Sayfa: 1 2 3 [4] 5 6 ... 10
31
« Son İleti Gönderen: fanidunya NET Haziran 29, 2025, 07:45:18 ÖÖ »

Aile İçindeki Birlik Ve Beraberlik
Aile birliği ve beraberliği ayni zamanda toplumsal değer taşımaktadır. Bu değer bambu ağacı gibi kök salar. Ailede de birlik kökleri bütün toplumu sararak kaynaştırır.
Aile birlik ve beraberliğini gerçekleştirip sürdüren bu kökler üç maddede insan denen varlığın en sağlam temelini kurar. Sacayağı dimdik ayakta tutan üçayak temel esas olarak sapasağlam canlı tutar. Bunlar, sekine, aşk ve merhamet bağlarıdır.
Özellikle bunlardan sekine bağı, ailede yabancılaşmayı önler. Zıtlaşmaya engel olur.
Tartışmalara meydan vermez. Aile içine girebilecek virüs sızıntılarını engeller. Gönül ve güven duygularını çelik bağları gibi sağlamlaştırır. Şüphe ve endişe marazını dezenfekte eder. Gönül âlemini şüphe ve endişe lekelerinden arındırır.
Artık toplumu hak mayası ile mayalamış olur. “Bambunun” kökleri hedefine ulaşmış ve devreyi tamamlamış olur. Bundan sonra gelen aşk, beşerî değerler has hamurunu kıvamına erdirir. İnsanların pek düşünemediği ve hikmetine vakıf olamadığı esrarengiz hakikatler zuhur etmeye başlar. İnsanlar değişmez değerlerde buluşurlar. Ve tevhid sistemi ortamında güvenle yaşama mutluluk nimetlerine kavuşmuş olurlar.
Aşk ve merhamet karı koca arasında gelişir. Aile bütünlüğünü tümden onere eder. Kitlelerin aradığı, güven, sadakat, adalet, medeniyet ve özgür hayat rayına yerleşmiş olur. Bencilik, çıkarcılık, tefrika ve delilsiz uygulamalardan giderilir ve toplumu ayrıştırma gündemden kalkar. Böyle ortamda da insanlar, doğal insan olurlar.
Bu Kur’an ilkeleri ile eğitilen İslam ümmetinin şan ve şeref tablosudur. Bunu da hazırlayan temel ilkeler vardır. Burada temel ilkelerin tamamı Kur’an muhtevasından giriş kapıları olarak ifade edebileceğimiz üç ayette görmek mümkündür;
Sizden, insanları hayra çağıran, iyiliği emreden, kötülükten alıkoyan bir ümmet (lider kadro) bulunsun. İşte onlar, iki cihan saadet ve selametine erenlerdir. (Ali imran:3/104) Tabii bunlar papatyalar gibi bitmezler. Elbette seçkin ailede yetişirler.
Siz insanlar için çıkarılmış hayırlı ümmetsiniz, maruf ile emredersiniz, münkerden nehyedersiniz ve Allah’a iman ediyorsunuz. Eğer ehl-i kitap da iman etselerdi elbette kendileri için hayırlı olurdu.
Onlardan mümin olanlar vardır. Fakat çoğu fasıktırlar.
Ali imran:3/110) İyiliği emir, kötülükten men etmek iman gereğidir.
Bu iman gereğini hakkıyla yapmayan müslüman da olsa zelildir ve perişandır.
Ey iman edenler! Sizden her kim dininden dönerse, Allah onları yok eder, yeni bir kavmi getirir ki, onları sever, onlar da O’nu severler. Onlar müminlere karşı mütevazi olurlar. Kâfirlere karşı da şiddetlidirler Allah yolunda savaşırlar ve kınayanın kınamasından korkmazlar. Bu, Allah’ın fazlıdır, onu dilediğine verir ve Allah Vâsidir, nimeti lütfu sonsuzdur. Alîmdir, her şeyi incelikleriyle bilendir. (Maide:5/54)
Burada da görüldüğü gibi dünyada iki milyar müslümanın varlığından bahsediliyor. Fakat bir avuç korkak mı kork yahudi karşısında ne hale düştüğü görülmektedir. Onlardan da daha korkak halleriyle her alanda “kem küm” eden mücahid bozuntusu bireyci müslümanlar, tevhid dininden fersah fersah uzaktırlar.
O müşriklere: “Allah’ın indirdiği Kur’an’a inanın, tâbi olun.” denildiği zaman onlar: “Hayır, biz atalarımızı ne üzerine bulduksa ona tabii olur, onu yaparız dediler. Ya ataları bir şey anlamaz ve doğruyu seçemez idiyseler de mi onlara uyacaklar? (Bakara:2/170) Bugün müslümanlar grupçulukta böyle oldular.
Ey müminler! Hepiniz beraberce barış sistemi ortamına girin. Ve şeytanın adımlarına tabii olmayın. Şüphesiz o sizin için apaçık düşmandır. (Bakara:2.2)
Onun için aile birliği, şeytana uymayanların zaferidir. Esselamualeykum
İlhan Oral.
İNTERNET RADYOMUZ FANİDUNYA FM 24 SAAT YAYINDADIR.
YENİ SİTE GİR,İŞİMİZ.
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir.
Üye Ol veya Giriş Yap
32
« Son İleti Gönderen: fanidunya NET Haziran 29, 2025, 07:34:42 ÖÖ »

Müslüman Gençler Sevginizi Nikâhla İspatlayın
Seven sevdiğini harama bulaştırmaz:
Eğer gerçekten seviyorsanız sevdiğinizi flörtle ve nikâhsız birlikteliklerle harama bulaştırmayın! Çünkü Efendimiz (S.A.S.) buyuruyor ki: “Birbirini sevenler için nikâh(tan daha iyi bir çözüm) yoktur.” (İbn Mâce, Nikâh, 1) Sevgi bir iddiadır. O halde bu iddianızı sade bir düğün ve meşru bir nikâhla ispatlayın!
Seven sevdiğini günaha sokmaz:
Eğer gerçekten seviyorsanız sevdiğinizi gizli kapaklı görüşmelerle, ailelerin haberinin olmadığı merdiven altı nikâhlarla, telefon görüşmeleri, sosyal medya mesajları ve WhatsApp yazışmaları ile günaha sokmayın! Eğer gerçekten seviyorsanız sevdiğinizi ilk önce günahlardan ve haramlardan koruyun! Unutmayın! Sevdiğini günahlardan koruyamayanların ve hatta bizzat kendisi günaha sokanların sevgi iddiası, nefsin tatmininden ve hevaya uymaktan başka bir şey değildir.
Seven sevdiğine musallat olmaz:
Seviyorum diye kimseye musallat olmayın. Kimsenin hayatını zindana çevirmeyin. Kimsenin korkularla yaşamasına sebep olmayın. Unutmayın! Gerçek sevgi bazen sevdiğinden vazgeçmeyi de gerektirebilir.
Efendimizin (S.A.S.) ashabından Muğis’in eşi Berira kendisinden ayrılmıştı. Fakat Muğis Berirayı o kadar çok seviyordu ki, sürekli etrafında dönüp duruyor, gittiği her yere gidiyor ve hep ona yakın olmaya çalışıyordu. Bir gün Berira için ağlayan ve gözyaşları sakalından akan Muğis’i gören Efendimiz (S.A.S.), “Ey Abbas, Muğis’in Berira’ya olan sevgisine Berira’nın da ona olan sevgisizliğine hayret etmiyor musun” demişti. En sonunda Muğis, Berira’nın kendisine dönmesi için Efendimiz’den aracı olmasını istemişti. Efendimiz (S.A.S.) Berira’ya durumu açtığında Berira, “Ya Rasûlallah eğer bu bir emirse başım üstüne ama sadece aracılık yapıyorsanız ben dönmek istemiyorum” demişti. Efendimiz (S.A.S.), “Ben sadece bir aracayım” diye buyurmuştu. Bunun üzerine Berira Muğis’e geri dönmemişti. Muğis, Berira’nın geri dönmeyi reddettiğini anlayınca artık onu asla rahatsız etmemiş ve etrafında dolaşmaktan vazgeçmişti. (Buhari, Talak, 16)
Seven sevdiğini borç ve faiz bataklığına sürüklemez:
Eğer gerçekten seviyorsanız, sevdiğinizi şatafatlı bir düğün, pahalı bir gelinlik, gösterişli takılar, lüks ve konforlu bir hayat için faize bulaştırmayın! Görsünler, bilsinler, duysunlar ve desinler diye sevdiğinizi el âlem uğrunda borç bataklığına sürüklemeyin. Unutmayın! Gerçek sevgi yük olmayı değil yük almayı gerektirir.
Seven sevdiğinin sevdiklerine hürmetsizlik etmez:
Eğer gerçekten seviyorsanız sevdiğinizin anne-babasına hürmetsizlik etmeyin! Birbirinizin anne-babasına karşı yapacağınız her saygısızlığın ve bu konuda yaşayacağınız her tartışmanın ve kavganın şeytan için bulunmaz bir fırsat olduğunu unutmayın! Eğer aranızdaki sevgi artsın istiyorsanız ilk önce birbirinizin anne-babasına karşı hürmetinizi arttırın. Göreceksiniz ki, sevginiz hem kökleşecek hem de bereketlenecektir. Çünkü anne-baba berekettir.
