Son İletiler

Sayfa: [1] 2 3 ... 10
1
Biz Bize / Gözlük
« Son İleti Gönderen: KOYLU Dün, 08:23:43 ÖÖ »


Gözlük

İnsanın çevresine bakışını etkileyen bir şey vardır: gözlük. Gözlüğün camları kirlenmeye görsün etraf bulanıklaşır. Sis mi indi dersiniz. Yağmur mu yağıyor. Hele ki bir çizik bir kırık veya çatlak o görüşü kâbusa çevirir.

Peki, bizim kendi görünmeyen gözlüklerimizden haberimiz var mı Karamsarlık gözlüğü, mutluluk gözlüğü, nefret gözlüğü, sevgi gözlüğü. Hangisini takarsak onunla görürüz dünyayı. Tozpembe gözlük var bir de. Dünyayı tozpembe sanıyor derler ya işte o sananın taktığı gözlük. Varsın sansın be kardeşim. Dünyayı hep gerçeği ile göreni mutluluk bulur mu Sürekli kan ve kavga, sürekli kin ve öfke. Kişi bir süre sonra şizofren bile olur bu sahneleri durmadan görse.

En makbulü o gözlüklerden ikisini çöpe atmak. Bunu bir şekilde başarmalıyız.

Karamsarlık ve nefret gözlüğünü çöpe atmalı o gibi durumları buğulu gösteren bir gözlük edinmeliyiz. Buğu olayları yavaşlatır. Yavaşlayanın nefreti de karamsarlığı da geçer kendinde yoğunlaşacak gücü bulamaz. Biz en iyisi mutluluk gözlüğü ile başlayalım. Mutlu olmak ayıp değildir. Dünya acı içinde evet ve bu durumda mutlu olmak sanki ayıpmış gibi geliyor bize. Ama kendimiz mutlu olamaz isek dünyaya bu mutluluğu nasıl yayacağız. O zaman önce dünya için, kendimizden başlıyoruz. Birey birey fert fert mutlu olmasını öğreneceğiz. Elimizdekilerle mutlu olmayı. Mutluluğu dışarıda başka bir şeylerde aramayı keserek.

Peşi sıra gerçekleri göreceğiz ve elimizden geldiğince hayır için yarışacağız. En kolayı olan duayı da mı yapamayız, elbette yaparız. Sevgi gözlüğü ile hiç tanımadıklarımızı seveceğiz. Dünya üzerinde yaşayan her canlıyı masumu. Hatta  Necip Fazııl’ın Reis Bey’indeki gibi katili bile sevmek. Ne zorbalık ne zalimlik çıkıyorsa nefretten çıkmıyor mu İnsanların sürekli dışladıkları bireyler kendilerini ispat için katil olmuyor mu İntiharlar hep en dışlanmış bireylerin eylemidir. Beni istemediniz alın size ölümüm! Ama ne acıdır ki geride onun yasını tutabilecek bir vicdan sahibi bile yok. Olsaydı o intihar vuku bulur muydu Kendimizden olmayanları ötelersek bir öte toplumu oluştururuz ve bunun acısını yıllarca kangren gibi çekeriz. O kolu kesmek zorunda mı kalalım O kolu bağlayıp kangrene çeviren nefret düğümünü çözmek bu kadar mı zor Alaydan vazgeçmek had bilmek bu kadar mı zor Neyi alıp veremiyoruz Neyi kıskanıyoruz ki Güzelse senden daha güzel olabilir. Kendimiz mi yaptık bu güzelliği Çalışkansa sen de çalış, onun başarısını kıskanıp duracağına. Senin konumun iyi ya varsın onunki de olsun ne çıkar. Toplum bir güzel insan daha kazandı diye sevineceğine bana erişti diye hayıflanmaya utanmıyor musun.

Kalkalım silkelenelim. Dışta bıraktıklarımıza dönelim. Onları kucaklayalım. Belki de onların sarıldığı son kişiydik biz. Bu hayatta herkesten darbe yedikten sonra bizi bulmuşlardı belki Tutundukları son dalı kesecek kadar zalim miyiz Bir dostluk bir sevgi parçası damlası vermekten aciz miyiz hakikaten ne acı. Yıllarca hasretle sevdiklerimizi bile tek kalemde silebiliyoruz, yazık bize.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

TÜM OKUYCULARIMIZI PAYLAŞIMA DAVET EDİYORUZ, DAVETLİSİNİZ.
2
Ölüm Kıyamet Ahiret / Ölüm ve Gerçeğe Uyanmak
« Son İleti Gönderen: KOYLU Dün, 08:20:15 ÖÖ »


Ölüm ve Gerçeğe Uyanmak

İnsan mücadele yurdunda, yani dünyada. Dünya bizi örseledikçe kendimizden bir şeyler kaybediyoruz. Ölüm ise bizi gerçeğe uyandırıyor. Bir başkasının acısını bile adı “ölüm” olunca kaldırmak ne zor!

Örselenmiş ruhlarımızla, acının kapısında durduğumuzda, gözümüz yaşlı ve pişman beklerken bizi içeri davet edecek tek kudret var, tek dost ve yâr… Allah…

Her yerden kovuluruz, her yerden dışlanırız. Tutunacak kimse bulamayız en sevdiklerimizden bile bir darbe yeriz acıdır bu. O an artık ümidimiz tükenir, adeta yoktur dönüş geriye ve çalınacak bir kapı da. Tek kapı vardır bizi alacak içeri, bizi saracak ve iyileştirecek yaralarımızı… Allah…

İnsan öncüsüdür yaptıklarının ve habercisi yapacaklarının. Çıkmaza girdiysek bu bizim işimizin sonucu değil mi Ya da çıktıysak feraha… Bir adım atmışızdır geçmişimizde. Her adım bu nedenle önemli.

İnsan dengesiyle sağlıklıdır. Dengemiz bozulduğunda yalnız kendimizi değil çevremizi de yıpratırız. Dağıtıp yıkmaktan bir şeyi gözümüz görmez olur. Çoğu zaman bu yıkımların telafisi de mümkün değildir.

Yaşarken ölmek yani manevi bir değişime girmek, hayatın rüyalığının farkına varmak. “ben yaşamıyor gibi yaşamıyor gibi yaşıyorum” diyen Sezai Karakoç Ağabey gibi…

Dünyadan ara ara soyutlanmanın bir adı tefekkürdür. Eski zamanlarda ders olarak herkesin uyguladığı bir şey imiş bu. Ölümü düşünüş, kendisini kabirde sorguda tabutta hayal ederek geçirilen birkaç dakikalık süreç. Bu tefekkür ile kendini dünyadan soyutlayan kişi kalbini Allah’a rahatça açabilir ve manevi gözü zamanla görmeye başlarmış. Ölüm sonrası uyanıklık hali. Nihayetinde dünyaya dönüş ve “işte bir imkân daha verildi bana” telaşı ile ibadetlere sarılmak. Böyle diri tutmuş zamanında büyüklerimiz imanlarını ve böyle mukayyet olmuşlar zihinlerine. Yoksa her çağda delirmek mümkündür.

Kendimizi kıymetlendiriyoruz o nedenle de eleştiriye tahammülümüz azalıyor. Değer görmek için uğraşıp duruyoruz. Allah’ın değer vermesidir esas olan. Bu bilinçle Ona layık olma çabasında olalım. Bu bizi her anlamda ferahlatır, dengemizi korur sağlamlaştırır, ölüm bilincimizi oluşturur. Haddimizi bilmemizi sağlar, edebimizi korumamızı, günahlardan sakınmamızı. Kısacası daha temiz bir hayatımız olur, daha derli toplu bireyler oluruz.

