Son İletiler

Sayfa: [1] 2 3 ... 10
1
İslamda Aile / Reklamlar Diziler ve Ailemiz
« Son İleti Gönderen: fanidunya NET Bugün, 07:36:23 ÖÖ »


Reklamlar Diziler ve Ailemiz

Bir Reklam

Reklamların dili keskindir. Kısa bir görsel ve kısa cümlelerle çok şeyleri ifade etmeyi amaçlar. Mart ayının ilk günlerinde bir televizyon kanalında bir emlak şirketi reklamı yayınlandı. Anlatılan olay şöyle: Kadın kocasına ayrılmak istediğini söylüyor. Adam anında telefonunu eline alıyor, arama motoruna basıyor. Eşyalı ev arıyor. Ve bir ev buluyor. Evde her şey var, hatta gitar bile. Ve anında adam kadına yani eşine cevabı yapıştırıyor: ceketimi alıp çıkıyorum, der ve ceketini alıp çıkar. Reklam bu kadardı.

Reklam güya kolay ev bulmanın yolunu gösteriyor. Ama belki bir dakika bile sürmeyen reklam sonunda zihinlerde kalan sadece kolay ev bulmak mı? Ve bu reklamı izleyenler acaba bu reklamdan ne anlar? En azından benim anladığım şudur: Bir ailenin veya yuvanın yıkılması çok önemli değil. Eşyalı bir ev varsa her şey tamam demektir. Hatta bu reklam üzerine neler söylenmez ki!  Özgürlük, serbest piyasa ekonomisi, reklamın kötüsü olmaz, bırakın yapsınlar, bırakın gitsinler ve daha neler söylenir neler.

Diziden Bir Sahne

Çok sayıda dizi yayınlanıyor. Sadece bazı dizi isimleri bile yan yana getirildiğinde tablonun ne kadar yıkıcı olduğunu anlatmaya yetiyor. Ve bir diziden bir sahne: kadın kocasından ayrılmak istediğini söylüyor. Arkada acıklı bir fon müziği var. Koca merakla soruyor: ben mi bir şey yaptım? Kadın kocasından çok memnun olduğunu söyler. Ancak kadın kurduğu hayallerin güzel olmadığını, daha kaç yıl yaşayacağını bilemediğini, artık farklı bir hayat yaşamak istediğini, bir şeyler yapmak istediğini, tek düze yaşamak istemediğini, başka bir şehir veya ülke görmek istediğini, kocası olmasa işten çıkınca direk eve gelmesi gerekmediğini, arkadaşlarıyla buluşabileceğini, tek başına sahilde yürüyebileceğini, akşam yemeğe yetişme derdi olmayacağını ve buna benzer birçok şeyler söyler. Yani kısaca kocası ve evlilik  bütün bunlara engel !!! Ve kocanın cevabı: ben senin mutlu olmanı isterim.

Bir reklamdaki bir dakikalık veya bir dizideki yaklaşık on dakikalık bir sahne üzerinden genelleme yapılamaz itirazları olabilir. Ama acaba durum sadece bu iki örnekten mi ibaret? Aile kurumunu yıkmaya yönelik ve her Müslüman için ortak değerler olan mahremiyet ve nikâh başlığı altında bize yakışmayan onlarca sahne ve diyaloglar artarak devam ediyor. Bir kadın veya erkeğin nikâh olmaksızın aynı evi paylaşmalarının hiçbir şekilde izahı yoktur ve hoş görülemez. Bir de senaryolarda devamında evli olan bir kişinin karşı cins ile olan ve iman ekseninde tasvibi asla mümkün olmayan şekilde söz ve hareketlerine ne demeli? Efendim beyaz ekranda bu tür şeyler olmadan olmaz türü gerekçeler doğru mu? Ve yeterli mi?  Bir olayın hikâye edilmesinin bu topraklarda bir ölçüsü olmalı. Gençlerin zihinlerinde dinin helal-haram dengesi ile bağdaşmayan söz ve davranışların normalleştirilmesi belki de tehlikenin en büyüğüdür. 

Aile konusu başta olmak üzere toplumun temel ihtiyaçları için sadece mevzuat çıkarmanın yeterli olmayacağı aşikârdır. Her konuda olduğu gibi başta eğitim önceliğimizdir. Başkanlığımızın aile konusunda güzel kurumsal çalışmalar yanında çok güzel hizmetlere imza atan müstakil daire başkanlığı bulunmaktadır. İl ve ilçe müftülüklerimiz Aile ve Dini Rehberlik Büro ve Merkezleri ile çok güzel çalışmalar yapmaktadır. Yeterli mi? Elbette değil. Ayrıca aileler, toplum büyükleri ve sorumluluk taşıyan her insan aile konusunda daha üstün gayret göstermeli ve tedbirler alınmalıdır. Yeterli çalışmalar yapılmaz ve gerekli tedbirler alınmaz ise sadece ticari kaygılarla ortaya konan televizyon ve dijital dünyadaki çalışmalarda kadın, erkek, çocuk, mahremiyet ve aileye ait her konuda bize ait olmayan senaryolar aile kurumunu zedelemeye devam edecektir.

Ne Yapmalıyız?

Toplumun her kesimine ortak görev düşüyor. Eğitim ve örneklik konusu baştadır. Elbette seyreden her birimizin ne seyrettiğimizi, konularını ve her anlamda bize ne katıyor veya bizden neler götürüyor?  gibi benzeri soruların cevabını iyi düşünmeliyiz. Olumlu anlamda yapılacak en güzel işlerden birisi de bu toprakların ruhuna uygun sanat çalışmalarına hep birlikte sahip çıkmaktır. Sanatın her dalında Müslüman kimliğimize uygun çalışmaları teşvik etmez ve önünü açmaz isek başkalarını taklide devam edeceğiz. Daha da acı olan ise kendi köklerimize uygun olmayan nice çalışmalarla yüz yüze gelmeye devam edeceğiz. Bir programda İsmet Özel şöyle demişti: başkalarının kelimeleriyle konuşanlar, başkaları gibi düşünür. Senaryosu veya ana fikri bize ait olmayan filim ve dizileri izleyenler başkaları gibi düşünmeye başlar. Bir müddet sonra bazı davranışlar normalleşmeye başlar. Belki de en acısı budur. Sonra da anlatılan hikâyeler yaşanmaya başlar.

Bu değerlendirmeleri karamsar olmak için yazmıyoruz. Yeterli olmasa da güzel çalışmalar da var. Bir cami görüntüsü, bir ezan sesi, teravih namazından bir sahne veya ramazan günlerinde bir iftar sofrası sahnesi ne kadar da önemlidir değil mi?

Bu toprakların ruhuna uygun senaryo, hikâye ve ürün ortaya koyanları da gönülden tebrik ederiz.

ŞÜKRÜ KABUKÇU.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

TÜM OKUYCULARIMIZI PAYLAŞIMA DAVET EDİYORUZ, DAVETLİSİNİZ.
2
İnsan ve Hayat / Hayat İbadete İbadet Neşeye Dönüşür
« Son İleti Gönderen: fanidunya NET Bugün, 07:29:53 ÖÖ »


Hayat İbadete İbadet Neşeye Dönüşür

İnsanın dünya serüveni doğumla, bir nevi dünyaya dair ilk çığlıkla/ tepkiyle başlar ve ölümle biter. Bu iki nokta arasındaki çizgiye ömür denir. Her ömür, kişiye özel bir sermaye, ayrı ve özgün bir hikayedir.
Hayat ise hem anlam hem de bağlam olarak daha kapsamlıdır. Nitekim ölüm hayatın değil doğumun zıddıdır. Hayat doğumdan önce başlar ve ölümden sonra da devam eder. Hayata yüklediği anlam insan için en temel konudur. Zira o anlam hayatın gayesini ve hayata dair şeyi belirleyecektir.

Müslümanlar için hayatın anlamı ve gayesi, yeryüzünde, Allah’ın peygamberleri aracılığıyla öğrettiği ilkelere uygun şekilde yaşamaktır. Kur’an-ı Kerim’de insanın varoluşunu anlamlandıran ve yeryüzü misyonunu izah eden ayetlerden biri olan Zariyat Suresi 56. Ayette “Ben cinleri ve insanları ancak bana ibadet etsinler diye yarattım,” buyrulmaktadır. Bu yönüyle ibadet kavramı hayatın her anını ve alanını kuşatan ve varoluşsal boyutları olan bir ifadedir.

Müslüman hayatının ve düşüncesinin temel kavramlarından biri olan ibadet, gündelik hayatımızda sıkça duyduğumuz, kullandığımız bir ifadedir. Ancak bilgi ve tefekkür boyutu göz ardı edildiğinde, hayatı kuşatan kurallar manzumesinden gönülden geçen iyi yönelişlere kadar çok farklı çağrışımlar yapabilmektedir.

Kelime anlamı itibariyle ibadet; itaat etmek, karşı gelmemek, boyun eğmek, isyan etmemek gibi manalara gelmektedir. Kişinin sevgi ve bilinçle Rabbinin buyruklarına gönülden itaat etmesi, hiçbir şeyi O’na ortak koşmaması ve davranışlarını O’nun hoşnutluğunu dikkate alarak düzenlemesidir.

İbadet aynı zamanda varoluşsal bir farkındalığı ifade eder.

Hayatın anlamı, başlangıcı, sonu gibi, düşünen insan için en temel sorular karşısında verilen sakin ve derin cevaplar taşır. Bu farkındalığa göre evrende hiçbir şey tesadüf değildir. Kâinatı tasarlayan mutlak kudret ve üstün akıl sahibi yüce bir yaratıcı vardır. Âlemdeki her canlının varlığında nice hikmetler gizlidir.  En değerli varlık olarak insan, yaratılmışlar içinde üstün özelliklerle donatılmış ve sorumlu kılınmıştır. Hayatın içinde, iyi-kötü, acı-tatlı, kolay-zor gibi sevinç ya da hüzne dair olayları yaşarken ve yorumlarken Allah’ın varlığı ve hayatın anlamına dair farkındalık canlı tutulursa, insan hayatın yükünü daha kolay taşıyabilecek ve hayata dair tepkilerinde daha makul sınırlar içinde kalabilecektir. Söz konusu inanca ve duyarlılığa sahip bir kişi hayatın hiçbir zorluğu, meşakkati karşısında ümitsizliğe kapılmayacak, bunalımlar karşısında daha güçlü olacaktır.

