Sayfa: 1 2 [3] 4 5 ... 10
21
« Son İleti Gönderen: fanidunya NET Haziran 29, 2025, 11:33:01 ÖÖ »

İnsan Peygamber
Serdar Yıldız
"De ki:
Ben yalnızca sizin gibi bir beşerim. (Şu var ki) bana ilahınızın sadece bir ilah olduğu vahyolunuyor. Artık her kim, Rabbine kavuşmayı umuyorsa, salih amel işlesin ve Rabbine ibadette hiçbir şeyi ona ortak koşmasın. (Kehf-1 10)
Yüce Rabbimizin buyurduğu ve resulüne "De ki" dediği üzere Efendimiz (sav) yalnızca bizim gibi bir beşerdir. Yani fanidir, yani et ve kemiktendir. Bizden (içimizden) seçilmiş ve insanlığa önder olarak Rabbi tarafından biçimlendirilmiştir.
Daha önce de belirttiğimiz gibi resulün tüm insanlarla ortak olan yönü onun beşer olmasıdır. O sadece bu yönüyle tüm insanlığın dikkatle üzerinde durması gereken bir özelliğe sahiptir. Yani hayatı ve mücadelesi çerçevesinde incelenmeli ve takdir edilmelidir, insanlığın, bir insan olarak ondan öğreneceği çok şeyler vardır. Özelde ise biz Müslümanlar için iki ayrı rehberlik ve önderliğe sahiptir. Zira onun hayatında bizim için iki ayrı safha vardır. "Ben yalnızca sizin gibi bir beşerim." yönü yani insanlık vasfı ve "Bana ilahınızın tek bir ilah olduğu vahyolunuyor "yönü yani risalet vasfı.
"O seni yetim bulup barındırmadı mı?"
"Şaşırmış bulup da yol göstermedi mi?"
"Fakir iken seni en zengin etmedi mi?" (Duha/6,7,8 )
Resulüne bu şekilde hitap etmekle onun vahiy gelmeden önceki durumunu bize de bildirmiş oluyor. Allah'ın Efendimizi şaşırmış bulup da yol gösterdiği vahiyden önceki hali ve hayatı da bizim için azami önem arz etmektedir. Çünkü o vahiy gelmeden önce de bir insanın sahip olacağı ve yaşadığı toplumda kendine özel bir yer edineceği üstün insani özelliklere sahipti.
İnsanlar Müslüman olduktan sonra onu imanın bir gereği olarak sevmeye başladılar. Onun bu sevgiye layık olması ise tartışılmazdır. Ancak Müslüman olmadan önce de onu sevip, takdir ediyorlardı. Çünkü o içinde bulunduğu toplum nezdinde sahip olunacak en yüce bir ahlaka sahipti. Bununla alakalı olarak Resulüllah'ın
hayatında bir yolculuk yapıp vahyin geldiği günlere dönelim.
Resulüllah Cebrail ile karşılaşmış, ondan ilk vahiyleri almıştır. Ancak onun sıkması ve azametli görüntüsü kendisine ziyadesiyle tesir etmiştir. Bu haldeyken aceleyle evine gelir. Sevgili annemiz Hatice'ye, beni örtünüz, der. Onlar da korkusu geçinceye kadar onu örterler.
Sonra başına gelen olayı biricik eşine anlatır. Ve, kendimden korkuyorum, der. Bunun üzerine sevgili zevcesi, Allah'a yemin ederim ki, Rabbin seni hiçbir zaman utandırmaz. Çünkü sen, akrabanı gözetirsin, aciz olanların ağırlığını yüklenirsin, fakire verir, misafiri ağırlarsın, hak yolunda halka yardım edersin, diyerek onu teselli eder.
Görüldüğü gibi Hatice Anamız Resulüllah'ın vahiy gelmeden önce sahip olduğu yüce ahlakı gözler önüne sermiştir. Şu sayılan özellikler, yaşadığımız toplumdaki tüm insanların örnek alması ve ahlak edinmesi gerekli vasıflar değil mi? Sadece bu yönüyle dahi Efendimiz tüm insanlara örnek ve önder olmalı değil mi? Biz Müslümanlar onun "şaşkın" diye Rabbi tarafından adlandırıldığı zamanki ahlakına hangi mesafedeyiz?
Yazımızın başında da değindiğimiz gibi Rabbi onu biçimlendirdi. Vahiyden önce de sonra da onun üstün ahlakı, o sinenin o vahyi alabilmesi içindi. Böylece Yüce Rabbimiz onu vahye ve vahyin ağırlığına hazırladı. Bu hazırlık biz Müslümanlar için önemlidir. Zira Rabbi onu hiçbir zaman başıboş ve sahipsiz bırakmamıştır. Onun vahiyden önceki halleri de bizim için en az sonrası kadar önemlidir.
Yaşadığımız coğrafyada ve dünyada hemen her gün yığınlarca moral bozucu, insanı öfkelendiren hatta midesini bulandıran olayları yaşamakta ve izlemekteyiz. İnsanlığın düştüğü bu haller karşısında insanlığımızdan utanmaktayız. Ana babasını öldürenler, çocuklarını öldürenler, ailesini satanlar, devleti soyanlar, ırza tecavüzler, mala tecavüzler, katliamlar...Ve tabi ki buna sebep teşkil eden siyasi, politik yaklaşımlar, oyunlar...
İnsanlığın ve insanların hizmetine binaen kurulan kurum ve kuruluşların olaylara kayıtsız kalışı, dahası bu olaylara göz yumması ve zımnen destek vermesi...
Ve dahi Etiyopya’da ve Afrika'nın türlü bölgelerinde yaşanan açlık ve zulümler... Açlıktan ölen bebekler...
Ve dahi Amerika'da sokakta yatmak zorunda olan, aç ve açıktaki 10 milyon insan...
Ve dahi ülkemizde yoksulluk sınırında ve altında bulunan, vergi verdiği halde hizmet alamayan, hastahanede rehin kalan milyonlar...
Ve dahi...
Bunlann arkasında utancından gizlenen bir tarihi de saymıyoruz.
işte bu tablodur, zalimlerin boyayarak çeşitli uydurma adlarla insanlığa sunduğu yaşam tarzı. Dünyanın ve insanlığın düştüğü bu durumu idrak eden Bemard Shaw ise sorunların çözümü noktasında bakın ne diyor, "....karşılaştığı problemleri bir kahve içme rahatlığı içinde çözen Muhammed'e insanlık ne kadar da muhtaçtır."
Karşımızda ön yargısız, düşünen, araştıran ve onunla ortak yönünü yakalamış bir beşer duruyor. Yineliyoruz ki biz günümüz Müslümanları bırakın vahiyden sonraki Muhammed(sav)’i vahiyden önceki Muhammed'e (sav) ne kadar şiddetle muhtacız.
İNTERNET RADYOMUZ FANİDUNYA FM 24 SAAT YAYINDADIR.
YENİ SİTE GİR,İŞİMİZ.
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir.
