay edenlere kananlara da şu hatırlatmayı yapar;

“Yüzleri ateşe çevrildiği gün, “Keşke Allah’a itaat etseydik, resulü dinleseydik” diyecekler.

Ve ekleyecekler: “Rabbimiz! Biz efendilerimizi ve büyüklerimizi dinledik, onlar da bizi yoldan saptırdılar. Rabbimiz! Onlara iki kat azap ver ve onları ağır bir şekilde lânetle!” (Ahzab, 66-68)

Allah, en iyisini bilendir.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

TÜM OKUYCULARIMIZI PAYLAŞIMA DAVET EDİYORUZ, DAVETLİSİNİZ.
5
Bizden Sizlere / Büyük Mahrumiyet
« Son İleti Gönderen: webtasarim Bugün, 08:12:41 ÖÖ »


Büyük Mahrumiyet.

Bir insanın yaşayabileceği en büyük mahrumiyetlerden biri Kur’an-ı Kerim’den habersiz ölmektir.

Kur’an’dan habersiz insan;

“Allah’ın, öldükten sonra kemiklerini yeniden bir araya getiremeyeceğini” zannedebilir!

Halbuki Allah Teala; milyarlarcası birbirinden farklı olan parmak uçlarını bile yeniden düzenlemeye kadir olduğunu ifade buyurmaktadır. (Kıyame Suresi, 3-4)

Yakın zamanda ancak keşfedilebilen bir hakikati Kur’an’ın yüzyıllar öncesinde söylemesi onun mucizelerindendir.

Gizli saklı ve karanlık işlerden; açığa çıkınca mahcup olup pişmanlık duyulacak davranışlardan sakınmak gerekir.

Çünkü gizlendiği zannedilen, bilinmediği düşünülen her şeyin açığa çıkacağı günün geleceği mutlaktır.

Yoğun koşturmacalarımız, dünyevi iş ve beklentilerimiz çoğu zaman bu hakikati unutmamıza sebep olabilmektedir.

Pek çok unuttuğumuzu telafi etmemiz mümkünken ölümü ve hesap vermek üzere dirilmeyi unutmanın telafisi yoktur.

Ve asıl korkulması gereken ölmek değil; imansız ölmektir.

Telafisi yoktur.

Özür kabul edilmez.

Geri dönüş yapılmaz.

Bir kere yaşanır hayat ve bir kere ölür insan.

Bu tek fırsatın Kur’dan mahrum olarak heba edilmesi büyük bir mahrumiyettir.

Çok büyük bir mahrumiyet!

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

TÜM OKUYCULARIMIZI PAYLAŞIMA DAVET EDİYORUZ, DAVETLİSİNİZ.
6
Biz Bize / Lezzetin İçinde Helak Olmak
« Son İleti Gönderen: webtasarim Bugün, 08:08:51 ÖÖ »


Lezzetin İçinde Helak Olmak

Direncimizi kıran,nefis ve şeytanla mücadele azmimizi zedeleyen temel neden dünyevileşmedir.

Bu yalnızca günümüzün problemi değildir.

Tarih boyunca dünyevileşmeye karşı bazen hafif bazen şiddetli bir mücadele devam etmiştir.

Dünya imtihanının en zor yeri burasıdır.

Uhut’da galibiyetle başlayan savaşın tersine dönmesinin sebebi de aynıdır:

“… Ne var ki, arzu ettiğinizi(zafer ve ganimeti) Allah size göstermişken,gevşekliğe kapıldınız ve emre karşı gelerek isyan ettiniz…”(Al-i İmran,152)

Kur’an -ı Kerîm bu konuyla ilgili uyarılarla doludur.

Geminin tabanındaki küçük bir çatlak bile batmasına sebep olabilir.

Hemen her gün kalbin neyi istediği kontrol edilmelidir.

Birbirimize karşı nasihat ve tavsiyeden vazgeçmemek hayati önemdedir.

Balın üzerine konup batırdığı küçük hortumuyla balı emerken,ayaklarının gömülmesi sonucu lezzetin içinde helak olan kara sineğin akıbetinden ders almak gerekir.

En çok kalbimize emek vermemiz gerekir. Kalp zikrullah ile mutmain olmazsa başka heveslerin peşinde koşar. İnsan huzursuz ve tatminsiz hale gelir.