Allah’ın varlığına iman, büyük bir dayanma gücü ve sabırla mücadele azmi verecektir. Diğer yandan hiçbir zenginlik ve dünyalık mümin bir kişi için, şımarma, kibre esir olma, kendini farklı ve üstün görme, çılgınca davranışlara meyletme gibi savrulmalara, dağınıklık ve tutarsızlıklara neden olmayacaktır. Zira kulluk farkındalığına sahip kimse için hayat bir sınanmadır. Dünyaya dair her şey geçicidir. Asıl olan insani değerlere bağlı kalmaktır. Sahip olunan her nimet ve güzelliğin karşılığında yapılması gereken en temel şey şükran duygusuyla yaşamaktır. Şükür ise en açık ifadeyle, nimetin ve mülkün yegâne sahibi olarak Allah’ı bilmek ve sahip olduğu zenginliği, O’nun peygamberleri aracılığıyla gösterdiği şekilde kullanmaktır. Zira insanların istifadesine sunulmayan, başkalarının iyiliğine katkı sunmayan zenginliğin şükrü yerine getirilmiş olmayacaktır.   

İbadet konusunda iki genel kategoriden bahsetmek mümkündür.

Birincisi formel yani belli vakitlerde ve belli şekillerde yapılan ibadetlerdir. Kişinin Rabbine karşı derin saygısını ve emsalsiz sevgisini sembolize eden söz konusu ibadetlerin nasıl yapılacağı peygamber tarafından öğretilmiş ve gösterilmiştir. Namaz, oruç, zekât, hac, kurban gibi ibadetler bunun en açık örnekleridir. Elbette her ibadet öncelikle Allah emrettiği için yapılır. Yani hükmün illeti, Allah’ın söz konusu ibadetlerin yapılmasına dair açık emridir. Bununla birlikte her ibadetin pek çok hikmeti ve hayata kattığı sayısız güzellik vardır. Söz konusu ibadetler, hikmet ve güzellikleri göz ardı edilerek sadece Allah’ın kullarını tabi tuttuğu bir imtihan konusu olarak yorumlanmamalıdır. Bir başka açıdan bu ibadetler, insanın muhtaç olduğu değerler ve erdemlere en kısa yoldan sahip olması için Yaratan’ın gönderdiği bir nimet ve imkân olarak görülmelidir.  Yani insanlara zahmet olsun diye değil, rahmet olsun diye istenmiştir. Nitekim Allah’ın, ibadete ihtiyacı elbette yoktur. O hiçbir şeye muhtaç değildir.

Ancak insanların, ibadetin kazandırdığı güzel hasletlere ihtiyacı vardır. İnsan ibadet etmeye muhtaçtır. Çünkü her ibadetin hayata sayısız güzellik kattığı açıktır. Örneğin, İbadet ahlak ilişkisinin en bariz şekilde görüldüğü alanlardan biri olan namaz kötülüklerden alıkoyar. Kişiyi sağlam bir duruş sahibi yapar. Özgürlüğün zirvesidir. İnsanı eşyaya esir olmaktan kurtarır. Allah’a yönelişin en somut göstergesidir. Beden, akıl ve kalbin buluştuğu, ortaklaşa gerçekleştirdiği muhteşem bir ibadettir. Oruç takvaya, sakınmaya, sorumluluk bilincini kuşanmaya götürür. Paylaşmaya, empati kurmaya, nimetin değerini bilmeye zemin olur. Zekât hem malı hem de sahibini temizler, sevgi ve muhabbete vesile olur. Hac varoluşun provası gibidir. Hakikat zemininde yeniden diriliştir. Kurban iyiliğe adanmışlıktır. 

İbadetlerin en somut tezahürü hayata adalet ve güzel ahlak olarak yansımasıdır.

İbadetler kişiyi eğiten, olgunlaştıran bir vicdan ve irfan mektebidir. Özellikle formel ibadetler kul ile Rabbi arasında özel bir bağ ve iletişimdir. Bunun için iman, amel ve ahlak, hayatın içinde birbirinin varlığına delil olmalıdır. Kur’an-ı Kerim’in gayesinin en özlü ifadesi, güzel ahlaka sahip insan ve adalete dayalı bir toplum inşa etmektir. Nitekim Allah’ın “yüce bir ahlaka sahip olduğunu,” ilan ettiği ve “en güzel örnek” olarak tanıttığı sevgili peygamberimiz, “ben güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim” sözüyle adeta peygamberlik misyonunu ve tüm mücadelesinin nihai gayesini ortaya koymaktadır.

Ahlak en kolay tanımıyla bir davranış biçimidir.

Karakter ve mizaç anlamına da gelir. Ahlakın terim manaları içinde en beğenilen ve yaygın olanı İmam Gazzâlî’nin, “Ahlak, insanda yerleşen öyle bir melekedir ki, bu melekeden dolayı davranışlar hiçbir zorlama olmadan, düşünüp taşınmadan, kolaylıkla sadır olur.” şeklindeki tarifidir.

İbadetlerin ahlaka dönüşmesi bu durumu sağlayan en önemli imkandır. İbadetler ile Rabbinin huzuruna duran, O’na söz veren, yeryüzü gayesinin her daim farkında olan insanın davranışları nezaket ve adalet üzere olacaktır. Böyle bir kişiden beklenen, kimseye zarar vermemesi, haksızlık yapmaması, kimseyi incitmemesi, hayata değer katması, bulunduğu yeri güzelleştirmesidir.

Nitekim davranışa yansımayan, güzel ahlaka dönüşmeyen ibadet konusunda Peygamberimiz de müminleri çarpıcı ifadelerle uyarmaktadır.

Mesela orucun takvaya dönüşmesi için oruçlu kişi davranışlarına dikkat etmeli, çevresine huzursuzluk vermemelidir. Peygamber efendimiz bu ahlaki duyarlılığı göz ardı eden, oruç tuttuğu halde yalan söyleyen ve yalan yere şahitlik yapanların oruç tutmasına Allah’ın muhtaç olmadığını ifade etmekte ve “Nice oruç tutan var ki elde ettiği tek şey sadece açlık ve susuzluktur. Geceleri ibadetle geçiren nice kişi vardır ki kıyamdan nasibi uykusuz kalmaktır,” sözüyle ahlaka dönüşmeyen ibadetin kişiye fayda sağlamayacağını ifade etmektedir. Başka bir hadiste Peygamberimiz çok somut ve hayatın içinden bir örnek vermekte; “Uzun yolculuklar yapmış, üstü başı tozlanmış, saçı başı dağılmış, ellerini semaya uzatan ve “Yâ Rab, yâ Rab!” diye yalvararak dua eden bir adamdan söz ederek “Fakat onun yediği haram, içtiği haram, giydiği haramdı. Haram ile beslenirdi. Peki böyle birinin duası nasıl kabul edilsin” buyurmaktadır. 

Diğer bir örnekte ise Hz. Peygamber, ibadet ahlak ilişkisi kuramayanları müflis tüccara benzetmektedir. O, bir gün arkadaşlarına “Müflis kimdir, biliyor musunuz?” diye sormuş, onlar da “müflis malı mülkü kalmayan kimsedir.” diyerek cevap vermişlerdir. Bunun üzerine Sevgili Peygamberimiz, “Gerçek müflis, kıyamet günü namaz, oruç ve zekât ibadetlerini yerine getirmiş olarak gelir. Aynı anda o, kimine sövmüş, kimine iftira etmiş, kiminin malını haksız yere yemiş, kiminin kanını dökmüş, kimini de dövmüştür. Bunun üzerine iyiliklerinin mükâfatı ondan alınır, haksızlık yaptığı kişilere verilir. Üzerindeki kul hakları bitmeden sevapları biterse, zulmettiği kişilerin günahları alınır, kendisine yüklenir. Sonra da cehenneme atılır.” Bu rivayet ibadet ahlak ilişkisini mefhumu muhalifi itibariyle çok veciz bir şekilde özetlemektedir. Benzer bir örnekte de Hz. Peygamber, ibadet etmesiyle şöhret bulmuş bir kadının, sözleriyle komşularını incitmesinden dolayı cehennemlik olduğunu ifade etmektedir.

Burada önemli bir husus da gelişigüzel mülahazaların kolayca algı operasyonuna dönüşebildiği bir zamanda, ibadet edenlerin zaafları, hataları üzerinden ibadetlerin değerlendirilmesinin ve önemsizleştirilmesinin tutarsızlığıdır. Sanatçıya kızarak sanata, zengine kızarak paraya tavır almak ya da kıymeti bilinmeyen veya istismar edilen değerlerin bizzat kendisini suçlayarak onlardan vazgeçmek nasıl anlamsız ve yanlış ise, aynı şey söz konusu durum için de geçerlidir. 

İkincisi ise; geniş anlamı ve hayatı kuşatan boyutuyla ibadet, tüm tavır ve davranışların iman bilinciyle ve mümine yakışır şekilde yapılmasıdır.

Kişinin hayatın her anında sadece Allah’ın hoşnutluğunu merkeze alarak niyetiyle, aklıyla, kalbiyle ve davranışlarıyla iyi bir insan olma ve hayata değer katma gayesiyle hareket etmesidir. Bu bilinç hayatın tamamını ibadete dönüştürecektir. Bu durumda en önemli ve hassas nokta ise niyettir.

Niyet, İslam inancında tüm tutum ve davranışlar için en belirleyici faktördür. Çünkü niyet kalbin yönelişidir. Davranışın öz değeridir. “Ameller ancak niyetlere göre değer kazanır” hadis-i şerifi davranışların değerlendirilmesinde temel kabul edilmiştir. Niyet, adeti, olağan, sıradan davranışları ibadete dönüştürür. Dolayısıyla Rabbinin rızasından başka bir beklentiye girmeden, iyi niyet ve samimiyetle yapılan her meşru iş ve davranış ibadettir. Sahibine ibadet sevabı kazandıracaktır. Buna göre; iyi bir mümin ve insanlığa faydalı bir birey olma gayesi en üstte tutulduğu sürece devam edilen eğitimin her anı, çalışılan her sınav, okunan her kitap ibadete dönüşecektir. Güzel ahlakın ikamesine, yeryüzünün imar ve ıslahına, insanların hizmetine, hayatın huzuruna katkı sağlamayı öncelikli gaye edinen, iyilik adına yapılan her iş ve davranış ibadet gibi mübarek ve değerlidir.

