Son İletiler

Sayfa: 1 [2] 3 4 ... 10
11
Hatice Kübra Ergin / Cennet Annenin Ayakları Altındadır
« Son İleti Gönderen: gurbetciyim Dün, 08:33:08 ÖÖ »
Cennet Annenin Ayakları Altındadır

Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla,

Allah'ın Rahmeti ve Bereketi üzerimize olsun.

İnsanlığın hep maddeci ölçülerle biçimlendirildiği ve değerlendirildiği bir devirdeyiz. Böyle bir zamanda gelecek nesilleri Allah'ın emrine göre eğitip terbiye eden bir anne olmanın önemi pek de anlaşılmıyor.

Ne yazık ki zamanımızda kadınlara, “Evlerinizden çıkın, çalışın, para kazanın. Ancak o zaman değerli olabilirsiniz,”deniliyor. “Kadının sosyal konumunun yükseltilmesi” denilince akla daima kadının annelik görevini ikinci plana atarak, ekonomi düzenine emekçi olması kastediliyor. Çünkü ekonomik bir karşılığı olmayan annelik vazifesinin hiçbir önem taşımadığı düşünülüyor.

Oysa bugün dünyadaki bütün medeniyet birikimi, binalar, müesseseler, teknik gelişmeler ve maddi servetler sadece ve sadece gelecek nesiller iyi yetişirse bir anlam kazanır.

Bizler geleceği kuracak evlatlarımızı maneviyatlı olarak yetiştirip yüksek ahlakla donatmazsak sahip olduğumuz hiçbir şeyin değeri kalmaz.

Peygamber efendimiz salih evlatlar yetiştirmenin önemine şu hadis-i şerifle dikkat çekmiştir: "İnsan öldüğü zaman amel işlemesi kesilir. Ancak üç şey bundan müstesnadır. Sadaka-i cariye, kendisinden yararlanılan ilim veya kendisine hayır dua eden salih çocuk." (Dârimi, Mukaddime, 46)

Bu hadis-i şerifte, salih evlat yetiştirmek, vakıflar kurmakla, ilmi eserler yazıp, talebeler okutup ardında bırakmakla eş tutulmuştur. Çünkü gelecek nesiller güzelce yetiştirilmezse ne bırakılan vakıflara ne de ilme sahip çıkan kalmayacaktır. İşte gelecek nesillere annelik etmek böyle önemlidir.

Dinimiz kadınların değerli olması için erkekleşmesini şart koşmamış, kadınları, erkeklere yüklediği bazı görevlerden muaf tutmuştur. Çünkü kadınların, hiçbir erkek tarafından yapılamayacak bir görevi vardır; annelik. Kadınların izzet ve saygınlığı da, annelik vazifelerini en güzel şekilde yapmalarıyla gerçekleşecektir. Peygamber efendimiz,

“Cennet annenin ayakları altındadır” buyurmuştur. (Nesâî, Cihâd, 12)

Beşiği sallayan eller, geleceği inşa etmektedir. Kadınların sosyal hayatta yapabilecekleri en önemli görevleri de geleceğe yazılan birer mektup olan evlatlarımızı, en yüksek değerlerle yetiştirmektir. Bu sebeple geleceğin anneleri olan kadın ve kızlarımızın bu yüksek mevkilerinin farkında olması, bu görevlerini şuuruna vararak yapmaları gerekmektedir.

Allah-u Teâlâ bizi, gelecek nesilleri, Kendi rızasına uygun şekilde yetiştirmeye muvaffak kılsın.

Âmin.

Hatice Kübra Ergin

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

TÜM OKUYCULARIMIZI PAYLAŞIMA DAVET EDİYORUZ, DAVETLİSİNİZ.
12
Seyda Muhammed Konyevi / Gönülden Boyun Eğelim
« Son İleti Gönderen: gurbetciyim Dün, 08:29:30 ÖÖ »


Gönülden Boyun Eğelim

Allah-u Zülcelâl, kullarına karşı kıyamet gününde nasıl muamele edeceğini, Rablerine gönülden bağlananlara nasıl mükâfat vereceğini bize bir ayet-i kerimede şöyle beyan etmiştir:

“İman edip, salih ameller işleyen ve Rablerine (ihbat edip) gönülden bağlananlara gelince, işte onlar cennetliklerdir. Onlar orada ebedî kalacaklardır.” (Hud; 23)

Yani o kullar ki, Allah-u Zülcelâl’in zatına taliptirler; Allah-u Zülcelâl onların yanında her şeyden daha mühimdir. Bu ayet-i kerimede iman edenler ve amel-i salih işleyenler ve “Rablerine ihbat edenler” buyruluyor. İhbat etmek, kalbi tatmin olmuş şekilde Allah'a gönülden bağlananlar demektir. Böyle kullar, cennetin nimetlerine ermek için veya cehennemin azabından muhafaza olmak için değil, sadece Allah’ın zatına karşı rağbet ederek Allah'a kulluk ederler.

İnsan böyle yalnız Allah'ın rızasına talip olursa o zaman her şey onundur. Allah-u Zülcelâl onu cehennemden muhafaza eder, cenneti de ona nimet olarak verir. İnşallah Allah o iman edenlere ne istiyorsa verecektir.

Allah-u Zülcelâl, nefsi mutmain olmuş, gönülden boyun eğmiş kullarımı müjdele buyuruyor:

“Hepinizin ilâhı bir tek ilâhtır. Onun için yalnız O'na teslim olan müslümanlar olun. (Ey Muhammed!) Allah'a gönülden boyun eğenleri (Muhbitleri, ihbat edenleri) müjdele.” (Hac, 34)

İnsan Ne Kadar Hırslıdır

İnsan bu dünyada ne kadar yaşamışsa o derecede kabre yaklaşmış oluyor. Fakat tabiatı gereği ne kadar yaşlanırsa, hırsı ve tamahı da o kadar fazla oluyor. Hz. Enes radıyallâhu anhu anlatıyor: "Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki: “İnsan yaşlandıkça, iki şeyi gençleşir: “Mala karşı hırsı ve yaşamaya karşı hırsı." (Buharî, Rikâk 5; Müslim, Zekât 115,)

Hâlbuki insan saat saat, dakika dakika, her gün kabrine doğru biraz daha yaklaşıyor. Bazı insanlar o kadar kabirlerine yaklaşmışlar ki kefenlerini dahi hazırlamışlar. Buna rağmen: “Ben ilerde şöyle şöyle yapacağım” diyerek dünyaya dalmaktalar. Bu ne kadar hatalı bir davranıştır.

Lain şeytan bizim düşmanımızdır, devamlı olarak bizi Allah’ın rızasından alıkoymak için çalışıyor. Bakın şeytan: “Kul kırk yaşına yaklaştığı zaman onun hayrı şerrinden daha fazla değilse yani sevabı günahlarından fazla değilse, onun iki gözünün arasını öperim ve “Bu yüze canım feda olsun! Bu artık iflah olmaz!”derim.”diyor.

Kırk sene yaşamış bir kişinin hayrı şerrinden fazla değilse ve hala günah işlemeye devam ediyorsa; o zaman şeytan o kişinin alnından öpüyor, “Benim canım sana feda olsun. Bu kişi benimle beraber cehenneme girecek.” diyor.

Hemen hemen hepimiz kırk yaşına yaklaşmışız. Kırk yaşına geldiğimiz zaman sevaplarımızın günahlarımızdan fazla olması gereklidir. Önceden işlediğimiz günahlarımızdan da tövbe etmeliyiz. Ondan sonra yaşadığımız her gün ise sevaplarımız günahlarımızdan fazla olması için çalışmalıyız. Ta ki kıyamet gününde, inşallah, sevaplarımız günahlarımızdan fazla olsun.

Bir zerre miktarı, sevaplar günahlardan fazla olursa cennete gireceğiz, inşallah. Bir hata yapıp da nefsimize mağlup olduğumuz zaman, hemen tövbeye koşalım. Allah-u Zülcelâl’in merhametinin kapısı olan tövbe kapısını kapatmadığı için bizim daima o kapıda durarak Allah’a yalvarmamız gerekiyor.