Bize verilen emanetlere sahip çıkalım. Bize verilen ruha, beyine, kalbe… Her biri için çabalayalım. Kendimizi önemseyelim. Ölümü hatırlamak ruhumuza vermemiz gereken önemi de hatırlatır bize.

Uykularımız bile etkileniyor yaşantımızdan. Günlük yaşantımız, çilemiz gece de bırakmıyor peşimizi. Bu ise eziyettir kendimize. Ahirette nefsimiz de şikâyetçi olacak bu durumdan. Nefse zulüm budur.

Allah yaşantılarımızı güzelleştirsin her anımızı dolu dolu geçirmemizi nasip etsin. Birbirimize fener olalım. Bu kutlu yolda birlik olalım. İslam ateşiyle yanan güzel insanlar olalım. Hiçbir kuvvet bizi dağıtamasın, ayıramasın yıkamasın. Kalbimizi önceleyelim, aklımızla hareket edelim ve bu dengeyi daima koruyalım inşallah.

Teşekkür: 30 ağustosta kaleme aldığımız “Merhaba Ben Kalp” adlı yazımızı seslendiren Mehmet Ali Kayacı’ya teşekkürlerimizi sunarız. Dinlemek isteyen okurlarımız Youtube’dan ilgili videoya ulaşabilirler.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

TÜM OKUYCULARIMIZI PAYLAŞIMA DAVET EDİYORUZ, DAVETLİSİNİZ.
3
Bizden Sizlere / Bakış Açısı
« Son İleti Gönderen: KOYLU Dün, 08:15:28 ÖÖ »


Bakış Açısı

Gün geçtikçe ahir zamana yaklaştığımız bilinir. Bu yaklaşımın belirtileri de kuşkusuz görülür. Bugün kendimizi inceleyelim. Müslüman tanımından ne kadar uzaklaşmışız anlayalım.

Kibir. Bu dünyada kibirli olan insanlar ahirette karınca boyutunda yaratılacak. Bu gerçeği bilen bir Müslüman içine kibri nasıl koyabilir Kendimizi kusursuz ve mükemmel sanmak kibrin bir sonucudur. Her yazılanı her yapılanı eleştirmek, her iyiliğin içinde bir kötülük aramak, iyi niyeti art niyet sanmak ve yaftalamak Bunlar kibrin mahsulüdür. Beğenmezlikle yürüyen bir kişi düşünelim. Onu beğenmiyor bunu beğenmiyor e peki kimi beğeniyor Kendisini. Geçelim. Kibirli bir Müslüman olamaz yoktur da. Kibri olanın cennete giremeyeceği de bilinen bir gerçek.

İftira. Kişiler ya da olaylar hakkında aslı olmayan şeyleri söylemek iftiradır. Düşmanlık yapmayan birisine düşman demek, menfaatçi olmayana menfaatçi demek, Müslümana münafık ya da kâfir ya da mason vs. demek. Bütün bunları bir Müslümanın yapabilmesi mümkün müdür Bilip bilmeden atıp tutmak, ileri geri konuşmak ve suçlamak. Bunlar bir Müslümana yakışmadığı gibi insanları da soğutan iten şeylerdir.

Ayrıştırıcılık ya da ayrımcılık. Birilerine görüşleri için, ırk ve inanışları için konum ya da mevkileri veyahut çıkar ve menfaatleri için ayrımcılık yapmak. Zengin sofrasına fakirin oturtulmaması, hatta davet dahi edilmemesi, yaptığı işlere hakaret etmek ve üstelik hakaret edilen işi o kişiden çalmak. Daha nice ayrımcılık ve ayrıştırıcılık bir Müslümanın asla yapmayacağı şeydir.

Kin. Kalbinde zerre miktarı kin taşıyan da cennete giremez. Kindar bir insan nasıl Müslüman olduğunu iddia edebilir

Niyetlerimiz hakkında ileri geri konuşmak ne de kolay. Herkes herkesin kalbini yarıp bakmış bu zamanda. Kim neyi ne için yapıyor anlayıveriyorlar maşallah. Üstelik yapılan açıklamalara da kulak vermezler. Kişinin kendi ağzından dökülene değil de şeytanın ağzından dökülene inanırlar. Kendini anlatma çabasını da saçmalık olarak tabir eder bunu da küçümsenecek bir şeye dönüştürür ve insanın çabasını boşa çıkarırlar.

Artık yorulduk Müslümanız diyerek Müslümanlara eza verenlerden. Müslümanları haksızca eleştirenlerden. Müslümanlara kin ve nefret kusanlardan. Müslümanları ayrıştıranlardan. Bir Müslümanı öteki Müslümandan üstün tutanlardan. Müslümanın kuyusunu kazanlardan, başarısızlığına sevinenlerden, başarısına hased edenlerden! İftira atanlardan, atıp tutanlardan. Birbirini kucaklamak yerine itenlerden. Ezilmişleri hor görüp ezenlerden! Müslümanım diyorsan bunları yapmayacaksın ya da Müslümanım demeyeceksin. Kibrine ve nefsine yenilen Müslüman mı olur Özür dilemekten aciz, yaptığı hataya kör, edepten yoksun ve karşısındakini edepsiz ilan edecek kadar da ileri gidecek bir Müslüman mı olur Müslümanlık bu mu Hasedle yanıp tutuşmak mı Derin derin kuyular kazıp düşmemizi beklemek mi

Yazıklar olsun beş vakit namazını kılmış ahlaklı bir Müslümana zulüm eden Müslümanlara! Herkese Yazıklar olsun yetim hakkı yiyenlere ve yetimleri itip kakanlara ve eşyalarına el koyanlara! Yazıklar olsun kendisini dev aynasında gören, hatasını sıfır zanneden ve tüm bunların üzerine de Müslümanım diyebilen zavallılara Yazık.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

TÜM OKUYCULARIMIZI PAYLAŞIMA DAVET EDİYORUZ, DAVETLİSİNİZ.
4
Serbest Kürsü / Çalışmak ve Yapıcılık
« Son İleti Gönderen: KOYLU Dün, 08:10:59 ÖÖ »


Çalışmak ve Yapıcılık

İnsanı bunalımdan kurtaran şey çalışmaktır. Herhangi bir işle meşguliyet olabilir bu. Gül yetiştirmek, ders çalışmak, okumak yazmak Farklı bir yeri gezmek, yürümek kısacası hareket halinde olmak. Durmak kimseye bir şey kazandırmaz. Duran her şey küflenir, çürür yavaşlar veya bozulur. Her şey hareket halinde, işlerken iyidir sıhhatlidir.

Mehmet Akif Ersoy şiirlerinde çalışmaya vurgu yapar. Leş misin davranmıyorsun diyerek ancak ölülerin hareketsiz kalabileceğini, canlı olan her şeyin hareketli olacağını dile getirir. Ürün vermek hepimize umut getirir. Bir şeyler yapmak, örgü örmek, nakış işlemek ya da dikiş yapmak.

Son zamanlarda ev dekorasyonları oldukça yaygın hâle geldi. Instagram da kendi üretimlerini sunan hanımlar bu şekilde para kazanıyor.

Biz de kendimiz için uğraşlar edinebiliriz. Ruh dünyamıza en yakın uğraş ne ise onun için çalışabiliriz. Renklendirebiliriz hayatımızı. Olağanlıktan durağanlıktan tartışmalardan çıkabiliriz. Kendimizle ilgilenmekten kurtulup çevremize bakabiliriz. Kibirden uzak kalmanın bir yolu da budur belki.