İman ibadet ve hayatı birleştiren en özlü yaklaşımı Peygamber efendimiz İslami literatürde Cibril hadisi olarak meşhur olan hadis-i şerifte bizlere öğretmektedir. Burada, iman ve İslam’dan sonra “ihsan” kavramını açıklayan Peygamberimiz, ihsan; “Allah’ı görür gibi ibadet etmendir. Sen O’nu görmüyor olsan da O seni görmektedir,” buyurmaktadır.

Öyleyse, ihsan bilinci canlı tutulduğunda hayat ibadete, ibadet neşeye dönüşecektir.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

TÜM OKUYCULARIMIZI PAYLAŞIMA DAVET EDİYORUZ, DAVETLİSİNİZ.
3
Mutlulık Yolu İslam / Zamana Yol Gösteren Kitap Kur'an’ı Kerim
« Son İleti Gönderen: fanidunya NET Bugün, 07:21:15 ÖÖ »
img]

Zamana Yol Gösteren Kitap Kur'an’ı Kerim

Kur’an’ın bazı hükümlerinin geçmişte kaldığını iddia ederek onları yok saymanın ya da hafife almanın tutarlılığı ve hükmü nedir?

Öncelikle böyle bir yaklaşım ve söylemle Kur’an’ın bazı hükümlerini zaman ile mukayyet kılmak şayet bir art niyet taşımıyorsa onun hem içeriğini hem de hikmetini anlama noktasında birtakım eksikliklerin, zaafların ve sorunların varlığını gösterir. Çünkü Kur’an tüm zamanları ve mekânları aydınlatan sönmez, tükenmez bir hakikat güneşidir. Bu özelliği onun mucize oluşunun en güçlü delilidir. Pek çok ayette Kur’an’ın bir hidayet rehberi olduğu, insanları karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için indirildiği, hakkı bâtıldan ayıran bir ölçü olduğu, dosdoğru yola ilettiği gibi evrensel ilke ve değerler vurgulanır.

Elbette Kur’an, tarihin bir kesitinde inmiş bir kitaptır ama aynı zamanda o, tarihe yön veren, tarihin akışını değiştiren, her asra rehberlik eden bir kitaptır. Nitekim onun gelişiyle cahiliyeye hapsolmuş bir coğrafya, asr-ı saadete zemin olmuştur. Onun ayetleri ışığında, peygamberin rehberliğinde insanlığın yıldız şahsiyetleri olan sahabe nesli yetişmiştir. Bir kabile toplumundan büyük bir devlet kurulmuştur. Bir mescidin içinden muhteşem bir medeniyet inşa edilmiştir. Ona inanan müminler Endülüs’ten Orta Asya’ya kadar yeryüzünün pek çok yerinde nice devletler, medeniyetler kurmuşlardır. Çünkü Kur’an insanı her açıdan mamur eden ve huzura kavuşturan değerler manzumesini ortaya koyar.

Getirdiği değerlerle insanı ve toplumları güzel ahlak ve adalet merkezinde imar ve inşa eden bir kitaptır o. Söz konusu değerler ise her zaman ve zeminde varlığını ve insan için vazgeçilmezliğini muhafaza eden evrensel özelliğe sahiptir.

İnsanın tarihsel çizgisinde yaşanan değişim ve gelişimin ana mecrası teknik icatlardır. İnsanoğlu birikimsel bilginin yardımıyla, hayatı kolaylaştıran alet-edevat ve teknoloji icat etmiştir. Bu bağlamda dikey bir ilerleme söz konusudur. Ancak insani değerler ve ahlaki erdemler açısından dikey değil, yatay bir çizgi vardır. Söz konusu değerler her zaman için aynı kıymete ve özelliğe sahiptir. Örneğin bundan bin yıl önce yaşayan insanların sahip olduğu teknik imkânlar ve teknolojik aparatlar günümüzle mukayese edilmeyecek kadar basittir ama huzur ve güven içinde yaşayabilmek için ihtiyaç duyulan temel insani sorumlulukların kıymeti aynıdır. Değerlerin tekamülü temsiliyle mümkündür ve hayata yansıyınca gerçek kıymeti daha net ortaya çıkacaktır. 

Kur’an’ın bireysel ahlakı inşa ederken merkeze aldığı, sorumluluk bilinci, iman, istikamet, iyilik, yardımlaşma, her türlü kötü söz ve davranıştan kaçınma gibi değerler şüphesiz tüm zamanlar için üstün ahlaki ilkelerdir. Toplumsal hayatı inşa ederken ortaya koyduğu hukuk, hakkaniyet, kardeşlik, yardımlaşma gibi ilkeler de zaman ve mekânla mukayyet olmanın ötesinde evrensel ilkelerdir.

Kur’an’ın bazı hükümlerinin geçmişte kaldığı iddiasına örnek gösterilen çok az sayıdaki ayet ya da konu, bir anlama sorunundan veya dar bir yorum çerçevesine hapsolmaktan kaynaklanmaktadır. Örneğin Enfal suresinin 60’ıncı ayetinde Müslümanların, düşmanlarına karşı kendilerini ve değerlerini savunmak amacıyla “güçlü atlar” hazırlamaları bu bağlamda sürekli zikredilen bir örnektir. Oysa söz konusu ayet çok açık şekilde Müslümanların güçlü olmaları gerektiğini, kendilerini korumak ve değerlerini savunmak için yaşadıkları dönemin güç unsurlarına en ileri düzeyde sahip olmalarının önemini ifade eder. Zira o dönem için atlar bir ordunun ve güçlü olmanın en ileri imkânıdır. Zamanın değişmesi ve teknolojinin gelişmesiyle farklı güç unsurları da ortaya çıkacaktır. Ayetin ortaya koyduğu ufuk doğru anlaşıldığında mesaj tüm zamanlara hitap edecektir.

Ayrıca ayette geçen “atların” tarihin kalan süreci içinde insanlık için nasıl bir rol üstlenebileceği konusu şimdilik bilinmemektedir.  Dolayısıyla ayetlerin doğrudan ifade ettiği anlam, örnek ve biçim muhafaza edilerek gösterdiği ufuk iyi anlaşıldığında sorun kalmayacaktır. Benzer şekilde kölelik ile ilgili ayetler de bu çerçevede gündeme gelmektedir. İslam’ın üst, ideal, evrensel perspektif olarak köleliği ve insanı köleleştiren tüm unsurları ortadan kaldıran bir inanç ve hukuk getirdiği tüm açıklığı ile ortadadır. Kur’an, insanı sadece Allah’a iman ve itaat ederek insana ve eşyaya kul-köle olmaktan kurtulmaya davet eder. Ancak Kur’an’ın ilkelerinden uzak kalınan her zamanda insan nefsine, eşyaya, arzularına kul olmaya mahkûm edilmektedir. Dolayısıyla kölelik bağlamında söz konusu edilen ayetler; İslam’ın köleliği kaldırmayı hedefleyen üst bakışıyla beraber düşünülmelidir. Diğer yandan insanlığın, gelecekte yaşaması muhtemel süreçlerin, bugün düşünülmeyen pek çok meseleyi bir realite olarak gündeme getirmeyeceğini kim iddia edebilir? Ayrıca söz konusu ayetlerin insanın sorumluluklarına, ahlaki değerlere, vicdan hassasiyetine, hak duyarlılığına vurgu yapan boyutu ve bu bağlamda yapılan yorumlar, tüm zamanların evrensel ilkelerine dikkat çekmektedir.

Bazı ayrıntılı fıkhi hükümler ya da Kur’an indiği toplumun pratiklerine yönelik ifadelerin her biri de yukarda ortaya konan perspektifle ele alındığında onların sadece geçmişte kalmadığı, tüm zamanlara mesaj verdiği açıkça görülecektir. En’am suresinin 115’inci ayeti, “Rabbinin sözü hem doğruluk hem de adalet bakımından tamamlanmıştır. O’nun sözlerini değiştirecek kimse yoktur. O her şeyi işitmekte, her şeyi bilmektedir.” fermanıyla Kur’an’ın kıyamete kadar devam edecek olan rehberliğini ortaya koymaktadır. Aynı şekilde Peygamber Efendimizin Veda Hutbesi’nde; “Ey insanlar size, sımsıkı sarılıp uyguladığınızda asla yolunuzu kaybetmeyeceğiniz iki şey bıraktım; onlar Allah’ın kitabı ve Rasulü’nün sünnetidir.” buyurması da Kur’an ve sünnetin kıyamete kadar devam edecek önemini yeryüzüne ilan etmektedir.

Öyleyse müminlere düşen görev, Kur’an ve sünnetin her bir ayetini ve evrensel rehberliğini en doğru şekilde anlayıp yaşamak suretiyle hakikat ve iyilik yolunda çağın öncüsü olmaktır. Hakikat şu ki; herkes Kur’an-ı Kerim’den ona bakışı oranında istifa edecektir. İmanla aklını ve kalbini ona açanlar, onun hakikati ve bereketi ile buluşacaktır.

Mustafa Irmaklı.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap
4
Mehmet Şenlik / Dünyada ve Ahirette Selâmet İstiyorsan
« Son İleti Gönderen: fanidunya NET Bugün, 07:02:16 ÖÖ »


Dünyada ve Ahirette Selâmet İstiyorsan

Şeyh Murâd Efendi İstanbul'da yetişen âlim ve velîlerdendir. 1788 (H.1203) senesinde İstanbul'da doğdu. İstanbul’daki meşhur âlimlerden ders alarak ilim tahsilini tamamladı. Tasavvufta ise Nakşibendiyye yolunun rehberlerinden Şeyh Nimetullah Efendiye talebe olup sohbetlerinde ve derslerinde bulundu. Bu hocasından İmam-ı Rabbânî hazretlerinin Mektûbât-ı Şerîfini okudu. Murad Molla Dergâhında şeyhlik yaptı. Sultan Ahmed Câmii'nde vaaz verirdi. 1847 (H.1264) senesinde vefat etti.

Buyurdu ki:

"Dünyada ve ahirette selâmeti isteyen kimse önce bedenini sıhhatli tutup, ihtiyacından fazla şeyleri kazanmak için haddi aşmamalıdır. Kendine her ne muamele yapılırsa başkasına da o muameleyi yapmalıdır. Bu nasihati kabul eden kimse dünya ve ahirette selamet bulur."
 