Üye Ol veya Giriş Yap
22
« Son İleti Gönderen: KOYLU Haziran 29, 2025, 11:22:58 ÖÖ »

Büyük Günahlar ve Hatalar
Bir Müslümanın yapabileceği en büyük günah ve yanlışlıkları sıralıyorum:
1. Tevhid ve tenzih akidesine aykırı inançlara sahip olmak. Allaha zaman ve mekan, cisim ve cihet, noksan sıfatlar izafe etmek.
2. Beş vakit namazı dosdoğru kılmamak. Kılıyordu ise terk etmek. Namaza önem vermemek, onu hafife almak. Cemaati terk etmek.
3. Zekatını ya hiç vermemek, yahut Kur’ana, Sünnete, Şeriata, fıkha uygun şekilde dosdoğru vermemek.
4. Âhireti unutmak, yahut âhirete dönük olmamak veya âhirete inanıp, bu inancın gereğini yerine getirmemek, kendini dünyaya vermek, âhireti unutmak.
5. Kur’anı Kitab, düstür olarak hayata uygulamamak, emirlerini yapmamak, yasaklarını çiğnemek, öğütlerini tutmamak, Kur’andan kopmuş içi boşaltılmış bir Lâf Müslümanı olmak.b
6. Resulullah Efendimizi (Salat ve selam olsun ona) en büyük ve en güzel örnek ve model olarak kabul etmeyip onun Sünnetine sarılmamak.
7. Bütün mü’minlerin tek bir Ümmet oluşturdukları gerçeğinden gafil olmak, Ümmet şuuruna sahip olmamak, Ümmet birliğini hararetle istememek, bunun için çalışmamak.
8. Boynunda âdil, râşid, muktedir, müdebbir, âbid, muttaqi bir İmama biat ve itaat bağı olmamak; serseri mayın gibi biatsiz, itaatsiz, bağsız olmak.
9. Kendini beğenmek, gurur ve kibir sahibi olmak.
10. Riba veya ribaya benzer muameleleri yapmak, riba geliri yemek, ribacılığın Allaha ve Resulüne savaş ilan etmek olduğunu bilerek veya bilmeyerek bu büyük ve yıkıcı günahı işlemek.
11. Fiilen veya göz ile zina yapmak.
12. İsraflı, lüks, fısklı, fücurlu bir hayat sürmek, başka Müslümanlar sefalet içinde yaşarken, kendisini Nemrudlar ve Firavunlar gibi saçıp savurarak yaşamak.
13. İman kardeşliğini darbeleyici, mü’minleri birbirine düşman edici sözler söylemek, yazılar yazmak, işler yapmak.
14. Salih, âbid mü’min kardeşlerine düşmanlık etmek.
15. Lisan günahlarının en iğrenci ve çirkini olan gıybet suçunu işlemek. Söz taşımak.
16. Kendi kusur ve ayıplarına bakmayıp, başkalarının gizli, kapalı, bilinmeyen günahlarını, ayıplarını araştırmak; bu maksatla böcekler, gizli kameralar koymak, insanları rezil ve rüsvay etmek, böylece Resulullahın “Bir kimseyi ayıplayanın canını, Allahu Teala aynı ayıbı ona vermeden almaz” tehdidine maruz kalmaktan korkmamak.
17. Özet olarak da olsa ilmihalini öğrenmemek.
18. İlmihalini öğrendi ise, içindeki bilgileri hayata tatbik etmemek.
19. Dindarlık taslayan bazı İslam kadınlarının, Kur’an Sünnet Şeriat kurallarına aykırı olarak erkeklerin bakışlarını çeken şeytanî tesettür kıyafetine bürünmesi.
20. Kendini lâ yuhti (hatâ etmez), lâ yüs’el (sorumsuz), ismet sıfatıyla muttasıf (günahsız) kabul etmek.
21. Mü’min kardeşlerini ötekileştirmek.
22. Kafirlere yumuşak, rahmetli, şefkatli muamele edip mü’min kardeşlerine sert, haşin, kaba, kırıcı, gönül yıkıcı, çetin, yavuz muamele etmek.
23. Parayı ana değer kabul edip deliler gibi sevmek, para için her haltı yemek, para şehvetine tutulmak.
24. Haram yemek.
25. Şüpheli gelirler elde edip yemek.
26. Seküler hayat felsefesini kabul edip, din ile dünyaya birbirinden ayırmak.
27. Derecesi ne ise, o dereceye uygun olarak mâruf ile emr ve münkerden nehy vazifesini yapmamak. Bu farzı tatil etmek.
28. Rahmana itaat etmeyip Tağutların dediğini ve istediğini yapmak.
29. Deccalları, kezzabları ululamak, onları sevmek.
30. İslam kardeşliğine ve Ümmet birliğine zarar veren cemaat ve tarikat holiganlığı, militanlığı, fanatizmi yapmak ve sergilemek.
31. Bozuk düzenleri iyi kabul etmek, bozuk sistemler için eskisine göre daha iyidir demek.
32. İhtilafları, nizaları Kur’anın, Sünnetin, Şeriatin hakemliğinde çözmemek
İNTERNET RADYOMUZ FANİDUNYA FM 24 SAAT YAYINDADIR.
YENİ SİTE GİR,İŞİMİZ.
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir.
Üye Ol veya Giriş Yap
23
« Son İleti Gönderen: KOYLU Haziran 29, 2025, 11:17:07 ÖÖ »

Ömrümüzün Kısa Bir Muhasebesi
Yaratanın bize peşinen vermiş oldukları ve hayırlı kullar olduğumuz takdirde ahirette vermeyi vaat ettiği nimet ve imkânlar karşısında bizden istedikleri okyanusta bir su damlacığı hükmündedir. Bizler ise hak etmediğimiz halde bize verdiği bunca nimeti çok görmeyen Rabbimize yapılacak kulluk ve ibadetleri çok görmekte gündelik hayatın süsüne ve gafletine aldanmaktayız. Her bir işe vakit bulurken asıl vakit ayrılması gereken ibadetlere sıra geldiğinde ya vakit bulunamamakta ya da bu ibadetler gereğince yerine getirilememektedir. Acaba ibadetlere vakit bulamayan insanlar ömürlerini ne ile geçirmekteler. Yapılan hangi şey asıl yapılması gerekli olandan daha önemli bir düşünelim. Ortalama 60 yıl ömür yaşayan ve günde 8 saatini işe güce çalışmaya, 8 saatini yemek, içmek, gezmek, spor yapmak, çoğu zamanda amaçsız boş boş oturup konuşmak saatlerce televizyon izlemek gibi işlere, 8 saatini ise uyumaya ayıran insan ömrünün 20 yılını işte, diğer 20 yılını yemek içmek gezmekte kalan 20 yılını ise uykuda geçiriyor ve bunca zamanını tasarrufsuz kullanıyor da günde en azından bir saatini ibadete ayırarak 60 yıllık ömrünün 2.5 yılını ibadetle geçirmeyi çok görüyor. Üstelik bir sonraki nefesimizi almaya garantimiz yokken. İşte su misali akıp giden insan ömrünün küçük bir muhasebesi. Acaba biz amaçsız ve boş geçen bir ömür yaşamak için mi yaratıldık?