Tövbe etmek niyetiyle, Allah’ın o merhamet kapısına gittiğimiz zaman, Şeytan “Bu yüze canım feda olsun. Bu artık iflah olmaz.” demek yerine, başına kül atıyor ve “Eyvah! Yazıklar olsun bana! Bu kadar emek sarf ettim, günah yaptırdım, sonra bütün o günahları Allah affetti ve sevaba çevirdi.” diyerek kendi kendine kahroluyor. Bu sebeple insanın kurtuluşu tövbedir.

Allah-u Zülcelâl’in kahır ve azap kapısı olduğu gibi lütuf, merhamet ve şefkat kapısı da vardır. Hangisini istersen o kapıyı çalabilirsin. Allah’ın sana rahmet etmesini istiyorsan merhamet kapısını çal, şefkat kapısını çal. Eğer günah kapısını çalarsan o zaman kendini Allah’ın azabına müstehak edeceksin.

Bu noktada Allah insanı serbest bırakmıştır. Yani cüz-i ihtiyar ile seçebileceği her iki kapı da insanın önündedir. Günaha, gaflete yönelmek, kahır kapısını çalmaktır. Tevbe edip, ilim ve salih amel yapmak ise merhamet kapısını çalmaktır.

Nasıl ki bu dünyada başımız sıkışınca, bir insan başka bir insandan dahi merhamet istiyor; “Kardeşim bana zulmetme, bana hakaret etme, bana yardım et.” diyor. Hâlbuki o da senin gibi zayıf bir kuldur. Ama ondan merhamet istiyor.

Fakat Allah öyle kudret ve azamet sahibidir ki, Neuzubillah, insan onun azap kapısını çalarsa sonunda kendini helak eder. Onun için elimizden geldiği kadar daima Allah-u Zülcelâl’in lütuf, merhamet, şefkat kapısını çalalım inşallah.

Allah-u Zülcelâl Davud aleyhisselama: “Ya Davud! Kim benim kapımı çalmış da ben açmamışım?” diye buyurmuş. Allah-u Zülcelâl’in merhamet kapısını çaldığımız zaman merhametle bize muamele edecektir inşallah.

Namaz kıldığımız, zikir yaptığımız, Kur’an okuduğumuz, hayır yaptığımız zaman, Allah-u Zülcelâl’in kapısını çalmış oluyoruz.

Hiçbir zaman günah veya hata ile Allah-u Zülcelâl’i gazaba getirecek olan hareketler yapmayalım. Çünkü bu hareketlerle onun azap kapısını çalmış oluyoruz. Eğer o kapıyı açarsa helak oluruz. Bir hata yaparak nefsimize mağlup olduğumuzda, “Özür dilerim ya Rabbi. Ben hata yaptım, ama şimdi pişman oldum. Bir daha yapmayacağıma sana söz veriyorum.” diyerek hemen tövbe kapısını çalalım inşaallah. İnsan hangi kapıyı çalarsa Allah o kapıyı açacaktır.

Allah-u Zülcelâl Kalbimize Bakıyor

Allah-u Zülcelâl bizim Rabbimizdir, kudret ve azamet sahibidir. Devamlı olarak kalbimize bakmaktadır. Kalbimiz O’nun nazargâhıdır. Hz Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bir hadisi şerifinde şöyle buyuruyor: "Allah sizin dış görünüşünüze ve mallarınıza bakmaz. Ama o sizin kalplerinize ve amellerinize bakar." (Müslim, Birr, 33; İbn Mâce, Zühd, 9)

Bizler de Allah kalbimize baktığı için kalben O’nun zatına karşı hararetli olalım. Eğer biz Allah'a gönülden bağlanarak, sadece O’nun Zatına talip olursak bize cennet nimetlerinden daha büyük bir nimetini, cemalini lütfedecek. Hz. Ali radiyallahu anhu şöyle anlatıyor:

“Cennetlikler cennete girdikten sonra Allah-u Zülcelâl, meleklerine: “Dostlarıma yemek verin.” buyurur. Bunun üzerine, oraya türlü türlü yiyecekler getirilir. Cennetlikler, bu yiyeceklerin her lokmasında farklı bir lezzet bulurlar. Yemekler bitince, Allah-u Zülcelâl:

“Kullarıma içecek sunun” buyurur. Bunun üzerine ortaya türlü türlü içecekler getirilir. Cennetlikler bu içeceklerin her yudumunda, diğerlerinde bulunmayan bir lezzet bulurlar. İçecekler bitince Allah-u Zülcelâl: “Ben sizin Rabb'inizim, size verdiğim sözü gerçekleştirdim. Şimdi canınız ne diliyorsa, isteyiniz de vereyim” der. Cennetlikler iki veya üç kere: “Ey Rabb'imiz, biz senin rızanı istiyoruz,” derler. Bunun üzerine Allah-u Zülcelâl kendilerine şöyle buyurur: “Ben sizden razıyım. Üstelik bugün, tarafımdan size bundan daha fazlası bağışlanacaktır. Ardından perde kalkar, cennetlikler Allah azze ve cellenin cemalini görürler.

Cennetlikler Allah'ın cemalini görünce, derhal secdeye kapanırlar ve Allah'ın dilediği sürece secdede kalırlar. Arkasından Allah-u Zülcelâl kendilerine:

“Kaldırın başlarınızı, burası ibadet etme yeri değildir.” buyurur. Cennetlikler Allah'ı görünce, oranın tüm nimetlerini unutuverirler, onlara diğer bütün nimetlerden daha tatlı gelir.
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, “Gökteki şu Ay’ı nasıl net görüyorsanız, (Cennette) Rabbinizi, böyle açıkça göreceksiniz. O’nu görmekte sıkışıklığa düşmeyeceksiniz. O’nu rahatça göreceksiniz.” Buyuruyor. (Buhârî, Tevhid 24; Müslim, Mesacid 211, (633)

İşte, bu güzel nimetler bizi bekleyip dururken, dünyalık zevklerin peşinde koşup durmak çok büyük bir hatadır. Allah'ın rızası için kalbimizde binlerce merak bulunduralım. Allah-u Zülcelâl o zaman bütün azalarımızı sevaplarla, taatle meşgul edecektir.

Kim kalbini temizleyerek selamete çıkarırsa, Allah-u Zülcelâl onun zahiri azalarına sahip çıkar. O sahip çıktığı zaman inşallah gözümüzü, elimizi, ayaklarımızı ve her azamızı hayırlarda kullanacaktır.

Allah-u Zülcelâl kalbimize baktığında “Ben hakikaten Allah’ın rızasına talibim.” isteğini görsün. Yani kalp böyle istesin. Sadece dille söylenilmesin. Belki de dil hiç söylemesin. Ben dile hiç itibar etmiyorum. Ben ruha, kalbe, sırra itibar ediyorum. Çünkü Allah oraya bakıyor. Hâşâ huzurdan, münafıklar da dille “İman ettik,” diyorlar. Fakat Allah’ı kalben inkâr ediyorlar. Onun için hem kendimden hem sizden sadece dil ile değil, kalp ile istiyorum.

Müminin Bayramları

İnsan dünyanın sadece zahirine baktığı zaman dünyanın sevgisi ahirete galip geliyor. Fakat derin bir düşünce ile bakarsa dünyanın mahiyetini, ahiretin mahiyetini, kendi sonunun nasıl olacağını düşünürse dünyanın ne kadar adi, ahiretin ise altın cevheri gibi değerli olduğunu anlayacaktır. İnsan önce dünyayı sever. Fakat kendi sonunu ve dünyanın fani olduğunu düşünürse dünyaya olan muhabbetin yerini baki olan ahiretin muhabbeti alacaktır. Fakat insan ahiretin hakikatini düşünmediği ve idrak etmediği zaman zahiri olarak dünyaya muhabbet besliyor.

Enes bin Malik radıyallahu anhu, buyuruyor ki: “Mümin için şu bayramlar vardır:

Birincisi, Allah’a karşı günah işlemediği gün onun bayramıdır. İbadetle, zikirle gününü tamamladığı zaman o gün o müminin bayramıdır. Şayet o gün bir hata yapmış ise hakiki olarak Allah-u Zülcelal’e karşı tövbe ederse o da sanki günah yapmamış gibidir, o gün onun bayramı sayılır.