Her günümüz dolu dolu olsun. Sevdiklerimize vakit ayıralım. Bu da doluluğumuza dâhil olsun. Bir yerlerde çay içip sohbet etmeye erinmeyelim. Gün geçtikçe aramızda var olan bağlar çözülüyor. Görüşmeye görüşmeye uzaklaşıyoruz çözülüyoruz birbirimizden. Hâlbuki en değerli şey insani ilişkilerimiz ve bağlarımızdır.

Cahit Zarifoğlu bir denemesinde dedikodu furyasından dem vurur ve bunun git gide gençleri sardığından yakınır. Günümüzde kopuk ilişkilerin etkisi ile bu daha da yaygınlaştı. Dedikodu boş laf ve zan aldı başını yürüdü. Gerek siyasi sebeplerle gerek yaşanan olaylarla eğrisi doğrusu bilinmeden öteleme dışlama hareketine girildi. Her birimiz doğrultucu olmalıyız diye bir şey yok ama her birimiz kendimizin doğrultucusu yani düzeltmeni olsak ne güzel olur. Kusurlarımızı mercek altına alıp düzeltme çabası göstersek toplumda düzelmeyi meydana getirebiliriz. Tartışmalar kimseye bir şey katmıyor. Çünkü günümüz insanı kafasındaki kararsızlıktan kurtulmak ya da sağlıklı bir karara kavuşmak için değil kendi doğrusunu başkalarına da empoze edebilmek için tartışıyor. Karşımızdakine sağır olacaksak ne diye tartışıyoruz ki Dediğimiz dedik çaldığımız düdükse bunu karşı tarafa ne şekilde iletebileceğiz Buna hakikaten inanan var mı Kendi doğrularını zorla kabul ettirebileceğine inanan Sert eleştiri kazanç getirmez aksine kayıplara sebebiyet verir. İnsanları birbirinden iter, ötekileştirir, koparır. Tebliğcilere daima sakin bir dil ve üslup kullanmaları tavsiye edilir. Asla bu kesin doğrudur sen de kabul edeceksin demekle elde edilemez hakikat. Yumuşak bir lisanla birbirimizi daha iyi anlarız. Birbirimizi dinlemeyi öğrenmeliyiz. Birbirimizi alaya almaktan ti ye almaktan bir an evvel kurtulalım. Yoksa daha çok yanlışlara biz sebebiyet vereceğiz.

Eleştirilerimizin bile bir üslubu olsun. Asla hakaretle davranmayalım. Kimseyi yargılamayalım. Öncelikle saygı duyalım ki saygı görebilelim. Dinleyelim, kendi hatalarımızı başkalarından bu yolla bir şekilde rahatlarız kurtuluruz önyargılarımızdan.

Ötekileştirmek kolay sahiplenmek zor. İtelemek kolay kuşatmak zor. Eleştiri diye hakaret etmek kolay fakat yapıcı öneriler sunmak zor. Biz zorun peşinden gidelim inşallah.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

TÜM OKUYCULARIMIZI PAYLAŞIMA DAVET EDİYORUZ, DAVETLİSİNİZ.
5
İnaç Ahlak / Güzel Ahlak Rüzgârı
« Son İleti Gönderen: KOYLU Dün, 08:07:50 ÖÖ »


Güzel Ahlak Rüzgârı

Her kelimenin bir çağrışımı vardır bizde hatta her kokunun. İncir kokusu mesela Çocukluğumda gittiğim bir evim arka bahçesinde incir ağaçları vardı. Yoğun incir kokusu olurdu. Ne zaman incir kokusu duysam içimde bir burukluk hissederim. Sevdiğim bir teyzenin eviydi ve kansere yenik düşmüştü Allah rahmet eylesin.

Bir başka koku da ıhlamur kokusudur bende. İlkokulun bahçesinde vardı ıhlamur ağaçları. En ilginci ise iğde kokusudur. Mevsiminde gidince Bursa nın her yeri iğde kokar. İğde bu nedenle Bursa dır bende. İstanbul ise deniz. Denizin kokusu hemen her yere ulaşıyor.

Kelimelerin çağrışımı da kokular gibidir ve güzel ahlak denilince bana İsmail dedemi hatırlatır. Kırgınken bile kırmayan güzel insanı. Bu dönemde en çok ihtiyacımız olan şey güzel ahlak. Öyleyse buyurun çıkalım yolculuğa

Seher vaktidir. Kış ve her yer kar. Merdivenlerde çıtırtı duyulur. İsmail dede ağır ağır caminin yoluna koyulur. Her vakti cemaatle kılmaya alışmış bu güzel insanı ne kar ne fırtına durdurur. Cami dönüşü istirahat etmek üzere odasına girip uzandığında eşinin kızgın sesi duyulur. Yoğurt azalmış hacı, yoğurt al, kuyu dolmuş çektirmek lazım, kuşhaneleri kalaylat, çakmak gazı da doldurulacak, Daha nice istek şikâyetle karışık söylenir. İsmail dede ise ara ara şu cevaplarla karşılık verir: olur hanımefendi, peki hanımefendi, tamam hanımefendi. Ne bir kızgınlık ne bıkkınlık vardır sesinin tonunda. Bu diyaloglar bir saate yakın sürer ve güneş artık doğmak üzere olduğundan uyuyamadan kalkar İsmail dede. Sofraya güleç yüzüyle oturur. Ne uykusuzluk belirtisi ne sinirlilik. Her zamanki uysal kuşatıcı bakış ve tavırlarıyla yapar kahvaltısını.

Çarşı pazar dönüşü elinde ya bir poşet balon ya akide şekeri. Eve varana kadar tüm çocuklara birer tane tutuşturmuştur. Sokaklarda şıkır şıkır çocuk kahkahaları. Onun gelişini bu neşe cıvıltıları bildirir zilden önce, bir de motorunun sesi.

Konuşmayı pek sevmeyen suskun olduğu için ruh hastası yaftası yemiş olan bir çocuğa malayani konuşacağım diye korkuyor bu çocuk diyerek ilk övgüyü yapan da İsmail dededir. Eşini aldatıp sonra boşanan ve çocuklarını yetimhaneye veren anneyi, ikna etmeye çalışan ve başarılı olamayınca da kendi evlatlarını yitirmiş gibi hüzünlenen bir ay boyunca yiyip içemeyen de İsmail dededir. Kızım yapma yazık bu sabilere dedim dinlemedi, sen karışma hacı amca dedi, diyerek bildirmişti hüznünü.

Ezbere bildiği bir şiir vardı bir de ilkokul yıllarından kalmış zihninde. Müthiş güzel ders niteliğinde bir şiir. İhtiyarla karşılaşan iki okul kaçağını hikâye edinen şiirde ihtiyar gençliğini kaybettiğini ve geri gelmeyeceğini söylüyor çocuklara. Koşa koşa dönüyorlar çocuklar okula. Bu şiiri okula gitmek istemediğim bir gün okumuştu bana ilk kez. O şiir sonra zihnimdeydi şimdi sadece resmi var. Güneşli bir gün dağ başı yemyeşil çayır. İki oğlan neşeyle tırmanıyor tepeye. Tam şehrin manzarası görünecek yerde o ihtiyar. Dünyanın en hüzünlü adamı.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

TÜM OKUYCULARIMIZI PAYLAŞIMA DAVET EDİYORUZ, DAVETLİSİNİZ.
6
İslamda Aile / Reklamlar Diziler ve Ailemiz
« Son İleti Gönderen: fanidunya NET Dün, 07:36:23 ÖÖ »


Reklamlar Diziler ve Ailemiz

Bir Reklam

Reklamların dili keskindir. Kısa bir görsel ve kısa cümlelerle çok şeyleri ifade etmeyi amaçlar. Mart ayının ilk günlerinde bir televizyon kanalında bir emlak şirketi reklamı yayınlandı. Anlatılan olay şöyle: Kadın kocasına ayrılmak istediğini söylüyor. Adam anında telefonunu eline alıyor, arama motoruna basıyor. Eşyalı ev arıyor. Ve bir ev buluyor. Evde her şey var, hatta gitar bile. Ve anında adam kadına yani eşine cevabı yapıştırıyor: ceketimi alıp çıkıyorum, der ve ceketini alıp çıkar. Reklam bu kadardı.