“Kim benim zikrimden yüz çevirirse, şüphesiz ki onun için sıkıntılı bir hayat olacak ve biz onu, kıyamet günü kör olarak haşredeceğiz.”(Tâhâ,124)

Ayette geçen ve “sıkıntılı hayat” diye çevrilen kelime doyumsuzluğu; varlık içinde yoksulluğu da ifade eder.

Doymaz insan!

Yetinmez!

İnsan madde ile huzur bulmaya çalışsa da bulamaz.

Ruh Rabbini arar.

O’nunla huzur bulur.

O’nunla mutmain olur.

DOÇ. DR. BURHAN İŞLİYEN

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

TÜM OKUYCULARIMIZI PAYLAŞIMA DAVET EDİYORUZ, DAVETLİSİNİZ.
7
KUR'ANI KERİM / Kur'an-ı Kerim'i Tanımak
« Son İleti Gönderen: webtasarim Bugün, 08:04:35 ÖÖ »


Kur'an-ı Kerim'i Tanımak

Kur’an-ı Kerim’i diğer kutsal kitaplardan ayıran özellikler nelerdir? Kur’an-ı Kerim vahyedilen son kitap ise neden Tevrat ve İncil’e de inanmak gerekiyor?
Kur’an-ı Kerim’i diğer kutsal kitaplardan ayıran özellikler nelerdir?

Kur’an-ı Kerim son kutsal kitaptır. Getirdiği hükümler ve mesajlar tüm zamanlara hitap edecek şekilde evrenseldir ve kıyamete kadar baki kalacaktır. O, ilk hâliyle muhafaza edilmiş, asla bir değişikliğe uğramadan günümüze kadar gelmiştir. Allah tarafından ilahi korumaya alınmıştır ve kıyamete kadar orijinal hâliyle varlığını devam ettirecektir. Dolayısıyla hiçbir kişi ve çaba onu bozmaya, değiştirmeye güç yetiremeyecektir.

Kur’an, Peygamber Efendimizin en büyük mucizesidir. Eşi ve benzeri meydana getirilemez ve getirilememiştir. O, bu konuda muarızlarına meydan okuyan bir kitaptır.

Kur’an’ın içerdiği mesajlar hem birey hem de toplumlar için en ideal hayat tarzını ortaya koyar. O, tevhit ile varoluşun anlamını ve özgürlüğü öğretir. Güzel ahlak ilkeleri ile vicdanları eğitir, insanı karakter ve şahsiyet sahibi yapar. Hukuk ve adalet prensipleriyle toplumsal huzuru ve güveni temin eder, geleceğe umutla bakmayı sağlar. O, aklı kullanmayı, bilimi, araştırmayı, sorgulamayı teşvik eden, sosyal ve fizik yasalarına dikkat çeken bir kitaptır.

Kur’an, gönüllere şifa, akıllara kılavuz, muttakilere hidayet rehberidir. İnsanları karanlıklardan aydınlığa çıkaran, yeryüzünü güzelleştirecek ilkeleri ortaya koyan, insanlara onurlu bir hayatın yollarını gösteren, hak ile batılı ayıran; hakikati, hikmeti, merhameti, insani değerleri ve ahlaki erdemleri öğreten bir kitaptır.

Kur’an ile; Cahiliye’nin girdabıyla kuşatılmış insanlardan, güzel ahlakın şahikası örnek şahsiyetler çıkarılmıştır. Bir bedevi toplumdan evrensel bir medeniyetin temelleri atılmıştır. Dolayısıyla Kur’an ve Peygamber Efendimizin mesajlarına kayıtsız kalmak veya düşmanca tavırlar içine girmek, acınası bir zavallılık ve vahim bir talihsizliktir. Kendi aydınlığıyla kavga etmek gibi derin bir akıl tutulmasıdır.

Maalesef tarihî süreç içerisinde ve hatta Sevgili Peygamberimiz döneminde Kur’an’a ve Peygamberimize saygısızlık yapan, düşmanlık besleyen zavallı kişiler olmuştur.

Günümüzde de Batı ülkeleri başta olmak üzere bazı yerlerde, insanlığın aydınlık geleceğinin en büyük rehberi olan Kur’an’a ve Rahmet Peygamberi Hz. Muhammet Mustafa’ya saygısızca ve düşmanca davranışlar yapılmaktadır. Elbette dünyadaki tüm Müslümanlar hem bireysel haklarını kullanarak hem de örgütsel ve kurumsal yapıları ile meşru, makul, ciddi, güçlü ve kararlı tepkilerini ortaya koyacaklardır. Ancak önemle ifade etmek gerekir ki başta Kur’an olmak üzere Müslümanların kutsallarına yönelik insanlık dışı tavırlara karşı verilmesi gereken en önemli tepki, İslam’ın değerlerini anlamak, yaşamak ve İslam’ı insanlığın her bir ferdine ulaştırmak için daha büyük bir azim, inanç ve çabayla çalışmaktır. Zaten güneşe düşmanlık yapanların en büyük cezası karanlığa mahkûm olmalarıdır.