İkinci bayramı ise dünyadan imanla ayrıldığı zamandır. Çünkü Peygamberler dahi “Acaba biz imanımızı kurtaracak mıyız” diye korkuyorlardı. Peygamberler dahi son nefeste imansız ölmekten çok korkmuşlardır. Bakmayın biz böyle rahat davranıyoruz, onlar gibi olamıyoruz.

Üçüncüsü sırat köprüsünün üzerinden geçtiği ve zebanilerin elinden kurtulduğu zaman da onun bayramıdır.

Dördüncüsü cennete girip de Allah-u Zülcelal’in cemaline baktığı zaman. Bunlar onların bayramlarıdır.

Kabristanlara baktığımızda sessiz ve sakindir. Hâlbuki bazıları cehennem çukurudur (neüzubillah), bazıları da cennet köşkleridir. Herkes kendi ameline göre kabirde yaşıyor.

Bir insan kabirlerin önünden geçtiği zaman kabirdeki ona seslenerek “Kardeşim siz gaflettesiniz, eğer sen bizim bildiğimizi bilseydin senin bütün etin eriyecekti. Ahiret hayatını, bizim gördüğümüzü sen de görseydin üzüntüden senin üzerindeki et eriyip yok olacaktı,” diyorlar. Nasıl ki kar suyun içine ya da ateşe atıldığında eriyorsa senin etin de bu şekilde eriyecekti, diyorlar.

Allah-u Zülcelal’e çok hamd-u sena ve şükür edelim ki tövbe etmeyi, Allah sohbeti edilen böyle yerlerde toplanmayı bize nasip etmiştir. Allah-u Zülcelal’e ne kadar şükretsek, hamdetsek yine de azdır. Allah-u Zülcelal’e daha fazla ibadet ederek, zikir yaparak ve bu gibi meclislere devam ederek şükrümüzü arttırmaya çalışmalıyız.

Cennete Temiz Girilir

Tövbe Allah’ın merhamet kapısıdır. Dünya pisliğinin kokusu çok kötü olup nasıl ki insanı rahatsız ediyorsa işlenilen günahların da çok kabih kokusu vardır ki eğer hissedebilseydik günahkâr insanların yanında oturamazdık. Ama insan zamanla o kötü kokulara alışıyor.

Deri tabaklayanların yanına insan ilk gittiği zaman o kokuya dayanamıyor. Fakat orada bir miktar kaldıktan sonra burnu alışıyor, artık koku almıyor. Bizim burnumuz da bu günahların pis kokusuna alışmış.

Bütün necasetlerin en kötüsü, en galizi günah necasetidir. Günah necaseti o kadar pis ve kabihtir. Gülistan kitabında Şeyh Sadi Şirazi diyor ki: Bir adam üzerinde necaset bulunduğu halde camiye girecekti. Başka biri “Burası Allah’ın evidir, üzerindeki bu pislikle giremezsin,” dedi. “Allah cenneti o kadar temiz yaratmış ki, insanın üzerindeki bir pislikle camiye girmesine izin verilmiyorsa o zaman günah necaseti ile cennete girmesine nasıl izin verilecek?” dedim ve günahlardan uzak durdum.

Eğer günah işlemiş isek samimi olarak Allah-u Zülcelal’e karşı tövbe edelim, Allah bizi günahlardan temizlesin o şekilde cennete günahsız gireceğiz, İnşaallahu Teala. Çünkü Allah-u Zülcelâl : “Allah tövbe ile günahlarından temizlenenleri sever.’’(Bakara; 222) buyuruyor.

Demek ki insan tövbe ederse günahlardan da temizlenmiş oluyor. O günahın pisliği ve kokusu insandan gidiyor, tertemiz oluyor.

Hepimiz kendi derecemize göre günah ve hata sahibiyiz. Onun için kurtuluş tövbedir ve tövbe yanımızda çok kıymetli olsun. Bütün mümin kardeşlerimize de daima tövbenin ne kadar kıymetli olduğunu anlatalım inşallah. Anlattığımız zaman tövbe etse de etmese de biz karlıyız. Ederse ona sevap oluyor ve biz sebep olduğumuz için sevabından bize de hisse alıyoruz. Eğer tövbe etmezse Allah’ın emir ve nehiylerini anlattığımız için yine sevap kazanmış oluyoruz.

Her mümin diğer insanlara, bahusus kötü yolda olanlara yardımcı olmalı, onların hidayetine vesile olabilmek için gayret sarf etmelidir. Bakınız bir kişi tövbe etmiş namazını kılıyor, zikir ve taatini yapıyorsa; akrabasından veya arkadaşlarından namaz kılmayıp oruç tutmayan günahkâr insanları tövbeye davet etmelidir. “Gel kardeşim, bu halin iyi bir hal değildir,” demelidir.

Nasıl ki trafik kazası yapanların hemen yardımına koşuyoruz, onları alıp hastaneye götürüyoruz, elimizden ne gelirse yapıyoruz. Günah işleyenleri de böyle kurtarmaya çalışalım. Günah da ahiret yolunun trafik kazası gibidir. Onun için nasıl dünyada birbirimize yardımcı oluyoruz, ahiret bakımından da birbirimize yardımcı olalım.

Hatta etrafımızdaki insanlar, mahşerde bizim yakamızı tutup “Sen namaz kılıyordun, oruç tutuyordun. Niye bana da anlatmadın?” diyebilir. Onun için elimizden geldiği kadar akrabalarımıza, arkadaşlarımıza anlatalım. Görevimizi yapalım geri kalanı Allah’a havale edelim inşallah.

Allah-u Zülcelâl hepimize razı olacağı ameli salih nasip etsin inşallah.

Seyda Muhammed Konyevi

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

TÜM OKUYCULARIMIZI PAYLAŞIMA DAVET EDİYORUZ, DAVETLİSİNİZ.
13
İslamda Aile / Ailemize Sahip Çıkalım
« Son İleti Gönderen: fanidunya NET Dün, 08:08:36 ÖÖ »


Ailemize Sahip Çıkalım!

Yaşar Değirmenci İletişim: yeniakit@yeniakit.com
   
Toplumun çekirdeğini aile oluşturur. Bir toplumun geleceğini tahmin etmek ‘değerler’ açısından aile yapısına bakmakla mümkündür.

‘Süreklilik içinde değişim’ ilkesinin aile hayatına yansımaması, ‘bir ayağın sabit diğer ayağın hareketli ve dünyayı dolaşır’ ilkesindeki sabitenin, aileyi her hal ve şartta sağlam tutan değerlerin kaybedilmesi bu sonucu doğurmuştur. Üzücü olan da bu sonuca giden sebepleri konuşma yerine gelinen noktanın tartışılması! Maddeci anlayış ve düşünce biçimleri, kültür ve düşünce dünyamızla birlikte, aile hayatımızı da etkilemiş, bu sebeple de son derece önemli olan aile yapımızda da sarsılmalar baş göstermiştir. 

Öz itibariyle her ne kadar son derece faydalı olsalar da özellikle küresel ölçekte kitle haberleşme araçlarının artmasıyla birlikte, gelenek, ahlak ve öz kültürümüzde meydana gelen tahribat had safhaya ulaşmıştır. Bunun en bariz (belirgin) örneği, aile geçimsizliklerinin ve boşanma davalarının artmış olmasıdır.

