Son İletiler

Sayfa: 1 [2] 3 4 ... 10
11
İnaç Ahlak / İnsanlara Güzel Ahlakın Gereğine Göre Davran
« Son İleti Gönderen: türkiyem Dün, 10:45:23 ÖÖ »


İnsanlara Güzel Ahlakın Gereğine Göre Davran

(Hadis-i Şerif)

Son peygamber Hz. Muhammed Mustafa (s.a.s), O’na binlerce salat ve selam olsun “İnsanlara güzel ahlakın gereğine göre davran!” (Tirmizî, Birr, 55)buyurmuştur. Seçtiği her kelimede bile ne kadar hikmetler bulunduğunu bu yazımızda kısaca beyan etmeye çalışacağız.

Peygamber Efendimiz, ilk başta muhatabımızdan bahsediyor. Biriyle konuşurken, birinden bahsederken öncelikle o kişinin geçmişini ve halini bilip öyle konuşmalıyız.

“İnsanlara akılları nispetinde konuşun!”(Ebû Davud, Edeb, 20; Münâvî, Feyzü'l-Kadir, 3/75)diyorsa eğer Peygamberimiz, biz de muhatabımız kim ise, onun anladığı dilden konuşmalıyız. Efendimiz de dikkati buna çekmek için kelime olarak “nâs” demiştir.

Peki o “nâs” kimdir? Kime karşı nasıl muamelede bulunmalıyız?

Nâsinsanlardır. İnsan dediğimizde iki eli iki gözü kulağı, ruhu olan varlıktır. Bu çok geniştir: İster Müslüman, kâfir, putperest, mecûsi, musevi, hristiyan, yaşlı-genç, kaba-kibar, kadın-erkek, olsun fark etmezdir.  Dikkat edelim Efendimiz burada sadece Müslümanlar, sadece namaz kılanlar, veya sadece takva sahipleri demiyor. Bütün insanlara, ayırt etmeksizin her insana, her şahsa karşı alınacak tavır.  Allah’ın “Rahman” isminin anlamı “bütün insanlara merhamet etmesi” demektir. Bu hadis-i şerifte bir manada buna işaret edilmektedir. Allahü Teâlâ, Rahman ismiyle bütün insanlara merhamet ediyor, bizler de beşer olarak, kul ve insan olarak hem Allah’ın isminin tecellisi ile hem de Efendimizin Sünneti gereğince buna uymalıyız.

Muhatabımızı öğrendikten sonra gelelim davranış tarzımıza. Efendimiz “bi hulukin hasen” buyuruyor. Yani güzel ahlak anlamına geliyor. Sözün sahibi Efendimiz, gizliden kendine ișareten güzel ahlakın kendinde bulunduğu için bu mana yüklü sözü söylüyor. Ki O (s.a.s)yeryüzüne güzel ahlakı tamamlamak için gönderilmiştir. Güzel ahlak, Efendimizin eşsiz ahlakı olan Kur’an ahlakıdır. Nitekim Hz. Ayşe validemize O’nun (s.a.s)ahlakı sorulduğunda, Validemiz:

“Siz Kur’an okumuyor musunuz? O’nun (s.a.s)ahlakı, Kur’ân idi”buyuruyor.

Peygamberimiz kendinden bahsederken:

“Beni Rabbim terbiye etti, ve ne güzel terbiye etti”buyurmuștur. Allahü Teâlâ ise O’nun (s.a.s)ahlakını Kalem suresinin 4. ayetinde “Sen elbette yüce bir ahlak üzeresin” buyurarak Nebiler Nebisinin o güzel ahlakını övmüştür.