Kur’an-ı Kerim vahyedilen son kitap ise neden Tevrat ve İncil’e de inanmak gerekiyor?

Tevrat ve İncil’e yaklaşım konusunda Kur’an-ı Kerim çok açık ve net şekilde iki tavır ortaya koymaktadır.

Birincisi, Tevrat Hz. Musa’ya, firavun ve Mısır halkını; İncil Hz. İsa’ya İsrailoğullarını ve Roma halkını Hakk’a davet etmek üzere Allah tarafından, gönderilmiştir. Yani her ikisi de Hz. Âdem ile başlayan İslam vahyinin, kendi dönemlerindeki kitaplarıdır. Bu bağlamda Tevrat ve İncil’in Allah’ın gönderdiği kutsal kitaplar olduğuna inanmak gerekir. Nitekim Kur’an zaman zaman Yahudi ve Hristiyanlardan, “ehl-i kitap” yani kendilerine kitap verilenler olarak bahsetmektedir. Kur’an’da, Tevrat’la ilgili, Allah tarafından vahyedildiği ve İsrailoğulları için hayat rehberi olarak gönderildiği; İncil’in bir nur, hidayet rehberi ve hikmet olduğu beyan edilmektedir.

İkincisi ise her iki kitap da zaman içinde değiştirilmiş, tahrifata maruz kalmış ve bu kutsal kitapların özgünlüğü muhafaza edilememiştir. Tevrat, Musa Peygamber’den asırlar sonra Ezra adında bir Yahudi tarafından oluşturulmuştur. Bu süre içinde Yahudiler ciddi diaspora dönemleri yaşamışlar, dillerini değiştirmişler, ülkelerinden sürülmüşlerdir.

Kur’an, Yahudilerin Tevrat’ı muhafaza etmeyip değiştirdiklerini hem metin hem de mana boyutuyla bozduklarını, yanlışla doğruyu birbirine karıştırdıklarını ifade eder. İncil metinleri ise Hz. İsa’nın vefatının ardından en erken bir asırlık zaman içinde, onun hayat hikâyesi şeklinde ortaya çıkmıştır. Mevcut Hristiyanlık anlayışını Hz. İsa’nın ardından, hayatta iken ona düşman olan ama bir Şam yolculuğunda yaşadığı vizyon değişimiyle İsa bağlısı hâline gelen Pavlus isimli bir şahıs şekillendirmiştir.

Kur’an’daki bilgilere göre, kendilerine kitap verilenlerden samimi ve vicdan sahibi kimseler olduğu gibi bile bile hakikate düşmanlık yapan, menfaat ve asabiyetine yenik düşenler de vardır. Bu durum, hakikat karşısında psikolojik savrulmalara açık bir örnek olduğu gibi, müminlerin ehl-i kitaba yaklaşımlarını belirleyen önemli bir ölçüyü de ortaya koymaktadır.

Diğer yandan Kur’an’da Yahudi ve Hristiyanlara yönelik “ehl-i kitap” gibi özel hitaplarda bulunulmasının hikmetleri olsa gerektir. Zira onlar, Allah’ın kitap ve peygamber gönderdiğine inanıyorlar, hatta Son Elçi’nin gelmesini bekliyorlardı. Dolayısıyla Kur’an onlara hitaben defaatle, bildikleri hâlde inkâr ettiklerini, ellerindeki Tevrat ve İncil’i gönderen Allah’ın, Kur’an ile aynı inanç ilkelerini gönderdiğini ve onların inatla hakikate yüz çevirdiklerini hatırlatır. Ehl-i kitabın din bilginlerinin gerçekleri çarpıttıklarını ve kutsal metinleri menfaat ve dünya malı elde etmeye aracı yaptıklarını beyan eder.