Reklam güya kolay ev bulmanın yolunu gösteriyor. Ama belki bir dakika bile sürmeyen reklam sonunda zihinlerde kalan sadece kolay ev bulmak mı? Ve bu reklamı izleyenler acaba bu reklamdan ne anlar? En azından benim anladığım şudur: Bir ailenin veya yuvanın yıkılması çok önemli değil. Eşyalı bir ev varsa her şey tamam demektir. Hatta bu reklam üzerine neler söylenmez ki!  Özgürlük, serbest piyasa ekonomisi, reklamın kötüsü olmaz, bırakın yapsınlar, bırakın gitsinler ve daha neler söylenir neler.

Diziden Bir Sahne

Çok sayıda dizi yayınlanıyor. Sadece bazı dizi isimleri bile yan yana getirildiğinde tablonun ne kadar yıkıcı olduğunu anlatmaya yetiyor. Ve bir diziden bir sahne: kadın kocasından ayrılmak istediğini söylüyor. Arkada acıklı bir fon müziği var. Koca merakla soruyor: ben mi bir şey yaptım? Kadın kocasından çok memnun olduğunu söyler. Ancak kadın kurduğu hayallerin güzel olmadığını, daha kaç yıl yaşayacağını bilemediğini, artık farklı bir hayat yaşamak istediğini, bir şeyler yapmak istediğini, tek düze yaşamak istemediğini, başka bir şehir veya ülke görmek istediğini, kocası olmasa işten çıkınca direk eve gelmesi gerekmediğini, arkadaşlarıyla buluşabileceğini, tek başına sahilde yürüyebileceğini, akşam yemeğe yetişme derdi olmayacağını ve buna benzer birçok şeyler söyler. Yani kısaca kocası ve evlilik  bütün bunlara engel !!! Ve kocanın cevabı: ben senin mutlu olmanı isterim.

Bir reklamdaki bir dakikalık veya bir dizideki yaklaşık on dakikalık bir sahne üzerinden genelleme yapılamaz itirazları olabilir. Ama acaba durum sadece bu iki örnekten mi ibaret? Aile kurumunu yıkmaya yönelik ve her Müslüman için ortak değerler olan mahremiyet ve nikâh başlığı altında bize yakışmayan onlarca sahne ve diyaloglar artarak devam ediyor. Bir kadın veya erkeğin nikâh olmaksızın aynı evi paylaşmalarının hiçbir şekilde izahı yoktur ve hoş görülemez. Bir de senaryolarda devamında evli olan bir kişinin karşı cins ile olan ve iman ekseninde tasvibi asla mümkün olmayan şekilde söz ve hareketlerine ne demeli? Efendim beyaz ekranda bu tür şeyler olmadan olmaz türü gerekçeler doğru mu? Ve yeterli mi?  Bir olayın hikâye edilmesinin bu topraklarda bir ölçüsü olmalı. Gençlerin zihinlerinde dinin helal-haram dengesi ile bağdaşmayan söz ve davranışların normalleştirilmesi belki de tehlikenin en büyüğüdür. 

Aile konusu başta olmak üzere toplumun temel ihtiyaçları için sadece mevzuat çıkarmanın yeterli olmayacağı aşikârdır. Her konuda olduğu gibi başta eğitim önceliğimizdir. Başkanlığımızın aile konusunda güzel kurumsal çalışmalar yanında çok güzel hizmetlere imza atan müstakil daire başkanlığı bulunmaktadır. İl ve ilçe müftülüklerimiz Aile ve Dini Rehberlik Büro ve Merkezleri ile çok güzel çalışmalar yapmaktadır. Yeterli mi? Elbette değil. Ayrıca aileler, toplum büyükleri ve sorumluluk taşıyan her insan aile konusunda daha üstün gayret göstermeli ve tedbirler alınmalıdır. Yeterli çalışmalar yapılmaz ve gerekli tedbirler alınmaz ise sadece ticari kaygılarla ortaya konan televizyon ve dijital dünyadaki çalışmalarda kadın, erkek, çocuk, mahremiyet ve aileye ait her konuda bize ait olmayan senaryolar aile kurumunu zedelemeye devam edecektir.

Ne Yapmalıyız?

Toplumun her kesimine ortak görev düşüyor. Eğitim ve örneklik konusu baştadır. Elbette seyreden her birimizin ne seyrettiğimizi, konularını ve her anlamda bize ne katıyor veya bizden neler götürüyor?  gibi benzeri soruların cevabını iyi düşünmeliyiz. Olumlu anlamda yapılacak en güzel işlerden birisi de bu toprakların ruhuna uygun sanat çalışmalarına hep birlikte sahip çıkmaktır. Sanatın her dalında Müslüman kimliğimize uygun çalışmaları teşvik etmez ve önünü açmaz isek başkalarını taklide devam edeceğiz. Daha da acı olan ise kendi köklerimize uygun olmayan nice çalışmalarla yüz yüze gelmeye devam edeceğiz. Bir programda İsmet Özel şöyle demişti: başkalarının kelimeleriyle konuşanlar, başkaları gibi düşünür. Senaryosu veya ana fikri bize ait olmayan filim ve dizileri izleyenler başkaları gibi düşünmeye başlar. Bir müddet sonra bazı davranışlar normalleşmeye başlar. Belki de en acısı budur. Sonra da anlatılan hikâyeler yaşanmaya başlar.

Bu değerlendirmeleri karamsar olmak için yazmıyoruz. Yeterli olmasa da güzel çalışmalar da var. Bir cami görüntüsü, bir ezan sesi, teravih namazından bir sahne veya ramazan günlerinde bir iftar sofrası sahnesi ne kadar da önemlidir değil mi?

Bu toprakların ruhuna uygun senaryo, hikâye ve ürün ortaya koyanları da gönülden tebrik ederiz.

ŞÜKRÜ KABUKÇU.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

TÜM OKUYCULARIMIZI PAYLAŞIMA DAVET EDİYORUZ, DAVETLİSİNİZ.
7
İnsan ve Hayat / Hayat İbadete İbadet Neşeye Dönüşür
« Son İleti Gönderen: fanidunya NET Dün, 07:29:53 ÖÖ »


Hayat İbadete İbadet Neşeye Dönüşür

İnsanın dünya serüveni doğumla, bir nevi dünyaya dair ilk çığlıkla/ tepkiyle başlar ve ölümle biter. Bu iki nokta arasındaki çizgiye ömür denir. Her ömür, kişiye özel bir sermaye, ayrı ve özgün bir hikayedir.
Hayat ise hem anlam hem de bağlam olarak daha kapsamlıdır. Nitekim ölüm hayatın değil doğumun zıddıdır. Hayat doğumdan önce başlar ve ölümden sonra da devam eder. Hayata yüklediği anlam insan için en temel konudur. Zira o anlam hayatın gayesini ve hayata dair şeyi belirleyecektir.