   Boşanmaların başlıca sebebi olarak; cehalet, her şeyin mubah sayılması, mahremiyet sınırlarına tecavüz, televizyonda oynatılan dizilerin etkisi, çeşitli yollarla müstehcenliğin özendirilmesi, eşlerin birbirlerine zaman ayırmaması ve birbirlerini aldatması, dünyevileşme (dünyaya aşırı bağlılık), reklam/özenti, kişilik ve kimlikten uzaklaşma, tüketim arzu ve çılgınlığının körüklenmesi, sabrın/kanaatin/şükrün aile hayatına yansımaması, inat ve geçimsizliklerin, yaşanması. Boşanma sonucunda, evlatların yetim ve öksüz yaşamalarına sebebiyet verileceğinin unutulması/unutturulması. Bunlara internet teknolojisine, sosyal medyaya esaret gibi faktörleri sayabiliriz. Aile felaketlerinin en önemli sebeplerinin başında, erkeğin evini, ailesini ve eşini ihmal etmesi, ev hanımı olması gereken kadının başına buyruk hareket etmesi. Yuvanın, çocukların ihale usulü gibi kendilerinin dışında insanlara ve mekanlara gönderilmesi. Çok kazanma hırsıyla evin otel yerine konulması. İslam, erkeğin hanımına karşı görev ve sorumluluklarını, kadının beyine karşı görev ve sorumluluklarını bir bir ortaya koymuştur. Çoğunlukla bu görev ve sorumluluklar bilinmediğinde ya da ihlal ve ihmal edildiğinde ortaya aile yıkım ve faciaları çıkmaktadır. Bu sebeple, aile fertlerinin birbirlerine karşı ahlaki vazifelerini ve sorumluluklarını yerine getirmesi büyük önem taşımaktadır. Ailenin devamı, mutluluğu ve geleceği buna bağlıdır. Manevî değer yargılarının askıya alındığı bütün toplumlarda, ailenin, dolayısıyla toplumun çöküşü kaçınılmazdır. Boşanmaların tabii hale gelerek/getirilerek arttığı, evlilik yaşının geciktiği/geciktirildiği, bir yıllık evliliğin bile dolmadan boşanma müracaatlarının yaygınlaştığı günümüzde ailemizi ihmal etmeyelim. Aile fertlerinin, memleketin, milletin, ümmetin fertleri olduğunu unutmayalım. İslam, sağlıklı bir evliliğe ve mutlu bir aile kurmaya büyük önem atfetmiştir. Peygamberimiz, nikâha derin bir anlam ve yüce bir ruh kazandırmıştır. Zira inancımızda nikâh, vebali büyük bir sözleşmedir. Nikâh, Yüce Allah’ın adını şahit tutarak eşlerin bir ömrü paylaşmak üzere birbirlerine verdikleri sözdür. Nikâh, kadın ve erkeğin, gönül rızası ve hür iradeleriyle beraberce yüklendikleri ahlâkî ve hukukî bir sorumluluktur. Kültür ve geleneğimizde evlilik, sadece iki insanı aynı çatı altında buluşturmak değildir. Bilakis evlilik, toplumu ve nesilleri korumak amacıyla atılan sağlam bir temeldir. Aile olmak, sevgi ve saygıyla, şefkat ve merhametle, ilgi ve hassasiyetle hayatı paylaşmaktır. Aile olmak, dünyanın türlü meşakkatlerini beraberce göğüslemektir. Sevinci ve kederi, varlığı ve yokluğu birlikte yaşamaktır. Aile olmak, iyi günde, kötü günde vefakârlık, cefakârlık ve fedakârlıkla bir bütünü tamamlamaktır.

Bizler, ailelerimizin dünyadaki cennetimiz olmasını arzu ederiz. Yuva kurarken Rabbimizden şöyle niyazda bulunuruz:

“Allah’ım! Bu anlaşmayı bereketli ve mübarek eyle. Bu çifti ülfet, muhabbet ve bağlılık duygularıyla kaynaştır. Tıpkı Hz. Âdem ile Hz. Havva’yı, Peygamberimiz ile Hz. Hatice validemizi, Hz. Ali ile Hz. Fâtıma’yı kaynaştırdığın gibi”.

Rabbimizin adıyla, bir ömür devam etmesi niyetiyle başladığımız birlikteliğimize insanları da şahit tutarız. Evlilik, tek taraflı bir menfaat ilişkisi değildir. Aksine evlilik, kadın olsun erkek olsun eşlerin istikballerine beraberce karar vermeleridir. Bir başkasının iradesini esir alma, onun üzerinde mülkiyet iddiasında bulunma ve geleceğini belirleme hakkı ve yetkisi hiç kimsede yoktur. Canların yegâne sahibi Allah’tır. Ve Peygamberimizin dilinde eşler birbirine emanettir. Rabbimizin en güzel nimetlerinden biri ailedir. Aile, insanı hayata gözlerini açtığı anda sarıp sarmalar. Koruyup kollar ve bağrına basar. Aile, Rabbimizin rahmeti ile desteklediği, çocuklar ve temiz rızıklar ihsan ederek güzelleştirdiği mukaddes bir yuvadır. Aile insan için huzura ermenin ve güven duygusunu derinden hissetmenin adıdır. Aile, muhabbetin, neşenin ve lezzetin paylaşılarak kıymet kazandığı yerdir. Vefanın fedakârlıkla, imanın ihsanla, bilginin hikmetle ve sevginin hürmetle harmanlandığı bir eğitim ocağıdır. Aile bizim en değerli hazinemiz, vazgeçilmez değerimizdir.

Aile toprağı yürek, tohumu sevgi, meyvesi mutluluk olan bir müessesedir. “Tek el kendini yıkayamaz” sözü, dayanışma ve yardımlaşmayı ifade eder. “Paylaşmak” evliliğin sırrıdır.

İçinde bulunduğumuz toplumun kötü gidişata, fıtratı bozmaya yönelik tehlikelere karşı, Rabbimizin emirlerine ve güvenli limanımız olan ailemize sığınarak korunalım.  “Süt emen çocuklar, beli bükük yaşlılar, ot otlayan hayvanlar olmasaydı üzerinize azap sel gibi gelirdi” hadis-i şerifini unutmayalım.

Yaşar Değirmenci.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

TÜM OKUYCULARIMIZI PAYLAŞIMA DAVET EDİYORUZ, DAVETLİSİNİZ.
14
Abdülaziz Kıranşal / Müslüman Kadının Namazı
« Son İleti Gönderen: fanidunya NET Dün, 07:58:31 ÖÖ »


Müslüman Kadının Namazı

Dertlerini yalnızca Allah’a arz ederler:

Onlar, tüm dertlerini namazlarında Rablerine söyleyen kadınlardır. Kimi zaman kocasından dertli bir hanım, kimi zaman yuvasını kurtarmak isteyen bir eş, kimi zaman evlatlarından dertli bir anne, kimi zaman helal bir hayat ve iffet mücadelesi veren bir genç kız, kimi zaman da günahlarından kurtulmak isteyen bir kul olarak çıkarlar Rablerinin karşısına. Çünkü onlar, “Rabbinize yalvara yakara ve sessizce dua edin” (Araf, 55) emrini büyük bir istikrarla ve samimiyetle uygulayan yumuşak kalpli mümine kadınlardır.

Ne isterlerse sabır ve namazla isterler:

Onlar, ne isteyeceklerse namazla isterler. Korku ve endişelerini namazla giderirler. Bir şeyden Allah’a sığınacaklarsa namazla sığınırlar. Sabırdan dağlar gibidir onlar. Rablerinden istedikleri konusunda asla şüpheye ve ümitsizliğe düşmezler, endişeye kapılmazlar.

Namaza, sabra ve duaya devam ederler. Çünkü onlar, “Allah’tan sabır ve namazla yardım isteyin” (Bakara, 153) İlahi emrini gönülden uygulayan mümine kadınlardır.

Huzuru namazda ararlar:

Onlar huzuru ne dizilerde, ne alışverişte, ne AVM’lerde, ne sosyal medyada, ne depresyon haplarında, ne komşu sohbetlerinde ararlar. Onların huzur bulduğu yer, evlerinin en güzide köşesinde hazırladıkları küçük mescitleridir. Onların mescitlerinde, gece secdelerine şahitlik eden bir seccade, dillerini sürekli zikirle ıslak tutan bir tespih ve gözyaşlarıyla okudukları Kur’an’ları vardır. Ne zaman dara düşseler, ne zaman yardıma ihtiyaçları olsa, ne zaman bunalsalar ilk önce mescitlerine koşar, Rablerine yönelirler. Kalpleri ancak namazla huzur bulur. Çünkü onlar bilirler ki: “Kalpler ancak Allah’ın zikri ile mutmain olur” (Rad, 28).

Evlerine ve ailelerine namazla sahip çıkarlar:

O Müslüman kadınlar, evlerini ve ailelerini namazla korurlar. Günahlara ve kötülüklere karşı namazla direnirler. Çünkü onlar bilirler ki, namaz insanı kötülüklerden alıkoyar. İşte bu nedenle günahlardan, haramlardan, ahlâksızlıktan ve hayâsızlıktan korumak istedikleri eşlerine ve çocuklarına büyük bir titizlikle namazı tavsiye ederler. Onlar bilirler ki, sabah namazını kılan Allah’ın muhafazası altındadır. Bunun için her sabah eşlerini ve çocuklarını da sabah namazına kaldırarak evlerini ve ailelerini ilk önce Allah’ın korumasına emanet ederler.