Nedir güzel ahlak? Güzel ahlak, insanlara Allah rızası için iyi davranmaktır, geçimli olmak, güler yüzlü olmak, iyilikte bulunmak ve daha nice müspet, ahsen olan huyları içermektedir. Yani, Sünnet-i Seniyye…

Güzel ahlakı kısaca tanımladık. Asıl güzel ahlakın gereğine göre davranmak nedir, inceleyelim. Fıtraten, İslâmen en uygun ve gerekli olan davranış biçimidir. Güzel ahlaka göre insanlara davranmak, gereğine göre uygun davranmaktır. Taş atana gül uzatmaktır, lakin taş atana taş atılsa, güzel ahlakın gereğine göre ters düşer…

Bunda en güzel örnek elbette sözün sahibi olan Rasûl-i Kibriya’dir. Ki O (s.a.s), Kâbe’de namaz kılarken, mübarek başına leş atılmasına rağmen, ne aynı muamelede bulundu, ne de kötü bir davranış sergiledi. O’nun gibi susmalı, sabretmeli ve Allah rızası için “güzel ahlakın gereğine göre” hareket etmeliyiz… Yüce Allah bize içimizden bir Rasûl gönderdi.

Bize örnek, bize önder… Oturuşu, kalkışı, konuşması, susuşu, davranışların en ince detayına kadar bize öğretti.

Rabbim, bizleri kendisine layık bir kul, Rasûl’üne layık ümmet eylesin.

Ahlakımızı Kur’ân ahlakıyla ahlaklandırsın ve o güzel ahlaka göre ömrümüzün son anına kadar yaşamayı bizlere nasip etsin.

Amin.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

TÜM OKUYCULARIMIZI PAYLAŞIMA DAVET EDİYORUZ, DAVETLİSİNİZ.
12
İnsan ve Hayat / Duymak ve Dinlemek
« Son İleti Gönderen: türkiyem Dün, 10:40:29 ÖÖ »
Duymak ve Dinlemek

“Biz insanı karışık bir nutfeden yarattık. Onu imtihan ediyoruz. Bu yüzden onu işitici, görücü yaptık.”[İnsân, 2]

Duyma, görme, hissetme ve anlama duyuları ile yaratıldık. Kur’ân-ı Kerim’de birçok yerde gözler ve kalplerden önce kulaklardan bahsedilir.

Mü’minûn suresinin 78. ayetinde Rabbimiz buyuruyor:

“Sizin için kulakları, gözleri ve kalpleri yaratan O’dur. Ne kadar az şükrediyorsunuz!”

Kur’ân-ı Kerim o kadar yüce ve mucizevî bir kitaptır ki insanı hayretler içesinde bırakır.

Araştırmalar gösteriyor ki anne karnında bulunan embriyonun gelişim sürecinde önce iç kulaklar belirir, sonra da gözler oluşmaya başlar. Yeni doğan bir bebek için işitme duygusu, diğer fonksiyonlardan önce oluşur. Ayetlerde geçen öncelik sırası bu yüzden çok dikkat çekicidir.

Çocuk, bir ailenin meyvesidir. O dünyaya geldiği anda, haneyi bir şenlik kaplar, bütün dikkatler ona odaklanır. Anne-baba, bebeğin ilk öğretmenleridir ve doğal olarak ona önce konuşmayı öğretirler.

Konuşmak, kendini ifade edebilmek, derdini söyleyip ona derman olabilmektir.

Konuşmadan duygular, bilgiler, sevgiler nasıl paylaşılır? Konuşmak bir ihtiyaçtır. Ama aşırısı zarardır, ziyandır. Konuşurken az ve öz konuşmak gerekir.

Cümlelerde kelime israfından, mâlâyanîlikten vazgeçmeliyiz. İfade ettiğimiz her cümle Allah ile başlamalı, Allah ile bitmeli. Aksi halde, boş konuşmuş oluruz. İnsan boş konuşup durur, sonra konuştuktan sonra kalbe kasvet girer, boş konuştuğunun farkına varır ve derin bir nedamet duyar.

Her ne kadar konuşmak bir ihtiyaç ise, dinlemek de bir ihtiyaçtır. Bir mecliste herkes ihtiyaçtan dolayı içini dökerse, susmadan konuşur durursa, kaos ortamı oluşur. O konuşur, bu konuşur, herkes aynı anda konuşur, ama kimse dinlemez. O yüzden derim ki, anneler babalar, çocuklarına konuşmayı öğretirken, keşke dinlemeyi de öğretselermiş...