Müslümanlar için hayatın anlamı ve gayesi, yeryüzünde, Allah’ın peygamberleri aracılığıyla öğrettiği ilkelere uygun şekilde yaşamaktır. Kur’an-ı Kerim’de insanın varoluşunu anlamlandıran ve yeryüzü misyonunu izah eden ayetlerden biri olan Zariyat Suresi 56. Ayette “Ben cinleri ve insanları ancak bana ibadet etsinler diye yarattım,” buyrulmaktadır. Bu yönüyle ibadet kavramı hayatın her anını ve alanını kuşatan ve varoluşsal boyutları olan bir ifadedir.

Müslüman hayatının ve düşüncesinin temel kavramlarından biri olan ibadet, gündelik hayatımızda sıkça duyduğumuz, kullandığımız bir ifadedir. Ancak bilgi ve tefekkür boyutu göz ardı edildiğinde, hayatı kuşatan kurallar manzumesinden gönülden geçen iyi yönelişlere kadar çok farklı çağrışımlar yapabilmektedir.

Kelime anlamı itibariyle ibadet; itaat etmek, karşı gelmemek, boyun eğmek, isyan etmemek gibi manalara gelmektedir. Kişinin sevgi ve bilinçle Rabbinin buyruklarına gönülden itaat etmesi, hiçbir şeyi O’na ortak koşmaması ve davranışlarını O’nun hoşnutluğunu dikkate alarak düzenlemesidir.

İbadet aynı zamanda varoluşsal bir farkındalığı ifade eder.

Hayatın anlamı, başlangıcı, sonu gibi, düşünen insan için en temel sorular karşısında verilen sakin ve derin cevaplar taşır. Bu farkındalığa göre evrende hiçbir şey tesadüf değildir. Kâinatı tasarlayan mutlak kudret ve üstün akıl sahibi yüce bir yaratıcı vardır. Âlemdeki her canlının varlığında nice hikmetler gizlidir.  En değerli varlık olarak insan, yaratılmışlar içinde üstün özelliklerle donatılmış ve sorumlu kılınmıştır. Hayatın içinde, iyi-kötü, acı-tatlı, kolay-zor gibi sevinç ya da hüzne dair olayları yaşarken ve yorumlarken Allah’ın varlığı ve hayatın anlamına dair farkındalık canlı tutulursa, insan hayatın yükünü daha kolay taşıyabilecek ve hayata dair tepkilerinde daha makul sınırlar içinde kalabilecektir. Söz konusu inanca ve duyarlılığa sahip bir kişi hayatın hiçbir zorluğu, meşakkati karşısında ümitsizliğe kapılmayacak, bunalımlar karşısında daha güçlü olacaktır.

Allah’ın varlığına iman, büyük bir dayanma gücü ve sabırla mücadele azmi verecektir. Diğer yandan hiçbir zenginlik ve dünyalık mümin bir kişi için, şımarma, kibre esir olma, kendini farklı ve üstün görme, çılgınca davranışlara meyletme gibi savrulmalara, dağınıklık ve tutarsızlıklara neden olmayacaktır. Zira kulluk farkındalığına sahip kimse için hayat bir sınanmadır. Dünyaya dair her şey geçicidir. Asıl olan insani değerlere bağlı kalmaktır. Sahip olunan her nimet ve güzelliğin karşılığında yapılması gereken en temel şey şükran duygusuyla yaşamaktır. Şükür ise en açık ifadeyle, nimetin ve mülkün yegâne sahibi olarak Allah’ı bilmek ve sahip olduğu zenginliği, O’nun peygamberleri aracılığıyla gösterdiği şekilde kullanmaktır. Zira insanların istifadesine sunulmayan, başkalarının iyiliğine katkı sunmayan zenginliğin şükrü yerine getirilmiş olmayacaktır.   

İbadet konusunda iki genel kategoriden bahsetmek mümkündür.

Birincisi formel yani belli vakitlerde ve belli şekillerde yapılan ibadetlerdir. Kişinin Rabbine karşı derin saygısını ve emsalsiz sevgisini sembolize eden söz konusu ibadetlerin nasıl yapılacağı peygamber tarafından öğretilmiş ve gösterilmiştir. Namaz, oruç, zekât, hac, kurban gibi ibadetler bunun en açık örnekleridir. Elbette her ibadet öncelikle Allah emrettiği için yapılır. Yani hükmün illeti, Allah’ın söz konusu ibadetlerin yapılmasına dair açık emridir. Bununla birlikte her ibadetin pek çok hikmeti ve hayata kattığı sayısız güzellik vardır. Söz konusu ibadetler, hikmet ve güzellikleri göz ardı edilerek sadece Allah’ın kullarını tabi tuttuğu bir imtihan konusu olarak yorumlanmamalıdır. Bir başka açıdan bu ibadetler, insanın muhtaç olduğu değerler ve erdemlere en kısa yoldan sahip olması için Yaratan’ın gönderdiği bir nimet ve imkân olarak görülmelidir.  Yani insanlara zahmet olsun diye değil, rahmet olsun diye istenmiştir. Nitekim Allah’ın, ibadete ihtiyacı elbette yoktur. O hiçbir şeye muhtaç değildir.

Ancak insanların, ibadetin kazandırdığı güzel hasletlere ihtiyacı vardır. İnsan ibadet etmeye muhtaçtır. Çünkü her ibadetin hayata sayısız güzellik kattığı açıktır. Örneğin, İbadet ahlak ilişkisinin en bariz şekilde görüldüğü alanlardan biri olan namaz kötülüklerden alıkoyar. Kişiyi sağlam bir duruş sahibi yapar. Özgürlüğün zirvesidir. İnsanı eşyaya esir olmaktan kurtarır. Allah’a yönelişin en somut göstergesidir. Beden, akıl ve kalbin buluştuğu, ortaklaşa gerçekleştirdiği muhteşem bir ibadettir. Oruç takvaya, sakınmaya, sorumluluk bilincini kuşanmaya götürür. Paylaşmaya, empati kurmaya, nimetin değerini bilmeye zemin olur. Zekât hem malı hem de sahibini temizler, sevgi ve muhabbete vesile olur. Hac varoluşun provası gibidir. Hakikat zemininde yeniden diriliştir. Kurban iyiliğe adanmışlıktır. 

İbadetlerin en somut tezahürü hayata adalet ve güzel ahlak olarak yansımasıdır.

İbadetler kişiyi eğiten, olgunlaştıran bir vicdan ve irfan mektebidir. Özellikle formel ibadetler kul ile Rabbi arasında özel bir bağ ve iletişimdir. Bunun için iman, amel ve ahlak, hayatın içinde birbirinin varlığına delil olmalıdır. Kur’an-ı Kerim’in gayesinin en özlü ifadesi, güzel ahlaka sahip insan ve adalete dayalı bir toplum inşa etmektir. Nitekim Allah’ın “yüce bir ahlaka sahip olduğunu,” ilan ettiği ve “en güzel örnek” olarak tanıttığı sevgili peygamberimiz, “ben güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim” sözüyle adeta peygamberlik misyonunu ve tüm mücadelesinin nihai gayesini ortaya koymaktadır.

Ahlak en kolay tanımıyla bir davranış biçimidir.

Karakter ve mizaç anlamına da gelir. Ahlakın terim manaları içinde en beğenilen ve yaygın olanı İmam Gazzâlî’nin, “Ahlak, insanda yerleşen öyle bir melekedir ki, bu melekeden dolayı davranışlar hiçbir zorlama olmadan, düşünüp taşınmadan, kolaylıkla sadır olur.” şeklindeki tarifidir.