Öyle kişiler vardır ki, bir ticaret de bir alış-veriş de onları ’ı hatırlamaktan, namaz kılmaktan, zekât vermekten alıkoyamaz. Onlar, kalplerle gözlerin döneceği/yer değiştireceği günden korkarlar. 24 Nur Suresi Ayet 37
Şu iğreti dünya hayatı, bir eğlence ve oyundan başka şey değil. Âhiret yurduna gelince, asıl hayat işte odur. Ah, bilebilselerdi! 29 Ankebut Suresi Ayet 64
İNTERNET RADYOMUZ FANİDUNYA FM 24 SAAT YAYINDADIR.
YENİ SİTE GİR,İŞİMİZ.
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir.
Üye Ol veya Giriş Yap
[/font][/size][/color][/b]
24
« Son İleti Gönderen: KOYLU Haziran 29, 2025, 11:11:07 ÖÖ »

Yalan Söylememek İftira Etmemek
İslâm dini, fert ve toplum hayatında güven, huzur ve barış ortamını sağlayacak ahlâkî kurallara büyük önem vermiştir. Karşılıklı ilişkileri zedeleyen, kin ve düşmanlığa sebeb olan davranışların başında gelen yalan ve iftirayı da şiddetle yasaklamıştır.
Doğruluk; niyetin, söz ve davranışların birbiriyle uyumlu olmasıdır. Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.); "Doğru olun! Doğruluk iyiliğe, iyilik ise cennete götürür. Yalandan sakının! Yalan günaha, günah ise cehenneme götürür." (Buhari,"Edeb",69) diyerek doğruluğun önemini vurgulamış, yalanın tehlikelerine dikkat çekmiştir. Şaka da olsa yalan söylemeyi doğru bulmamıştır.
İftira ise, haksız olarak başkasına suç yüklemektir. Bir münafıklık alameti olan yalanın sebeb olduğu kötülüklerden biridir. Yüce kitabımız Kur'an'da "Çünkü siz bu iftirayı dilden dile birbirinize aktarıyorsunuz. Bunun önemsiz olduğunu sanıyorsunuz. Halbuki bu Allah katında çok büyük bir suçtur. Onu duyduğunuzda: Bunu konuşup yaymamız bize yakışmaz.... demeli değil miydiniz? (Nûr, 24/15-16) buyrulmaktadır.
Müslüman yalan söylememeli, iftira etmemelidir.
İNTERNET RADYOMUZ FANİDUNYA FM 24 SAAT YAYINDADIR.
YENİ SİTE GİR,İŞİMİZ.
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir.
Üye Ol veya Giriş Yap
25
« Son İleti Gönderen: KOYLU Haziran 29, 2025, 10:59:50 ÖÖ »

Hak, Hukuk Ve Adalet
Yarattığı her şeyi güzel yaratan Rabbimiz, insanı da en güzel bir şekilde yaratmıştır. Ona güç kuvvet, eller, ayaklar, kulaklar, gözler ve kalp vermiş, mafsallarını pekiştirmiştir. Ona ruhundan üflemiş, konuşmayı öğretmiş ve doğru yolu göstermiştir. Nitekim Rabbimiz;
“Ey insan! İhsanı bol Rabbine karşı seni aldatan nedir? O Allah ki seni yarattı, seni düzgün yapılı kılıp ölçülü bir biçim verdi. Seni dilediği herhangi bir şekilde parçalardan oluşturdu.” (İnfitar 6-8) buyurarak; ruhuyla, bedeniyle, suretiyle, siretiyle en mükemmel şekilde yarattığı insana bu yaradılışına ters davranmamasını emretmektedir.
Rabbimiz bunun yolunu da ayetleri ile bize haber vermektedir.
“Andolsun biz peygamberlerimizi açık delillerle gönderdik ve insanların adaleti yerine getirmeleri için beraberlerinde kitabı ve ölçüyü indirdik. Biz demiri de indirdik ki onda müthiş bir kuvvet ve insanlar için birçok faydalar vardır. Bu, Allah'ın dinine ve peygamberlerine görmeden yardım edenleri belirlemesi içindir. Şüphesiz Allah kuvvetlidir, daima üstündür.” (Hadid 25)
Bu ayet müslüman toplumun yol haritasını çizmektedir. Toplum nasıl şekillenmeli ve yoluna nasıl bozulmadan devam etmeli. Toplumların hayatiyetini devam ettirebilmelerinin temel şartı olan adaletin gerçekleştirilmesinin ancak elçilere kulak vermek ve Allah’ın kitabına tâbi olmakla mümkün olacağı haber verilmektedir.
Rabbimizin kulları için sınırlarını belirlediği “hak” yine Rabbimizin kulları için ilkelerini belirlediği hukukla ölçülürse adalet gerçekleşebilir.
Hak, hukuk ve adaletin engellenmesi durumunda ise Rabbimiz: “…kendisinde müthiş bir güç ve insanlar için birçok faydaları bulunan demiri yarattık.” buyuruyor.
Yani hak, hukuk ve adalet tanımaz insanların demirin gücünden yararlanılarak hizaya getirileceği bize haber verilmektedir.
Evrensel bir adaletin gerçekleştirilmesi ancak evrensel bir hak, hukuk anlayışının hâkim kılınması ile mümkün olur. Aksi halde gücü elinde bulunduran, ben yaptım oldu anlayışı ile hakkı da, hukuku da, adaleti de oldubittiye getirerek, hatta kendi belirlediği ilkeleri de çiğneyerek zulmünü icra eder.
Dinin, aklın, nefsin, neslin, malın emniyetinin sağlanmadığı hiçbir ortamda haktan, hukuktan ve adaletten bahsedilemez. Hayatın tamamını kuşatan hak, hukuk ve adaletin gerçekleşmediği ortamlarda da huzur ve sükûndan bahsedilemez.
Rabbimizin kullarına dünya hayatında zorlamadığı inancı, kullar kendi belirlediği ilkelerle zorlarsa, insanlar inançlarını hayatlarına yansıtamazlarsa, akla zarar veren her şey mubah olursa, can, mal ve nesil emniyeti kalmaz. İnsanlar geleceklerinden endişe duyar hâle gelirse orada insanların mutlu ve huzurlu olmaları mümkün olmaz.
İslam, hak, hukuk ve adaletin gerçekleşmesi hususunda şaşmaz prensipler koymuş, inananlardan da bunların gerçekleştirilmesini şiddetle istemiştir.
Haklar ister maddî ister manevî olsun, ister ferdî ister toplumsal olsun, ister müslimin ister gayrimüslimin hakkı olsun fark etmez. Bu hakların, elle, dille, hatta kaş ve göz hareketleri ile bile olsa çiğnenmesine asla müsaade etmez. Haksızları hem dünyevî, hem uhrevî cezalarla tedib eder. Nitekim Rabbimiz:
“…İnsanları arkadan çekiştiren kaş göz işaretleri ile alay eden her kişinin vay haline.” (Hümeze 12) buyurarak insanların şahsiyetlerini zedeleyenler tehdit edilmektedir.