Müminler, Allah’ın Hz. Âdem’den beri gönderdiği vahyin tamamına, bu bağlamda Tevrat ve İncil’in de Allah’ın gönderdiği kitaplar olduğuna inanırlar. Ancak söz konusu kitaplar bozulduğu ve son kitap Kur’an geldiği için o kitapların hükümleri geçersiz hâle gelmiştir.

Zira hem Kur’an’ın beyanı hem de tarihî gerçeklikler, bu kitapların tahrifini ortaya koymaktadır. Elbette bugünkü Tevrat ve İncil metinlerinde tahrifatlar olduğu gibi bozulmamış, ilk şekline uygun cümleler de bulunabilir. Ancak buradaki ölçü yine Kur’an olmalıdır. Nitekim; “O sana kitabı, gerçeğin ta kendisi ve öncekileri doğrulayıcı olarak indirmiştir; daha önce insanlara doğru yolu göstermek üzere Tevrat ve İncil’i indirmişti; Furkan’ı da indirdi. Bilinmeli ki Allah’ın ayetlerini inkâr edenler için şiddetli bir azap vardır.

Allah, suçlunun hakkından gelen mutlak güç sahibidir.” (Âl-i İmrân, 3/3-4) ayeti Kur’an’ın “Furkan” özelliğiyle hakikatin ölçüsü olduğunu açıkça beyan etmektedir. Dolayısıyla Kur’an’ın birçok ayetinde, Tevrat ve İncil’in musaddık yani doğrulayan bir kitap olduğunun ifade edilmesi, onların Allah tarafından gönderildiğine, nübüvvet zincirinin birer halkası olarak özde aynı mesajı taşıdıklarına işaret etmektedir. Böylece Tevrat ve İncil’i gönderen Allah’ın, onlar tahrif edildiği için son kitabı gönderdiğine dikkat çekilmekte, Hz. Musa’ya ve Hz. İsa’ya kitap geldiğine inananların, Hz. Peygamber’e de vahiy gelmesini makul bulmaları gerektiğine vurgu yapılmaktadır.

Diğer yandan, inanç bir tercihtir ve herkes özgürce tercihini yapma hakkına sahiptir. Bir inancı dikte etmek ya da kendi inancına mensup olmayanları aşağılamak, onların inançlarına hakaret veya düşmanlık etmek kesinlikle doğru bir yaklaşım değildir. Diğer yandan inançlar üzerinden anlamsız tartışmalar yapmanın faydasının olmadığı da açıktır.

Müminlere düşen, kendi inançlarını ve kutsal değerlerini en güzel şekilde temsil ve tebliğ etmektir.

MUSTAFA IRMAKLI

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

TÜM OKUYCULARIMIZI PAYLAŞIMA DAVET EDİYORUZ, DAVETLİSİNİZ.
8
İnsan ve Hayat / Gönüllerdeki Mesafeyi Kaldırmak
« Son İleti Gönderen: webtasarim Bugün, 07:58:10 ÖÖ »


Gönüllerdeki Mesafeyi Kaldırmak

Rahmet ayının son günlerini ihya eden her müminin niyazı, bağışlanmış bir kul olarak gönül huzuruyla, sevinçle bayrama erişmektir. Allah’a kurbiyetin zirvesi olan Ramazan’da tutulan oruçlar, eda edilen namazlar, okunan Kelâmullah, yapılan infaklar kısacası tüm ibadet ve taatler hem affedilme hem de Cenâb-ı Hakk’a yakın olma vesilesidir. Azimle, sebatla îfâ edilen vazifelerde amellerin boşa çıkmaması ve Allah’ın rızasına nail olma arzusunu taşır her mümin yürek. Oysa amelleri zâyi eden davranışlardandır, bir gönlü incitmek. “Bir kez gönül yıktın ise bu kıldığın namaz değil” sözüyle gönül ehli Yunus da bu hakikate işaret eder.

Nazargâh-ı İlâhî olan gönlü yıkmak

Gönül, Rabbini bilme ve sevmenin merkezidir. Nazargâh-ı ilâhî’dir. Cenâb-ı Hakkın âdemoğlunda baktığı yerdir.[ii] Mutasavvıflara göre Beytullah’tır, mukaddestir. Alvarlı Efe, “İncitme hiçbir canı!/Yıkma Arş-ı Rahman’ı” dizesinde ifade ettiği üzere bir gönlü incitmek Allah’ı incitmektir. Zira insan mükerrem bir varlıktır, sevgi ve hürmete layıktır. Mümine yakışan da gönül yıkmak değil, gönüller inşa etmektir. Gönül inşası için gereken ise vefa ve nezakettir. Ve “nezaket öyle bir dildir ki onu sağır olan da duyar, kör olan da görür.” Nezaket kabalığın aksine bağırmaz, gönül yormaz. Sessizce ve derinden gönül kapısını aralar.