Seven sevdiğini günaha terk etmez:
Her şeye rağmen nefsinize uyup bir takım günahlara ve hatalara bulaştıysanız bile asla ümitsizliğe kapılmayın! Çünkü Efendimizin (S.A.S.) buyurduğu gibi: “Her insan hata eder ve hata edenlerin en hayırlıları hatalarından dönenlerdir, tevbe edenlerdir.” (İbn-i Mâce, Zühd, 30) O halde hatalarınızı tevbe ile temizleyin! Allah’ın örttüğü günahlarınızı ve hatalarınızı asla kimseye açıp kendinize şahitler tutmayın. Çünkü umulur ki, Allah bu dünyada örttüğü günahlarınızı ahirette de örter.
Sürekli istiğfar edin. Sevdiğinizi de asla günah bataklığına terk etmeyin! Ve unutmayın! Her günahın tevbesi kendi cinsindendir. Bazı günahlar için ise nikâhtan daha temizleyici bir şey yoktur.
Dr. Abdülaziz Kıranşal.
İNTERNET RADYOMUZ FANİDUNYA FM 24 SAAT YAYINDADIR.
YENİ SİTE GİR,İŞİMİZ.
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir.
Üye Ol veya Giriş Yap
33
« Son İleti Gönderen: fanidunya NET Haziran 29, 2025, 07:26:36 ÖÖ »

Yatarken Dikkat Edilecek Bazı Hususlar
Müminin her hareketi şuurlu olmalıdır. Gafletle geçmemesi için uykuyu da değerlendirmelidir. İbadetleri sağlam yapmak niyetiyle olursa uyku da ibadet olur.
Günümüzün ortalama üçte biri uyku ile geçmektedir. Uykumuzun gafletle geçmemesi için, yatarken bazı hususlara dikkat etmelidir. Bunlar: 1. Yatsı namazını vaktinde kılmalı. Kılmadan yatmamalı. Bilhassa yazın, yatsı vakti geç olduğu için yatsıdan evvel uyuyakalmaktan sakınmalı. 2. Yatağa abdestli girmelidir! Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (Abdestli yatan, gece ibadet eden ve gündüz oruç tutan kimse gibi sevap kazanır.) [Hakim](Abdestli yatan, o gece ölürse şehit olarak ölür.) [İbni Sünnî] 3. Büyük âlim Ebû Alî Dekkak rahmetullahi aleyh vefat ederken üç şey nasihat eyledi: (Cuma günü gusül abdesti alınız! Her akşam abdestli olarak yatınız! Her hâlinizde, Allahü teâlâyı hatırlayınız!) 4. Misvakla dişleri temizleyip, sağ yanı üzere kıbleye karşı yatmak sünnettir. Misvak bulunmazsa fırça da kullanılabilir. Uyku, ibadetleri kuvvetle ve sağlam yapmak niyetiyle olursa ibadet olur. 5. Borçları ve önemli işleri olan kimse, vasiyetini yazmadan yatmamalıdır! Çünkü sabaha çıkacağını kimse bilemez. Vasiyet olarak, varsa kul borçlarını, namaz ve oruç kazaları gibi Hak borçlarını yazmalı, ölümünden sonra ne yapılmasını istiyorsa bildirmelidir! 6. Günahlarına tövbe edip uyumalıdır! Kimseye zulüm ve kin hissi duymadan yatmalıdır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Hiç kimseye zulüm ve kin hissi duymadan yatanın günahları affolur.) [İ. Ebiddünya] 7. Yatarken Âyet-el-kürsi, üç İhlas ve bir Fatiha, iki Kul-Eûzüyü okumalıdır! Salevat-ı şerife getirmelidir! "Amenerresûlü”yü yatsıdan sonra okumalı ve buna devam etmeli!.. Çok kıymetli bir fıkıh kitabı olan İbni Âbidin’de şöyle yazmaktadır: Her gece Yâsîn okuyanlar, abdestli olarak yatanlar, gıda maddeleri getirip ucuza satanlar, her sabah veya akşam devamlı olarak üç kere (E’ûzü billâhissemî’il’alîmi mineş-şeytânirracîm) ile (Haşr) sûresinin sonunu [Hüvallahüllezî...]’yi okuyanlar (Ahiret şehidi) olurlar. 1. Uykunun bir nevi ölüm, uyanmanın da dirilmek olduğunu düşünmelidir! Hazret-i Lokman, oğluna (Oğlum, ölümden şüphen varsa, uyuma! Uyumak mecburiyetinde kaldığın gibi, ölmeye de mahkûmsun. Eğer dirilmekten şüphe ediyorsan, uykudan uyanma! Uykudan uyandığın gibi öldükten sonra da dirileceksin) buyurmuştur. 2. Yatarken; yarınki hayırlı işleri yapabilmek için istirahat etmeye, ibadete kuvvet kazanmaya, sabah namazına kalkmaya niyet etmeli! Böyle niyet edenin uykusu ibadet olur. 3. Henüz sabah namazının vakti girmeden, yani seherde kalkmaya çalışmalıdır. Seher vakti kalkmak berekettir. Seher vakti duaların kabul olduğu vakittir. Sabah namazına kalkabilmek için vaktinde ve tedbirli yatmalı.
Salim Köklü.
İNTERNET RADYOMUZ FANİDUNYA FM 24 SAAT YAYINDADIR.
YENİ SİTE GİR,İŞİMİZ.
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir.
Üye Ol veya Giriş Yap
34
« Son İleti Gönderen: fanidunya NET Haziran 28, 2025, 08:31:50 ÖÖ »

Çocuğumun Adı Namaz
Namaz, sonuçları toplumsal değerlere dönüşen, bireysel bir eylemdir…
Özgürlüğe yürüyüştür namaz. Dünyadan bizi koparabilen yegâne zamandır. Meşgalelerimiz domino taşı gibi etrafımıza dizilir. Ve namaz kılmak için kalktığımızda bir sille ile yıkıveririz tüm taşları.
İşte namaza duruyoruz; tüm aklımızla kalbimizle kıbleye yöneliyoruz. Allah-u Ekber… Allah o kadar büyüktür ki…
Öyle ki Allah’tan başka her şey küçülüyor gözümüzde. Eğer yeterince hissedebilirseniz, Kâbe’deki imamla birlikte haykırdığınızı duyabilirsiniz. Sizinle birlikte milyonlar Allah-u Ekber derken yerden kuşlar havalanıyordur, yüreğinizden kopan günahlar gibi…
Bir tekbirle koparız hayattan ve yine bir tekbirle hayata bağlanırız. Çocuğunu kucağına alan babanın sevincinden getirdiği tekbirle aynıdır namazdaki Tekbir.
Allah-u Ekber! derken bir çocuk gibi doğar namaz… Bizi Allah’a bağlar. Dünyada yaşayan milyonlarca farklı karakterdeki ve düşüncedeki insanla beraber kıyama dururuz. Aynı Rabbin huzurunda, aynı varoluşla, aynı niyet ile namaz kılarız.
Her Fatiha’da yüreklerimize huşu kapıları açılır, içimize saadet huzmeleri dolar. Besler ruhumuzu Fatihaların ardındaki ayetler...
Rükû ile eğilir, secdelerde yoğruluruz; biraz daha iman, biraz daha İslâm ve biraz daha insanlık katılır hamurumuza…
Namazda saadet ve huzur buluruz. Öteki dünyaya dair imgeler buluruz. Biz namaz kılarız, namaz da bizi insan kılar. Namaz ile yakınlaşırız Allah’a. Şehâdetler getiririz: Ya Rabbi! Senin emrindeyiz. Senden gayrısına bakmıyoruz, aldanmıyoruz dünya nimetlerine… Rabbim! Ancak ve ancak senden yardım dileriz, diye dua ederiz.
İlahî huzura çıkmış olmanın tedirginliğini, Rabbimin rahmet rüzgârı dindirir. Muhabbet ile, aşk ile bir namazı daha tamamlayıveririz. Hasretle beklediğimiz yeni vaktin dolmasına kadar dünya ile meşgul oluruz. Her namaz vakti bir sonraki namazı, yüreğimizin bir köşesinde seccademizi özleriz. Namaz kılanın halidir bu.
Şimdi filmi geri saralım. Gerçeği kendi penceremizden görmeye çalışalım. Bence asıl marifet gerçeklerle yüzleşmektir.
Hani annemizin bin kere seslenişine kulaklarımız kapalıdır da içimizdeki “hadi” diyen ruhumuzun ıstırabını da yok sayıyoruz ya, pes yani… İnsanlığın fıtratı gereği namaz kılmayı ister, arzular. Fakat sevdiğimiz çiçeklerimizi susuz bıraktığımız gibi ruhumuzu da namazsız bırakmayı alışkanlık edinmişizdir.
Seccadeyi elimize aldığımızda içimiz titrer, her tespih tanesini öperiz, severiz içtenlikle. Ama yine de inadına gençlik mi dersiniz, insafsızlık mı, yaklaşmayız namaza… Deli değiliz, çocukluk çağını atlatalı birkaç yıl olmuştur mutlaka… Devrik cümle kurmayı biliyoruzdur, devirdiğimiz ömrümüz gibi! Namazsız devriliyor öz benliğimiz; bardağın yarısı dolu diyoruz, ruhumuzun ıstırabla dolu olduğunu bile bile; dünya ile dolduruyoruz ömür bardağını… Oysa taşan tek şey iç huzurumuzun eksikliğidir. Ciyak ciyak bağıran çocuk bizim aç ve susuz bıraktığımız ruhumuzun ta kendisi.
Aslında namazı kendi çocuğumuzu tanıdığımız gibi tanıyor, biliyor ve seviyoruz. Ne ondan ayrılabiliyoruz ne de kucağımıza alıp bütünleşebiliyoruz. Hani namazı hayatının her evresine sindirmişlerden bahsetmiyorum, minareyi uzaktan bile taşlayanlardan da bahsetmiyorum. Ben bambaşka bir şeyden bahsediyorum; öz evladını, ciğeri gibi yakın tutup benimsediği, sevdiği sevgilisini kendinden zoraki uzak tutandan bahsediyorum. Namazı kendine üvey kılandan bahsediyorum ben. İman zayıflığı tehlikesi ve mutsuzluk dolduruyoruz heybemizi.