İnsan haklarından hayvan haklarına kadar; inanç ve düşünce özgürlüğünden yaşama hakkına kadar; akıl ve insan onurunun korunmasından mülkiyet hakkına kadar bütün haklar koruma altına alınmıştır ve muhteremdir.
“Rabbin dileseydi yeryüzünde bulunanların hepsi inanırdı. Öyle iken sen insanları inanmaya mı zorlayacaksın?” (Yunus 99) “Allah’ın haram kıldığı cana haksız yere kıymayın…” (İsra 33)
“Yoksulluk korkusu ile çocuklarınızı öldürmeyin…” (İsra 31)
“Birbirinizle alay etmeyin, birbirinizi kötü lakaplarla çağırmayın. İmandan sonra fasıklık ne kötü bir isimdir…” (Hucurat 11)
“Zinaya yaklaşmayın çünkü o çirkin bir iş ve kötü bir yoldur.” (İsra 32)
“Mallarınızı aranızda haksız yere yemeyin…” (Bakara 188)
“Ölçtüğünüz zaman tastamam ölçün ve tartıyı da doğru terazi ile yapın!” (İsra 35)
Rabbimiz çoğu İsrâ suresinde geçen yukarıdaki ayetlerden sonra 39. ayette şöyle buyurmaktadır.
“İşte bunlar Rabbinin sana vahyettiği hikmetlerdir. Allah ile birlikte başka ilah edinme. Sonra kınanmış ve uzaklaştırılmış olarak cehenneme atılırsın.”
Yani Allah’ın hikmetlerinden başka bir hikmet, Allah’tan başka da ilah arayan cehennemi boylamaktadır. Çünkü O’nun hüküm ve hikmetinden başka hüküm ve hikmet aramak, O’na eş ve ortak koşmak demektir. Hayatın her safhasında hak ve adaletin gerçekleşmesi Allah ve ahiret inancının gücüyle alakalıdır. Nitekim asr-ı saadetten günümüze kadar nerede ve ne zaman Allah’ın razı olduğu şekilde yaşanmışsa orada hak ve adalet ayakta kalmış, nerede aksi yapılmışsa orada da hak ve adalet zayi olmuştur. Çünkü İslam hayatın her sahasında ve her şartta hak ve adalete riayeti emretmektedir.
“Ey iman edenler kendinizin, ana babanızın veya akrabalarınızın aleyhine olsa bile Allah için şahitler olarak adaleti ayakta tutan kimseler olunuz.” (Nisa 135)
Rabbimiz inananları, akrabaları, ana babaları, hatta kendi aleyhlerine bile olsa adaletin ayakta kalabilmesi için hakkı söylemeye davet ediyor.
Hakkıyla inanan bir toplumda haksızlık ve adaletsizlik olamaz.
“Ey iman edenler Allah için adaleti ayakta tutan gözcüler olun. Bir topluluğa olan kızgınlığınız sizi adaletsizliğe sevk etmesin” (Maide 
Şu halde ne sevgi ve muhabbet, ne kin ve nefret mümini söz ve fiillerinde hak ve adaletten ayıramaz. Nitekim Rabbimiz:
“Kitabı ve mizanı hak olarak indiren Allah’tır.” (Şura 17) buyurarak kulun söz, fiil ve düşüncelerini bu mizana, teraziye vurmasını emretmektedir.
Günümüzde de adaletin sembolü terazidir. Terazinin topuzunu ellerinde tutanlar teraziye istediği şekilde müdahale etmektedirler. Bundan dolayıdır ki günümüzde yeryüzünde hak ve adalet zayi olmaktadır. Ne gariptir ki hak ve adalete tecavüz de hak ve adalet adına yapılmaktadır.
Hukuku katledip hakkı gasp eden zalimler, topuzuna müdahale edemedikleri adalet terazileri kurulunca kaçacak delik arayacaklardır. Rabbimiz:
“Biz kıyamet günü için adalet terazileri kurarız. Artık kimseye hiçbir şekilde haksızlık edilmez. (Yapılan iş) bir hardal tanesi kadar dahi olsa onu (adalet terazisine) getiririz. Hesap gören olarak biz (herkese) yeteriz.” (Enbiya 47) buyuruyor.
Bir zamanlar bizden hak ve adalet dilenenlerin kapısında, bu milleti hak ve adalet dilenir hâle getirenlere yazıklar olsun.
Gandi: “Haksızlık yapıp tüm insanlarla birlikte olmaktansa, adaletli davranıp tek başına kalmak daha iyidir.” der.
“Allah adaletle davranmayı, iyilik yapmayı ve akrabaya bakmayı emreder. Çirkin işleri, kötülüğü ve azgınlığı yasaklar. Düşünesiniz diye Allah size öğüt veriyor.” (Nahl 96)
İNTERNET RADYOMUZ FANİDUNYA FM 24 SAAT YAYINDADIR.
YENİ SİTE GİR,İŞİMİZ.
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir.
Üye Ol veya Giriş Yap
26
« Son İleti Gönderen: KOYLU Haziran 29, 2025, 10:51:57 ÖÖ »

Üzülme
Çünkü hüzün, düşmanı sevindirir, dostunu üzer, haset edenin diline düşürür.
Üzülme
Çünkü hüzün, kaybolanı geri getirmez, öleni diriltmez, kaderi değiştirmez, hiçbir fayda getirmez Üzülme
Çünkü hüzün sinirleri yıpratır, kalbini yorar, gecelerini mahveder. Üzülme
Eğer günah işlediysen tövbe et, istiğfarda bulun, yanlış yaptıysan özür dile ve düzelt. O'nun rahmeti sonsuz, kapısı hep açıktır. Üzülme
Kaybettiğin şey için üzülme çünkü daha pek çok nimetlere sahipsin. Allah'ın sana bahşettiği diğer nimetleri düşün hamd ve şükret. Allah'ü Teala, Allah"'ın nimetlerini saymaya kalksanız buna güç yetiremezsiniz" buyurmuyor mu?
Üzülme
Ehl-i dalaletin sözlerinden dolayı üzülme, onların tenkitlerine sabrettiğin sürece mükafatlandırılacağını unutma.
Üzülme
İnsanlara ihsanda bulunduğun sürece üzülme. Çünkü mutluluğun yolu insanlara ihsanda bulunmaktan geçer. Üzülme
Çünkü iyiliğin mükafatı 10(on) mislinden 700(yedi) yüz misline kadar savap verilirken, kötülüğün karşılığı ise sadece mislince yani 1 günaha, 1 günah yazılır.
Üzülme
Dünya, ne seçim, ne geçim dünyasıdır; dünya, bugün var yarın yok, imtihan dünyasıdır. Üzülme
Hakk'ın rızâsına uygun düşen belâ, kulun sevgisini artırır.
Üzülme
Altın, ateş ile; iyi kul da belâ ve musibet ile tecrübe edilir. (Hz. Ali r.a.)
Üzülme
İnsanlar, başlarına gelen belâ ve musibetleri ondan daha büyükleriyle kıyas etselerdi, şüphesiz belâların bazısını âfiyet kabul ederlerdi.