Dinlemek her yiğidin harcı değildir. Çünkü dinlemek ne kadar pasif bir olgu gibi görünse de, aslında aktiftir. Dinlerken insan aktarılan onca bilgiyi beynine işler, sonra onları kendi doğrularına göre sıralar.

Şu da bir gerçektir ki herkes konuşmak ister, fakat dinlemeye gelince, kimse dinlemek istemez. Hâlbuki sen konuştuğunda mutlaka bir dinleyen de oluyor. Yoksa kendi kendine konuşmuş olursun. O yüzden sorarım, neden konuşurken bütün dikkatleri üzerimize çekmek istiyoruz da, insanların konuşmalarına izin vermeyip, can kulağı ile dinlemiyoruz acaba…

Dinlemek diyorum, duymak demiyorum. Duymak sadece sesi algılamaktır, dinlemek ise sesi anlamaktır. Allahu Teâlâ nasıles-Semi‘ ismiyle gizli ve açık her şeyi işiten ve duyan, her şeyden haberdar olansa, bizler de O’nun kulları olarak Semi‘ ismiyle dinlemeliyiz kâinatı ve bütün canlıları.

Bir Müslüman kardeşimizin bir derdi, bir sevinci olduğunda, göz bebeklerine bakıp gönülden dinlemeliyiz. Nitekim âlemlere rahmet olarak gönderilen güzel Peygamberimiz biri konuştuğunda ona tüm vücuduyla dönermiş. Beden dili ile bu şu demektir:

“Ey sevgili insan, sen benim için değerlisin, senin söylediklerini dinliyorum, sana önem veriyorum, seni Allah için seviyorum...”

Peygamberimiz bize her yönüyle en güzel örnektir, şâir diyor ki; “O konuşunca, rüzgâr bile susuyordu…”

Rüzgâr bile O’na saygısından dolayı susuyordu. Bizler de müslim, gayr-i müslim demeden, her insana, insan olduğu için ve yaratılanı severiz Yaradan’dan ötürü, diyerek susup dinlemeliyiz... 

Bu yüzden derim ki, bırakalım sözlerimizle yarışmayı. Bırakalım laf kalabalığından, kelime israfından, lüzumsuz söz sarf etmeyi de, can u gönülden dinlemeyi de öğrenelim...

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

TÜM OKUYCULARIMIZI PAYLAŞIMA DAVET EDİYORUZ, DAVETLİSİNİZ.
13
İnsan ve Hayat / Her An Gidecek Gibi Yaşamak Gerek
« Son İleti Gönderen: türkiyem Dün, 10:38:12 ÖÖ »


Her An Gidecek Gibi Yaşamak Gerek

Nasıl ki doğduğumuzda kulağımıza ezanlar fısıldanır, öldüğümüzde namazımız kılınır. Öyle de kısadır hayat, ezan-namaz arası kadar aslında…

Gelirken sorulmadı gitmek ister misin diye, giderken de sorulmayacaktır. Emanet verildiyse bu beden, bekçi olan biz; riayet edelim, hıyanet değil de…

Her gün bu dünyahaneyi bırakıp bir yerlere göç edenlerimiz var. Kimi pişmanlıklar diyarına, kimi de cennet bahçelerinden bir bahçeye...

Ha gittim gideceğim gibi yaşamalıyız aslında, ha varım ha şimdide yokum...

Ki biz değil miyiz bu yolda ağaç altında gölgelenen, sonra da onu terk edip giden bir yolcu?

Yol var, kılavuz var, bir de bu yolun sonu.

Ruh ister öteleri, çünkü ötelerden geldi ve vatanını, aslını özler ihtirasla...

Bu yüzdendir ki başımızı yastığımıza koyduğumuzda ruhumuz bedenimizden ayrılır gider, uyandığımızda geri gelir yerleşir fâni kalıbına...

Günlerce aylarca, yıllarca devam eder, tâ ki vakit gelene kadar...