Namaz kılan insan hemen toplumda belli eder kendini. Yüzünde bir nur ve abdestli dolaşmanın telaşı vardır üstünde. Namaz vaktini kollar sürekli.
Namaz kılmayanın yüzü ancak namaz kılanların anlayabileceği bir karaltı ile kaplanmıştır. Namaz vakti gelince yüreği sıkışır. Paslı bir menteşe gibi ötmeye başlar vicdanı. Namaz kılanı görünce içi ürperir. Düşman nefsine sımsıkı yapışır. Nasılsa kılarım der. Bir sonraki vakti bekliyorum diye…
Herkes nasihatler etse de eğer rızkında yoksa namaz nimeti, ne yaparsanız yapın, ne söylerseniz söyleyin kâfi gelmez hiçbir nasihat dahi. Eğer biraz zorlayacak olsa kendini, bir adım dahi atsa, secdede uyanacak ertesi sabah. Aslında o da biliyor kendisini. Suçu şeytana atsak da kulağımıza fısıldayan nefsimizin ta kendisi...
Müslüman olmaya cesaretiniz, bir sonraki namaz vakti için de yeterli nefesiniz varsa, namaz kılmak için iyi bir zaman. Sadece bir adım, bir nefes yeter size… Korkmayın, namaz birçok şey kazandırdığı gibi, hiç bir şey de almıyor; Allah’a yakın olabilme imkânı, iman lezzeti, güven, cesaret, imtihanlarla baş edebilme gücü, sağlık, nezaket, temizlik… Kazandırdıklarının da en önemlisi namaz kılan bir mü’min sıfatı kazandırıyor.
Bir babanın nasırlı ellerinde eriyen korkunuz gibi, tespih taneleri de size güven verir. Kadife seccade, annenizin simsiyah saçları gibi sizi şefkatle sarar. Seccademiz; “Kurtlara kuşlara yem etmem” der, günahlardan uzak kalabilme basireti verir tıpkı anne sevgisi gibi…
Namaz benim için çok şey ifade eder; Annem ne zaman benden uzakta olsa seccademe sarılırdım; hasretimle beraber gözyaşlarım da dinerdi. Şimdi babam uzakta; onun hacdan getirdiği tüm tespihleri topluyor zaman zaman öpüyorum; onun nasırlı ellerini hatırıma getiriyor tüm taneler. Onun nasihatleri gibi sıralanıyor ipe…
Namaz size ne anlam katıyor; neler kazandırıyor, namaz kılmak için kendinize ait hangi nedenleriniz var. Tüm bunları düşününce namaz çok değerli oluyor. Namaz bizi insan kılıyor; daha insanî bakıyoruz tüm dünyaya…
“Zekeriyya mabedde durmuş namaz kılarken melekler ona şöyle nida ettiler: Allah sana, kendisi tarafından gelen bir Kelime'yi tasdik edici, efendi, iffetli ve salihlerden bir peygamber olarak Yahya'yı müjdeler. “ (Âl-i İmran: 39)
İNTERNET RADYOMUZ FANİDUNYA FM 24 SAAT YAYINDADIR.
YENİ SİTE GİR,İŞİMİZ.
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir.
Üye Ol veya Giriş Yap
35
« Son İleti Gönderen: fanidunya NET Haziran 28, 2025, 08:23:03 ÖÖ »

Evliliğe Adım Adım
Evlilik güzel başlangıçlara atılan bir imza olabileceği gibi, içinden çıkılmaz bir karmaşa sebebi de olabilir. Evlilik çağına gelmiş her bireyin, evlilikten beklentileri farklıdır. Evliliğe hazır olmadan, gözleri kapalı evliliğe atılmak çok büyük sorunlara neden olacağından, evliliğe karar vermeden önce mutlaka “Evliliğe hazır mıyım? Evliliğin getirdiği sorumlulukları taşıyabilir miyim?” diye iyice düşünmelidir. Hazırlıksız; amaçlarını ve hedeflerini bilmeden kalkışılan her işte olacağı gibi, sonuçta başarısızlık yaşanabilir.
Genç bir erkeğin ya da kızın evliliğe hazır olması için akıl baliğ olması, kendi başına düşünüp karar verebilme yeteneğine kavuşmuş olması gerekmektedir. Evlilik düzenini kurabilecek ve sürdürebilecek karakter olgunluğuna sahip olması gerekir. Bu şart ve durumlara uygun olmayan kişilerin evlenmesine müsaade etmek, facia ile sonuçlanacaktır. Ahlâkî değerleri benimsemiş, İslâmiyet’i öğrenmiş ve hayatına yansıtmış kişiler birbirine denktir; bu denkliğe dikkat etmeden evlilik gerçekleştirmek doğru değildir.
Ayet-i kerime’de belirtildiği üzere;
“Evlenme çağına gelinceye kadar yetimleri gözetip deneyin. Onların akılca olgunlaştıklarını görürseniz, mallarını kendilerine teslim edin. Büyüyecekler de mallarına sahip olacaklar, endişesiyle onları israf ederek, tez elden yemeyin. Zengin olan, onların malını yemekten çekinsin. Fakir olan ise, meşru surette yesin. Mallarını kendilerine verdiğiniz zaman, bunu şahitler karşısında yapın. Hesap görücü olarak Allah yeter.”¹
“Bugün size iyi ve temiz şeyler helal kılındı. Kendilerine kitap verilenlerin yiyecekleri size helal olduğu gibi, sizin yiyeceğiniz de onlara helâldir. Ve mü’minlerden iffetli hür kadınlar ve sizden önce kendilerine kitap verilenlerden namuslu hür kadınlar, zina etmeksizin, gizli dost tutmaksızın, namuslu bir şekilde mehirlerini ödediğiniz takdirde, size helâldir. Her kim imanı inkâr ederse, ameli boşa gitmiş olur ve o, ahirette zarara uğrayanlardandır.”²
“Aranızdaki bekarları, kölelerinizden ve cariyelerinizden iyi davranışta olanları evlendirin. Eğer bunlar fakir iseler, Allah kendi lütfu ile onları zenginleştirir. Allah, (lütfu) geniş olan ve (her şeyi) bilendir.”³
Özellikle genç kızlarımız Allah'ın razı olacağı, İslâmiyet’e uygun bir evlilik hakkında fikir sahibi dahi değiller. Bu yüzden büyük bir bocalama ve karar vermede sıkıntı yaşamaktadırlar. Evlilik görüşmesinde nasıl davranmalı, neler sormalı? Önceden bilgi sahibi olmalıdırlar.
Yardımcı olması açısından bir kaç nasihat vermek gerekirse;
1. Mutlaka görüşmeleri bizzat kendi yapmalıdır. Yanında ablası, teyzesi ya da abla bildiği büyüklerinden birinin refakat etmesi daha uygundur. Kendisinin göremediği hatayı diğerinin görmesi muhtemeldir.
2. Evlilik görüşmesi eğer görüşülecek kişi hiç bilinmiyor, tanınmıyorsa önce kız evinde olması daha makbuldür. Eğer aracı olanlar tanınıyorsa ya da görüşmeye gelecek olan erkek bir şekilde tanıdık ise dışarıda olmasında bir sakınca yoktur. Yine de evlilik görüşmesi yalnız yapılması uygun değildir.
3. İlk görüşmeyi çok uzun tutmamalıdır. Eğer ahlâk, fikir, dinî yaşayış olarak uyum sağlanmışsa ikinci bir görüşme daha yapılıp evlilikten beklentileri, umutları konuşulmalıdır.
4. Görüşmeye çok abartılı, süslü kıyafetlerle gidilmeyeceği gibi, özensiz, ütüsüz, yakışıksız giyinip gidilmemelidir. Kendine ve karşısındakine saygı duyan biri ortama uygun nasıl giyineceğini bilir.
5. Görüşme saati, tarihi ve yeri önceden belirlenmelidir. Vesile olan kişilerin bu detaylara çok önem vermesi gerekir. Her iki taraf için de geç kalmak hiç hoş olmayan, saygısızca bir davranıştır.
6. Karar almak için evlilik görüşmesi iki defa yapılması uygundur. Fakat hala net bir karar alınmamışsa üçüncü bir kez daha görüşülüp karara bağlanmalı daha fazla görüşmeye gerek duyulmamalıdır.
7. Hedef uyuşmazlığı problemi yaşamamak için önceden kişiler birbirlerine beklentilerini ve gelecek için hayallerini sormalıdır. Karşınızdaki kişinin evlilikten beklentileri farklı olabilir. Örnek vermek gerekirse, evlenmek istediğiniz bayan çalışmak isterse, İslâmî şartlara uygun olsa dahi bu ilerde erkeğin prensiplerine uymayabilir çocuğunuzun kreşe verilmesi, ev temizliğinin temizlikçi tarafından yapılacağını gösterir. Bu şartları baştan belirlemeli karşı tarafın şartları eğer uymuyorsa beklenti ve şartlarınızı baştan belirtmelisiniz.
Yine aynı şekilde yurt dışında (yahut şehir dışında) çalışması gereken bir erkekle evlenmeye karar veren bir hanımın, ailesinden uzak kalmayı göz önüne alabilmesi gereklidir. Hedeflerin karşılıklı uyuşması evliliğin sağlam temeller üzerine oturması demektir.