Cenneti namazla ararlar:

Onlar, sürekli ebedi yurtları olan ahirete hazırlık yapan kadınlardır. En büyük ahiret yatırımları da büyük bir ihlâs ve huşu ile kıldıkları namazlarıdır. Bir cennet sermayesi olarak gördükleri namazlarını asla geçiştirmezler. Asla savsaklamazlar. Namaz disiplinlerini asla gevşetmezler. Namaz vakti geldi mi onlar için bütün dünya durur. Hızlı hızlı kılarak, en kısa sûreleri okuyarak, sünneti ve tesbihatı terk ederek, kalbini ve ruhu vermeden, reklâm arası ve dizi arası kılarak namazlarını heba etmezler. Onlar bilirler ki, “Haydi cennete gir” çağrısının duyulacağı o güne en büyük hazırlık, namazdır. Çünkü Efendimiz (s.a.s.) buyuruyor ki: “Kadın beş vakit namazını kılar, Ramazan orucunu tutar, iffetini korur ve kocasına itaat ederse kendisine:

Hangi kapısından istersen cennete gir denilir” (Ahmed bin Hanbel).

Onlar namazlarıyla tanınırlar:

Onların en ayırt edici özellikleri namazlarıdır. Dost, akraba ve komşuları arasında oturdukları evleri, lüks mobilyaları, marka kıyafetleri, cep telefonları ve diğer özellikleri ile değil, namazlarındaki ciddiyetle tanınırlar. Arkadaş sohbetlerinde, komşu gezmelerinde, akraba ziyaretlerinde hep onların namazı örnek alınır. Bir meclisten kalktıklarında arkalarından söylenebilecek tek söz, “Ne kadar da güzel namaz kılıyor” sözü olur. Çünkü onların namazları, ahlâklarına, dostluklarına, akrabalıklarına ve tüm hayatlarına etki ederek onları örnek birer Müslüman kadın şahsiyet kılar.

Dr. Abdülaziz Kıranşal.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

TÜM OKUYCULARIMIZI PAYLAŞIMA DAVET EDİYORUZ, DAVETLİSİNİZ.
15


Altı Öğrencinin Başlattığı Osmanlı’yı Çökerten Süreç

Osmanlı’yı yıkıma götüren, son döneminde bir öğrenci hareketi olarak ortaya çıkan ve yönetime muhalif olan ilk cemiyet “Fedailer Cemiyeti” adıyla kurulan örgüttür.

İttihat ve Terakki’nin tarih içindeki kökleri de bu cemiyete dayanır. Bu cemiyeti, dolayısıyla da İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin kökenine inildiğinde, bu örgütlerin üniversiteli öğrencilerden oluştuğu görülür. İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin örgütlendiği okullar 1827’de açılan Tıbbiye, 1834’te açılan Harbiye ve 1859’da açılan Mülkiye’dir.

Bu örgütün temeli 1865’in yaz aylarında Belgrad Ormanı’nda altı öğrencinin yaptığı bir toplantıda atıldı. Bu gençler aslında dağılıp parçalanmakta olan Osmanlı’nın kötü gidişini durdurmak için bir çare aramakta idiler. Bu amaçla Belgrat Ormanı’nda “İttifak-ı Hamiyyet” adıyla gizli bir cemiyet / dernek kurdular. Bu grubunun lideri eğitimini Paris’te almış olan Mehmed Bey idi. Mehmed Bey’den sonra gelen en önemli kişi ise Namık Kemal’di. Diğer üyeleri ise, Nuri Bey, Reşad Bey, Ayetullah Efendi ve Refik Bey’dir. Bu grup daha sonra “Yeni Osmanlılar Cemiyeti” adını aldılar. Bu gruba Osmanlı içinde “Yeni Osmanlılar” Osmanlı toprakları dışında ise “Jön Türkler” dendi.

Namık Kemal esasen Osmanlıcı ve şeriatçı birisidir ve İslami değerlerden kopmaksızın bir yenilik peşindedir. Ama yönetime karşı da oldukça sert eleştiriler yapmış ve  “Bize idare-i hükümet için ilah mı lazım insan mı?” diyecek kadar ileri gitmiştir.

“İttihat ve Terakkî Cemiyeti” ise 1889-1918 döneminde gerek örgütsel yapı gerek üyelerinin niteliği ve gerekse ideolojik açılardan büyük farklılıklar göstermiş ve Osmanlı idaresinde olmuş bir örgüttür.

Yeni Osmanlılar / Jön Türk hareketinin değişik muhalefet unsurlarını uzun süre çatısı altında barındıran bu örgütün temelleri, 2 Haziran 1889 tarihinde dört Mekteb-i Tıbbiyye-i Şâhâne öğrencisi tarafından atıldı. İbrâhim Temo’nun öncülüğünde Abdullah Cevdet, İshak Sükûtî ve Mehmed Reşid, “İttihâd-ı Osmânî” adında bir cemiyetin kurulması için görüş birliğine vardılar ve daha sonra başta bu tıp fakültesi ve diğer Osmanlı eğitim müesseselerindeki çok sayıda öğrencinin katılımıyla hızla büyüdüler.

Bu alanda esas olarak İtalyan “Carbonari Örgütü”nün örgütlenme modelini temel alıp öğrenciler arasında hücre yapılanması şeklinde teşkilatlandılar.

1894’te ilk kapsamlı soruşturmanın açılmasına sebep oldu ve cemiyetin önde gelen dokuz üyesi okuldan uzaklaştırıldı. Ancak cezalar II. Abdülhamid’in iradesiyle affedildi. 1895 yılı içinde cemiyet liderleri bir yandan önde gelen ulemâ temsilcilerini kendi aralarına katmaya başladılar ve bu yıl örgütün adının “Osmanlı İttihat ve Terakki Cemiyeti” olmasını kararlaştırarak ilk nizamnameyi hazırladılar. Cemiyetin bir başkanla dört üyeden oluşan bir idare heyeti olacak, merkezi İstanbul’da bulunacak ve cemiyete girişte yemin edilecekti. İstanbul’u örgütün merkezi olarak kabul etmesine rağmen 1896 Ocak ayından itibaren örgütün Paris şubesi resmen örgütün merkez şubesi haline geldi.

Aynı dönemde cemiyet İstanbul’da çok sayıda bürokrat ve subayın katılımı ile faaliyet sahasını genişletti ve sultanın devrilmesi için girişimlerini yoğunlaştırdı.

İstanbul’daki örgüt bir askerî darbe gerçekleştirmek için faaliyetini yoğunlaştırdı ancak 1896 yılı Kasım ayında İstanbul teşkilâtı ele geçirilerek önde gelen isimleri sürgüne gönderildi. Aynı şekilde Mayıs 1897 sonlarında cemiyetin bir darbe örgütlemek niyetiyle Suriye’de kurduğu ve bölgede görevli çok sayıda memur ve subayın yanı sıra Selefî hareketinin önde gelenlerinin üye olduğu bir teşkilât ortaya çıkarılarak çökertildi.

1897’de Girit adasında âsilerin isyanı neticesinde başlayan Osmanlı-Yunan savaşı ve Osmanlı muzafferiyetiyle bunun kamuoyunda yarattığı coşku, esasen örgüt içi gelişmeler sebebiyle zor durumda olan Murad Bey liderliğindeki İttihat ve Terakkî Cemiyeti’nin durumunu iyice sarstı. 1904 yılına gelindiğinde ise esasen fiilen sona ermiş bulunan Osmanlı İttihat ve Terakkî Cemiyeti hukuken sona erdi.  Ancak fikrî düzeyde örgüt üyeleri eski örgütü devam ettirdiler ve 1906 yılı başında ittifak “Osmanlı Terakkî ve İttihat Cemiyeti” adıyla yeniden örgütlendi ve faaliyetlerini yürütmek üzere idarî şubeler kurdular.  Cemiyetin çalışmalarını kontrol için bir müfettişlik makamı tesis edildi ve bu göreve bir İslamcı olan Said Halim Paşa getirildi.