O vakit, bagajımız elimizde, biletimiz hazır, uçacağız başka bir diyâra...

O diyâr ki, geri dönüșü yoktur. Artık dünya hayatındaki defter kapandı, yeni bir mekânda yeni bir sayfa açılıyor. Mizanda vakit durur ve hesap verilir bir bir.

Bakalım dünyahanedeki sınavlarımızın ortalaması kaçtır?

Sonsuz hayatta diplomamız sağ elimizden mi verilecektir, yoksa sol mu?

Ölmeden önce ölelim bizlerde hep birlikte, yeniden yeniden yaşayalım. Çeki düzen verelim yamuk olan neyimiz varsa.

Nasıl yaşadıysak öylece can verelim, nasıl can verdiysek öyle dirilelim.

Hep birlikte dirilelim, dirlik içinde diri olalım.

Birlik içinde “BİR” olanı her gün, her an analım,

Her an gidecek gibi yaşarcasına…

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

TÜM OKUYCULARIMIZI PAYLAŞIMA DAVET EDİYORUZ, DAVETLİSİNİZ.

14
Cuma Hutbeleri - Vaazları / İş ve Çalışma Ahlakı
« Son İleti Gönderen: fanidunya NET Dün, 07:36:53 ÖÖ »


İş ve Çalışma Ahlakı

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيم

وَاَنْ لَيْسَ لِلْاِنْسَانِ اِلَّا مَا سَعٰىۙ

وَقَالَ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّي اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ:

مَنْ غَشَّنَا فَلَيْسَ مِنَّا

İslam, gündelik hayatta karşı karşıya kaldığımız birbirinden farklı sorunlara doğru ve kalıcı çözümler sunan bir dindir. Bu dinin müntesipleri olarak bizler Yüce Allah’ın belirlediği çizgiler doğrultusunda hareket etmeli, iş ve çalışma hayatımızı da İslam’a göre şekillendirmeliyiz. Cuma hutbemizde bugün özellikle iş ve çalışma hayatında “örnek mümin” olabilmenin ilkelerini hatırlatmaya çalışacağım.

Kardeşlerim!

Örnek bir mümin kimdir bilir misiniz? Örnek mümin, hiç ölmeyecek gibi bu dünya için çalışan, biraz sonra ölecekmiş gibi de ahireti için çabalayan dengeli insandır. Örnek mümin, “insan için yalnızca kendi çalıştığının karşılığı vardır”[1] ayetine güvenen çalışkan insandır. Müşterisine işini vaat ettiği sürede teslim eden,  borcunu zamanında ödeyen, kimseyi mağdur etmeyen kişidir örnek mümin.

İşlerine hile karıştırmayan, helal kazancına haram bulaştırmayan, doğruluktan ayrılmayan güvenilir insandır örnek mümin. Satacağı malının kusurunu gizlemeyen, ölçü ve tartıda hile yapmayan, açık sözlü, şeffaf ve dürüst insandır örnek mümin. İşini en güzel, en sağlam ve en kaliteli yaptığı için tercih edilen; en güzel, en sağlam ve en kaliteli insandır örnek mümin. Bünyesi altında çalışan işçilerin hakkını koruyup gözeten, emeklerinin karşılığını personeline vaktinde ve tam olarak veren adil insandır örnek mümin.

Kardeşlerim!

Peygamberimiz (s.a.s.) ideal bir Mümin, ekmeğini adeta taştan çıkaran bir emek insanıydı. Çocukken hayvanlara bakmış, gençlik çağında ticarete atılarak, geçimini bu yolla sürdürmüş, sahip olduğu iş ahlakıyla yaşadığı bölgede parmakla gösterilen iş insanlarından biri olmuştu. Çalışmayı daima teşvik eden emek peygamberi tembellikten, emeksiz kazançtan asla hoşlanmamış; bir defasında, para isteyen fakir birine, evindeki eşyaları satarak bir balta almasını ve odunculuk yaparak ailesini geçindirmesini önermişti.[2]

Peygamberimizin bu önerisi güzel neticeler vermiş, başta o kişi olmak üzere her mümin geçimini çalışarak, üreterek sağlaması gerektiğini öğrenmişti. Rahmet peygamberi (s.a.s.) üreticinin mağdur edilmemesi için birtakım tedbirler almış,[3] zaman zaman çarşıları kontrol etmiş, Müslümana yakışmayan yanlış bir durumla karşılaşınca “Bizi aldatan, bizden değildir!”[4] diyerek tepkisini ortaya koymuştu.