8. Evlilik görüşmesinde karşılıklı olarak ahlâkî bakış, mizaç, karakter, tepki tahlilleri yapılmaya çalışılmalı, en azından ipuçları edinilmeye çalışılmalıdır. Örnek vermek gerekirse, aşırı sinirli midir? Çocukları sever mi? Eğlenceli, hoş sohbet midir? Bazıları için muhabbet etmek hoş bir davranış görülebilir, kimisine göre de gevezelik, boş konuşma olarak algılanabilir. Bu tür ayrıntılara da dikkat etmek gereklidir.
9. Zaten İslâmî yaşantıya baştan dikkat etmek gerekiyor, ahlâk ve karakter olarak da uyum sağlanmışsa, geçimi, iş yaşantısı, ilgi alanları, yetenekleri, aile ilişkileri sorulabilir.
Daha birçok nasihat verilebilir fakat görüşme yapılırken dikkat edilmesi gerekenler kısaca bunlardır.
Evlilik kararı alırken mutlaka aile büyüklerine ve dostlara danışılmalıdır. Çünkü sizi en iyi tanıyanlar onlardır. Sizin fark etmediğiniz özelliklerinizi ve hatalarınızı görebilirler. Bu anlamda karar almanızda yardımcı olabilirler. Yine de nihai kararı kendiniz almalısınız.
Evlilik kararı alındığında aile büyüklerine usulünce bildirilmeli, çok fazla beklemeden geleneklere göre söz, nişan yapılmalıdır. Söz ve nişan devresi evliliğe hazırlık açısından gerekli bir vakit olup, uzatılması hiç doğru değildir. Senelerce süren nişanlılık devresi her iki kişiyi hem günaha hem de gereksiz ve erken samimiyete sürükleyebilir ya da tam tersi arayı soğutabilir.
Eğer güven vermiyorsa kişi, nişanlılık evresi ne kadar uzarsa uzasın güveninizi kazanamayacaktır. Dolayısıyla talip olan kişileri iyice araştırmalı, sadece sözlere güvenmemelisiniz.
Evlilik aşamasında dinimize uygun davranmalı, nefsi isteklerimiz uğruna günahlara vesile olmamalıyız. Gereksiz, israfa götüren alışveriş yaptırıp, yüklü borcun altına soktuğunuz kişi ile bir hayat sürdüreceğinizi unutmamalısınız. Gerekli şeyleri karşılıklı anlaşarak ve bütçenin elverdiği ölçüde aldırmalıdır. İstediği olmayınca hayatı karşı tarafa zehir etmemelidir. Bu yüzden alışverişe Allah’tan korkan bir aile büyüğü, eğer yanında alışveriş yapmak rahatsız edecekse kızın ablası, teyzesi, yengesi gibi bir bayanın da gelmesi daha iyi olacaktır. Evlilik masraflarından dolayı evlenemeyen gençlerin yanında, müthiş çeyizleri tamamlamak uğruna heder olan genç kızlarımız da var... Hem çeyiz hazırlarken hem de evlilik alışverişi yaparken dikkatli olunmalı, israftan ve marka merakından korunmalıdır.
Söz ve nişan evresinde yaşanan bir diğer sıkıntı da ailelerin çeşitli konularda anlaşamamaları, hatta kaprislerini çocuklarına da yansıtmalarıdır. Sırf bir kapris uğruna kırılan kalpler, evlilik sırasındaki tüm kavgalarda birer bıçak niyetine yüzünüze fırlatılacağı için bireyler aile bireylerine saygıda kusur etmemelidir. Kim ne derse desin basiretli ve hakkaniyetli davranmalıdır.
Özellikle erkek çocuğu anneleri çocuklarının büyüdüklerini ve evlendiklerini çoğu kez kabullenemez, bu yüzden gelin-kaynana sürtüşmeleri çok yaşanmaktadır.
Gelin de yeni bir yuvanın hâkimiyetini alma çabasındayken, her iki taraftaki kaynana da çocuklarına baskı unsuru olmaktadırlar. Bir de işin içine duygusallık girdi mi, iyice çıkılmaz bir hal alır. Bu yüzden eğer aile bireyleri ferasetli insanlar ise dedikleri dikkate alınır, eğer değillerse ya da durduk yere bir kapris sonucu tatsızlık çıkıyorsa, olay yatıştırılmalıdır.
Eminim nasihat vermesi kolay diyorsunuzdur. Öyle ise ayet-i kerimeye bakalım;
“Zulüm (haksızlık ) edenlere de sakın meyletmeyin, güvenip dayanmayın! Sonra size de ateş dokunur. Sizin Allah tan başka dostunuz yoktur, sonra size yardım da edilmez.”⁴
Ve Veda Hutbesinde olduğu gibi birçok Hadis-i şerifte;
“Ne zulmediniz, ne de zulme uğrayınız...”
belirtilmektedir.
Gördüğünüz üzere sınır belli… Yapacaklarınız da… Yine de duaya sığınmak lazım. Rabbim iyilerle karşılaştırsın; Allah iyilikten ve güzellikten ayırmasın.
Devam edelim…
Evlilik kararı aldınız diyelim, söz, nişan ne gerekiyorsa yaptınız, alışverişler de tamam. Geldik düğün meselesine… Müslüman bir çift düğününü hem İslâm’a uygun hem de eğlenceli yapabilir. Eğlence dediysek çalgılı çengili olmasına gerek yok. İslâm’a uygun da eğlenilebilir… Nasıl bir düğün planlarsanız planlayın, kadın ve erkeğin ayrı salonlarda toplanacağı şekilde tertiplemeniz en güzeli olacaktır.
Düğünü, Hıristiyan geleneklerine uygun, pasta kesim ve dans töreniyle başlatmayacağınıza göre en uygunu velime yemeğinin ikram edildiği hoş bir sohbetin eşlik ettiği, Allah’ın rızasına uygun olan Kur’ân ile başlayan ve Kur’ân ile biten bir düğündür. Nikâhın düğün sırasında kıyılması da sağlanabilir, bol şahitli bir nikâhınız da olmuş olur.
Güzel niyetle başlayan her iş güzel akıbet bulur. Eğer akıbetinizde sıkıntı var ise niyetinizi sorgulayınız. Evliliği güzel başlangıçlarla kurmak ne kadar önemliyse evliliği de aynı güzellikte sürdürme azimeti taşımak o kadar önemlidir.
Eksik saymış olabileceğimiz birçok usul olmuş olabilir. Ama genel kural itibarı ile Allah’ın razı olacağı davranışlarla hayatımızı şekillendirmeliyiz.
Allah’ın gazabından korkmalıyız. Bu sınırlar dâhilinde helal dairesi yeterince geniştir. Helal dairesinden çıkmadan da eğlenilebilir, nikâh ve düğünün gerekleri yerine getirilebilir.
Tüm güzel sonlar, iyi başlangıçların eseridir. İslâm’a, ahlâka, adaba uygun bir evlilik planı kurması zor ama işlemesi güzel bir hayat döngüsüdür. Aldığınız dualar, nasip ve kısmet olayları bu aşamada hep devreye girer. Her ne yaparsanız yapın kısmetinizden ötesi ile karşılaşmayacaksınız.
Bu yüzden teşbihte hata olmaz; evlilik işi kaşığınızdaki yemek gibidir. Kaşığı dökmeden tutmalı, aynı zamanda tüm sorunlarla baş etmelisiniz. Başkasının kaşığına bakmadan, kaşığınız gümüş mü altın mı diye dert etmeden, vazifenizi yerine getirmelisiniz; hayat katığınıza, dökmeden saçmadan lezzet katmalısınız.
-------------------------------------------------------------------------------------------------
Dipnotlar:
1. Nisa Suresi: 4/6.
2. Maide Suresi: 5/6.
3. Nur Suresi: 24/32.
4. Hud Suresi: 11/113.
İNTERNET RADYOMUZ FANİDUNYA FM 24 SAAT YAYINDADIR.
YENİ SİTE GİR,İŞİMİZ.
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir.
Üye Ol veya Giriş Yap
36
« Son İleti Gönderen: fanidunya NET Haziran 28, 2025, 08:16:47 ÖÖ »

Hizmette Kadın Ve Erkek
Her Müslüman kadının ve erkeğin asli vazifesi, Allah’ın rızasına uygun bir yaşam sürmek ve Allah’ın emir ve yasaklarını öğretmektir. Kadın olsun, erkek olsun önce ilim, irfan, edep öğrenmeli, yaşamalı ve örnek olmalıdır.
Kur’an-ı Kerim bize görevimizi hatırlatılıyor:
“İçinizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülükten men eden bir topluluk bulunsun. İşte kurtuluşa eren onlardır.” (Ali-İmran, 3/104)
“Siz, insanlık için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten vazgeçirmeye çalışırsınız…” (Ali-İmran, 3/110)
Örnek bir topluluk olmadığında var olan ahlakî bozulmanın hızla yayıldığını görüyoruz. Toplumun nasihat edici, uyarıcı kesimi sayesinde, kişi kendini sorgulayabilmektedir. Bu sorgulamanın bilinçli yapılması, İslam’a, İslam ahlakına yönlendirmesi ile başarı sağlanabilir. Bunun için her Müslümana sorumluluk düşüyor. Bu sorumluluk, ilim-irfan öğrenmekle başlıyor…
Bu açıdan erkek, hanımına, kızına, kız kardeşine ve hatta annesine dahi muhabbet ve hoşgörü içinde yönlendirici (doğru yola iletici) ve destekleyici olması gerektiği gibi; kadın da kocasına, kardeşine, oğluna ve hatta babasına -velhasıl etrafındakilere- İslam’a hizmet etmedeki çabalarına destekleyici olmalıdır.