İbadetlerin ahlaka dönüşmesi bu durumu sağlayan en önemli imkandır. İbadetler ile Rabbinin huzuruna duran, O’na söz veren, yeryüzü gayesinin her daim farkında olan insanın davranışları nezaket ve adalet üzere olacaktır. Böyle bir kişiden beklenen, kimseye zarar vermemesi, haksızlık yapmaması, kimseyi incitmemesi, hayata değer katması, bulunduğu yeri güzelleştirmesidir.

Nitekim davranışa yansımayan, güzel ahlaka dönüşmeyen ibadet konusunda Peygamberimiz de müminleri çarpıcı ifadelerle uyarmaktadır.

Mesela orucun takvaya dönüşmesi için oruçlu kişi davranışlarına dikkat etmeli, çevresine huzursuzluk vermemelidir. Peygamber efendimiz bu ahlaki duyarlılığı göz ardı eden, oruç tuttuğu halde yalan söyleyen ve yalan yere şahitlik yapanların oruç tutmasına Allah’ın muhtaç olmadığını ifade etmekte ve “Nice oruç tutan var ki elde ettiği tek şey sadece açlık ve susuzluktur. Geceleri ibadetle geçiren nice kişi vardır ki kıyamdan nasibi uykusuz kalmaktır,” sözüyle ahlaka dönüşmeyen ibadetin kişiye fayda sağlamayacağını ifade etmektedir. Başka bir hadiste Peygamberimiz çok somut ve hayatın içinden bir örnek vermekte; “Uzun yolculuklar yapmış, üstü başı tozlanmış, saçı başı dağılmış, ellerini semaya uzatan ve “Yâ Rab, yâ Rab!” diye yalvararak dua eden bir adamdan söz ederek “Fakat onun yediği haram, içtiği haram, giydiği haramdı. Haram ile beslenirdi. Peki böyle birinin duası nasıl kabul edilsin” buyurmaktadır. 

Diğer bir örnekte ise Hz. Peygamber, ibadet ahlak ilişkisi kuramayanları müflis tüccara benzetmektedir. O, bir gün arkadaşlarına “Müflis kimdir, biliyor musunuz?” diye sormuş, onlar da “müflis malı mülkü kalmayan kimsedir.” diyerek cevap vermişlerdir. Bunun üzerine Sevgili Peygamberimiz, “Gerçek müflis, kıyamet günü namaz, oruç ve zekât ibadetlerini yerine getirmiş olarak gelir. Aynı anda o, kimine sövmüş, kimine iftira etmiş, kiminin malını haksız yere yemiş, kiminin kanını dökmüş, kimini de dövmüştür. Bunun üzerine iyiliklerinin mükâfatı ondan alınır, haksızlık yaptığı kişilere verilir. Üzerindeki kul hakları bitmeden sevapları biterse, zulmettiği kişilerin günahları alınır, kendisine yüklenir. Sonra da cehenneme atılır.” Bu rivayet ibadet ahlak ilişkisini mefhumu muhalifi itibariyle çok veciz bir şekilde özetlemektedir. Benzer bir örnekte de Hz. Peygamber, ibadet etmesiyle şöhret bulmuş bir kadının, sözleriyle komşularını incitmesinden dolayı cehennemlik olduğunu ifade etmektedir.

Burada önemli bir husus da gelişigüzel mülahazaların kolayca algı operasyonuna dönüşebildiği bir zamanda, ibadet edenlerin zaafları, hataları üzerinden ibadetlerin değerlendirilmesinin ve önemsizleştirilmesinin tutarsızlığıdır. Sanatçıya kızarak sanata, zengine kızarak paraya tavır almak ya da kıymeti bilinmeyen veya istismar edilen değerlerin bizzat kendisini suçlayarak onlardan vazgeçmek nasıl anlamsız ve yanlış ise, aynı şey söz konusu durum için de geçerlidir. 

İkincisi ise; geniş anlamı ve hayatı kuşatan boyutuyla ibadet, tüm tavır ve davranışların iman bilinciyle ve mümine yakışır şekilde yapılmasıdır.

Kişinin hayatın her anında sadece Allah’ın hoşnutluğunu merkeze alarak niyetiyle, aklıyla, kalbiyle ve davranışlarıyla iyi bir insan olma ve hayata değer katma gayesiyle hareket etmesidir. Bu bilinç hayatın tamamını ibadete dönüştürecektir. Bu durumda en önemli ve hassas nokta ise niyettir.

Niyet, İslam inancında tüm tutum ve davranışlar için en belirleyici faktördür. Çünkü niyet kalbin yönelişidir. Davranışın öz değeridir. “Ameller ancak niyetlere göre değer kazanır” hadis-i şerifi davranışların değerlendirilmesinde temel kabul edilmiştir. Niyet, adeti, olağan, sıradan davranışları ibadete dönüştürür. Dolayısıyla Rabbinin rızasından başka bir beklentiye girmeden, iyi niyet ve samimiyetle yapılan her meşru iş ve davranış ibadettir. Sahibine ibadet sevabı kazandıracaktır. Buna göre; iyi bir mümin ve insanlığa faydalı bir birey olma gayesi en üstte tutulduğu sürece devam edilen eğitimin her anı, çalışılan her sınav, okunan her kitap ibadete dönüşecektir. Güzel ahlakın ikamesine, yeryüzünün imar ve ıslahına, insanların hizmetine, hayatın huzuruna katkı sağlamayı öncelikli gaye edinen, iyilik adına yapılan her iş ve davranış ibadet gibi mübarek ve değerlidir.

İman ibadet ve hayatı birleştiren en özlü yaklaşımı Peygamber efendimiz İslami literatürde Cibril hadisi olarak meşhur olan hadis-i şerifte bizlere öğretmektedir. Burada, iman ve İslam’dan sonra “ihsan” kavramını açıklayan Peygamberimiz, ihsan; “Allah’ı görür gibi ibadet etmendir. Sen O’nu görmüyor olsan da O seni görmektedir,” buyurmaktadır.

Öyleyse, ihsan bilinci canlı tutulduğunda hayat ibadete, ibadet neşeye dönüşecektir.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

TÜM OKUYCULARIMIZI PAYLAŞIMA DAVET EDİYORUZ, DAVETLİSİNİZ.
8
Mutlulık Yolu İslam / Zamana Yol Gösteren Kitap Kur'an’ı Kerim
« Son İleti Gönderen: fanidunya NET Dün, 07:21:15 ÖÖ »
img]

Zamana Yol Gösteren Kitap Kur'an’ı Kerim

Kur’an’ın bazı hükümlerinin geçmişte kaldığını iddia ederek onları yok saymanın ya da hafife almanın tutarlılığı ve hükmü nedir?

Öncelikle böyle bir yaklaşım ve söylemle Kur’an’ın bazı hükümlerini zaman ile mukayyet kılmak şayet bir art niyet taşımıyorsa onun hem içeriğini hem de hikmetini anlama noktasında birtakım eksikliklerin, zaafların ve sorunların varlığını gösterir. Çünkü Kur’an tüm zamanları ve mekânları aydınlatan sönmez, tükenmez bir hakikat güneşidir. Bu özelliği onun mucize oluşunun en güçlü delilidir. Pek çok ayette Kur’an’ın bir hidayet rehberi olduğu, insanları karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için indirildiği, hakkı bâtıldan ayıran bir ölçü olduğu, dosdoğru yola ilettiği gibi evrensel ilke ve değerler vurgulanır.