Latîf ve Halîm olan Allah da kullarına yumuşaklıkla muamele eder. “Sen onlara sırf Allah’ın lutfu sayesinde yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı kalpli olsaydın, hiç şüphesiz etrafından dağılır giderlerdi…”[iii] buyurarak kullarından da halîm davranışlar bekler. Nezaket haddi aşmamaktır, başkasına zarar vermemektir. Gönüller Sultanı Sevgili Peygamberimiz;  “Müslüman, dilinden ve elinden Müslümanların emin olduğu kimsedir.”[iv] buyurarak nezaketin mümince bir tavır olduğunu hatırlatır bize. Dolayısıyla mümin hayatı boyunca tüm davranışlarını nezaket ve zarafet temelinde inşa edendir. O, güzel koku satan attar gibidir.[v] Sîretinden, suretinden güzellikler sadır olandır. Gönüllerde hoş sadâ bırakandır. Gönül kapısını kapattırmayan diğer bir fazilet de nezaketin ikizi olan vefadır.

Vefa imanın gereğidir

Vefa, ruhlar âleminde Allah’a verilen sözü tutmaktır. Sadakati kaybetmeyerek, istikamet üzere bir ömrü yaşamaktır. İmanın gereği yerine getirilen tüm güzel davranışlar bir vefa örneğidir. Yapılan iyilikleri unutmamak, emeğe teşekkür etmek, hatır gözetmek, menfaatine ters düştüğünde dostuna sırt çevirmemek vefakârlığın tezahürlerindendir. Vefa, zor zamanların insanı olmaktır. Zor günlerin hakkını vermektir. Dostluğu, kardeşliği ayakta tutan en güzel haslettir.  Bir millete çetin günleri aştıran, kalpleri birleştiren erdemdir.

 Bu davranışların aksi ise vefasızlıktır. Vefasızlık insana dost kaybettirir, incittiği gönüllerde kapanmaz mesafeler açtırır. Bir kalbi kıran vefasızın da atalarımızın deyimiyle iki cihanda da sefası olmayacaktır. Peygamber Efendimiz de bu hususta şöyle buyurmaktadır: “Kıyamet gününde her vefasızın, vefasızlığının göstergesi olarak bir sancağı olacaktır.”[vi]

Vefasızlık gören, kalbi incinen mümin ise buna mukâbil muhatabını incitmeyendir. Zira inancı ona gönül yıkmamayı öğrettiği gibi gönül yıkanı da affetmeyi öğütler. Affetmenin ne yüce bir erdem olduğunu müjdeler.

Affetmek insanın şerefini artırır

Zordur zulmedeni affetmek, gelmeyene gitmek, kötülük edene iyilik etmek. Affetmek için yüce bir gönül gerek. Peygamber Efendimiz “Allah, affeden bir kulunun ancak şerefini artırır.” [vii]  buyurarak bağışlamayı başarabilenlerin aziz kılınacağını muştular. Mümin ki bu muştuya nail olmak için gönlünü kin, nefret, öfke gibi kötülüklerden uzak tutar.

Affedememek ise kalbe ve zihne yüktür. Ancak affedenler, gönül kırgınlığını geride bırakarak şifa bulurlar. Öfke, kin gibi olumsuz duygulardan kalbini azâde ederek ağırlıklarından kurtulurlar. Daralan sadrı genişleyerek huzura vasıl olurlar. Rahman’ın katında affedilmenin yolu, kullarını affetmekten geçer. Dolayısıyla affetmek en çok da kişinin kendisinin kurtuluşuna vesiledir.

Bayram, gönüllerdeki mesafeyi kaldırmaktır

Rahmet mevsiminin tedrisatında yoğrulan, kulluğun zirvesine vasıl olanların, Rablerince tebrik edildiği gündür bayram. Şehr-i Ramazan’ın rahmetiyle arınan, mağfiret müjdesine nail olmanın ümidiyle titreyen gönüllerin, neşe günüdür bayram. Affedilmenin sevinciyle dargın olanların, gönül mesafelerini kaldırdığı,  kalplerini birleştiği, muhabbetle kucaklaştığı gündür bayram. Yüce Rabbimizin “Müminler ancak kardeştir.”[viii] buyruğu gereği sevginin, kardeşliğin pekiştiği gündür bayram.