Kadınlar, kaprislerini ve beklentilerini bir kenara bıraktıklarında, fıtratları gereği cesur, vefalı ve başarılıdır. Karakterlerindeki zayıf noktalarını güçlendirdiklerinde nice kitleleri yönlendirebilecek irade ve cesaret sahibi olduklarını fark edeceklerdir. Özellikle yeni nesli yetiştirmektedir.
Nesil yetiştirme görevi günümüzde daha çok anneye düştüğüne göre, çocuğu en çok etkileyen aslında annedir.
Ebu Hureyre’den (ra) rivayet edildiğine göre Peygamber Efendimiz (sa) söyle buyurmuştur:
“Her doğan çocuk muhakkak İslam fıtratı üzerine doğar, sonra anası ile babası onu Yahudi yahut Nasranî yahut Mecusi yaparlar…”¹
Çocuğun karakter yapı taşları, ilk üç yaşında anne kucağında iken belirlenir. İslam’ı yaşayan ve öğreten bilinçli kadın, çocuğunun salih veya saliha bir mümin olarak yetiştirmeye bu yaşlarda başlar. İslam’a hizmet sadece çocuk yetiştirmekle de bitmez. Ayrıca kocasına, hem ev içinde hem de dış hayatta destekleyici, uyarıcı, tavsiye ve nasihat edici olmalıdır.
Müslüman kadın ve erkek İslam’dan uzaklaştıran ve günaha sürükleyen sebepleri aşmalı, Allah’ın rızasına uygun bir yaşam sürme gayretinde olmalıdır. Her erkeğin evindeki hanımından destek alması gerekir; bu açıdan erkekler eşlerini iyi yetiştirmeli, gerekli ilim ve irfanı almalarını sağlamalıdır.
Allah (cc) şöyle buyuruyor:
“De ki, hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Bilen elbette kıymetlidir.” (Zümer, 39/93)
“Allah iman edenleri yüceltir; kendilerine ilim verilmiş müminleri ise, [cennette] kat kat derecelerle yükseltir.” (Mücadele, 58/11)
Günümüzde İslam eğitimi almış bilinçli Müslüman hanımların sayısı artırılmalıdır. Müslüman kadının şahsiyeti, asırlık Müslüman hanımların güzel yönleriyle bezendikçe güzelleşecek ve güçlenecektir. Müslüman kadın, hak bildiğini söylemede ve sabırda Hz. Asiye’yi; yeri geldiğinde susmasını bilmede Hz. Meryem’i; itaat ve eşine hürmette Hz. Hatice’yi; takva ve ibadette Hz. Fatıma’yı; ilim ve irfan edinmede Hz. Aişe’yi örnek almalı, onlara benzemeye çalışmalıdır. Kendine Kuran-ı Kerim-i rehber edinen birey, bu önder hanımları örnek almakta zorlanmasa gerek. Bu İslam bilincinin ta kendisidir.
“Allah’tan gereği gibi korkanlar, ona saygı duyanlar ancak âlimlerdir.” (Fatır, 35/28)
Biz Müslümanların can-u gönülden tek isteği İslam’ın muzaffer olmasıdır. Müslüman yüreklerin haykırdığı tek temenni budur. Bu haykırışlara en büyük destek kadınlardan gelmelidir. Sessiz bir mücadelenin neferleridir kadınlar.
Müslüman kadın-erkek herkesin, kadınların eğitimi ve bilinçlenmesi ve İslam’ı yaşamasına hem maddî hem de manevî destek vermelidir.
Günümüzde kadın İslam âlimleri neden yetişmesin? İçtihadına başvurulan İslam ilimleri eğitiminde doruk seviyesine erişmiş kaç tane kadın âlim tanıyorsunuz? Maalesef, birçok hanım rahat dünya döşeklerini (evlerini) bırakıp da bu yolda çaba sarf etmemektedirler. Hanımların büyük bir kısmı namazlarını eda ettikleri gibi soluğu televizyon veya internet başında almaktadır. Artık Müslüman hanımlar, bu dünyaya geliş amaçları sadece çamaşır, bulaşık, ütü ve yemek yapmak olmadığını hatırlasınlar. Ev işlerini ihmal etmesinler ama hangi yaşta olursa olsunlar İslamî ilimlerin bir ucundan tutsunlar. Öğrensinler, öğretsinler, yaşasınlar ve güzel örnek olsunlar. Artık ilim ve irfanda öncü hanımlar yetişsin. Onların yetiştirdiği nesil, bu yüzyılın günah mikroplarına karşı bağışıklık sistemi geliştirsin.
Şimdi herkesin tefekkür etmesi, İslam’a hizmet etmek için neler yapabileceğini düşünmesi gerekmektedir. Acilen bu çağrıya uyulması gerekir, çok geç olmadan…
------------------------------------------------------------------------------------------------
Dipnot:
1. Buharî, Müslim ve diğerleri rivayet etmişlerdir…
İNTERNET RADYOMUZ FANİDUNYA FM 24 SAAT YAYINDADIR.
YENİ SİTE GİR,İŞİMİZ.
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir.
Üye Ol veya Giriş Yap
37
« Son İleti Gönderen: fanidunya NET Haziran 28, 2025, 08:12:02 ÖÖ »

Küfür - Şirk - Nifak
Küfür:
Küfür, İslam’ın bütününün ya da bir kısmının -bilinçli veya bilinçsiz- kabul edilmemesidir. Küfür, Resûl-i Ekrem (sav) in getirmiş olduğu haberlere, (Kur'ân'a ve sünnete) inanmamak, onları yalanlamaktır. Yine İnsanın kalben Allah-û Teâla (cc)ya inanması, dil ile de zaman zaman ikrar etmesine rağmen, şöhret, makam, kin, ihtiras ve kavmiyetçilik sebebiyle İslâm dinine girmemesidir. Hz. Peygamberin amcası Ebû Talibin, "Ebû Talib atalarının dininden döndü" dedirtmemek için direnmesi, bunun güzel bir misâlidir. (Yusuf Kerimoğlu, Kelimeler & Kavramlar Küfür maddesi)
Allah'ın varlığını ve birliğini, peygamberliği, Hz. Muhammed’in Allah katından getirdiği kesin olarak belli olan şeyleri inkâr etmektir. Küfür için iman edilecek şeylerin tümüne inanmamak şart değildir. Bunlardan birine veya bir kısmına inanmamak da küfürdür. (Alim İA, Küfür maddesi)
Küfür kalben olduğu gibi söz ve davranışla da olabilir. Her hangi bir zorunluluk olmadığı halde diliyle insanı küfre götürecek bir söz söyleyen, inanılması gereken şeyleri küçümseyen, onlarla alay eden yahut imanla bağdaşmayan işleri yapanlar da kâfir olur. Ancak ölüm tehdidi karşısında bulunan bir kimse gönlü imanla dolu olduğu halde canını kurtarmak için istemeyerek küfrü gerektiren bir söz söylerse dinden çıkmış olmaz (Hamdı Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, İstanbul 1960, c.l, s. 207-208; Asım Efendi Kamus Tercümesi, c.2, s. 662). Islâm'ı terk etmeye zorlananlar için tanınan ruhsat hakkında Kur'ân-ı Kerim'de şöyle buyurulur:
"Allah'a imandan sonra, kalbi iman ile sabit ve mutmain iken küfre zorlananlar müstesna olmak üzere, kim ki Allah'ı tanımaz ve fakat göğsünü küfre açarsa, mutlaka onların üstüne Allah'tan bir gazap vardır. Onlar için çok büyük azap da vardır" (Nahl 106).
Şirk:
Şirk, sadece Allah (cc)’a ait olması gereken konularda, başka bir takım mercilerin de kendisiyle bir tutulmasıdır ve küfür hükmündedir. eş-Şerıke veya eş-Şirke şeklinde kullanılan bu kelime, ortaklık mânâsına gelir. Allah-û Teâlaya inanmakla birlikte, kudret ve kuvvette ona denk başka ilâhları da tanımaktır. Allah'ın birliğine ortak kabul etmek şirk olduğu gibi, kudret ve tasarrufunda O'na ortak kabul etmek de şirktir.
Şirk'in diğer bir çeşidi de, yalnız Allah'-tan beklenmesi gereken sonuçları, Allah'tan başka güç ve kişilerden beklemektir. (Yusuf Kerimoğlu, Kelimeler & Kavramlar Şirk madde)
Şirk; Allah’a zatında, sıfatlarında, hükmünde, ulûhiyet, ibadet veya mülkünde ortağı, dengi bulunduğuna inanmak ve bunu benimsemektir. Küfür nasıl imanın zıttı ise, şirk de tamamen Tevhidin zıttıdır. Dikkat edilmesi gereken bir hu sus da, bazen kişinin şirke veya küfre düşmüş olmasına rağmen kendisini iman üzere sanıyor olmasıdır.
Kur’an’da yüzlerce ayette şirk konu edilmiş olup, bazı ayeti kerimelerde şirk ve müşriklerden şöyle bahsedilmiştir:
«Allah, kendisine ortak koşanları bağışlamaz. Bundan öte dilediğine, dilediği kimse için bağışlar. Her kim Allah’a ortak koşarsa, şüphesiz büyük bir iftira da bulunmuştur» (Nisa, 48).
«Şüphesiz,kim Allah’a ortak koşarsa, Allah ona cenneti haram kılmıştır ve onun gideceği yer Cehennemdir. Zalim-lere orada bir yardımcı da yoktur» (Maide, 72).