"İlim ve mârifet ehli şöyle tenbih etmişlerdir: Üç kimse ile arkadaş olup sohbet et. Birincisi, ilim ehli ve hüner, sanat sahibi olan kimselerle arkadaş ol. Dünyâ ve âhiret saâdetine kavuşman kolay olur. İkincisi, güzel ahlak sahibi kimselerle arkadaş ol. Çünkü böyle kimseler dostun ayıbını görmezlikten gelerek örterler ve bu ayıbını nasîhatle, düzeltirler. Bu hususta çok gayret gösterirler. Üçüncüsü, kötü niyetli olmayan, dünyaya düşkünlük göstermeyen, sâdık ve ihlâslı olan kimseler...
 
Şu üç sınıf kimseden de sakınmak lazımdır: Birincisi, fısk ve fücur ehli olup, günah işleyen, nefislerine uyup Allahü teâlânın emrinden çıkan kimselerdir. Bunlarla arkadaşlık ne dünyâ rahatı kazandırır ne de âhirette rahmete kavuşturur! İkinci grup, yalancı ve hâin olanlardır. Bunlarla dostluk acı azaba ve felâkete sebep olur. Senden başkasına, başkasından sana söz taşır... Üçüncü sınıf, ahmak olanlardır. Bunların sözlerine itimat edilmez. Ne fayda sağlayabilirler ne de bir zarara mâni olabilirler. Hayırlı gördükleri şer, faydalı gördükleri zararlıdır. Zararlı gördükleri faydalıdır."
 
“Sâlih ve başkasının iyiliğine çalışan iyi kalpli bir kimse olmalıdır. Allahü teâlâ meâlen; "Kim salih amel işlerse (sevab) kendinedir" (Fussilet Sûresi-46) buyurdu.

Gururlu olmamalı ve ibâdeti dünya menfaati için yapmamalı. Dostlar için iyi niyetli olup her feyzini Allahü teâlâdan bilmeli..."
 
"Âdet olarak, riyâ, gösteriş olarak değil de, Allah rızâsı için, fakirlere yemek, sadaka verip, sevaplarını meyyitin rûhuna göndermek iyi olur ve büyük ibâdet olur."

Vehbi Tülek.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

TÜM OKUYCULARIMIZI PAYLAŞIMA DAVET EDİYORUZ, DAVETLİSİNİZ.
5
Ahmet Demirbaş / Yahya Aleyhisselam
« Son İleti Gönderen: fanidunya NET Bugün, 06:55:29 ÖÖ »


Yahya Aleyhisselam

Hazreti Yahya, rüşd (olgunluk) çağına ulaştığı zaman, kendisine Allahü teâlâ tarafından peygamberlik emri bildirildi.

Hazreti Yahya, İsrailoğullarına gönderilen peygamberlerdendir. Zekeriyya aleyhisselamın oğludur. Geçen haftaki yazımızda bir nebze değindiğimiz gibi, Allahü teâlâ, onu babası Zekeriyya aleyhisselamın duası üzerine ihsân etti. Zekeriyya aleyhisselam yüz yirmi yaşına geldiği hâlde neslini devâm ettirecek bir evlâdı yoktu. Gerek kendisinin, gerekse hanımının çocuk sâhibi olma yaşları geçmişti. Fakat içine evlâd sevgisi düşüp kendisine sâlih bir evlâd ihsân etmesi için Allahü teâlâya dua etti. Allahü teâlâ Zekeriyya aleyhisselamın duasını kabul etti. İhtiyar olan hanımı hâmile kaldı ve belirli müddetten sonra Yahya aleyhisselam doğdu...

Rivâyete göre Yahya aleyhisselamın doğumu ile İsa aleyhisselamın doğumu aynı seneye rastlamaktadır.

Doğumundan îtibâren fevkâledelikler içinde olan Yahya aleyhisselam babası Zekeriyya aleyhisselamın nezâretinde yetişti. Küçük yaşta Tevrat’ı okumaya ve hükümlerini anlamaya başladı...

Öğrendiklerini İsrailoğullarına anlatır, onları Allahü teâlânın emirlerini yapmaya yasaklarından kaçınmaya dâvet ederdi. Gece gündüz Allahü teâlâya ibâdet eder, Allah korkusundan dolayı çok ağlardı...

Yahya aleyhisselam rüşd (olgunluk) çağına ulaştığı zaman, kendisine Allahü teâlâ tarafından peygamberlik emri bildirildi. İlk önce Musa aleyhisselamın bildirdiği dînin esaslarına uyması ve Tevrat’ın hükümlerini insanlara tebliğ etmesi emredildi. İsa aleyhisselama İncîl nâzil olup, Tevrat’ın hükmü kaldırılınca İsrailoğullarını İncîl’in emir ve yasaklarına uymaya çağırdı. Daha sonra Şam’a giderek insanları hak dîne dâvet etti...

Peygamberlerin mucizelerini gördükleri hâlde onlara inanmayıp, karşı çıkan ve birçok peygamberi şehit eden İsrailoğulları, İsa aleyhisselama da karşı çıkıp onu şehit etmek istediler. Allahü teâlâ İsa aleyhisselamı göğe kaldırdıktan sonra Yahya aleyhisselam İncîl’in hükümlerini insanlara anlatmaya devâm etti.
 
Zâlim Yahudi Hükümdârı Herod’un torunu Birinci Herod, hazret-i Yahya’ya iyi muâmelede bulunurdu.

Kendi kardeşinin kızı veya hanımının önceki kocasından bir kızı vardı. Hükümdâr Birinci Herod bu kızla evlenmeyi ve nikâhlarını Yahya aleyhisselamın yapmasını istedi. Yahya aleyhisselam böyle bir evliliğin hazret-i İsa’nın tebliğ ettiği İncîl kitabında yasaklandığını ve böyle bir nikâhın imkânsız olduğunu bildirdi. Bu duruma içerleyen kızın annesi, Yahya aleyhisselamın öldürülmesini istedi... Herod’un adamları Yahya aleyhisselamı yakalayıp, başını kesmek sûretiyle şehit ettiler. Başka bir rivâyette de yakalayıp getirdiler. Herod kendisi başını kesmek sûretiyle şehit etti. Kesilmiş olmasına rağmen Yahya aleyhisselamın başı mucize olarak “Bu kızı almak sana helâl değildir” diye defâlarca söyledi...
 
Allahü teâlâ Yahya aleyhisselamın intikâmını almak için onların başına bâzı musîbetler gönderdi. Bâzı rivâyetlerde Herod ve evlenmek istediği kızı, Karun gibi yerin yuttuğu bildirilmektedir.

Yahya aleyhisselam şehit edildiği zaman otuz dört yaşlarında bulunuyordu. Mübârek bedeninin parçaları, başka başka şehirlerdedir. Başı Şam’daki Ümeyye Câmii'ndeki türbededir.

Ahmet Demirbaş.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap
6
Genel Konular / İslâmî Değer Yargıları
« Son İleti Gönderen: melek Dün, 08:21:13 ÖÖ »


İslâmî Değer Yargıları

İslâmî değer yargılarının tamamı; ahlaktan hukuka, inançtan evrensel değerlere kadar her şey bir beyanname niteliğinde sıralanır.

“De ki:”, “Söyle” ifadesiyle İslâmî değer yargılarının tamamı bir manifesto niteliğinde herkese, evrene büyük bir haykırışla ilan edilir. Özetle;

“Allah Birdir, Ondan Başka İlah Yoktur”

“Şerlerden Allah’a Sığınırım”

“Kötülüklerden ve Kötülerden Sana Sığınırım”

“Kimseden Bir Menfaat Beklemiyorum”

“Allah Kötülüğü, Şirki Asla Emretmez”

“Rabbim Adaleti Emretti”

“Allah Kötülükleri Haram Kılmıştır”

“Ben Hepinizin Peygamberiyim”

“Kıyametin Vaktini Allah Bilir”

“Ben Gaybı Bilmem, Beşer Üstü Bir Güce Sahip Değilim, Sadece Beşer Bir Peygamberim”

“Allah Her Şeyi Diriltecektir”

“Ben Allah’ın Kulu ve Onun peygamberiyim”

“Değerler Sistemi Daha Doğru Bir Kitap Var mı? Getirin Bakalım!”

“Ana-Babaya Çok Saygılı Olun”

“Kullarım Sözün En Güzelini Söylesinler”

“Putlar Derdinize Çare Olamazlar”

“Her Zaman ve Zeminde Dürüstlük”

“Kâinatı Yaratıp Tedvir Eden Allah’a İsyan Etmekten Sakının”

“Gök ve Yerdekilerden İbret Alın”

“Elinizden Geleni Ardınıza Koymayın”

“Ben Ne Bir Meleğim, Ne de Gaybı Bilirim”

“Ben Sizden Herhangi Bir Menfaat Beklemiyorum”

“Herkes Kendi Suçundan Sorumludur”

“Hiç Bilenle Bilmeyen Bir Olur mu?”

“Âd ve Semûd’un Başına Gelenleri Unutmayın”

“Kur’ân’ı Allah Katından Yol Gösterici Olarak, Cebrail İndirdi. Onu Kimse Uydurmadı”

“Ey Müşrikler! İstediğiniz Gibi Yaşayın, Döneceğiniz Yer Ateştir”

“Mü’minler Namazlarını Dosdoğru Kılsınlar ve Allah Yolunda Harcama Yapsınlar”

“Allah’ım! Beni Zalimler Arasında Bulundurma”

“Allah’ım! Şeytanların Yanımda Bulunmasından ve Kışkırtmasından Sana Sığınırım”

“Toza-Toprağa Karıştıktan Sonra Tekrar Dirileceksiniz”

“Yeryüzünde Gezin-Dolaşın, Müşriklerin Akıbetini Görün!”

“Allah Birdir, Şeriki Yoktur. Her şeyi Yaratan Odur. Putlarınızın Hiç Bir Gücü Yoktur”

“Sadece Ehl-i Kitâb’ın Cennete Gireceği İddiası, Mesnetsiz Bir Kuruntudur”

“Ehl-i Kitâb’ın Arzularına Uyarsan, Allah’ın Yardımını ve Dostluğunu Kaybedersin”

“Herkes Kendi Yaptığından Sorumludur”

“Yaptığınız Hayırları Allah Bilir”

“İçki de Kumar da Büyük Günahtır”

“Yetimleri İyi Yetiştirmek, Yüz Üstü Bırakmaktan Daha Hayırlıdır”

“Ey Ehl-i Kitâb! Gelin, Allah’tan Başkasına Tapmayalım”

“Biz, Bütün Peygamberlere İman Ettik. Onları Birbirinden Ayırt Etmeyiz”

“Dünya Menfaati Önemsizdir, Ahiret Daha Hayırlıdır”

“Peygamber’e İtaat Ederseniz, Doğru Yolu Bulmuş Olursunuz”

“Siz Dininizi Allah’a mı Öğretiyorsunuz?”