Üzülme
Karşı karşıya kalabileceğin muhtemel bir musibet için en kötü ihtimal ne olabilir sorusunu kendine sor. Sonra bu muhtemel sonuca kendini alıştır, ona tahammül etme konusunda kendine telkinde bulun. " bize yeter, O ne güzel vekildir." ayetini tedebbür ederek bu hali sakin bir şekilde iyimser bir tabloya dönüştürmeye bak.
Üzülme
Şunu unutma yaşadığın günün sınırları içinde yaşamazsan sıkıntı ve kaygıların artacak demektir. Biraz daha açarsak; Sabaha çıktıktan sonra artık akşamı bekleme, akşama kavuşunca da sabahı bekleme. Ne maziye takıl kal ne de gelecek kaygısı içinde ol. Yani içinde bulunduğun ânı Allar rızasına uygun yaşa.
Üzülme
İnne maal usri yüsran / Her zorlukla birlikte kolaylık vardır. Yani kolaylık zorluğun içinde saklıdır!.. Bir başka ifade ile; kolaylık; zorluk zannettiğimiz şeyin taa kendisidir!..
İNTERNET RADYOMUZ FANİDUNYA FM 24 SAAT YAYINDADIR.
YENİ SİTE GİR,İŞİMİZ.
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir.
Üye Ol veya Giriş Yap
27
« Son İleti Gönderen: KOYLU Haziran 29, 2025, 10:47:48 ÖÖ »

Çok Biliyoruz Ama Neyi
O kadar çok biliyoruz ki, artık “ Bunları biliyor musunuz ‘’başlıklı ilginç yazılar ilgimizi hiç çekmiyor. Eskiden yerde bulunan bir kağıt parçasının dahi neyi anlattığı önem arzederken şimdilerde kitabın, derginin bilginin ve bilgiye ulaşma yolunun kolay olmasından mıdır nedir, o kadar da mühim sayılmıyor.
Okumadığımız gerçeğini, bu konuda kendi gösterdiğim acziyetle açıklığa kavuştursamda, okumadan çok bilmenin savunulacak mantıklı bir yanının olmadığı da açık. Ülkemizde bir yıl boyunca iki kişinin yalnızca bir kitap okuduğu ve aktif birer televizyon izleyicisi olduğumuzu düşünürsek durumu biraz daha iyi kavrayabiliriz belki.
Bilmenin, ilmin üst sınırı olmadığı gibi, iki-üç üniversite mezunu olmak, isminin önünde bulunan sıfatların kalabalığı yada soyadının şaşası ile de ölçülebilecek bir kıstası yoktur. Yunus Emre’nin dediği gibi;‿ilim kendin bilmektir‿ Bizim de yazımızda vurgulayacağımız asıl nokta; ilmin insana kattığı değerlerin asla kendini bilmezlikle ilgisi olmayan ve bu hakikatlerin bilinmesinin insanı Hakka yakınlaştırması gerektiğidir.
İnsanoğlu daha anne karnında iken öğrenmeye başlar. Dışardan gelen tüm uyarılara duyarlıdır. İnanç ve düşünce dünyasının şekillenmesi o zamandan başlar. Hayatı boyunca karşılaşacağı her insan ve her olay bir şeyleri öğretecektir. Atalarımızın “Bir bilmek, bir ölmek‿ dediği gibi ölünceye kadar bilmeye, öğrenmeye devam edilecektir.
İnsana bilmediklerini hep Allah-u Teala öğretti. Küçücük bir karıncanın dahi O’nun izni olmaksızın adım atmadığını düşünürsek, Allah’ın bize nasip etmediği ilmi biz kendi kendimize kazanma kudretine sahip olmadığımızı anlamış oluruz. İlim öğrenmekten asıl maksat, yaratılış gayemize uygun hareket etmeyi öğrenmek ve bununla amel etmektir. Yoksa Allah-u Teala’nın bizim yaptıklarımıza ihtiyacı yoktur, bizim yaşamaya, anlamaya ve Hakk’a ulaşmaya ihtiyacımız vardır. Öte yandan bildiklerimizin ağırlığınca değil, amellerimizin ağırlığınca mükafatlandırılacağız.
Elde ettiği ilim ile kendini hayata karşı daha iyi donanımlayan insan hep kendi ile uğraşır. Bildiklerinin ağır sorumluluğu altında ezilirken, etrafa caka satacak vakit pek bulamaz.
Çocukluğundan beri Peygamber Aleyhisselatı vesselam Efendimizin evinde yetişip büyüyen ve hakkında, “Dünyada var olan ilmin beşte dördü Hz. Ali’dedir. Diğer beşte birlik kısmı ise yine Hz. Ali diğer insanlarla birlikte paylaşır.‿ Diye buyurulan Hz. Ali bakın ne diyor:‿Bildiklerimi ayağımın altına koysalar başım göğe değerdi.‿ İlim konusunda kendisine bu kadar lütuf buyurulan bir insan dahi bilmedikleriyle ilgileniyor ve bunların onu göğe yükseleceğini söylüyorsa bizlerin hali ne olacak?
Geçimimizi temin ettiğimiz mesleklerimizle ilgili konulara bile tam anlamıyla hakim değilken, öğrenip geliştirmekten ziyade kolayına kaçmanın yollarını ararken bizlerin hali ne olacak?
Bütün bu yadsınamaz gerçeklerin yanı sıra “Ben biliyorum‿ diyebilmek gerçekten sorumluluğu olan iddialı bir söz. Maalesef herkes her şeyi o kadar çok biliyor ve her konuda yapacak mutlaka bir yorumu var. Her insan bir deryadır. Elbette onun da gönül ve düşünce dünyasında farklı renkli düşünceler gizlidir ama yalnızca kendi aklına güvenip yola çıkan yarı yolda kalır.
Gerçekten bildiklerinin farkında olan insanın ilgilendiği şey, bunlar dışında kalan diğer bilmedikleridir. Kimseyi bilmediğiyle kınayamayız ama “Bilmemek değil, öğrenmemek ayıptır.” Bize akıl nimeti bahşedildiğine göre doğru kullanıp faydalı şeyler üretmek bizim elimizdedir. Tıpkı içi dolu başakların baş aşağı eğilip yere yaklaşması gibi bilen insan da bildiklerinin ağırlığıyla eğilir ve sürekli tevazu halinde olur.
Siz hiç dalları meyve ile dolu olduğu halde dimdik duran bir ağaç gördünüz mü? Kavaklar gibi meyvesiz, gökyüzüne doğru uzayıp giden bir ağaç mı yoksa ağırlığından neredeyse meyvelerinin yere değeceği bir ağaç mı olmak istersiniz?
Allah-u Teala cümlemize bilmediklerimizi bilmeyi, tüm ömrümüzü ilmiyle iştigal etmemizi, ilmiyle amel eden ve amellerinde ihlaslı olanlardan eylesin.
Amin.
İNTERNET RADYOMUZ FANİDUNYA FM 24 SAAT YAYINDADIR.
YENİ SİTE GİR,İŞİMİZ.
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir.