1905 yılından itibaren muhalifler faaliyetlerine hız verdiler ve Bursalı Mehmed Tâhir, Mustafa Rahmi, Midhat Şükrü, Edip Servet, Talât Bey, Kâzım Nami, Hakkı Baha, Ömer Nâci liderliğinde Hilâl Cemiyeti adını verdikleri bir dernek kurdular.

Bu aşamaya kadar İttihat ve Terakki cemiyetinin faaliyetlerini çok özet olarak naklettik. Bundan sonrası daha da önemli ve ayrı bir yazı konusu. Bu arada en çok dikkat çeken husus bu cemiyete bağlananların kısmi azamisinin aslında vatanperver ve dindar insanlardan oluşmasıdır. Ama onların bireysel düşünceleri, dindarlıkları bu mason yapılanmasının kendi gizli emellerini gerçekleştirmelerine engel olamamıştır ve neticede 1909 yılına gelindiğinde beş milyon kilometrekare toprak büyüklüğündeki Osmanlı mülküne hükmeden İslam halifesi Abdülhamit Han, bu cemiyet marifetiyle devrildi ve İttihatçı çeteler devlete tamamen egemen oldular. Bu da yetmedi Osmanlı’yı kaybedeceği daha işin başında kesin olarak bilinen Birinci Dünya Savaşı’na sokarak haritadan sildirdiler ve Kudüs ve FİLİSTİN TOPRAKLARINI YAHUDİLERE PEŞKEŞ ÇEKTİRDİLER.

Bugün Gazze’de akan kanlardan o günün İttihatçılarına gafletlerinden dolayı destek veren İslamcılar da sorumludur. Gözümüzü dört açmazsak nice alnı secdeli kişilerin hangi karanlık mahfillerce kullanıldıklarını asla anlayamayız.

Mustafa Kasadar.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap
16
Yetenekli Kalemler / Umut ve Şükür
« Son İleti Gönderen: fanidunya NET Dün, 07:31:19 ÖÖ »


Umut ve Şükür

Bazen düşünüyorum da yıllar ne çabuk geçiyor. Sanki bir çırpıda geçmiş gibi. Evin önünde oyun oynadığımız günler daha dün gibi. Tek derdimiz okuldaki dersler ve sınavlardı. Şimdi ise hayatın acı gerçekleriyle yüz yüze geldiğimiz yıllardayım. Şimdi kafamızdaki sorular başka... “Nasıl iş bulacağız?”, “nasıl ve ne zaman evleneceğiz?”, “geleceğimizi nasıl şekillendireceğiz?” gibi konuları düşünüyoruz. Bütün bunların altından nasıl kalkacağım bilemiyorum. Bildiğim tek bir şey var o da Allah’tan ümidi kesmemek ve sabır.

Allah her şeyi bir vakit ile bir zaman diliminde yaratmıştır. O beklenen vakit saat mutlaka gelecek. Bize düşen o vakit gelene kadar "Allah’ın ipine" sarılıp hem fiilî hem kavlî dua etmek. Fiilî dua hepimizin bildiği namazlardan sonra veya muhtelif zamanlarda ellerimizi açıp yüce yaratandan istekte bulunmaktır. Peki kavlî dua nedir? Kavlî dua ise Allahü teâlânın yarattığı sebeplere yapışmaktır... Sınavlara girmek. Etrafı araştırmak vb. bütün bu yaşadıklarımız aslında birer imtihandır...
 
Bazı insanlar var ki başına gelen sıkıntı ve dertler sanki sadece onların başına geliyor! Başlarına gelen sıkıntıyı o kadar büyütüyorlar ki insanın oturup ağlayası geliyor.

Hâlbuki yüce Allah’ın bize verdiği nimetleri görmeyip de sadece başımıza gelen derd ü belaya odaklanmak, sabah, akşam onu düşünmek kulluğa yakışır mı?.. Deyim yerindeyse sıkıntıdan prangalar eskitmek bana biraz garip geliyor...
 
Otuza merdiven dayadım, işsizim, bekârım, hâlâ babamdan harçlık alıyorum. İnanın grip olmaya korkuyorum sosyal güvencem yok diye. Ama her ne olursa olsun hayata bir umut ile bakıyorum. Bütün bu olanların benim için bir imtihan olduğunu biliyorum ve hâlime yine de şükrediyorum. Beterin beteri var derler.

Bir de “Allah’tan ümit kesilmez” derler “yaşıyorsan her daim ümit vardır” derler. “Gün doğmadan neler doğar” derler. Bu sebeple hayata her şeye rağmen umutla bakmalı insan diyerek yazımı bitiriyorum...
 
Abdullah Karakoç.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

TÜM OKUYCULARIMIZI PAYLAŞIMA DAVET EDİYORUZ, DAVETLİSİNİZ.
17
Vehbi Tülek / Bu dünyânın Fâni ve Basit Hayâtı Seni Azdırmasın
« Son İleti Gönderen: fanidunya NET Dün, 07:24:25 ÖÖ »


Bu dünyânın Fâni ve Basit Hayâtı Seni Azdırmasın

"Ey yavrum! Sen de bizim gibi durup dinlenmek bilmeyen bir yolculuğa koyulmuşsun!.."

 Bosnalı Tevfîk Efendi Osmanlı evliyasındandır. 1785 (H.1200) senesinde Bosna'da doğdu. Burada ilk tahsilini yaptıktan sonra İstanbul'a giderek birçok zâttan ilim öğrendi. Sonra Kuşadalı İbrâhim Halvetî'ye intisab ederek Halvetî yolunda icazet aldı. Hocası vefât edince, yerine geçerek ölünceye kadar insanlara doğru yolu göstermeye çalıştı. 1866 (H.1283) senesinde İstanbul'da vefât etti.
 
Muhyiddîn isimli bir zât şöyle anlatır:

"Bir kızım doğdu. Doğum olduğu gün elimde hiç para yoktu. Ebenin parasını dahi veremedik. Sıkıntılı bir hâlde Tevfik Efendinin yanına gittim. Tevfik Efendi bana dönerek;
 
Sizin bugün bir ihtiyâcınız var. Sizin ihtiyâcınız, bizim ihtiyâcımızdır, dedi. Sonra elime bir miktar para koydu.

Tevfik Efendinin verdiği o para, o gün bütün ihtiyâcımı karşıladı. Ayrıca yeni doğan kızıma da bir şeyler aldım."

Bosnalı Tevfîk Efendi, yazdığı bir mektupta buyuruyor ki:
 
"Kur'ân-ı kerîmi, harflerin çıkış yerlerine, tecvîd kurallarına riâyet ederek ve elden geldiği kadar mânâ üzerinde düşünerek, her gün en az beş sayfa okumalıdır. Daha fazla olursa güzel olur. Kur'ân-ı kerîm okurken ağlamalıdır."

Bosnalı Tevfîk Efendi, talebesi olan Erzurumlu Hüseyin Rûhî'ye yazdığı mektupta buyuruyor ki: "Allahü teâlânın dostu olan velîler bu makâmı şu dört şeyi yapmakla elde etmiştir. Dünyâyı terk, âhireti terk, varlığı terk ve kuru bilgiyi terk...
 
Sülûk ilmi de dört esas üzere kurulmuştur: Birincisi Allahü teâlânın, kulu kendine çekmesidir. İkincisi, insanı doğru yola götürecek hocadır. Üçüncüsü, ilim ve irfândır. Dördüncüsü, nefis ile mücâdele etmektir...
 
Mürşid-i kâmil, insanları Allahü teâlâya ulaştıran ve ilimde yüksek mertebelere yükselten kişidir. Ayın parlaması güneşten kaynaklanır. Gerçek ay, kalb ve rûhumuzdur. Güneş ise mürşid-i kâmilin kalbidir. Dünyâya çok rağbet ettiğimizden kalbimiz karardığı için, mürşid-i kâmili göremez olduk. Onlar bu âlemde her zaman vardır.
 
Ey yavrum! Sen de bizim gibi durup dinlenmek bilmeyen bir yolculuğa koyulmuşsun. Bu dünyânın fâni ve basit hayâtı seni aldatıp azdırmasın. Mağrûr olma.

Böyle yaparsan, hasret ve pişmanlık günü olan kıyâmet gününde mahzun, ürkek ve müflis olarak dolaşırsın."