“Müslümanlığınızı Benim Başıma Kakmayın!”

“Mutlaka Dirileceksiniz”

“Bütün İyi ve Temiz Şeyler Size Helal Kılınmıştır. Yiyin, Besmele Çekin!”

“Meryem Oğlu Mesîh, Tanrıdır, Diyenler Kâfir Olmuşlardır

“Ey Mü’minler! Sizin Dostunuz Ancak Allah’tır, Resûlüdür, İman Edenlerdir…”

“Ey Kitâb Ehli, Dininizde Haksız Yere Haddi Aşmayın!”

“Pis ve Kötü ile Temiz ve İyi Bir Değildir”

“Bekleyin Bakalım, Göreceksiniz!”

“Peygamberi İncitenlere Alçaltıcı Bir Azap Vardır”

“Siz Alay Edin, Göreceksiniz!”

“Allah ile Ayetleriyle ve Peygamberle Alay Ediyorsunuz, Öyle mi?”

“Allah Bana Yeter. Ondan Başka İlah Yoktur. Ben Sadece Ona Güvenirim” emirleri yenidünyayı inşa edecek erdemli insanı ve vazgeçilmez düsturlarını vazetmektedir.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

TÜM OKUYCULARIMIZI PAYLAŞIMA DAVET EDİYORUZ, DAVETLİSİNİZ.
7
İSLAMİ YAŞAM HAYAT TOLUM VE AİLE / Bilgi ve Bilgelik
« Son İleti Gönderen: melek Dün, 08:18:10 ÖÖ »


Bilgi ve Bilgelik

 “Rabbim, benim ilmimi artır!” (Tâhâ, 114)

Geçmiş ve gelecek düzleminde güncelliği korumak ve aktüaliteyi takip etmek, hep yeni ve zinde kalmak için de okumanın gereği düşünüldüğünde, “Oku” emrinin ne denli eskimeyen bir yeni ve her gün, her an tekrarlanan bir yenilenme ameliyesi olduğu açıkça görülmektedir. Vahyin takdir ettiği öncelikli konumunu hiç kaybetmeyen bu evrensel aydınlanma çağrısı, dünya ve ahireti elde etmenin ve korumanın öncelikli aracı olduğu gerçeğini de hep muhafaza etmiştir. “Oku” emriyle ifade edilen bilgilenme ameliyesi, “Yaratan Rabbinin adıyla” ifadesinde de bilgeliği formüle edip ebedileştirmiştir.

Bilgilenmeyi bir şeyler okuyup-yazmak, cahilliği de bunlardan mahrum olmak gibi algılayan kısır/kusurlu anlayış, bilgiye yüce gaye ve hedeflere ulaşmak uğrunda fonksiyonellik kazandıran bilgeliği göz ardı etmiştir.

Modern çağın, okuma-yazmayı bilip bilmemek ekseninde tanımladığı cahillik, geri kalmışlığın ve ahlaki yozlaşmanın da en büyük sebebi olarak gösterilmiştir. Dolayısıyla karşılaşılan her problemi, bu iksirli! formülün gerçekleştirilmesiyle çözüme kavuşturma hayali ve avuntusu bir nakarat gibi tekrarlanmaktadır. Oysa modernitenin en büyük paradokslarından biri de yaşanan siyasi, sosyal, kültürel ve ekonomik yozlaşma/kirlenmenin neredeyse bütünüyle bilgili, donanımlı, sahasında uzman kişilerden teşekkül etmiş kalifiye suçlar olmasıdır. O halde sadece ve tek başına bilgi, insanı erdemlere yöneltmeye yetmemektedir. Böyle bir sonuç yapılan tespitin de isabetini tartışılır kılmaktadır. Ruhunu ve fonunu güzel amaçlarla donatmak suretiyle bilgiye hedefler belirleyen bilgelikten mahrum bilgin, mücadelesi gerçekten çok daha güç kalifiye suç makinesine dönüşmektedir.

Bilgilenme bir analiz ise, bilgelik sentezdir.Bilgiye bir misyon yüklemek, başı boşluktan kurtarıp erdemlere yöneltmek, bilgelikle mümkündür. Bilgelik de, bütün erdemlerin kaynağı olan yüce yaratanın adıyla başlayıp ona doğru yürümekle elde edilebilir.

Bu erdemlere sahip ilmiye sınıfına önemli görevler yüklenmekte; objektif ve özgürce konuşma sorumluluğu getirilmektedir. Olumsuz sosyal gelişmeler ve toplumsal yozlaşmalar karşısında ilk ve gür sesin onlardan çıkması gerektiğini; “İnsanların/Ehl-i Kitab'ın birçoğunun günah, düşmanlık ve haram yemede yarıştıklarını görürsün. Yaptıkları ne kadar kötüdür! Din adamları ve âlimleri onları, günah olan sözleri söylemekten ve haram yemekten menetselerdi ya! İşledikleri fiiller ne kötüdür!” (Maide, 62-63)ifadeleriyle tespit edip görevlerini hatırlatırken ne yazık ki, yozlaşmanınbir parçası olmak suretiyle pek de sorumluluklarını yerine getirmediklerini dile getirmektedir.

İlmiye sınıfının yozlaşması çöküşün kronikleştiğinin en ciddi göstergesidir. Zor zamanlarda konuşmayı bir erdem ola¬rak kabul ve tavsiye eden İslam, “...adaletsiz/zalim yöneticiye hak söz haklı söz söylemeyi en büyük ve en erdemli mücadele olarak...” (Ebu Davud,Melâhim/17; Tirmizi,Fiten/13; Nesai,Biat/37; İbn Mace,Fiten/20; Ahmed b. Hanbel,III, 19, 61; IV, 314, 315; V, 251, 256) sunmaktadır. Yozlaşmayı önleyip engelleyecek, berrak kalmayı sağlayacak fikri ve toplumsal yenilenme ancak böyle mümkün olacaktır. Bu davranış ise bir risk üslenme ve mücadele azmidir.

Bu riski, mücadele azmini ve heyecanını bilgi değil ancak bilgelik verir. Entelijansiyanın suskunluğu, riyakârlık ve dalkavukluğu da bilgi eksikliğinden değil ahlaki erdemlerin bileşkesi olan bilgelikten mahrum olmaktan kaynaklanmaktadır.

Yüce Allah'ın, Peygamberine bilgi/ bilgelik ve öğrenmeyle ilgili hitabında, ana hatlarıyla ifade edilecek olursa, öğrenmenin amacı, konusu, metodu, kaynağı, kapsamı vb. başkaca prensip¬lere dikkat çekildiği açıkça tespit edilmektedir;

•      Her şeye olduğu gibi okuma-yazmaya ve öğrenmeye de Yüce Yarada¬n’ın adıyla başlamak;

•      Bilenlerle, bilmeyenlerin bir olmadığını ifadeyle bilgi ve bilgeyi yüceltmek,

•      İyi bir öğrenme için tane tane, dikkatle, acele etmeden okumak,

•      İlmini artırması için Allah'a dua etmek, arzu ve istek sahibi olmak,

•      Okuyup-bilgilendikçe Allah'ın kelimelerinin ve kâinatın yasalarının değişmezliğini öğrenmek,

•      Okudukça kulluğun artması ve gönül inceliğine ermek,

•      Delilsiz, mesnetsiz konuşmamak ve konuşanlara itibar etmemek,

•      Bilginin onuruna hürmeten münakaşa ve polemiğe girmemek,

•      İleri-geri konuşanlara herhangi bir şey sormamak ve bilgi istememek,

•      Her şeyi bilmek, sonsuz bilgi, gayb bilgisi ve kıyamet günü bilgisinin sadece ve yalnız Allah'a mahsus olduğuna inanmak,

•      Ne kadar okuyup öğrenseniz de sizin bilginizin sınırlı, Allah'ın bilgi¬sinin sınırsız olduğunu fark etmek,

•      Derya-deniz mürekkep olsa da Allah'ın sonsuz bilgisini öğrenip yaz¬manın imkânsızlığını tespit ve teyit etmek gibi okuma ve öğrenmenin unsur ve keyfiyeti ile davranışları itibariyle sorumlu tutulan Hz. Pey¬gamber konunun teorik zeminine dair fikir ve düşünceyi beyan etmek¬le de mesul tutulmaktadır.

Bu konuyu şekillendiren ve bununla ilgili özelde Hz. Pey¬gamber’e genelde herkese davranış ve ifade yükümlülüğü getiren ayetlerin meallerini okuyucuların anlayış ve dikkatine su¬nuyorum;

•       Yaratan Rabbinin adıyla

•       Oku!

•       O, insanı bir aşılanmış yumurtadan yarattı.

•       Oku!

•       İnsana bilmediklerini belleten,

•       Kalemle yazmayı öğreten Rabbin,

•       En büyük kerem sahibidir. (‘Alak, 96/1-5)

•       Geceleri secde ederek ve

•       Kıyamda durarak ibadet eden,

•       Ahiretten çekinen ve

•       Rabbinin rahmetini dileyen kimse,

•       O inkârcı gibi midir?

•       De ki:

•       Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?

•       Doğrusu ancak,

•       Akıl sahipleri bunları hakkıyla düşünür. (Zümer, 39/9)

•       Birazı hariç, geceleri kalk namaz kıl.

•       Gecenin yarısını kıl.

•       Yahut bunu biraz azalt, ya da çoğalt ve

•       Kur'ân'ı tane tane oku! (Müzzemmil, 73/2-4)

•       Resulüm!

•       Vahyi çarçabuk almak için dilini kıpırdatma!

•       Şüphesiz onu toplamak,

•      Senin kalbine yerleştirmek ve

•      Onu okutmak bize aittir.

•      O halde, biz onu okuduğumuz zaman

•      Sen onun okunuşunu takip et! (031 Kıyamet, 075/16-18)

•      Rabbinin Kitabından sana vahy edileni oku

•      Onun kelimelerini değiştirebilecek yoktur.