Belki bu yıl eski günlerdeki gibi bir coşkuyu yaşayamayacağız. Muhabbetle kucaklaşıp gönüllerimizi coşturamayacağız ama dualarımızla, hâl, hatır soran içten niyazlarımızla bayram coşkusunu gönüllerimizde yaşamaya devam edeceğiz. İçimizdeki umutları daima diri tutmak için, bir ramazan müjdesi gibi gireceğiz bayrama.

Allah’ın kullarını bağışladığı, tebrik ettiği bayram gününde hangi mümin affedilmenin sevinciyle dargın olduğu kardeşini bağışlamaz ki! Sevgili Peygamber Efendimiz, (s.a.s) “Müslüman kardeşine bir sene küs duran kimse, onun kanını dökmüş gibidir.”[ix] hadisinde buyurduğu üzere kim bu vebali üstlenmek ister ki!

Bayram gönüller aldığımız, birbirimize kardeşlik elini uzattığımız, hayata umut ve güvenle baktığımız gün olsun. Gönüllerimiz bir olsun, her gün bayram olsun.

---------------------------------------------------------------------

Bakara, 2/264.

[ii] Müslim, Birr, 33.

[iii] Âl-i İmrân, 3/159.

[iv] Buhâri, Bedu’l-vahy, 4.

[v] Ahmed b. Hanbel, II, 400.

[vi] Müslim, Cihâd ve siyer, 14.

[vii] Müslim, Birr, 69.

[viii] Hucurât Suresi,49/10.

[ix] Ebû Dâvûd, Edeb, 47.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

TÜM OKUYCULARIMIZI PAYLAŞIMA DAVET EDİYORUZ, DAVETLİSİNİZ.
9
Süleyman Gülek / Cömertlik ve Cimrilik
« Son İleti Gönderen: fanidunya NET Bugün, 07:32:57 ÖÖ »


Cömertlik ve Cimrilik

Cömertlik, eli açık olmak demektir. Cömertlik; insanın sahip olduğu imkânlardan, ihtiyaç sahiplerine meşrû ölçüler dâhilinde ve Allah rızâsından başka hiçbir amaç gütmeden yardımda bulunmasını sağlayan üstün bir ahlâk kuralıdır. Mü’min kişiler bu üstün ahlâka, cömertliğe sahip olmalı, infaktabulunmalıdır.

Çünkü, Kur’ân ve sünnet bunu emretmektedir:

“Allah yolunda harcamada (infakta) bulunun, kendi elinizle kendinizi tehlikeye atmayın. İyi davranın; Allah iyi davrananları sever.” (Bakara, 2/195); “Sizden birine ölüm gelip ‘ya Rabbi keşke yakın bir zamana kadar ecelimi geciktirsen de sadaka versem’ (iyilik yapsam) demeden önce size verdiğim rızıktan veriniz. ” (Münâfikûn, 63/10)

Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmaktadır: “Cömert kişi Allah’a yakındır, insanlara yakındır, cennete yakındır, cehennemden uzaktır. Cimri ise Allah’tan uzaktır, insanlardan uzaktır. Cennetten uzaktır, cehenneme yakındır.” (Tirmizî, Birr ve’s-Sıla, 40) Allah’ın verdiği nimetleri, imkânları insanın sadece kendine ayırmayıp, ihtiyaç sahiplerini de yararlandırması emredilmektedir.İhtiyacı olanlara ve Gazze’deki kardeşlerimize yardımcı olmalı; zekât, sadaka vermeli, infak etmeli.

İnsanlara yardımcı olmamız gerektiği gibi hayvanlara da yardımcı olmalı ve onların da zor duruma düşmemesi için gereken imkanlar sağlanmalıdır. Ayrıca hem insanların hem de hayvanların zarar görmeyeceği tedbirler alınmalıdır.