Üye Ol veya Giriş Yap
28
« Son İleti Gönderen: fanidunya NET Haziran 29, 2025, 08:29:41 ÖÖ »

İslam'ı ve hayatı Anlamak
Saadet döneminin güzel insanları sahabe-i kiram, cahiliyenin adet, gelenek, görenek, hayatı algılayış ve varlığı okuyuş şeklini kendi hayatlarından uzaklaştırmayı, islami bir hayat ve bu hayatın hakim olduğu bir dünyanın oluşturulmasındaki temel tavır olarak görüyorlardı. Bu tavrı şu iki esas üzerine bina ediyorlardı:
-Cahiliyeye ait bütün alışkanlık, algılama tarzı ve yaşam biçimini terk etmek;
-Resulüllah'ın (sav) kendilerine ulaştırdığı vahiy çerçevesinde hayatlarını kurmak ve kurgulamak
Resulüllah'ın (sav) ulaştırdığı her yeni vahiy, sahabenin hem ruhi gelişmeleri yönünden, hem de pratik hayatlar bakımından vahye özgün Müslümanca bir hayat ve dünyanın oluşturulmasında yeni bir dönemi teşkil ediyordu. Söz konusu hal her gün bir aşaması tamamlanan, her inen vahiyle kemale yürüyen bir hayatın, yepyeni bir hayatın, o dönem insanına-her dönemin insanına-sunduğu orijinal bir yöntemdi.
Söz konusu ruhi gelişmenin ve pratik hayatın oluşturulmasında dikkat edilen ve özellikle üzerinde durulan şey, bu ameliye Müslümanca ve vahyin kriterlerine uygun olmasıydı. Bu ameliyenin İslam dışı kaynaklardan ve yöntemlerden tüm bulanıklıklardan, anlaşılmazlıklardan, Tatmayan bilmez" ucubeliklerinden, seçkin sınıflar oluşturmaktan uzak, temiz ve saf bir akideye dayanan, kolay ve pratik bir ameliyedir.
Yukarıdaki iki esasa binaen Saadet Asrında Islama giren her insan, terk ettiği hayatın cahiliyeye ait bir hayat olduğunu bildiği için, kendisini, Müslümanca bir hayat oluşturma zorunluluğunda görüyordu. Bu zorunluluk onu İslam tarafından S reddedilmiş cahiliyenin tüm adetlerine, algılayışlarına kavrama yöntemlerine, inşasına dönük zahir batın ikilemciliğine düşmekten ve bulaşmaktan uzak tutuyordu. *2
Yine bu zorunluluk, Saadet Asrının insanını cahiliyeden İslam’a geçtiği bir hayattan bir başka hayata kendini aktardığı, geride bıraktığı hayatı gözü arkada kalmamacasına bütünüyle terk ve reddettiği anlayışına götürüyordu. Yine Saadet Asrının insanı, içine girdiği, kabul ettiği ve teslim olduğu hayata ise, karşısına çıkaracağı tüm zorlukları ve ne olursa olsun bütün şartlan karşılamaya, göğüslemeye razı olarak girdiğinin bilincindeydi.
Kendilerini tamamlanmış bir dinin mensubu olarak bulan Saadet Asrı sonrasındaki insan ise, yaşadığı dünyayı esas alınca dini, yaşadığı pratiklere uyarlamaya başladı. Ve ayrıca dini, .uyarlanan pratiklere göre kurgulamaya yöneldi. İşin daha da kötüsü bu durum, vahyi terbiyeden geçmemiş geniş kitleler için bir alışkanlık haline geldi. Müslümanların bütün bir tarihi, bu alışkanlığı terk etmek, ortadan kaldırmak isteyenlerle, bu alışkanlık üzerine kendini tesis etmek isteyen vahiy harici anlayışların mücadeleleriyle doludur.
Söz konusu zihni alışkanlık klasik dönemler haricinde içinde bulunduğumuz modem zamanlara da modem bir görünüm ve ifade biçiminde yansımaktadır. Artık din, ne ise o olarak değil ve fakat modem insanın-Müslümanın-zihin konforunda dine atfettiği ve din olarak algıladığı görüşe göre tanımlanıyor. Böylelikle İslam'ın temel esas ve kabulleri, pratik hayat biçimi, siyasal tavırlar, tertemiz akidesi ve salih amel bilinci dahil yekpare bir hayatın her alanı, az önce ifade edilen modem insanın-Müslümanın-dini algıladığı görüşe uygun olarak yorumlanıyor. Bu algılama biçiminin bir sonucu olarak İslam, klasik dönemlerin moda anlayışlarına ve çevresel etkilenmelerine nasıl eklemlenmiş ve uzlaştırılmışsa modem zamanlarda da moda akımlarla ve izlerle de aynı şekilde eklemlenme ve uzlaştırılmaya uğramıştır.
Bu uzlaştırmanın en son ve en yeni şekli, demokrasilerin seküler, din dışı beşeri hayat tarzıyla uzlaştırma şeklidir. Güç olarak zaafa uğramış ümmetin sahih ve evrensel Islami hayat anlayışlar, cahiliyenin küreselleştirdiği dünyada demokratik söylemlere ve metotlara dönüşmekte.
Geldiğimiz nokta da bugün, endişe sahibi olduğunu, İslam’ı hayatlarında esas aldığını söyleyen ve onu önemseyen ve ciddiye aldığını iddia eden her Müslüman, İslam'ı nasıl algıladığını kendisine sormak zorundadır.
Din;
-seküler, beşeri bir hayat derecesinde mi algılanmakta,
-hayattan kopuk, her yönüyle mücadeleden kaçık, Hristiyanlıkvari mistik bir derecede mi algılanmakta,
-yoksa her yönüyle her şeyin, hayatın ve ölümün kendisiyle sınandığı ilahi kökenli bir gerçeklik mi? Saadet Asrının Müslümanı ile sonraki dönem-klasik ve modern Müslümanlarının tavırlarını karşılaştırmamız, biz yaşayan Müslümanlar için bu soruların doğru cevaplarını bulmada yolumuzun işaretlerini ortaya çıkaracaktır.
İNTERNET RADYOMUZ FANİDUNYA FM 24 SAAT YAYINDADIR.
YENİ SİTE GİR,İŞİMİZ.
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir.
Üye Ol veya Giriş Yap
29
« Son İleti Gönderen: fanidunya NET Haziran 29, 2025, 08:15:14 ÖÖ »

İnsanlığın Gidişatından Her Müslüman Sorumludur! 2
Her ifrat (aşırılık) bir mahiyet sapmasıdır. Her mahiyet sapması ifratlarla ve tefritlerle birlikte yaşanır. Öyle bir fasit dairenin içinde, sevginin asliyeti yoktur. İtirafı zor da olsa, ağır da gelse, yoktur. İlmin mutluluğa eriştiren sırrı marifetullah’tır; sevginin mutluluğa eriştiren sırrı muhabbetullah’tır. Ve bu sırlar, asliyet ölçülerine bağlı kılınmıştır. “Asliyet ölçülerinden, mutluluk dengesinin icaplarıyla ilgili sonuçlar çıkarmak; o sonuçları kavramların arasındaki münasebetler açısından önümüzdeki meselelere göre yorumlamak”, “tefekkür”ün manevi tarifidir. Ve bu tarif, özüyle evrenseldir. Aynı özü, bin bir çeşit üslupla, farklı ifade ihtiyaçlarını tatmin edici biçimde verebilmek mümkündür. Batı’nın materyalist aklı beş duyu ile sınırlıdır. Sadece teraziyle, mercekle, metreyle (bunların delalet ettiği aletler listesiyle) iş görür. Ne inanca yönelişi vardır ne de inancın ışığına ihtiyacı! O yüzden de kendi tarif ve mahiyet sınırları dışında kalan alanları kavga ederek geliştireceğini vehmeder. Kalbin akletmesi, kalbin aklı ışıklandırması demek. O ışık olmazsa akıl doğruyu düşünemez; nefs’in karaltıcı tesiri altında kalıp yalnızlaşır. Hep “akla önem vermek” ten söz edilir. Kalbe önem vermeden akla önem vermek bir mana ifade etmez ki. “Hakikati arama hasbiliği içinde düşünmek” tir.