•      O'ndan başka bir sığınak da bulamazsın. (Kehf, 18/27)

•      Gerçek hükümdar ve yüce olan Allah,

•      Sana onun vahyini tamamlamadan önceKur'an'ı okumakta acele etme ve “Rabbim, benim ilmimi artır” de!(Tâhâ, 20/114)

•      Resulüm!

•      Sana vahy edilen Kitab’ı oku! ve

•      Namazı kıl!

•      Namaz, hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyur.

•      Allah 'ı anmak ibadetlerin en büyüğüdür.

•      Allah yaptıklarınızı bilir. (085 Ankebût,029/45)

•      İnsanlardan, bilmeden tahmin yürüterek;

•      “Onlar üç kişidir; dördüncüleri de köpekleridir”

•      “Beş kişidir; altın cilan köpekleridir”

•      “Onlar yedi kişidir; sekizincisi köpekleridir” diyenlere

•       De ki:

•       Onların sayılarını Rabbim daha iyi bilir.

•       Onlar hakkında bilgisi olan çok azdır.

•       Öyle ise Ashâb-ı Kehf hakkında,

•       Delillerin açık olması haricinde bir münakaşaya girişme ve

•       Onlar hakkında ileri-geri konuşan kimselerin

•       Hiçbirinden bilgi isteme! (Kehf, 18/22)

•       Sana ruh hakkında soru soranlara

•       De ki:

•       Ruh Rabbimin emrindendir;

•       Size ancak az bir bilgi verilmiştir.(İsrâ, 17/85)

•       De ki:

•       Göklerde ve yerde,

•       Allah'tan başka kimse gaybı bilmez.

•       Onlar ne zaman diriltileceklerini de bilmezler. (Neml, 27/65)

 •       “Doğru ise söyleyin, bu tehdit

•       Hani ne zaman gerçekleşecek?“diyenlere

•       De ki:

•       O bilgi, ancak Allah 'a mahsustur.

•       Benise sadece apaçık bir uyarıcıyım.(Mülk,67/25-26)

 •     De ki:

•     Rabbimin sözleri için derya mürekkep olsa ve bir o kadar da ilâve etsek dahi,

•     Rabbimin sözleri bitmeden

•     Deniz tükenecektir. (Kehf, 18/109)

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

TÜM OKUYCULARIMIZI PAYLAŞIMA DAVET EDİYORUZ, DAVETLİSİNİZ.
8
Genel Konular / Şahsiyeti / Karakteri / Görünümü
« Son İleti Gönderen: melek Dün, 08:13:12 ÖÖ »


Şahsiyeti / Karakteri / Görünümü

 “Biz senin göğsünü açıp genişletmedik mi? Belini büken yükünü senden alıp atmadık mı? Senin şanını ve ününü yüceltmedik mi?” İnşirah, 1-4

“Andolsun size kendinizden öyle bir Peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız ona çok ağır gelir. O, size çok düşkün, müminlere karşı çok şefkatlidir; merhametlidir.” Tevbe, 128

 “Resulüm! Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik” Enbiyâ, 107

“Bilin ki, ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim.“ Şuarâ, 125

Yaratılıştan getirdiği mükemmelliklerin üzerine ilahi terbiye ve eğitimin erdem ve güzelliklerini ekleyen Hz. Peygamber örnek şahsiyet olma makamına, Yüce Yaratıcının övgü, sevgi ve haklı, güçlü referansını almak suretiyle yükselmiştir. Onun doğuştan getirdiği karakter özellikleri, ilahi vahyin; itikadî, hukukî ve ahlakî öğretileriyle mezc olunca mükemmel bir örnek ve abide şahsiyet ortaya çıkmıştır. Kaynaklarda tesbit ve tasvir edildiği üzere onun hilyesi ve şemâili mükemmel bir yaratılışta olduğunu göstermektedir. Hem de insanlarda hayranlık uyandıracak kadar mükemmel... Şöyle ki;

Hz. Peygamber yaratılış ve ahlak itibariyle insanoğlunun en mükemmeliydi.

Bütün büyük peygamberler uzuvları tam ve güzel yüzlü olduğu gibi, Hz. Peygamber de müstesna bir yaratılışta ve bütün evsafı ölçülü olmak kaydıyla onların en güzeliydi.

Yakışıklı, endamı güzel boyu bedeni çok uyumlu, alnı, göğsü, iki omuzlarının arası ve avuçları geniş, boynu uzun, dengeli ve gümüş gibi saf, pazıları, baldırları iri ve kalın, bilek¬leri uzun, parmakları uzunca, elleri ve parmakları kalıncaydı. Karnı göğsüyle aynı hizada olup şişman değildi. Ayaklarının altı çukur olup düz değildi. Uzuna yakın orta boylu, iri kemikli, iri gövdeli ve güçlü kuvvetliydi. Ne zayıf ne şişman ikisi ortası ve sıkı etliydi. Cildi ise ipekten yumuşaktı.

Kemâl-i itidâl üzere büyük başlı, hilâl kaşlı, çekme burunlu, az değirmi çehreli ve uzunca yüzlüydü. Şişman yüzlü ve yumru yanaklı değildi.

Kirpikleri uzun, gözleri kara, güzel ve büyücekti. Gözlerinin akında az kırmızılık vardı. Alnı geniş, kaşları yay gibi ve uçları göz uçlarına kadar inerdi. İki kaşı birbirine bitişik olmayıp arası açık, fakat birbirine yalandı. Çatık kaşlı değildi. İki kaşının arasında bir damar vardı ki, öfkelendiği zaman kabarıp görünürdü.

O seçkin peygamberin rengi; ne kireç gibi ak, ne de kara yağız, belki ikisi ortası ve gül gibi kırmızıya mail ve beyaz nûrânî ve berrak; buğday renkli olup mübarek yüzünde nur parlardı. Dişleri inci gibi latif ve parlak olup konuşurken ön dişlerinden nur saçılır, gülerken mübarek ağızları bir latif şimşek gibi ziyalar saçarak açılırdı.

Saçları ne kıvırcık, ne de düz idi ve saçlarını uzattığı vakit kulak memelerini geçerdi. Sakalı sıkçaydı. Çok uzun değil idi ve bir tutamdan ziyadesini alırdı. Vefat ettiklerinde saçı sakalı henüz ağarmaya başlayıp başında biraz ve sakalında yirmi kadar ak vardı.

Cismi temiz, kokusu latifti. Koku sürünsün sürünmesin, teni ve teri en güzel kokulardan daha güzel kokardı. Bir kimse onunla tokalaşsa bütün gün onun güzel ve hoş kokusunu hissederdi ve mübarek eliyle bir çocuğun başına dokunsa güzel kokusuyla o çocuk, diğer çocuklar arasında fark edilirdi.

Doğduğu vakit dahi nazîf ve paktı. Sünnetli ve göbeği kesik olarak doğmuştu.

Duyuları fevkalâde güçlü; pek uzaktan işitir ve kimsenin göremeyeceği mesafeden görürdü.

Hareketleri hep dengeliydi; bir yere azimetinde acele ve sağa sola meyletmeyip vakar ile doğru yoluna gider ve fakat sürat ve suhûletle/kolaylıkla yürürdü. Şöyle ki; adeta yürür gibi görünür, lakin yanında gidenler, süratle yürüdükleri halde geri kalırlardı.

O, mükemmel ve vakur bir şahsiyetti. Beyhude söz söylemez, boş konuşmaz ve kimseye kötü söz söylemezdi; her kelamı hikmet ve nasihat olup, herkesin akıl ve idrâkine/anlayışına göre söz söylerdi. Asla kahkaha atmaz, tebessüm ederek gülümserdi.

Yüzünde tebessüm, sözünde nezâket; davranışında zarafet görüşünde isabet, bakışında feraset; gönlünde merhamet, lisanında letafet, dilinde hakikat, ifadesinde fesahat ve belâğat vardı.

Güler yüzlü, tatlı sözlüydü. Kimseye kötü muamele etmez, kimsenin sözünü kesmez, nazik ve mütevazı davranırdı; ehl-i beytine, kendisine hizmet eden hizmetkârlarına ve ashab-ı kirâmına iyi ve güzel davrandığı gibi, diğer insanlara da zarif, nazik ve lütuf ile muamele ederdi.

Yumuşak huylu, mütevazı olup bütün insanî erdemleri haizdi. Haşîn/sert ve kaba değildi.

Fakat heybetli ve vakurdu. Onunla ilk karşılaşan kimse heybet ve vakarını derinden hisseder, arkadaşlık ve sohbet eden kimse de ona candan, gönülden bağlanır ve severdi. İnsanlara fazilet ve derecelerine göre saygın davranırdı. Akrabasına da fazlasıyla ikramda bulunur fakat onları kendilerinden daha faziletli olanlara takdim etmezdi.

Meclisi saadetine girenler faydalanmış ve ferahlamış olarak ayrılırdı. Onu tanımayan bir kimse ansızın görse heybet ve vakarının etkisinde kalırdı.

Hizmetkârlarını pek hoş tutardı; kendi yediğinden yedirir, kendi giydiğinden giydirirdi.

Cömert, kerim, şefkatli, merhametli, cesur ve yumuşak huylu idi. Vaadine sadıktı.

Güzel ahlak ve zekâca bütün insanlardan üstün ve her türlü övgüye layıktı.

Hulasa bütün güzel huyların ve makbul vasıfların tamamı onda mevcut, benzeri yaratılmamış kutlu ve mutlu bir şahıstı.

Yemede, giymede ihtiyaç miktarıyla yetinir ve fazlasından sakınırdı. Beğenmemezlik etmez, bulduğunu yer, bulduğunu giyer, tıka basa doyuncaya kadar yemezdi.

Üzerinde yatıp uyuduğu döşek, deriden yapılmış olup içi hurma lifi ile doldurulmuştu. Az ile yetinir, kanaatkâr idi. Fetihlerden elde edilen ve kendi payına düşen malları bile başkalarıyla paylaşır, ihtiyaç sahiplerine dağıtırdı.