 Bir mü’min kendisini düşündüğü gibi, din kardeşini de düşünmeli ve onlara karşı cömert olmalıdır. Cömertliğin zıttı ise cimriliktir.Cimrilik; servet edinme tutkusuyla başkasına bir şey vermekten çekinmek, karşılıksız harcama ve hayır yapmaktan kaçınma eğilimidir.Cimri kişiler hem Allah katında ve hem de insanlar arasında sevimsiz ve kötü kişiler olarak görülür. Mal ve servet insanlar için bir imtihandır. (Zümer, 39/49-52) Bu imtihandan başarılı çıkmanın yolu da cömertlik ve infaktır. (Teğâbün, 64/15-17); “Mallarınızda muhtaç ve yoksulların hakkı vardır.” (Zâriyât, 51/19)

“Parayı, malı ben kazandım; niye başkasına vereyim, ben aptal mıyım?” düşüncesiyle şeytanî bir mantık ileri sürerek cimrilik yapanlar, Allah’ın ihsân ettiği imkânlardan ihtiyaç içerisinde olanları yararlandırmayan cimrilerin vay haline!

Asıl cimrilikleri sebebiyle aptallık yaparak kendilerine zarar vermiş oluyorlar. “Allah yolunda harcamada (infakta) bulunun (cimrilik yaparak) kendi elinizle kendinizi tehlikeye atmayın.” (Bakara, 2/195) Cimrilik tehlikeli ve kötü bir iştir. Kişiye fayda değil, zarar getirir. Akıllı insan cimrilik yapan değil, infak edendir.

Başka bir ayette cimriliğin insanın yararına bir davranış olmayıp aksine tam aleyhine bir sonuç doğuracağı belirtilmiştir: “Allah’ın kendilerine lütfundan verdiği nimetlerde cimrilik edenler, bunun, kendileri için hayırlı olduğunu sanmasınlar. Hayır! O kendileri için bir şerdir.

Cimrilik ettikleri şey kıyamet gününde boyunlarına dolanacaktır. Göklerin ve yerin mirası Allah’ındır. Allah yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.” (Âl-i İmrân, 3/180)

Cimri kişi sıkıntı içerisindedir. Parasının, malının hayırını göremez. Parasının gideceğinden, azalacağından çok korkar. Cimrilik çok kötü bir huy ve bulaşıcı bir hastalıktır. Bir kişi cimri ise, eşine ve çocuklarına cimrilik hastalığı bulaşabilir. Cimri kişiler dünya ve ahirette yüzleri gülmez, parasının, malının hayrını göremez, yani mutlu ve huzurlu olmazlar.  Böylelerini Allah sevmez, insanlar da sevmez.

Cimri olanların çoğu cimri olduklarını kabul etmezler, bu sebeple de cimrilikten korunmak için gayret sarf etmezler. Çünkü arada bir yaptıkları ufak iyiliklerden dolayı kendilerini cömert zannederler. Cimri olanların birçoğu zekâktını hakkıyla vermezler. Hatta birtakım bahanelerle hiç zekât vermeyen cimriler de vardır.

Mesela devlete verdikleri vergileri zekât olarak görenler bile var. Cimriler cimriliklerini tutumluluk olarak görürler ve kendilerine cimri denildiğinde bunu kabul etmek istemezler.

Yüce Allah şöyle buyurur: “O kimseler ki harcadıkları zaman israf etmezler, cimrilik de yapmazlar, (harcamaları) ikisi arasında dengeli olur.”

(Furkan, 25/67) Mü’min her hususta dengeli davranmalıdır, aşırıya gitmemelidir. Ne israf etmeli ne de cimrilik yapmalı, dengeyi sağlamayı bilmelidir. Bir Müslüman cimri değil, cömert olmalı. Bu nedenle bir Müslümanda cimrilik varsa, bu kötü huydan bir an önce kurtulmak için elinden gelen gayreti göstermelidir. Zira iyilik yapanı Allah sever, insanlar da sever.

Süleyman Gülek.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

TÜM OKUYCULARIMIZI PAYLAŞIMA DAVET EDİYORUZ, DAVETLİSİNİZ.
10
Mahmut Tobtaş / İslam’da Fetih Var İşgal Yok
« Son İleti Gönderen: fanidunya NET Bugün, 07:24:37 ÖÖ »


İslam’da Fetih Var İşgal Yok

Çalıp çırptığı paraları banka hesabında saklayan cimri, eskiden kavanozuna koyduğu peyniri, camın dışından yalayarak ekmeğine katık yapan adama benzer.

Zamanın tarihi değişir, adamın huyu değişmez de malzemesi değişir.

 Cimri adamın, deniz dalgası gibi, bulut damlası gibi cömertlik yapan adamı anlaması da mümkin değildir.

Biri topluyor, biri dağıtıyor.

Biri doğuya gidiyor, biri batıya gidiyor.

Bunların birbirini anlama imkânı yoktur.