İnsanın, Allah Azze ve Celle’ye karşı açıkça isyanı olduğu için şirk, en büyük bir suçnır. Bu hal üzere ölen kimseler için şöyle buyrulmuştur:
«Şüphesiz kitap ehli ve müşriklerden Kafir olanlar, Cehennem ateşinde ebedi olarak kalacaklardır. Onlar insanların en kötüleridirler» (Beyyine, 6).
Dinin itikadi esaslarından herhangi birini inkâr etmek "küfür" olduğu için, itikadın ilk esası olan "Allah'ın birliği, tevhid" esasına karşı gelmek ve inkâr etmek olan şirk, küfürlerin en büyüğüdür. Görüldüğü gibi küfür daha genel bir kavramdır; her şirk küfürdür, ama her küfür şirk değildir. Örneğin İslam'a göre, Allah'a ortak koşmak, şirktir ve küfürdür; fakat, ahiret gününe veya meleklere inanmamak sadece küfürdür, şirk değildir ve şirk olarak adlandırılamaz. Müşrik, şirk koşan demektir, ve her müşrik kafirdir, ama her kafir müşrik olmak zorunda değildir. Kur'an-ı Kerim'e göre Allah'a şirk koşmak günahların en büyüğüdür, en büyük zulüm ve adaletsizliktir.
Nifak:
İslam dinine göre bir küfür çeşidi olan nifak, dışarıdan mümin ve Müslüman görünmekle beraber kalben Allah'ı, İslam peygamberlerini ve imanın diğer esaslarını kabullenmemek, inanmamak mânâsına gelir. Nifak içinde olan kimseye münafık denir ve kalben inanmadan, sadece zahiri olarak (görünüşte) inanmış, inanıyor gözüken kişilere söylenir.
İslama göre münafıklar kalben inanmadıkları ve iman etmedikleri için Allah katında kâfirdirler ve ebedî azaptadırlar. Fakat, dil ile ikrar edip, müslüman olduklarını söyleyerek dışarıdan böyle göründükleri için insanlar katında bir mümin gibi davranış görürler. Zira kişi kalptekileri kesinlikle tam olarak bilemez ve üzerine yorumda bulunamaz. Bu yüzden münafık kişi münafıklığını ve küfrünü beyan etmedikçe ona bir Müslüman gibi davranmak zorunludur.
Bu üç kavramın Müslümanları ilgilendiren kısmı; taşınan ve bir ömür korunması gereken imanın, bir şekilde küfür, şirk ya da nifakla kaybedilebileceği gerçeğidir.
İNTERNET RADYOMUZ FANİDUNYA FM 24 SAAT YAYINDADIR.
YENİ SİTE GİR,İŞİMİZ.
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir.
Üye Ol veya Giriş Yap
38
« Son İleti Gönderen: fanidunya NET Haziran 28, 2025, 08:01:48 ÖÖ »

İhlas ve Medeniyet
Abdullah Eğilmez tarafından yazıldı.
Giriş
İslam ile ilişkilendirilen kavramlarla kökenini Müslümanların oluşturmadığı anlam dünyalarına ait kavramların birlikte kullanılması bir yönüyle sorunlu düşünce dünyası oluştursa da diğer yönden Müslümanların öteki ile birlikte yaşama ve iletişim kurma ameliyesinin vaka-i adiyeden olması hasebiyle sıradanlaşmaktadır. “İhlas Medeniyeti” kavramı bir yandan tenakuzu muhafaza ederken diğer yandan da onun mahiyetini tespite çalışacağız.
Medeniyet
Uygarlık veya medeniyet, “bir ülke veya toplumun veya diğer zeki canlı türlerinin, maddi ve manevi varlıklarının, düşünce, sanat, bilim, teknoloji ürünlerinin tamamını ifade eder.” şeklinde tanımlanır. Uygarlık insanlığın ortak ürünleri için kullanılan bir tanımdır. Medeniyet ise daha çok dar bölgeyi ifade eder. Medeniyet ile Medine kelimelerinin fonetik kök birliği İslam tarihine gönderme yapsa da günümüzde etkin kelime karşılığı olarak “Civilisation” olması kavramın şehirleşme ile şekillendirilmesi yönüne ağırlık kazandırmaktadır.
İster insan ırkının tekâmülüne bağlansın, isterse kapitalist batı felsefesinin varlığı açısından olmazsa olmaz yönetilebilir pazar ortamını sadece sistemleştirilmiş şehirler olmasına bağlansın günümüzde toplumlar açısından kentlilik başat bir durumdur. Sistemleşmiş bir şehirlileştirme süreci “Civilisation” yâda “Medeniyet”i ifade etmektedir. Şu halde Medeniyet bir taraftan bir düşüncenin ürününü tanımlarken diğer tartan da batı düşüncesinin varlık alanını ifade etmektedir.
Paragrafın başında Medeniyet “bir toplumun ortaya koyduğu (…) ve düşünce” şeklinde tanımlanırken, son cümlede “düşüncenin varlık zemini” olarak betimlenmektedir. Bu tespit bir düşüncenin kendisini bir medeniyet şeklinde görünür kıldığı, fiziki bir fenomen olan şehir disiplininin, medeniyetin de düşünceyi şekillendirdiği anlamına gelmektedir. Düşünce bir ürünü üretir, şehirde yaşam haline getirir. Bu yaşam formu düşünceyi sarmalar ve onu şekillendirir. Süreç tekâmülcü ya da ilerlemeci bir sarmalda cereyan eder. Buradaki değişimler çocukluk-gençlik-yaşlılık değişimleri boyutunda algılanır.
Bazen bu değişimler daha dramatik cereyan eder. Görünür fiziksel ürünler ve kültür dünyası içerisine aykırı bir ses olarak bu ortamı beslemeyen veya bu ortamın ürünü olmayan bir düşüncenin sesi girer. Bu sesin gücü ve söylem kabiliyeti yeni bir şekillenişle sonuçlanır. Devrimleri bu kabilden saymak gerekir. Devrimlerin bile kendine has bir medeniyet oluşturması bir insan ömrünü aşan uzun bir zaman alacaktır.
Şu halde medeniyeti bir düşüncenin, bir inanışın, toplumun ortak değerlerinin yansıması olarak, ete kemiğe bürünmüş hali olarak tanımlamak yerinde olur.
İslam’ın tevhidi imana vurgusu kadar insanın ve yaşadığı ortamın şekillenmesine olan müdahalesi de dikkate alındığında İslam Medeniyetinden bahsetmek kaçınılmaz olacaktır. Her ne kadar bu dinin birincil kaynakları doğrudan bu kavramlarla davetini ifade etmese de, önerdiği amel ve toplum ilişkileri ve ortaya çıkan yaşam formunu bu düzlemde anlayabilmek açısından bu kavramlandırma algılayışımızı kolaylaştıracaktır.
“İslâm medeniyeti; İslamiyet’in vâzettiği îmân, îtikâd, amel ve ahlâk esasları, cemiyet hayâtı, idâre prensipleri ve dünyâ nîmetlerinden insanın yaratılış maksadına uygun olarak faydalanma erginliği ile bütün dünyâya hitâbeden, her türlü görüş, düşünce ve fikirlerin doğru ve iyi taraflarını varlığında bulunduran ve zamânı (çağları) peşinde sürükleyen, insanlık târihi boyunca yaşanmış en ileri ve parlak bir medeniyettir.”
İslam Medeniyetinin anlam karşılığı için İslam tarihini şehir ve şehirlilik ürünleri açısından tekrar hatırlamalıdır.
Müslümanlar, İslamiyet’i götürdükleri yerlere, İslamiyet’in gereği olan toplumsal yaşam pratiğini de beraber taşımışlar, insanlarının refah, huzur içerisinde kardeşçe yaşamasını sağlamışlardır. “İslâm sanatı, Müslüman milletlerin ortaya koyduğu ortak bir sanattır. İslâmiyet, insanın dünya ve ahirette huzur içinde yaşamasını isterken ondaki güzellik duygularını ve sanat merakını da ortaya çıkarır. İslâm sanatları içerisinde mimari, edebiyat, minyatür, kitap süsleme, tezhip, el sanatları, hüsne-i hat, ağaç ve maden sanatları, çinicilik, kakma, oyma çok ileri gitmiştir. Bu medeniyetin bir parçası olan sanat dalında o bölgelere yollar, köprüler, hamamlar, kervansaraylar, ibadethaneler, çeşmeler, su kanalları yapmışlardır.
Müslümanlar her gittikleri yerlerde çeşitli mimari eserler yaptırmışlardır. İspanya’daki Kurtuba Câmii, Filistin’deki Mescid-i Aksa, İstanbul’daki Süleymaniye, Edirne’deki Selimiye câmileri İslâm mimari sanatının bir şâheseridir. İslâm sanatı Emevîler zamanında başlamış, Abbasî, Fatimi, Eyyubi, Memlûk, Selçuklu şeklinde gelişerek nihâyet Osmanlılarda doğu sanatlarıyla batı sanatlarını sentez etmesiyle yüksek ve geniş kubbeli direksiz câmiler, yüksek kemerli köprülerle zirveye ulaşmıştır. Şah Cihan’ın yaptırdığı Taç Mahal, bu eserlerin ihtişamlılarındandır. İslâm dünyasında yetişen âlimler de, birçok ilmin kurulmasına önderlik yapmışlardır. İmâm-ı Şâfiî hukuk usûlünün, İmâm-ı Muhammed devletler hukukunun, İbn-i Haldûn tarih sosyolojisinin, İbn-i Heysem fizik ve optik kısmının, Harezmî cebirin, Cezeri sibernetiğin temellerini atmışlardır. Yine yetişen binlerce âlimin yazdığı sayısız kitaplar, asırlarca ilim âlemine ışık tutmuş medeniyetin yükselmesine yardımcı olmuştur.”