Hz. Peygamberin zikredilen fiziki güzellik ve metafizik/ ahlaki özelliklerini duyan bir filozofun; “Bu özellikler ancak bir pey¬gamberin olabilir ve bunlar yanında delil olarak da başka bir şeye ihtiyaç yoktur. Vücut özelliklerinin mutedil olması ahlakın itidaline delalet eder. Bu, aydınlatan nurdan ve katında batıl bulunmayan haktan sudur eden bir yaratılıştır” sözleriyle ifade ettiği gibi, okuma-yazma bilmeyen bu mümtaz Nebi’nin dünyanın dört bucağını ilim ve irfan ile doldurduğunu düşünen her akl-ı selim sahibi insan, tereddütsüz onun peygamberlik davasını tasdik eder.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

TÜM OKUYCULARIMIZI PAYLAŞIMA DAVET EDİYORUZ, DAVETLİSİNİZ.
9


Doğruluk / Dürüstlük / Samimiyet / Emin Ve Güvenilir Olmak

 "Resulüm! De ki: Ben olduğundan başka türlü görünenlerden de değilim.”  Sâd, 8

İslâm’ın baş tacı ettiği ve çok önemsediği değerler manzumesinin başında yer alan ahlakî ölçüler arasında mihenk taş kıymetinde düsturlardır dürüst ve güvenilir olmak.

İnanç ve ibadetten yani ferdi tavırdan sosyal davranış ve beşeri münasebetlere kadar her alanda bütün başlangıçların ve sürekliliğin mihenk taşıdır doğruluk ve emin olmak. Gönül adamı, engin müsamaha insanı Mevlâna’nın seslendirip bütün dünyada yankılandığı üzere; “olduğu gibi görünmek ya da görün¬dü gibi olmak"dürüst, samimi ve içten olmak.

Yüce Allah’a imanın içten ve samimi olması gereğine binaen, ferdin iradesine, arzu ve isteğine saygı duyulmuş ve “dinde zorlama ve icbar"yasak edilmiştir. Bu yaklaşım ve anlayışın oluşturduğu münasebet çizgisi samimiyet, içtenlik, dürüstlük ve netice itibariyle de güvenilir olmaktır.

Allah samimi, içten ve dürüst olmayanı kabul etmediği gibi kulların münasebet standardını da bu esasa göre tespit etmiş ve fıtratın kanununu böyle vazetmiştir. Hz. Peygamber de;

"Üç/dört özellik vardır ki, kimde tamamı bulunursa katıksız münafık olur, bu hususiyetlerden biri ya da birkaçı bulunursa nifak izleri taşır; yalan konuşmak, sözünde durmamak, düşmanlığında kaide-kural tanımamak ve güveni kötüye kullanıp hıyanet etmek.” (Buhari, İman/24)sözleriyle doğru, dürüst, samimi ve güvenilir olmayı imanın en önemli erdemi saymış, aksini nifak göstergesi olarak nitelemiştir.

Fert olarak kaç kişinin sırrına sahip çıkacak kadar güveni¬lirsin ve koskoca kalabalıklar arasında sırrını emanet edebilecek kaç kişiye güvenebildin? Toplumun güven bilançosu hakkında küçük bir anket...

Ferdi ve sosyal planda samimiyetsiz ve güvensiz oluşum¬lardan asla kalıcı erdemler ve değerler yükselip gelişemez. Sa¬mimiyet, inandığınız değerleri zor anlarınızda kendinize kalkan yapmak ve emeksizce, alın teri dökmeden başkalarının değerlerine kolay yoldan konmak değil, göğsünüzü onlara siper edip bedeninizi, canınızı onlara kalkan yapmaktır.

Darda kaldığımızda onların arkasına sığınıp, saklanmak, harcamak ve istismar yerine onlara koruyucu kalkan olmaktır. Dolayısıyla dürüst ve samimi olmayan hiçbir tavır emniyet telkin etmeyeceği gibi kalıcı ve sürekli olmayı da başaramayacaktır. Yüce ve yüksek idealler çevresinde kenetlenen ve samimiyet, dürüstlük ve emniyet bağlarıyla perçinlenen oluşumlar hep kalın, geleceğe umut ve ışık tutan izler bırakmış ve devâsâ problemler hep bu iksirli ahlakî tavırla çözüme kavuşturulmuş¬tur. Millet olmayı başarmış toplumların tarihinde buna ışık tu-tacak pek çok malumat bulmak mümkündür.

 Bu fıtri/ beşeri gerçeği ebedileştirmek üzere doğruluk, dü¬rüstlük, samimiyet, emin ve güvenilir olmakla ilgili Kur’ân-ı Kerim’de, örnek şahsiyet Hz. Peygamber’e,

•      Dürüst olmak ve dürüst kalmak için Allah’a dua edip yardım talep etmesi,

•    Dürüst olmak kadar dürüst kalmanın da bir kararlılık ve azim gerek¬tirdiği, bunun için dua ve niyazda bulunmak suretiyle iç telkin ve oto kontrol yöntemiyle motivasyon ve heyecanını zinde tutması,

•      Gireceği her yere dürüstlükle girmesi ve dürüstlükle ayrılması,

•      İnsanlar ne derse desin, tevhide davette kararlılık gösterip emrolunduğu gibi dosdoğru olması,

•     Ayrıca inandığı ilkeleri ve yapmakla sorumlu olduğu davranışları va¬kar ve kararlılıkla sürdüreceğini, tartışmasız bir şekilde ilanen du¬yurması,

•     Beraber olduğu ve tevbe etmeyi ihmal etmeyen insanlarla emrolunduğu üzere dosdoğru ve dürüst olması, aşırı davranışlardan sakınması,

•    Allah’ın yasaklarını ilanen insanlara okuması ve bunlar arasında, ye¬tim hakkı yemeyip, yetim malına dürüst yaklaşması, adaletli olup Al¬lah’a verilen sözü tutması, başka yollara sapmadan dosdoğru yol ola¬rak nitelenen bu yola uyması,

•      Geçmişte her ümmetin bir ibadet tarzı olduğu, bu konuda ehl-i kitabın onunla tartışıp çekişmesine aldırmadan Allah’a davete devam etmesi ve hakikatte dosdoğru yolda olduğu,

•      Davet ve çabasına karşılık kimseden ne bir ücret ne de bir karşılık bek¬lemediği,

•      Olduğundan başka görünme gayretinde de olmadığını ilan edip duyurması emir ve tavsiye edilmektedir.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

TÜM OKUYCULARIMIZI PAYLAŞIMA DAVET EDİYORUZ, DAVETLİSİNİZ.
10
Allah c.c / Allah’a Saygı Peygamberlere Saygı
« Son İleti Gönderen: melek Dün, 08:04:57 ÖÖ »


Allah’a Saygı Peygamberlere Saygı

Değerler atlasının zirvesinde bulunan ve her değere değer olma şeref ve itibarını sunan Allah (c.c) her değerin fevkinde bir yüceliğe, hürmet ve ihtirama layıktır. Bu yüceliği fark etmeden inanç ve iman, muhtevasına kavuşamaz.

Hz. Peygambere (s.a.s) nazil olan ‘Alak sûresinin ilk ayetlerinden sonra vahyin geçirdiği fetret devresinin hemen ardından ilk nazil olan Müddessir sûresinin ilk ayetlerinde zikredildiği üzere, “Sadece Rabbini büyük tanı!” yüceler yücesi olması sebebiyle O’nun değerler ekseninin ve değerler atlasının merkezinde durması gerektiği ifade ve ihtar edilmiştir. Mezkûr ayet-i kerimeler Hz. Peygambere, Yüce Allah’ın değerlerin vâzıı olduğunu, bu konuda ortağı bulunmadığını ve ondan başka değer belirleyicisi olmadığını da ifade etmektedir.

Bu anlayış büyük bir sevgi ve saygıyla gönülde yankı bulunca her şeyin ilahi cazibe etrafında anlam kazanmaya başlayacağı seremoni başlar. Mührü Rasûlullâh bile, dizilişi itibariyle yığma biçiminde yazılarak her hareketinde bir hikmetin var olduğu gerçeğinden bakıldığında, kim bilir belki hem yazımda hem de edeben Allah’ın bu yüceliğine sanatkârane bir üslup içinde Peygamberi bir telmih yapılmış, aynı zamanda hüsnü hatt sanatında bir tarzın da öncülüğü yapılmıştır. Bu yazılıma dikkat edildiğinde en üstte Allah, sonra Rasûl, sonra da Muhammed kelimelerinin yazılışı beşerden yaratıcıya dikey, yaratıcıdan beşere düşey bir hiyerarşik çizgiyi de tespit etmektedir.

Bütün erdemlerin, güzelliklerin, sevginin ve saygının kaynağı olan yüce yaratıcının şanına yakışır bir güven ve duyarlılıkla ona saygı duymak bütün erdemleri yakalamanın ilk adımıdır. Her dem bu duygu ve düşünceyle hem dem olmak, “elinden ve dilinden insanları emin kılmanın” kulca tanımıdır.

Gönülde büyüyen, lisân-ı hâlde coşan bu duygunun, lisân-ı kâl ile büyük bir şevk ve vecd ile dile gelişini, bütün Müslümanların hep bir ağızdan her yerde ve özellikle haccda neşeyle terennüm edişini, kâinatın ahengine ritim tutan En Yüce’ye saygının arşa yükselişini Hz. Peygamber’in dilinden şöyle duyduk ve nihayetsiz saygıyla da uyduk…

Abdullah b. Ömer’den (r.a) rivayet edildiğine göre, Hz. Peygamber (s.a.s) şöyle buyurmuştur:

“Hz. Peygamberin telbiyesi; Hz. Peygamberin bütün insanlığın kulluğa davetini, onlar adına saygı ve hürmetle kabulünü dile getirdiği dua ve seslenişi ifade edildiği şekilde idi:

Allah’ım! Buyur! Emret!

İşte geldim! Emrine amadeyim!

Her emrini yerine getirmek için huzuruna geldim Allah’ım!

Senin saltanatında eşin ortağın yoktur Allah’ım! Bütün varlığımla sana yöneldim!

Hamd /sonsuz övgü senindir. Nimet senin, Bütün mülk de senin… Asla eşin ortağın yoktur.”

Abdullah b. Ömer (r.a):

“Bu Hz. Peygamberin telbiyesidir” der, Hz. Peygamber’in cinaslı ve secili telbiyesinin peşi sıra şu cümleleri eklerdi:

Buyur! Emret! Emrine amadeyim Allah’ım!

Sana kulluk etmek için nihayetsiz yardımını dilerim!

Bütün iyilikler senin elinde ve takdirindedir Allah’ım!

Rağbetim, sevgim sanadır! Gayretim, çabam sanadır / senin rızanadır!