Vehbi Tülek.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

TÜM OKUYCULARIMIZI PAYLAŞIMA DAVET EDİYORUZ, DAVETLİSİNİZ.
18
Nihat Hatipoğlu / Ehl-i Sünnet İnancı Nedir
« Son İleti Gönderen: fanidunya NET Dün, 07:16:44 ÖÖ »


Ehl-i Sünnet İnancı Nedir

Bilindiği gibi "ehl-i sünnet" inancının temel konularını ele alan en önemli metinlerden biri Ebu Hanife'nin "Fıkh-ı Ekber" denilen eseridir. Bu metin itikad konularını özetler. İmam-ı Azam, üvey babası olan "Cafer-i Sadık"tan alması gereken ilmi terbiye ve usulü almıştır. Hasan Basri Çantay merhumun tercüme ettiği Fıkh-ı Ekber'inden temel alıntılar yaptım:

İMANIN TEMEL KAİDELERİ: Allah'a, O'nun meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, öldükten sonra dirilmeye, kaderin hayrının da, şerrinin de Allah-u Teala'dan geldiğine, (ahirette) görülecek hesaba, mizana, teraziye, cennete, cehenneme ve bütün bunların hak ve gerçek olduğuna inandım demek (boynumuza) borçtur.

ALLAH-U TEÂLA BİRDİR: Allah birdir. Fakat bu birlik sadece sayı yolundan değil de kendisinin hiçbir ortağı ve benzeri olmaması yolundandır.
YARATTIKLARINA BENZEMEZ: O, yarattığı şeylerden hiçbirine benzemediği gibi yarattıklarından hiçbir şey de O'na benzemez.

ALLAH EVRENİ YOKTAN VAR ETTİ: Allah eşyayı (evreni) herhangi bir şeyden meydana gelmeden yarattı. Allah eşyayı -varlığı- vücuda gelmeden evvel zaten bilendi. Ne dünyada ne ahirette hiçbir şey O'nun dileği, O'nun ilmi, O'nun kazası, O'nun kaderi ve O'nun levh-i mahfuzda yazışı olmadan vücut bulamaz.

KUR'AN ALLAH'IN KELAMIDIR: Kur'an Allah'ın kelamıdır. Mushaflarda yazılı, gönüllerde saklıdır. Dillerde de okunandır. Peygamberimize Allah tarafından indirilendir.

ÂDEM'İN ZÜRRİYETİ: Allah, Âdem Peygamber'in zürriyetine "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" diye hitap etmiş, onlar da "Evet Rabbimizsin" demişler. O hâlde iman etmelerini kendilerine emretmiş ve küfrü onlara yasak etmiştir. Bu onlar için ilk iman olmuştur. Kim bu ahitten sonra kâfir olduysa mutlaka bu imanını kendi eylemiyle bozmuştur.

ALLAH KÜFRE VE İMANA ZORLAMAZ: Allah yarattıklarından hiçbirisine ne küfür üzerinde ne de iman üzerinde bulunmaya zorlamaz. İman veya küfrü tercih etmeleri kişilerin kendi fiilleridir. Bütün bununla beraber Allah kimin küfür üzerinde kâfir, kimin de iman üzere mümin olacağını bilir.

PEYGAMBERLER GÜNAHSIZDIR: Bütün peygamberler küçük ve büyük günahlardan, küfürden, kabahatlerden uzaktırlar. Onların ancak bazısında ufak sürçmeler ve hatalar vukua gelmiştir.

ALLAH'IN SEVGİLİSİ: Hz. Muhammed (SAV), Allah'ın sevgilisi, kulu, resulü, peygamberi, Mustafa'sı, seçilmişidir. O, asla bir an bile bir puta veya Allah'tan gayrisine tapmamıştır.

PEYGAMBERLERDEN SONRA EN SEÇKİNLER: Peygamberlerden sonra insanların en faziletlisi Hz. Ebubekir, sonra Hz. Ömer, sonra Hz. Osman, sonra Hz. Ali Mürteza'dır.

GÜNAHKÂRA KÂFİR DEMEYİZ: Bir Müslüman'a günahlardan herhangi birini işlemesi halinde, velev ki büyük günah da olsa kâfir diyemeyiz. Belki ona sadece fasık deriz. Bir kişinin kâfir olması için o günahı helal sayması gerekir.

MÜMİNİN GÜNAHLARI EBEDİYEN ATEŞE SOKMAZ: Dünyadan günahkâr ayrılana ebediyen cehennemdedir diyemeyiz. Günah işleyen mümin küfür ve şirkle lekelenmedikten sonra cehennemde ebedi kalmaz.

ALLAH'IN CEMALİ GÖRÜLECEK: Evet müminler cennette, Allah'ın cemalini aralarında mesafe bulunmadan keyfiyetini bilemeyeceğimiz bir tarzda göreceklerdir.

HZ. MUHAMMED'İN (SAV) ŞEFAATİ: Cezayı hak eden günahkâr Müslümanlara (hassaten büyük günah işleyenlere) Hz. Muhammed'in şefaati, hak ve sabittir. Ameller kıyamet günü teraziye çıkacaktır.

MÜNKER VE NEKİR: Münker ve Nekir'in mezarda sorgusu haktır. Kabirde ruh cesede geri döner.

KUR'AN AYETLERİ: Kur'an'ın bütün ayetleri iniş ve Allah'ın kelamı olması yönünden büyüklükte aynıdır. Ancak Ayet-el Kürsi gibi bazı ayetlerin zikir fazileti ayrıca vardır.

MİRAÇ HAKTIR: Kim miracı inkâr ederse bidat ehli ve yoldan çıkmış olur.

DECCAL, YECÜC VE MECÜC: Deccal'in, Yecüc ve Mecüc'ün çıkması, güneşin batıdan doğması, Hz. İsa'nın bir mümin olarak (peygamberlik vasfıyla değil) gökten inmesi kıyamet alametlerinden olup gerçekleşecektir.
SONUÇ

Yukarıdaki bilgiler ehl-i sünnet dediğimiz duruşun belirlediği esaslardır. Sadece bir özettir. Bugün bilinen dört mezhep; yani Hanefi, Şafii, Hanbeli ve Maliki mezhebinin âlimleri itikadi olaylara böyle bakmışlardır. Mutezile, Cebriye, Mürcie gibi akımlar bu anlayışın dışındadırlar.

CENNET VE CEHENNEM ŞU AN VARDIR

Cennet ve cehennem bugün yaratılmış ve halen mevcuttur. Allah kimi dilerse ona hidayet verir. Kimi de dilerse adaletinin tecellisi ile onu saptırır. (Hak ettiğini verir). Şeytan, müminin imanını zorla soyamaz. Ama kul imanı terk ederse şeytan onu soyar.

GÜNAHKÂRIN DURUMU

Allah'a şirk koşmamak, küfre sapmamak şartıyla günah işleyen kişi ölmeden evvel tövbe etmezse o Allah'ın iradesindedir. Dilerse Allah onu cehenneme atar dilerse affeder. Asla ateşe sokmaz.

KABİR SIKIŞTIRMASI VAR MI?

Kabir sıkıştırması ve azabı haktır. Bu bütün kâfirler ve asi müminler için olacaktır.
KUR'AN 23 YILDA İNDİ

Kur'an peyderpey 23 yılda Resulullah'a indi. Mushaflarda yazılıdır. 

Nşhat Hatipoğlu.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

TÜM OKUYCULARIMIZI PAYLAŞIMA DAVET EDİYORUZ, DAVETLİSİNİZ.
19
Biz Bize / Gözlük
« Son İleti Gönderen: KOYLU Mayıs 18, 2024, 08:23:43 ÖÖ »


Gözlük

İnsanın çevresine bakışını etkileyen bir şey vardır: gözlük. Gözlüğün camları kirlenmeye görsün etraf bulanıklaşır. Sis mi indi dersiniz. Yağmur mu yağıyor. Hele ki bir çizik bir kırık veya çatlak o görüşü kâbusa çevirir.

Peki, bizim kendi görünmeyen gözlüklerimizden haberimiz var mı Karamsarlık gözlüğü, mutluluk gözlüğü, nefret gözlüğü, sevgi gözlüğü. Hangisini takarsak onunla görürüz dünyayı. Tozpembe gözlük var bir de. Dünyayı tozpembe sanıyor derler ya işte o sananın taktığı gözlük. Varsın sansın be kardeşim. Dünyayı hep gerçeği ile göreni mutluluk bulur mu Sürekli kan ve kavga, sürekli kin ve öfke. Kişi bir süre sonra şizofren bile olur bu sahneleri durmadan görse.