İhlas
“İhlasın kelime manası; arıtma, saflaştırma, ayırma, katışığını giderme manasına gelmektedir.” “Bir şeyi, kendisine karışmış ve bulaşmış olan şeylerden arındırmak, ayrıştırmak ve sadece kendisi yapmaktır.” İhlâs bir açıdan, eşyayı yabancı unsurlardan ayrıştırma olurken, bir başka açıdan da aslına ve özüne döndürme anlamını ifade eder” Yani : “gizli ve açık bütün nevileriyle şirkten uzak ve tevhid üzere Yüce Allah’a kulluk edilmesi, ibadette sadece Allah rızasının kastedilmesi demektir.” “Gönül safveti, fikir istikameti, Allah ile münasebetlerinde dünyevî garazlardan uzak kalma ve tam bir sadakatle kullukta bulunma halidir”.
İhlası tüm ameliyesini sadece uhrevi bir rıza-i ilayiyi kazanmak için diğerkâm vasıf kazanmış ve bu dünya ile derdi olmayan bir zühd ricalinin kimliği olarak algılamak mümkündür. Davetçi kimliği de yine bir ihlas ahlakının diğer adıdır.
İhlas Medeniyeti
Bir alabildiğince bu dünyanın varlığını umursamayan, rıza-i ilahiye vakfedilmiş bir ömrün harp meydanı olarak gören kavram ile diğeri tam da bu dünyanın her şekliyle görünür yüzü olan medeniyet kavramının birlikte ifadelendirilmesi ne anlama gelecektir?
İhlası sadece kendini terbiye eden zahid değil aynı zamanda insanı dönüştüren davetçi kimliği olarak tanımladığımız dikkate alınmalıdır. Bu durumda İhlas gerek ihvanın gerekse aynı havayı soluyan insanların şirkin her türlü etkisinden, dünyevi garazlardan kurtarılarak tevhid ile yücelmesi için “Allahın halifesi” olma misyonu gereği davetçi olmanın da bir karşılığı olduğu bilinmelidir.
Halife ve davetçi olan ihlas sahibi bir kul (muhlis) İnsanların özgür olarak, anlayarak ve özümseyerek karar vermeleri için kendi üzerine düşen bütün sorumluluğu yapmakla mükelleftir. Bu yerine göre yumuşaklıkla muameleyle olur, yerine göre tane tane konuşmayla olur, yerine göre misaller (örnekler) sunarak olur.
Cihad tanımlarından birisi de davet edilen ile Allah arasına giren engellerin bertaraf edilmesi için kişinin üzerine düşeni yapmasıdır. Bu tanım yerine göre bir zalimin gölgesini ortamdan uzaklaştırmaktır, yerine göre anlamasını engelleyen faktörü ortadan kaldırmaktır. Bazı mütefekkirlerin “günümüzde cihat fikir ile olur” demelerini bu niyeti ortaya çıkarmak şeklinde algılamalıyız.
İhlas Medeniyeti bu cihetle ortaya koyduğu ürünlerle şirkten arındırılmış bir bakış açısı kazandırılarak tevhid inanışını her bir yüreğe gösteren vasfa sahip olmalıdır. Bu medeniyet İslam’ın Tevhid, Davet, Adalet, Özgürlük prensiplerinin ete kemiğe bürünmüş halini sunmalıdır.
Cami (ibadet) merkezli olarak inşa edilen bir şehirde vakıflar ile sürdürülen sosyal dayanışma ve paylaşım kültürü, zekât ile sağlanan pazarın iktisadi dengesi ile gönül dünyasına şehirin şekillendirici bir etkisi olacaktır.
Bir şehir üretimi ve hızlı yaşamı artırarak pazar oluşturma ve bu pazarın tüketimle devir daim etmesi felsefesine göre kuramlanması halinde teknik okullar, pazarlama bölümleri, apartman daireleri ve kitle ulaşım sistemleri şeklinde tezahür ederse bu kapitalist bir şehir olacaktır, bu şehrin insanları da kapitalist zihinli olacaktır.
Bir şehrin insanları şehri, cami merkezli olarak inşa edip, insanın zihnini özgürleştiren ve doğal güzellikleri hayata hakim kılan bir sanatla paylaşımcı ve iletişimci ortamları ikame eden, tüketen değil yaşamı sürdüren ve varlığı emanet olarak telakki eden bir pratikle imar edilirse bu şehrin insanları da hür olacaktır. İhlas medeniyeti Allah’ın esma ve sıfatının yansıdığı ve nihayetinde insanları Allah’a kulluğa sevk etme saikiyle şehiri imar eder, kültür ve sanatı şekillendirir, bilimi ve teknolojiyi sevk eder.
İNTERNET RADYOMUZ FANİDUNYA FM 24 SAAT YAYINDADIR.
YENİ SİTE GİR,İŞİMİZ.
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir.
Üye Ol veya Giriş Yap
39
« Son İleti Gönderen: fanidunya NET Haziran 28, 2025, 07:53:16 ÖÖ »

Dünya Ellerimizin İçinde
İş kazasında sol elini kaybeden bir yakınım, “Ellerim hayatımı kolaylaştıran bir güç kaynağıymış, bunu sol elimi kaybettiğimde anladım” demişti. Bedenimizle bütünleşen tüm organlarımız Rabbimizin bize bahşettiği hizmetkârlardır ve her biri verilen görevi ifa eden bir memurdur, küçük bir aksama ortaya çıktığında ise hayatımızın dengesi bozulur ve basit işleri dahi yapamaz hale geliriz. Gündelik hayatta bu muazzam organizasyonun pek farkına varamıyoruz ancak uzuvlarımızdan birini kaybettiğimizde ya da kullanamaz hale geldiğimizde zaman duruyor ve bu uzvumuzun yaptığı işler aksıyor ve bir çıkmazın içine sürükleniyoruz.
Ellerimiz, yaptığımız her işte, elde ettiğimiz her başarıda payı olan emektarlarımızdır. Allah’ın bahşettiği bu hizmetkârlar yaz kış, gece gündüz demeden çalışır ve amellerimize ortak olur. Vefalı bir dost, bir yardımcı, bir destekçidir ellerimiz ve güne onlarla başlarız. İcra ettiğiniz her şeyde ellerimizin emeği vardır ve dünyayı adeta elimizin içinde taşırız. Sabahın ilk ışıkları ile ellerimizden güç alarak kalkar, suya uzanır ve fani dünyayı ellerimizle arkaya itip namaza dururuz. Dualarımız, gözyaşlarımız önce avuçlarımıza dökülür ve bütün gücümüzü avuçlarımızın içine alıp güne başlarız. Yorulduğumuzda ellerimizi duvara yaslarız, sevindiğimizde ellerimizi çırparız, sevdiklerimizin tabutları kalkarken acıyı ellerimizin içine alır dizlerimize vurarak savarız. Elimizin değmediği hiçbir şey yoktur fani dünyada ve el emeği, elimiz değdi, el atıver der elin işlevine vurgu yaparız. Ekmektir, sevgidir, emektir ellerimiz ve dünya adeta parmaklarımızın ucundadır.
Hayatımıza değen her şeyde izi vardır ellerimizin. Kaşığı tutan, ekmeğe, suya uzanan parmaklarımız temas ettiği her nesneye bir iz bırakır ve gücünü hissettirir. Korkularımız tetiklendiğinde yüzümüzü avuçlarımızın içine alır ve kendimizi güvende hissederiz. Yetim bir çocuğun başını okşarken sevgi parmaklarımızdan akar ve ellerimizle tanırız merhameti.
Yükselen sesleri bastırmakta güçlük çektiğimiz anlarda ellerimiz kaleme uzanır ve duygularımızı kâğıda aktarırız. Ellerimizi kalemle dost kılar ve hatıralarımızın sokaklarında dolaşır, acıyı da neşeyi de resmederiz. Ellerimiz en büyük destekçimiz bir kazaya kurban gitmiş ve bizden önce veda etmişse hayata, budanmış bir ağaca dönüşür en küçük işlerimizi dahi yapamaz hale geliriz. Hayatımız zorlaşır ekmeğe, suya ulaşabilmek için büyük meşakkatler yaşarız. Gündelik hayatta sıradan gördüğümüz bütün işleri yürüten bir güç, bir mucizedir ellerimiz ve bizimle hareket eder bizimle düşerler toprağa.
Son yıllarda bilim dünyası kaza sonucu ellerini kaybeden kişilerin işlerini kolaylaştırmak için yapay el üzerine çalışıyorlar fakat üretilen protez el bir noktaya kadar işe yarasa da elin dokunmadaki hassasiyetini, manevra gücünü taşımıyor. Bilim insanı Schneebeli robot ellerin insan elinin yerini tutabilmesi için çok çalıştığını ancak muvaffak olamadığını ifade ediyor ve elin bir mucize olduğunu vurguluyor. Rabbimiz güçlü, kullanışlı ve estetik olan elleri bize bahşetmiş ve hayatımızı kolaylaştırmıştır. Bunun şükrünü hiçbir şekilde ödeyemeyiz…
“O yaratandır, kusursuz var edendir, şekil ve suret verendir” (Haşr, 24).
Fatma Tuncer.
İNTERNET RADYOMUZ FANİDUNYA FM 24 SAAT YAYINDADIR.
YENİ SİTE GİR,İŞİMİZ.
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir.