Peygamber(ler)e Saygı

Kâinatı gerçek hüviyet ve mahiyetiyle bize tanıtan elçilere selâm olsun… Onların en son temsilcisi Hz. Muhammed’e salât ve selâm olsun…

Mutlu olmanın ve mutlu kalmanın, hayatı dolu dolu anlamlı yaşamanın kurallarını, küçük büyük demeden her nesneye gereken kendisinden öğrendiğimiz, övülmüş, sevilmiş, bağışlanmış Nebî’ye (s.a.s) vefa borcumuz vardır. Her namazda söyleyip dile getirdiğimiz bu vefâyı duyguların derinliğinde yaşayıp, hürmet ve saygımızı pekiştirmek, ahlâki seciyemizi geliştirmek bir zarurettir.

Zira Yüce Allah; “Andolsun eğer namazı kılar, zekâtı verir ve elçilerime inanır, onlara saygı gösterirseniz -fakirlere gönülden yardımda bulunmak sûretiyle– Allah’a güzel bir borç verirseniz, elbette sizin kötülüklerinizi örterim ve andolsun sizi, içinden ırmaklar akan cennetlere koyarım.” (Maide, 12)

O’na iman edenler, O’na saygı gösterenler, O’na yardım edenler ve O’na indirilen nura/Kur’ân’a uyanlar var ya… İşte onlar kurtuluşa erenlerdir.” (A‘râf, 157)

“Ey insanlar! Allah’a ve Peygamberine inanasınız, O’na yardım edesiniz, O’na saygı gösteresiniz ve sabah akşam Allah’ı tesbih edesiniz diye Peygamber’i gönderdik.” (Fetih, 9) buyurmak sûretiyle, peygamberlere saygıyı erdemlere ulaşmanın en temel gerekliliği, erdemli olmanın da en önemli unsuru olarak zikretmiştir.

Genelde bütün peygamberlere, özelde Hz. Muhammed’e saygı ve hürmet göstermek, müslüman olmanın en temel şartıdır. Saygısız bir Müslüman, saygıyı hak etmemektedir.

Yüce değerlere ve onların öğretmenlerine saygılı olanlar, gelecek nesiller tarafından da saygıyla yâd edilmeyi hak etmişler ve öyle anıla gelmişlerdir. Yüce Allah kutsala saygı gösteren, saygıyı öğreten “saygılılar” için; “Sonradan gelenler arasında ona/onlara güzel bir ad bıraktık.” (Saffât, 78, 108, 119, 129) kelâmıyla saygıyı ebedileştirmiştir.

Peygamberlere saygıyı tartışma konusu yapmak, sevgi ve saygıya endaze biçmek, onunla ilgili polemik mevzuları açmak, olumsuz örneklerden yola çıkarak geçmişe gösterilen saygıyı ötelemek veya kötülemek iyi niyetten uzak bir saygısızlıktır. Yanında adından söz edildiğinde ondan “salât” ve “selâm”ı esirgeyen cimriler, gelecek nesillere taşıdıkları ve kötü örnek teşkil ettikleri aynı saygısızlığın kurbanı olarak saygısızlık bulacak talihsizlerdir. O (s.a.s), bize adabı muaşeret kurallarını yaşayarak, örnekleyerek göstermiştir.

Yüce Allah veciz biçimde daha ilk sıralarda yani 5. sırada nazil olan Müddessir sûresinin ilk 7 ayetinde Hz. Peygamberin;

Misyonunu belirlemiş,

Vizyonunu sergilemiş,

Aksiyonuyla bütün dünyayı etkilemiştir.

Şöyle ki;

“Ey bürünüp sarınan! Kalk insanları uyar! Sadece Rabbini büyük tanı! Elbiseni tertemiz tut!

Kötü şeyleri terk et! Yaptığın iyiliği çok görerek başa kakma!

Rabbinin rızasına ermek için sabret!” (Müddessir, 1, 2, 3, 4, 5, 6, 7)

İlk ayet, muhatabın ruh halini ve ahvalini çerçevelerken aynı zamanda onun ürpermişliğinden kinâye ve mülhem bir sözcükle sevgi, şefkat ve merhamet dolu bir çağrıyla muhatabı belirlemektedir;

Ey bürünüp sarınan!

İkinci ayet, göreviyle mütenasip biçimde aksiyonunu çerçevelemekte;

Kalk, insanları uyar!

Üçüncü ayet, misyonunu ve muhtevasını tespit ederken;

Sadece Rabbini büyük tanı!

Dört, beş, altıncı ve yedinci ayetler, vizyonunu çerçevelemektedir;

Elbiseni tertemiz tut!

Kötü şeyleri terk et!

Yaptığın iyiliği çok görerek başa kakma!

Rabbinin rızasına ermek için sabret!

Bu kadar mucizevî bir biçimde bütün bir sistem, 7 ayetle formüle edilmektedir. Hz. Peygamberin misyonu ve aksiyonu birer ayetle çerçevelenirken vizyonun 4 ayetle anlatımı ilahî kelâmın îcazı yönüyle dönemin edebi zevkine hitap ederken, aynı zamanda da örnekliğin ve yaşantının yani vizyonun ne kadar önemli olduğuna vurgu yapmaktadır.

Yaşayarak örnek olmak çok daha etkili, belirleyici, güçlü ve kalıcıdır.

O, bütün zamanların ve mekânların en kâmil örneğidir,

Aksiyonun bu ayetlerde öncelenmiş olması, O’nun hususi görevine binaendir.

Birbirimizden esirgemediğimiz veya esirgemememiz gereken ‘sayın’, ‘saygıdeğer’, ‘efendi’, ‘bey’, ‘beyefendi’, ‘muhterem’ sözcüklerini, Hz. Peygambere yakışan salât ve selam ile karşılamaktan kaçınır ve bu ihtiramı ondan esirgersek, neslimize, ata ve ecdada saygı, hürmet ve vefayı asla öğretip örnekleyemeyiz.

Vefatından sonra bile dünyamızı güzelleştirmemize katkıda bulunan bu şahsiyetlere teşekkür borcumuz olduğunu düşünmek vefâ borcudur.

 Dirilerin korumakta zorlandığı değerleri koruyan ve bize hizmetleri olan atamıza, dedemize saygısızlık ise züldür.

Onlara gösterdiğimiz bu hizmet ve saygıyı kıskanan diriler, bazı hatalı davranışları örneklemek sûretiyle gösterilen saygının yanlış olduğunu ifade etmek ve ecdadı kötülemek yerine, ölülerin dirilerden daha saygın olmasının anlamını düşünerek toplumsal iyileşmeye katkıda bulunup, güven tazeleyip, cemiyetin hizmetinde olduklarını insanlara inandırmalıdırlar. Yoksa insanımızın ve dünya insanlığının ölülere saygısını abarttığını söylemek sûretiyle kendi saygınlıklarını sağlayamazlar.

Bu toplum, ecdadı iyi ve güzel işleriyle yüzyıllar sonra hatırlıyorsa, eminim aynı zaman diliminde yaşadıkları şahısların kendilerine yaptığı iyilikleri unutmayacak kadar vefalıdır. Yeter ki, içtenlikle görsünler.

Onlara saygı ve selam olsun…

Ebû Musa el-Eş’ari’den (r.a) rivayet edildiğine göre, Hz. Peygamber (s.a.s) şöyle buyurmuştur:

“Allah’ın benimle gönderdiği haberler ve ben, bir topluluğa gelip onlara şöyle seslenen kimseye benzer. O:

‘Ey insanlar! Ben bir düşman ordusu gördüm. Emin olun gözlerimle gördüm.

Ben gelecek musibetlere dikkatinizi çeken apaçık bir uyarıcıyım.(Benden söylemesi!)

Ne duruyorsunuz! Hemen kaçın, kurtulun!’ der.

Toplumun bazıları ona inanır ve bütün gece sakince kaçar kurtulurlar.

Bazıları da ona inanmaz ve yerlerinden kımıldamazlar.

Düşman ordusu da ani bir baskınla onları mahveder ve köklerini kazır.

İşte bu misal, bana itaat edip getirdiğim değerlere uyanlarla, bana isyan edip getirdiğim değerlere inanmayanların haline benzer.”

Ebû Hüreyre’den (r.a) rivayet edildiğine göre, Hz. Peygamber (s.a.s) şöyle buyurmuştur:

“Ümmetimin hepsi cennete girecektir. Ancak yüz çevirip burun kıvıran saygısızlar giremeyecekler.”

Ashab-ı Kiram:

“Ey Allah’ın Resulü, yüz çevirip, burun kıvıran saygısızlar kimdir?”

Hz. Peygamber de:

“Kim bana itaat ederse cennete girecektir, kim de bana karşı gelirse, O burun kıvırıp yüz çeviren / karşı gelen saygısızdır (Dolayısıyla cennete giremez).”

Ebû Hüreyre’den (r.a) rivayet edildiğine göre, Hz. Peygamber (s.a.s) şöyle buyurmuştur:

“Ben Meryem oğlu İsa’ya dünya ve ahirette insanların en yakınıyım. Esasen bütün Peygamberler anaları ayrı, baba bir kardeştirler ve dinleri de aynıdır (Tevhid dinidir).”

Hz. Ömer’den (r.a) rivayet edildiğine göre; o, bir gün minberde hutbe okurken, ‘Hz. Peygamber (s.a.s) şöyle buyurduğunu işittim’ demiştir:

“Hıristiyanların Meryem oğlu (İsâ’yı ) abartılı bir şekilde haksızca yüceltip medh u senâ ettiği gibi siz de beni abartıp yüceltmeyiniz. Şüphesiz ben Allah’ın bir kuluyum. Öyleyse siz de bana, ‘Allah’ın kulu ve O’nun rasûlü’ deyiniz!

Ebû Hüreyre’den (r.a) rivayet edildiğine göre, Hz. Peygamber (s.a.s):

“Benimle benden önceki peygamberle, bir kimse gibidir ki; o kişi, bir ev yaptırmış, süslemiş, dayayıp döşemiş de yalnızca bir köşede bir tuğlası eksik bırakılmıştır. İnsanlar binayı gezerlerken hayret ve şaşkınlıkla;

‘Ne olaydı, şu tuğlada yerine konulmuş olsaydı’ derler.

Hz. Peygamber:

“İşte ben o tuğlayım ve ben peygamberlerin sonuncusuyum” buyurmuştur.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

TÜM OKUYCULARIMIZI PAYLAŞIMA DAVET EDİYORUZ, DAVETLİSİNİZ.
Sayfa: [1] 2 3 ... 10