En makbulü o gözlüklerden ikisini çöpe atmak. Bunu bir şekilde başarmalıyız.

Karamsarlık ve nefret gözlüğünü çöpe atmalı o gibi durumları buğulu gösteren bir gözlük edinmeliyiz. Buğu olayları yavaşlatır. Yavaşlayanın nefreti de karamsarlığı da geçer kendinde yoğunlaşacak gücü bulamaz. Biz en iyisi mutluluk gözlüğü ile başlayalım. Mutlu olmak ayıp değildir. Dünya acı içinde evet ve bu durumda mutlu olmak sanki ayıpmış gibi geliyor bize. Ama kendimiz mutlu olamaz isek dünyaya bu mutluluğu nasıl yayacağız. O zaman önce dünya için, kendimizden başlıyoruz. Birey birey fert fert mutlu olmasını öğreneceğiz. Elimizdekilerle mutlu olmayı. Mutluluğu dışarıda başka bir şeylerde aramayı keserek.

Peşi sıra gerçekleri göreceğiz ve elimizden geldiğince hayır için yarışacağız. En kolayı olan duayı da mı yapamayız, elbette yaparız. Sevgi gözlüğü ile hiç tanımadıklarımızı seveceğiz. Dünya üzerinde yaşayan her canlıyı masumu. Hatta  Necip Fazııl’ın Reis Bey’indeki gibi katili bile sevmek. Ne zorbalık ne zalimlik çıkıyorsa nefretten çıkmıyor mu İnsanların sürekli dışladıkları bireyler kendilerini ispat için katil olmuyor mu İntiharlar hep en dışlanmış bireylerin eylemidir. Beni istemediniz alın size ölümüm! Ama ne acıdır ki geride onun yasını tutabilecek bir vicdan sahibi bile yok. Olsaydı o intihar vuku bulur muydu Kendimizden olmayanları ötelersek bir öte toplumu oluştururuz ve bunun acısını yıllarca kangren gibi çekeriz. O kolu kesmek zorunda mı kalalım O kolu bağlayıp kangrene çeviren nefret düğümünü çözmek bu kadar mı zor Alaydan vazgeçmek had bilmek bu kadar mı zor Neyi alıp veremiyoruz Neyi kıskanıyoruz ki Güzelse senden daha güzel olabilir. Kendimiz mi yaptık bu güzelliği Çalışkansa sen de çalış, onun başarısını kıskanıp duracağına. Senin konumun iyi ya varsın onunki de olsun ne çıkar. Toplum bir güzel insan daha kazandı diye sevineceğine bana erişti diye hayıflanmaya utanmıyor musun.

Kalkalım silkelenelim. Dışta bıraktıklarımıza dönelim. Onları kucaklayalım. Belki de onların sarıldığı son kişiydik biz. Bu hayatta herkesten darbe yedikten sonra bizi bulmuşlardı belki Tutundukları son dalı kesecek kadar zalim miyiz Bir dostluk bir sevgi parçası damlası vermekten aciz miyiz hakikaten ne acı. Yıllarca hasretle sevdiklerimizi bile tek kalemde silebiliyoruz, yazık bize.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

TÜM OKUYCULARIMIZI PAYLAŞIMA DAVET EDİYORUZ, DAVETLİSİNİZ.
20
Ölüm Kıyamet Ahiret / Ölüm ve Gerçeğe Uyanmak
« Son İleti Gönderen: KOYLU Mayıs 18, 2024, 08:20:15 ÖÖ »


Ölüm ve Gerçeğe Uyanmak

İnsan mücadele yurdunda, yani dünyada. Dünya bizi örseledikçe kendimizden bir şeyler kaybediyoruz. Ölüm ise bizi gerçeğe uyandırıyor. Bir başkasının acısını bile adı “ölüm” olunca kaldırmak ne zor!

Örselenmiş ruhlarımızla, acının kapısında durduğumuzda, gözümüz yaşlı ve pişman beklerken bizi içeri davet edecek tek kudret var, tek dost ve yâr… Allah…

Her yerden kovuluruz, her yerden dışlanırız. Tutunacak kimse bulamayız en sevdiklerimizden bile bir darbe yeriz acıdır bu. O an artık ümidimiz tükenir, adeta yoktur dönüş geriye ve çalınacak bir kapı da. Tek kapı vardır bizi alacak içeri, bizi saracak ve iyileştirecek yaralarımızı… Allah…

İnsan öncüsüdür yaptıklarının ve habercisi yapacaklarının. Çıkmaza girdiysek bu bizim işimizin sonucu değil mi Ya da çıktıysak feraha… Bir adım atmışızdır geçmişimizde. Her adım bu nedenle önemli.

İnsan dengesiyle sağlıklıdır. Dengemiz bozulduğunda yalnız kendimizi değil çevremizi de yıpratırız. Dağıtıp yıkmaktan bir şeyi gözümüz görmez olur. Çoğu zaman bu yıkımların telafisi de mümkün değildir.

Yaşarken ölmek yani manevi bir değişime girmek, hayatın rüyalığının farkına varmak. “ben yaşamıyor gibi yaşamıyor gibi yaşıyorum” diyen Sezai Karakoç Ağabey gibi…

Dünyadan ara ara soyutlanmanın bir adı tefekkürdür. Eski zamanlarda ders olarak herkesin uyguladığı bir şey imiş bu. Ölümü düşünüş, kendisini kabirde sorguda tabutta hayal ederek geçirilen birkaç dakikalık süreç. Bu tefekkür ile kendini dünyadan soyutlayan kişi kalbini Allah’a rahatça açabilir ve manevi gözü zamanla görmeye başlarmış. Ölüm sonrası uyanıklık hali. Nihayetinde dünyaya dönüş ve “işte bir imkân daha verildi bana” telaşı ile ibadetlere sarılmak. Böyle diri tutmuş zamanında büyüklerimiz imanlarını ve böyle mukayyet olmuşlar zihinlerine. Yoksa her çağda delirmek mümkündür.

Kendimizi kıymetlendiriyoruz o nedenle de eleştiriye tahammülümüz azalıyor. Değer görmek için uğraşıp duruyoruz. Allah’ın değer vermesidir esas olan. Bu bilinçle Ona layık olma çabasında olalım. Bu bizi her anlamda ferahlatır, dengemizi korur sağlamlaştırır, ölüm bilincimizi oluşturur. Haddimizi bilmemizi sağlar, edebimizi korumamızı, günahlardan sakınmamızı. Kısacası daha temiz bir hayatımız olur, daha derli toplu bireyler oluruz.

Bize verilen emanetlere sahip çıkalım. Bize verilen ruha, beyine, kalbe… Her biri için çabalayalım. Kendimizi önemseyelim. Ölümü hatırlamak ruhumuza vermemiz gereken önemi de hatırlatır bize.

Uykularımız bile etkileniyor yaşantımızdan. Günlük yaşantımız, çilemiz gece de bırakmıyor peşimizi. Bu ise eziyettir kendimize. Ahirette nefsimiz de şikâyetçi olacak bu durumdan. Nefse zulüm budur.

Allah yaşantılarımızı güzelleştirsin her anımızı dolu dolu geçirmemizi nasip etsin. Birbirimize fener olalım. Bu kutlu yolda birlik olalım. İslam ateşiyle yanan güzel insanlar olalım. Hiçbir kuvvet bizi dağıtamasın, ayıramasın yıkamasın. Kalbimizi önceleyelim, aklımızla hareket edelim ve bu dengeyi daima koruyalım inşallah.

Teşekkür: 30 ağustosta kaleme aldığımız “Merhaba Ben Kalp” adlı yazımızı seslendiren Mehmet Ali Kayacı’ya teşekkürlerimizi sunarız. Dinlemek isteyen okurlarımız Youtube’dan ilgili videoya ulaşabilirler.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

TÜM OKUYCULARIMIZI PAYLAŞIMA DAVET EDİYORUZ, DAVETLİSİNİZ.
Sayfa: 1 [2] 3 4 ... 10