İnat için değil, nefsani tutkular ve oyunlar için değil, mükabere (karşılıklı kibirleşme, üstünlük sağlama) için değil. “Hakikat ne ise ben onu arıyorum. Hata ettiğimi görürsem dönerim, hatamı gösteren olursa sevinirim” diyebilirseniz, kalbin ışığı aklı aydınlatıp hürleştirir. O ışık, kaynağı itibariyle ne kadar güçlüyse, sıhhatliyse, size yansıması ne derecedeyse; arayışınız o nispette verimli olur. Bu gerçek, “insan-tarih-medeniyet” görüşlerine mesnet olunması gereken bir temel esastır.
Yaşananlar; aklın kalp ile, bilginin sevgi ile kavgasıdır. Bizatihi insanın kendi kendisiyle kavgasıdır. Ve bu kavga mutluluk dengesinin inşasını değil, tahribini ifade eder. Böyle bir çarpık dengede, sevgi de bilgide de kalp de akıl da asliyetin mahrum kalış gurbetinin hüzünlü perişanlığını yaşamaktan kurtulamaz.
Hayatın bütünlüğünü sadece İslam’ın bütünlüğü karşılar. Bu dünyadaki en büyük fikri hakikat budur.
Neden böyledir? Çünkü İslam fıtrat dinidir, itidal dinidir, hayatı bütünüyle ihata etme noktasında mükemmelleşen son dindir. İnsancıklar, izah edemediğini inkâr ediyor; tepki aracı olarak kullandıklarını da putlaştırıyor, sonra da “özgürlük” adına “seçenek” icbarı lütfediyorlar. “Hangi taassubu istersin?” Hiçbirini istemem. Müslüman olanın, kimlik belirleme problemi olmaz. Nerede yaşıyorsa yaşasın, olmaz. Problem, kimliğin muhtevasını teşkil eden şahsiyet yapısıyla ilgilidir. Hayatın bütünlüğünü sadece İslam’ın bütünlüğü karşılar. Başka bir manevi kaynağa bağlanmış isen yahut boşluktaysan işte o zaman kimlik problemi ortaya çıkar. Çünkü hayatı kuşatmayan bir çerçevede, bütün melekelerini en iyi biçimde kullansan bile, şahsiyet zaaflarından ve yetersizliklerinden kurtulamazsın. Tezatlardan kurtulamazsın. Tefekkür gücünle meseleleri temelden halledemezsin. Kimlik problemi Batı’nın problemidir. Elindeki malzemeyi en iyi biçimde kullanmıştır. Düşünce gücünü seferber etmiştir, ama dayandığı temel, inşa ettiği medeniyeti taşıyamamış, dik ve sıhhatli tutmamıştır. Bir başka ifadeyle; Batı’nın ana problemi, düşünce faaliyetinden bir noktanın ötesinde netice alamamaya başlamasıdır; bizim ana problemimiz, düşünce faaliyetinin durmasıdır, olmayışıdır. Kur’an-ı Kerim’deki “Ey iman edenler! Tefekkür, teakkul, tezekkür ediniz” hitabını yerine getirmeyişimizdir. Bunu da Gazze’de ölüme, cihada giderken sırf Müslümanlara değil, insanlığını kaybetmeyenlere verdiği “iman dersi” ile kendini göstermiştir.
Fıtratına, bütünlüğünün özüne, kendini aşıp kendi bütünlüğünü koruyarak bir bütünleşmeler teselsülünün/hiyerarşinin ufkuna aykırı düşmüş bir insan, kendine yabancılaşmış demektir. Gelişemez, düşünemez, terkip edemez, sevemez “bilgiyi bilince” mal edemez. Bazen kendimize yabancılaştığımız yahut yabancılaşır gibi sendelediğimiz zamanlar oluyor. Fark edip bir an önce toparlanırsak ne ala; aksi halde yozlaşarak tanınmaz hale gelebiliriz.
“Bu kadarla bir şey olmaz” deyip nefsin mazeretleriyle kendini aldatmayı seçersen, yabancılaşma süreci tıkır tıkır işlemeye başlar.
Sonunda öyle bir noktaya varırsın ki, yabancılaşmayı fark ediş duyargaların da işlemez olur. Ondan sonrası kavgadır. Hayatla, hakikatle, asliyetle itidalle, kendinle kavga! Aşmayı, taşmayı, bulaşmayı, bırakmışsın; toslayarak, çarparak, ifrat-tefrit kıvılcımları çıkararak var olmaya çalışacaksın, tabii nasıl var olmaksa! Temel mesele fikridir; ama onunla beraber, ondan asla ayrılmaksızın ebedidir, insanidir, hayatidir, manevidir, günceldir, pratiktir, tek kelimeyle küllidir, bütünseldir. “İzden ayrılmayan iz bırakmaz” denilmiştir. Aslında “taklit” izciliği, bir noktadan sonra asli izleri görünmez hâle getirir, “parçaların ışığında bütün görülemeyeceği” için yabancılaşmanın gurbeti bizi bizsiz bırakır, bizi sevgisizliğe ve yalnızlığa mahkûm eder. Kendi kendimizin dostu olmayı öylesine unuturuz ki düşmana ihtiyaç kalmaz.
Hâlimiz bu! Hasta ama hasta olduğunu bilmeyen veya kabullenmeyen hasta!
Yaşar Değirmenci.
İNTERNET RADYOMUZ FANİDUNYA FM 24 SAAT YAYINDADIR.
YENİ SİTE GİR,İŞİMİZ.
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir.