Elbette Kur’an, tarihin bir kesitinde inmiş bir kitaptır ama aynı zamanda o, tarihe yön veren, tarihin akışını değiştiren, her asra rehberlik eden bir kitaptır. Nitekim onun gelişiyle cahiliyeye hapsolmuş bir coğrafya, asr-ı saadete zemin olmuştur. Onun ayetleri ışığında, peygamberin rehberliğinde insanlığın yıldız şahsiyetleri olan sahabe nesli yetişmiştir. Bir kabile toplumundan büyük bir devlet kurulmuştur. Bir mescidin içinden muhteşem bir medeniyet inşa edilmiştir. Ona inanan müminler Endülüs’ten Orta Asya’ya kadar yeryüzünün pek çok yerinde nice devletler, medeniyetler kurmuşlardır. Çünkü Kur’an insanı her açıdan mamur eden ve huzura kavuşturan değerler manzumesini ortaya koyar.

Getirdiği değerlerle insanı ve toplumları güzel ahlak ve adalet merkezinde imar ve inşa eden bir kitaptır o. Söz konusu değerler ise her zaman ve zeminde varlığını ve insan için vazgeçilmezliğini muhafaza eden evrensel özelliğe sahiptir.

İnsanın tarihsel çizgisinde yaşanan değişim ve gelişimin ana mecrası teknik icatlardır. İnsanoğlu birikimsel bilginin yardımıyla, hayatı kolaylaştıran alet-edevat ve teknoloji icat etmiştir. Bu bağlamda dikey bir ilerleme söz konusudur. Ancak insani değerler ve ahlaki erdemler açısından dikey değil, yatay bir çizgi vardır. Söz konusu değerler her zaman için aynı kıymete ve özelliğe sahiptir. Örneğin bundan bin yıl önce yaşayan insanların sahip olduğu teknik imkânlar ve teknolojik aparatlar günümüzle mukayese edilmeyecek kadar basittir ama huzur ve güven içinde yaşayabilmek için ihtiyaç duyulan temel insani sorumlulukların kıymeti aynıdır. Değerlerin tekamülü temsiliyle mümkündür ve hayata yansıyınca gerçek kıymeti daha net ortaya çıkacaktır. 

Kur’an’ın bireysel ahlakı inşa ederken merkeze aldığı, sorumluluk bilinci, iman, istikamet, iyilik, yardımlaşma, her türlü kötü söz ve davranıştan kaçınma gibi değerler şüphesiz tüm zamanlar için üstün ahlaki ilkelerdir. Toplumsal hayatı inşa ederken ortaya koyduğu hukuk, hakkaniyet, kardeşlik, yardımlaşma gibi ilkeler de zaman ve mekânla mukayyet olmanın ötesinde evrensel ilkelerdir.

Kur’an’ın bazı hükümlerinin geçmişte kaldığı iddiasına örnek gösterilen çok az sayıdaki ayet ya da konu, bir anlama sorunundan veya dar bir yorum çerçevesine hapsolmaktan kaynaklanmaktadır. Örneğin Enfal suresinin 60’ıncı ayetinde Müslümanların, düşmanlarına karşı kendilerini ve değerlerini savunmak amacıyla “güçlü atlar” hazırlamaları bu bağlamda sürekli zikredilen bir örnektir. Oysa söz konusu ayet çok açık şekilde Müslümanların güçlü olmaları gerektiğini, kendilerini korumak ve değerlerini savunmak için yaşadıkları dönemin güç unsurlarına en ileri düzeyde sahip olmalarının önemini ifade eder. Zira o dönem için atlar bir ordunun ve güçlü olmanın en ileri imkânıdır. Zamanın değişmesi ve teknolojinin gelişmesiyle farklı güç unsurları da ortaya çıkacaktır. Ayetin ortaya koyduğu ufuk doğru anlaşıldığında mesaj tüm zamanlara hitap edecektir.

Ayrıca ayette geçen “atların” tarihin kalan süreci içinde insanlık için nasıl bir rol üstlenebileceği konusu şimdilik bilinmemektedir.  Dolayısıyla ayetlerin doğrudan ifade ettiği anlam, örnek ve biçim muhafaza edilerek gösterdiği ufuk iyi anlaşıldığında sorun kalmayacaktır. Benzer şekilde kölelik ile ilgili ayetler de bu çerçevede gündeme gelmektedir. İslam’ın üst, ideal, evrensel perspektif olarak köleliği ve insanı köleleştiren tüm unsurları ortadan kaldıran bir inanç ve hukuk getirdiği tüm açıklığı ile ortadadır. Kur’an, insanı sadece Allah’a iman ve itaat ederek insana ve eşyaya kul-köle olmaktan kurtulmaya davet eder. Ancak Kur’an’ın ilkelerinden uzak kalınan her zamanda insan nefsine, eşyaya, arzularına kul olmaya mahkûm edilmektedir. Dolayısıyla kölelik bağlamında söz konusu edilen ayetler; İslam’ın köleliği kaldırmayı hedefleyen üst bakışıyla beraber düşünülmelidir. Diğer yandan insanlığın, gelecekte yaşaması muhtemel süreçlerin, bugün düşünülmeyen pek çok meseleyi bir realite olarak gündeme getirmeyeceğini kim iddia edebilir? Ayrıca söz konusu ayetlerin insanın sorumluluklarına, ahlaki değerlere, vicdan hassasiyetine, hak duyarlılığına vurgu yapan boyutu ve bu bağlamda yapılan yorumlar, tüm zamanların evrensel ilkelerine dikkat çekmektedir.

Bazı ayrıntılı fıkhi hükümler ya da Kur’an indiği toplumun pratiklerine yönelik ifadelerin her biri de yukarda ortaya konan perspektifle ele alındığında onların sadece geçmişte kalmadığı, tüm zamanlara mesaj verdiği açıkça görülecektir. En’am suresinin 115’inci ayeti, “Rabbinin sözü hem doğruluk hem de adalet bakımından tamamlanmıştır. O’nun sözlerini değiştirecek kimse yoktur. O her şeyi işitmekte, her şeyi bilmektedir.” fermanıyla Kur’an’ın kıyamete kadar devam edecek olan rehberliğini ortaya koymaktadır. Aynı şekilde Peygamber Efendimizin Veda Hutbesi’nde; “Ey insanlar size, sımsıkı sarılıp uyguladığınızda asla yolunuzu kaybetmeyeceğiniz iki şey bıraktım; onlar Allah’ın kitabı ve Rasulü’nün sünnetidir.” buyurması da Kur’an ve sünnetin kıyamete kadar devam edecek önemini yeryüzüne ilan etmektedir.

Öyleyse müminlere düşen görev, Kur’an ve sünnetin her bir ayetini ve evrensel rehberliğini en doğru şekilde anlayıp yaşamak suretiyle hakikat ve iyilik yolunda çağın öncüsü olmaktır. Hakikat şu ki; herkes Kur’an-ı Kerim’den ona bakışı oranında istifa edecektir. İmanla aklını ve kalbini ona açanlar, onun hakikati ve bereketi ile buluşacaktır.

Mustafa Irmaklı.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap
9
Mehmet Şenlik / Dünyada ve Ahirette Selâmet İstiyorsan
« Son İleti Gönderen: fanidunya NET Dün, 07:02:16 ÖÖ »


Dünyada ve Ahirette Selâmet İstiyorsan

Şeyh Murâd Efendi İstanbul'da yetişen âlim ve velîlerdendir. 1788 (H.1203) senesinde İstanbul'da doğdu. İstanbul’daki meşhur âlimlerden ders alarak ilim tahsilini tamamladı. Tasavvufta ise Nakşibendiyye yolunun rehberlerinden Şeyh Nimetullah Efendiye talebe olup sohbetlerinde ve derslerinde bulundu. Bu hocasından İmam-ı Rabbânî hazretlerinin Mektûbât-ı Şerîfini okudu. Murad Molla Dergâhında şeyhlik yaptı. Sultan Ahmed Câmii'nde vaaz verirdi. 1847 (H.1264) senesinde vefat etti.