Üye Ol veya Giriş Yap
40
« Son İleti Gönderen: melek Haziran 27, 2025, 12:19:27 ÖS »

Akıl Ve Doğru Düşünme
Geçen sayı ki yazımızda ağırlık! olarak nefsin tanımı, problemli yönleri ve kademelerinden bahsetmiştik. Şimdi ise insanı bir ömür boyu kuşatan nefse ve onun problemlerine karşı insanın içinde var olan iki önemli cevherden bahsedeceğiz. Bunlar akıl ve kalp olarak isimlendirilen, doğru kullanıldığında insanı hidayete vede sonuçta Allah'a ulaştıran, ancak yanlış kullanıldığında ise insan aşağıların aşağısına çeviren iki değerdir.
Akıl, insan için olmazsa olmaz, karşılaştığı birçok problemden kendisini kurtarmaya yarayan kullandıkça ve zorlandıkça açılan, kullanılmadıkça ise donuklaşan, basitleşen ve küçülen bir değerdi
Akıl yaratılış gereği her insanda eksik akıl İla yaratılanlar hariç yaklaşık olarak aynı orandadır. Başlangıçta her insanın aklı aynı olmakla birlikte, bir insanın doğduğunda ki şartlar, çocukluknu yaşadığı aile ve çevre daha sonraki yıllarda almış olduğu eğitim, okuduğu kitaplar, kişisel çabalar aklı olumlu yönde etkileyip geliştiren faktörlerdir Gözünü dünyaya açtığı ve büyüdüğü ortamda çc fazla hareketliliğin olmadığı, hicbirşeyi merak edip düşünmeyen, kitap okumayan ve ciddi bir eğitin den geçmemiş bir insanın aklıyla, bunun tam tersi bir ortamda yaşamış aklını kullanan bir insanın aklı ve çözümlemeleri, sonuçlandırmaları doğal olarak farklı olacaktır.
Tüm bunlarla birlikte aklın bir gelişim ve büyüme seyri vardır. Tıpkı bir bebeğin emekleme \ yürüme evresi gibi... İsterseniz işe önce aklın ne olduğundan başlayalım.
Akıl Nedir?
Doğruyu yanlıştan ayırabilme, ölçüp biçme, ileriye dönük tasarı, plan program yapabilme, mevcut durumu değerlendirebilme, sonuca çıkabilme, düşünebilme ve hayal kurma, araştırabilme, sınıflandım ve hükmetme yetilerini içinde barındıran müthiş bir cevherdir.
Ayrıca Akıl;
Zihinsel faaliyet olarak Uç şeyi yapar. Bunlar:
1) Mukayese; Kıyas yapar, karşılaştırır, ölçüp biçer, değerlendirir, fark eder. Ve bu bütün bilgiler aklın muhasebe bölümüne gönderir. Akıl, bir insanın uzun olduğu, yanına daha kısa birisi gelmediğini anlayamaz. Yani tüm büyüklük küçüklük, uzunluk kısalık, güzellik çirkinlik, doğruluk yanlıştı v.b. değerleri akıl ancak yanına benzeri bir obje yada konu geldiğinde değerlendirme yapabilir. Bu durumda aklın mukayese yapması mümkün değildir. Bu insan aklının bir zaaf noktasıdır da aynı zamanda. İnsan aklıyla Allah aklının en belirgin olarak ayrılmaya başladığı yerde burasıdır. İnsan aklı, düşünebilmek ve üretebilmek için her zaman bir şeylere muhtaçtır. Ancak Allah için böyle bir şey söz konusu değildir.
2) Muhasebe; Burada akıl hesap yapacaktır. Kendisine gelen tam verileri süratli ve titiz bir şekilde değerlendirecektir. Onları sınıflara ayıracak, daha önce biriktirdiği hafızasındaki bilgilerle ölçüp biçerek, onları birleştirecek yada çıkaracaktır. Konu ile ilgili karı zararı, doğruyu yanlışı adeta bir muhasebeci gibi ayrıştıracaktır. Onları sınıflandıracaktır. Buradan sonrada iş artık sonuç olan muhakemeye kalacaktır.
3) Muhakeme; Zihin yukarıda sözü edilen tüm aşamalarda sonra artık belirli bir sonuca yani kanaate ulaşacaktır. İşte aklın bu aşamasının adı muhakeme yani hükmetme kabiliyetidir. Buna karşılaştı tüm olayları ve bilgileri enine boyuna irdeleyip belli bir sonuca çıkma durumuda diyebiliriz. Akıl bu son aşamaya gelirken eğer temiz ve dürüst düşünebilmiş, yanlış ve tutarsız rüzgarların etkisinde kalmadan değerlendirme yapabilmiş ise hükümleride o oranda doğru olacaktır.
Akıl, insan vücudundaki adeta bir göze benzer. Göz nasıl ki bir objeyi önce fark eder, onu hem beyne iletir, beyinde onunla ilgili bir değerlendirme yaparsa, aklın sistematik olarak çalışmasıda biraz bunun gibidir. Ancak göz birşeyi görürken ve onu algılarken nasılki bazı yanılmalara uğran aynen zihinde aynı şekilde dış etkenlerden kaynaklanan çeşitli yanılmalara düşer. Biz buna "zihin yanılmaları" diyoruz ki bunu ileriki yazılarımızla çok daha detaylı ve örnekleriyle birlikte inşallah dile getireceğiz.
Ancak yeri gelmişken kısaca şunu söyleyebiliriz ki; Akıl önce kıyas yapar. Kıyas yaparken de çeşitli şeylere karşılaşır. İşte burada karşılaştığı şeylerdeki benzerlikler insan aklının zihninin yanılma noktalımın merkezini oluşturur. Çoğunlukla insanlar konular yada düşünceler arasındaki benzerlikleri tam ve net olarak ayrıştıramadığı için, birazda dikkatsiz baktığı için ayrıca benzerlikleri aynı zannedip sonuca çıktıkları için zihin yanılmalarına düşerler. İşte insanların farklı farklı düşünmelerinin ve sonuca çıkmalarının altında en çok yatan yerlerin başında burası gelir. Tüm bunlarla birlikte aklın düzgün kullanılmasına yardımcı olacak etmenlerde vardır. Bunla kısaca, doğru bilgi, tecrübe, ve iradedir.
a) Doğru Bilgi; İnsanoğlunun var olduğu günden beri hep ilgi gösterdiği, bulmaya çalıştığı, peşinden koştuğu, birçok zamanlar üzerine gittiği ancak çeşitli rüzgarların etkisinde kaldığı yada saptığı bir değerdir. Neyin doğru, neyin yanlış olduğu hep tartışma konusu olmuş, çoğunlukla insanlar kendisine ulaşan bilgiler, akli çıkarımları ve de en çok kendi uyarına (nevasına) göre doğru bilgi budur demişlerdir.
DoğruNedir?
İçersinde, parçadan bütüne eğrilik, uyumsuzluk ve çelişki olmayandır. Kişiye ve kurumları göre değişmeyendir. Biçim ve içerik açısından da bir uyumsuzluk ve çelişki yoktur. Uzun araştırma, gözlem ve tecrübeyi içersinde barındırmalıdır. Farklı açılardan sağlama yapıldığında da aynı sonuca ulaşılmalıdır. Doğru gerçektir, ancak her gerçek doğru değildir. Doğru dengeli olmak zorundadır. Ancak her dengeli olanda doğru değildir! Doğru hislerden ve duygulardan ve kişisel kanaatlardan uzak olmalıdır. Her doğru hakikat (dini) olmayabilir. Ancak her hakikat doğrudur. Çünkü hakikat ilahi doğrular ve gerçeklerdir.
Ey iman edenler Allah'tan sakının ve sözü doğru olarak söyleyin. Ki O amellerinizi ıslah etsin ve günahlarınızı bağışlasın...(Ahzab/ 70-71) Şüphesiz: "Bizim Rabbimiz Allah'tır" eleyip sonra dosdoğru bir istikamet tutturanlar, onların üzerine melekler iner (ve der ki) "Korkmayın ve hüzne kapılmayın, size vadolunan cennete sevinin " (Fussilet 130)
De ki: "Herkes kendi yaratılışına (mizacına/yapısına) göre davranır. Şu halde kimin daha doğru yolda olduğunu Rabbbin daha iyi bilir." (İsra 184) Ey Ademoğulları, içinizden size ayetlerimizi haber veren elçiler geldiğinde, kim sakınır ve (kendisini) düzeltirse iste onlar için korku yoktur, onlar mahsun olmayacaktır. (Araf / 35)
İnsan Niçin Doğru Hareket Etmez?
1) Doğru bilgisi yoktur, ulaşmamıştır, (karşılaşmadığı yada aramadığı için).
2) Duygusal yada hissi hareket etmedeki ısrarcılıktan dolayı.
3) Uzun vadeli yapılan başka hesaplardan dolayı.
4) Başkasının hatırı, kendi kişisel menfaatleri yada nevasından dolayı.
Doğru Olmayı, DoğruyuBulmayı EngelleyenFaktörler
1) Doğruyu bulmaya aramaya ilcinin ve isteğin olmayışı.
2) Bağlı bulunduğu çevre, yaşanılan ortamın tesirinde kalınması.
3) Bu zamana kadar edinilen kültür ve kişisel kanaatlerin baskın olması.
4) Karşılaştığı bilgileri sorgulama ve sağlama yapma kaygısı ve yeteneğinin olmaması.
5) Kişide "mukayese, muhasebe ve muhakeme" yeteneğinin ve ilgisinin az olması.
6) Kişide "dürüstlük" halinin zayıf olması.
7) Yüzü "Vahye" tam dönük olamamak.
İNTERNET RADYOMUZ FANİDUNYA FM 24 SAAT YAYINDADIR.
YENİ SİTE GİR,İŞİMİZ.
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir.
Üye Ol veya Giriş Yap
Sayfa: 1 2 3 [4] 5 6 ... 10
|