Üye Ol veya Giriş Yap
30
« Son İleti Gönderen: fanidunya NET Haziran 29, 2025, 07:58:21 ÖÖ »

Cahiliye Toplumu ve İslam 12
TOPLUMLARIN SAADETİ İSLÂM’A BAĞLIDIR
…İslâm, kadını yüceltmiştir
İslâm’da kadın hakları
Ticaret alanında *Allah, çalışmayı ve ticareti teşvik etmiştir(1).Ticaret her devir de önemli bir geçim kaynağı olmuştur. Ticaret yalnızca erkeklerin yaptığı bir uğraşı olmayıp, kadınlar da yapmıştır. İslâm’dan önceki dönemde ticaretle uğraşan kadınlar vardı. Bunlardan birisi de Hz. Peygamber’in ilk eşi Hz. Hatice’dir. İslâm’la birlikte kadınların ticaretle iştigal etmetleri devam etmiştir. Bunlar arasında; Kayle el Enmariyye, Muleyke Ümmü’s Saib es Sakafiyye, Esma bint Muharribe ve Havla bint Tuveyt gibi kadınlar bulunmaktadır. Hz. Resûlullah, kendisine ticaretle ilgili sual soran kadınlara yol gösterir ve onlara şöyle tavsiyeler de bulunurdu; ‘Bir şey alacağınız zaman, satıcı ister versin, isterse vermesin, düşündüğünüz fiyatı vererek müşteri olun. Bir malı satacağınız zaman da, satmayı düşündüğünüz fiyat ne ise onu söyleyin’ diyerek ticaretin esasını ifade etmişlerdir.
Tekstil ve dokuma alanında
*Hz. Peygamber zamanında ve sonraki devirlerde hem ailesinin ihtiyaçları olan giyeceklerin dikiminde, hem de ticaret için terzilik yapan kadınlar vardı. Kadınlar, hem evcil hayvan ve hem de vahşi hayvan derilerinden elbise dikerlerdi. Hayvan derileri sadece elbise yapmak için değil, aynı zamanda ayakkabı, mest, yatak, yastık minder, matara, su kabı ve çeşitli ev eşyaları ve gıda maddelerini muhafaza etmek için de kullanılırdı. Ayrıca hayvan yünlerinden (deve, koyun, keçi, vs.) elde edilen iplerden çeşitli dokumalar yaparlardı (kumaş, keçe, yaygı, sergi, vs.).Küçük çapta da olsa Medine’de dokuma tezgâhları da vardı. Hz. Peygamberin hanımlarından Hz. Aişe, Hz. Zeynep, Tehna bint Küleyb terziler arasında sayılabilir.
Sütanneliği ve çocuk bakıcılığı
*Hz. Resûlullah döneminde kadınların çalıştıkları sahalardan biri de sütanneliği ve dadılıktı. Hz. Muhammed (s.a.s.)’i de, önce amcası Ebu Leheb’in cariyesi Süveybe ve daha sonrada Hevazin kabilesinden Halime hatun emzirmiş ve sütanneliği yapmıştır. Halime hatun aynı zamanda Hz. Muhammed (s.a.s.)’in dadılığını (bakıcılığını) yapmıştır. Havle bint Münzir ve Ümmü Seyf de Hz. Resûlullah’ın oğlu İbrahim’e sütanneliği yapmışlardır.
Hz. Peygamber’in torunu Hz. Hüseyin’e de, Hz. Abbas’ın hanımı Lübabe bint Haris sütanneliği yapmıştır. Sütannelere, örfe göre ve kişinin cömertliğine göre bir ücret verilmekteydi.
Günümüzde de çocuk bakıcılığı önemli bir sektör olmasına rağmen, maalesef ‘sütanneliği’ ortadan kalkmış, onun yerini ‘çocuk mamaları’ almıştır. Çocuk mamaları asla anne sütünün yerini tutamaz. Nasıl tutsun ki, mamayı insan, anne sütünü ise Allah yapıyor. Bu gün modern Tıp anne sütünü ve iki sene emzirmeyi tavsiye ediyor.
Kuaförlük
* Hz. Resûlullah’ın zamanında kadınların yaptığı bir diğer meslek de kuaförlüktü. Yaratılışları itibariyle kişisel bakımlarına ve süslenmeye kadınlar daha meyillidirler. Her devirde kadın kadındır. Devirler değiştikçe kadınların fıtrî olan bu özellikleri değişmemiş, sadece bakım malzemeleri ve usulleri değişmiştir. Kuaförlük (kadın bakımı yapan kadın berberliği) yapan kadınlar, kadınların saç, vs. bakımlarından, cilt, makyaj bakımlarına kadar çok çeşitli işleri yaparlardı. Kuaförler, özellikle düğünlerde gelinin hazırlanmasında önemli görevler ifa eder ve para kazanırlardı. Devs kabilesinden Ümmü Gaylan, Ümmü Züfer, Hılf kabilesinden Aişe, Büsre bint Safvan, Kureyş kabilesinden Ümmü Ri’le el Kuşeyriyye ve Hz. Osman bin Affan’ın kız kardeşi Amine bint Affan, Hz. Peygamber zamanında kuaförlük yapan kadınlardan bazılarıdır.
Müzisyenlik ve Oyunculuk
*Hz. Peygamber(sav) zamanında kadınların yaptıkları bir diğer meslek de müzisyenlik ve oyunculuktur. Müzisyenlik ve oyunculuk yapan kadınlar genellikle kapalı mekânlarda çalışırlar ve sadece kadınların topluluklarını eğlendirirlerdi. Müzisyen ve oyuncu kadınlar özellikle sünnet ve nikâh düğünlerinde ve çeşitli kutlamalarda sanatlarını icra ederler ve önemli ölçüde gelir elde ederlerdi(2).
Netice olarak; İslâm’a lehtar veya muhalif olanların zihinlerindeki algıların aksine, Hz. Resûlullah döneminde kadınlar evlerde hapis olmayıp, her zaman hayatın içinde olmuşlar ve hayatın önemli bir parçası olarak topluma hem sosyal hayatta ve hem de iş hayatında önemli katkıda bulunmuşlardır. İslâm, kadının eve hapsedilip, çalışmamasından yana değildir(1).
Bilakis kadın da çalışıp üretmelidir. Ancak, kadınlar fıtratlarına uygun işlerde (sağlık, eğitim, kozmetik-bakım, ticaret, sanat, vs. gibi) çalışmalıdırlar. İslâm’ın karşı olduğu husus; kadının fıtratına uymayan işlerde (güç gerektiren ağır işler, kadının dişiliğinin istismar edilmesiyle ilgili işler, fuhuş, vs.) zalimce ve adaletsizce çalıştırılmasıdır. İslâm, kadının hayatın ağır çarkları altında ezilmesine ve zalimce sömürülmesine karşıdır.
----------------------------------------------------------------------------------------------------
Kaynakça
(1):‘’İnsan için kendi çalıştığından başkası yoktur(Ancak çalışmasının karşılığını görecektir)’’ (Necm-39).
‘’Ey iman edenler! Mallarınızı aranızda batıl sebeplerle (haksız olarak) yemeyin. Ancak kendiliğinizden anlaşarak bir ticaret yapmanız başka…’ (Nisa-29).
(2): Ahmet Acarlıoğlu, Hz. Peygamber döneminde kadının çalışma hayatındaki yeri. S. Demirel Üniversitesi İlahiyat Fak. Dergisi 2019/1, sayı; 4
Prof. Dr. Yusuf Özertürk.
İNTERNET RADYOMUZ FANİDUNYA FM 24 SAAT YAYINDADIR.
YENİ SİTE GİR,İŞİMİZ.
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir.
Üye Ol veya Giriş Yap
Sayfa: 1 2 [3] 4 5 ... 10
|