Buyurdu ki:

"Dünyada ve ahirette selâmeti isteyen kimse önce bedenini sıhhatli tutup, ihtiyacından fazla şeyleri kazanmak için haddi aşmamalıdır. Kendine her ne muamele yapılırsa başkasına da o muameleyi yapmalıdır. Bu nasihati kabul eden kimse dünya ve ahirette selamet bulur."
 
"İlim ve mârifet ehli şöyle tenbih etmişlerdir: Üç kimse ile arkadaş olup sohbet et. Birincisi, ilim ehli ve hüner, sanat sahibi olan kimselerle arkadaş ol. Dünyâ ve âhiret saâdetine kavuşman kolay olur. İkincisi, güzel ahlak sahibi kimselerle arkadaş ol. Çünkü böyle kimseler dostun ayıbını görmezlikten gelerek örterler ve bu ayıbını nasîhatle, düzeltirler. Bu hususta çok gayret gösterirler. Üçüncüsü, kötü niyetli olmayan, dünyaya düşkünlük göstermeyen, sâdık ve ihlâslı olan kimseler...
 
Şu üç sınıf kimseden de sakınmak lazımdır: Birincisi, fısk ve fücur ehli olup, günah işleyen, nefislerine uyup Allahü teâlânın emrinden çıkan kimselerdir. Bunlarla arkadaşlık ne dünyâ rahatı kazandırır ne de âhirette rahmete kavuşturur! İkinci grup, yalancı ve hâin olanlardır. Bunlarla dostluk acı azaba ve felâkete sebep olur. Senden başkasına, başkasından sana söz taşır... Üçüncü sınıf, ahmak olanlardır. Bunların sözlerine itimat edilmez. Ne fayda sağlayabilirler ne de bir zarara mâni olabilirler. Hayırlı gördükleri şer, faydalı gördükleri zararlıdır. Zararlı gördükleri faydalıdır."
 
“Sâlih ve başkasının iyiliğine çalışan iyi kalpli bir kimse olmalıdır. Allahü teâlâ meâlen; "Kim salih amel işlerse (sevab) kendinedir" (Fussilet Sûresi-46) buyurdu.

Gururlu olmamalı ve ibâdeti dünya menfaati için yapmamalı. Dostlar için iyi niyetli olup her feyzini Allahü teâlâdan bilmeli..."
 
"Âdet olarak, riyâ, gösteriş olarak değil de, Allah rızâsı için, fakirlere yemek, sadaka verip, sevaplarını meyyitin rûhuna göndermek iyi olur ve büyük ibâdet olur."

Vehbi Tülek.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

TÜM OKUYCULARIMIZI PAYLAŞIMA DAVET EDİYORUZ, DAVETLİSİNİZ.
10
Ahmet Demirbaş / Yahya Aleyhisselam
« Son İleti Gönderen: fanidunya NET Dün, 06:55:29 ÖÖ »


Yahya Aleyhisselam

Hazreti Yahya, rüşd (olgunluk) çağına ulaştığı zaman, kendisine Allahü teâlâ tarafından peygamberlik emri bildirildi.

Hazreti Yahya, İsrailoğullarına gönderilen peygamberlerdendir. Zekeriyya aleyhisselamın oğludur. Geçen haftaki yazımızda bir nebze değindiğimiz gibi, Allahü teâlâ, onu babası Zekeriyya aleyhisselamın duası üzerine ihsân etti. Zekeriyya aleyhisselam yüz yirmi yaşına geldiği hâlde neslini devâm ettirecek bir evlâdı yoktu. Gerek kendisinin, gerekse hanımının çocuk sâhibi olma yaşları geçmişti. Fakat içine evlâd sevgisi düşüp kendisine sâlih bir evlâd ihsân etmesi için Allahü teâlâya dua etti. Allahü teâlâ Zekeriyya aleyhisselamın duasını kabul etti. İhtiyar olan hanımı hâmile kaldı ve belirli müddetten sonra Yahya aleyhisselam doğdu...

Rivâyete göre Yahya aleyhisselamın doğumu ile İsa aleyhisselamın doğumu aynı seneye rastlamaktadır.

Doğumundan îtibâren fevkâledelikler içinde olan Yahya aleyhisselam babası Zekeriyya aleyhisselamın nezâretinde yetişti. Küçük yaşta Tevrat’ı okumaya ve hükümlerini anlamaya başladı...

Öğrendiklerini İsrailoğullarına anlatır, onları Allahü teâlânın emirlerini yapmaya yasaklarından kaçınmaya dâvet ederdi. Gece gündüz Allahü teâlâya ibâdet eder, Allah korkusundan dolayı çok ağlardı...

Yahya aleyhisselam rüşd (olgunluk) çağına ulaştığı zaman, kendisine Allahü teâlâ tarafından peygamberlik emri bildirildi. İlk önce Musa aleyhisselamın bildirdiği dînin esaslarına uyması ve Tevrat’ın hükümlerini insanlara tebliğ etmesi emredildi. İsa aleyhisselama İncîl nâzil olup, Tevrat’ın hükmü kaldırılınca İsrailoğullarını İncîl’in emir ve yasaklarına uymaya çağırdı. Daha sonra Şam’a giderek insanları hak dîne dâvet etti...

Peygamberlerin mucizelerini gördükleri hâlde onlara inanmayıp, karşı çıkan ve birçok peygamberi şehit eden İsrailoğulları, İsa aleyhisselama da karşı çıkıp onu şehit etmek istediler. Allahü teâlâ İsa aleyhisselamı göğe kaldırdıktan sonra Yahya aleyhisselam İncîl’in hükümlerini insanlara anlatmaya devâm etti.
 
Zâlim Yahudi Hükümdârı Herod’un torunu Birinci Herod, hazret-i Yahya’ya iyi muâmelede bulunurdu.

Kendi kardeşinin kızı veya hanımının önceki kocasından bir kızı vardı. Hükümdâr Birinci Herod bu kızla evlenmeyi ve nikâhlarını Yahya aleyhisselamın yapmasını istedi. Yahya aleyhisselam böyle bir evliliğin hazret-i İsa’nın tebliğ ettiği İncîl kitabında yasaklandığını ve böyle bir nikâhın imkânsız olduğunu bildirdi. Bu duruma içerleyen kızın annesi, Yahya aleyhisselamın öldürülmesini istedi... Herod’un adamları Yahya aleyhisselamı yakalayıp, başını kesmek sûretiyle şehit ettiler. Başka bir rivâyette de yakalayıp getirdiler. Herod kendisi başını kesmek sûretiyle şehit etti. Kesilmiş olmasına rağmen Yahya aleyhisselamın başı mucize olarak “Bu kızı almak sana helâl değildir” diye defâlarca söyledi...
 
Allahü teâlâ Yahya aleyhisselamın intikâmını almak için onların başına bâzı musîbetler gönderdi. Bâzı rivâyetlerde Herod ve evlenmek istediği kızı, Karun gibi yerin yuttuğu bildirilmektedir.

Yahya aleyhisselam şehit edildiği zaman otuz dört yaşlarında bulunuyordu. Mübârek bedeninin parçaları, başka başka şehirlerdedir. Başı Şam’daki Ümeyye Câmii'ndeki türbededir.

Ahmet Demirbaş.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap
Sayfa: [1] 2 3 ... 10