Aldığı eğitimle yakmak, yıkmak, sokmak, zehirlemek, kanını akıtmak, viraneler çoğaltmak olan Biden gibi, Netanyahu gibi adamlar, bütün  kötülükleri yaparlar.

Ancak yaratılışta getirdiği fıtratın verdiği güzellikleri hatırlamasıyla strese girer, rahatsız olur.

Doktoruna gideceği yerde kendini iyi hissettirecek yağcıları, yalakaları, yardakçıları danışman olarak alırlar.

Onlar da yaktığına “harika”, yıktığına “şahane”, kanını içtiğine “afiyet olsun” derlermiş.

İstanbul’un fethi günü, tanıdık birinin işyerinde, yüksek bürokratlardan biriyle tanıştırdılar.

Benim hoca olduğumu öğrenince, ses tonunu biraz yükselterekten ilk sorduğu, “İslam’da fetih adı altında ülke işgali var mı?” sorusu oldu.

-       Fetih var. Kur’an’da “Fetih süresi” diye de bir süre vardır. İslam’da işgal yoktur.

-    Ne farkı var?

-    Fetihte önce gönül fethi vardır. İnsanların gönlüne kara yılan gibi çöreklenen put insanları, “La ilahe/Allah’tan başka yaratan, yaşatan, yöneten, donatan yoktur” kılıcıyla oradan çıkarıp gönlü, kalbi, kalıbı, canı, teni yaratanın inancını o gönle “İllallah/ Yaratan, yaşatan, yöneten, donatan ancak Allah’tır” inancını gönle yerleştirmek vardır.

Diğer ülke insanlarının gönlüne bu Kelime-i Tevhid girince, ülke fetihleri de vardır.

Sen, aynı apartmanda, kapının karşısındaki evde oturan komşuna, her gün gelip haksız yere musallat olan, onu taciz eden, döven, söven bir başka komşuna “dur” demez misin. Duymazdan gelir misin?

İşte Kur’an’ın ifadesiyle:

“Size ne oluyor ki; Allah yo­lunda, "Ey Rabbimiz, ahalisi zalim olan şu ülkeden bizi çıkar. Bize ta­rafından bir dost gönder ve bize ta­rafından bir yardımcı gön­der" diyen zayıf bırakılmış er­kekler, kadın­lar ve çocuklar uğ­runda çarpışmıyorsunuz?” (Nisa süresi, ayet 4/75)

Komşumuz ne ise dünyanın öbür tarafındaki insan da hangi dil, din ve ırktan olursa olsun o, Adem aleyhisselamdan bizim kardeşimizdir.

İstanbul’un fethi sırasında Konstantin’e, Vatikan’dan yardım teklifi geldiğinde Kostantin, “Burada papa külahı görmektense Müslüman sarığı görmeyi tercih ederim” der.

Zulme karşı durmak, bizim en önemli ibadetlerimizdendir.

Rabbimiz, en büyük zulmün Allah’a ortak koşmak olduğunu haber verir:

“Lokman, oğluna öğüt vererek şöyle demişti: "Oğulcuğum, Al­lah'a ortak koşma, şüphesiz (Allah’a) ortak koşmak, büyük bir zulüm­dür." (Lokman süresi, ayet 31/13)

Zulme dayalı eğitimden geçen insanlar, şu anda dünyayı bir lokmada yutmanın yollarını aramaktalar.

Kendileri için sınırları kaldırdılar. Diledikleri ülkeye girip “Benim güvenliğim senin topraklardan başlar” diyerek çörekleniyorlar.

Ülkelerin yeraltı ve yerüstü kaynaklarını soydukları gibi, insan beyniyle ayakta duran Pers imparatoru Dahhak gibi, insan beyni de topluyorlar ve onları mankurt yapıp, kendi anasını bile öldürebilecek hale gelince kendi  ülkelerine gönderiyorlar.

Dünyaya merhametleri olmadığı gibi kendi çocuklarına da merhametli değiller.

Çocuklarını topluca cehenneme postalama eğitimi veriyorlar.

Bir tenha yerde, bir çocuğu yakmaya çalışan birini görseniz, aldırmadan, görmezden gelerek, adamlığınızı orada bırakıp gidebilir misiniz?

Mahmut Toptaş.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

TÜM OKUYCULARIMIZI PAYLAŞIMA DAVET EDİYORUZ, DAVETLİSİNİZ.
Sayfa: [1] 2 3 ... 10