Rabbim bizleri aldatanlardan da aldananlardan da eylemesin. Rabbim bizleri işinin hakkını veren, tıpkı peygamberimiz gibi parmakla gösterilen güzel ahlaklı örnek müminlerden eylesin.

------------------------------------------------

[1] Necm; 53/39.

[2] Ebû Dâvûd; Sünen, Zekat, 1641.

[3] Buhârî, Sahih, Müsâkât, 17; Ebû Dâvûd, Sünen, Büyû’ (İcâre), 45.

[4] Müslim, Sahih, Îmân, 164.


BARIŞA DAVET

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيم

يَآ اَيُّهَا الَّذِينَ اٰمَنُوا ادْخُلُوا فِي السِّلْمِ كَآفَّةً وَلَا تَتَّبِعُوا خُطُوَاتِ الشَّيْطَانِۜ اِنَّهُ لَكُمْ عَدُوٌّ مُبِينٌ

وَقَالَ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّي اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ:

اَللَّهُمَّ! أَنْتَ السَّلَامُ وَمِنْكَ السَّلَامُ، تَبَارَكْتَ يَا ذَا الْجَلَالِ وَالْإِكْرَامِ


Aziz Müminler!

Hudeybiye Barış anlaşmasını duymuşsunuzdur. Hz. Muhammed (s.a.s.) hicretin altıncı yılında, beraberindeki binlerce müslümanla birlikte Kabe’yi ziyaret etmek üzere Medine’den Mekke’ye doğru yola çıktılar. Günlerce süren yolculuktan sonra Mekke’ye yakın bir yerleşim yeri olan Hudeybiye’ye vardılar.

Peygamberimiz (s.a.s.) Mekke’ye bir elçi göndererek silahsız olduklarını, geliş amaçlarının sadece ibadet etmek olduğunu bildirdi. Mekke’den gelen diplomatik heyetle birlikte Hudeybiye’de bir anlaşma masası kuruldu. Anlaşmanın ilk maddesine göre on yıl boyunca taraflar birbirine saldırmayacak, barış ve huzur ortamı tesis edilecekti. Anlaşmanın diğer maddeleri müslümanlar için olumsuz gibi gözükse de rahmet Peygamberi (s.a.s) bu anlaşmayı imzaladı. Peki neden?

Neden Allah Rasulü bazı maddeler karşı tarafı sevindirse de bu anlaşmayı kabul etti? Müslümanları üzecek bu uzlaşmaya niçin onay verdi? Çünkü toplumun güven ortamına son derece ihtiyacı vardı.

Ey İnsanlar!

İnsanlığın bugün de güven ortamına çok ihtiyacı var.

İnsanlığın huzura ihtiyacı var, barışa ihtiyacı var.

İnsanlığın, sorunları savaşarak değil, konuşarak çözüme kavuşturan vicdanlı, merhametli, adaletli idarecilere ihtiyacı var. İnsanlığın, özgürce yaşamaya ihtiyacı var.

“Hep birlikte barışa girin!’’[1]  ayeti gereği insanlığın barış dolu güzel günler görmeye ihtiyacı var.

Ey İnsanlar!

Her ne sebeple olursa olsun sivillerin, hele hele masum çocukların yaşam özgürlüğünü ellerinden almaya hiç kimsenin hakkı yoktur! Kimsenin kimseyi evinden, yaşadığı coğrafyadan veya vatanından ayırma hakkı yoktur! Temel insanî ihtiyaçlardan mahrum bırakmaya, yapılan insanî yardımları  engellemeye hiç kimsenin hakkı yoktur!

Çatışmaların, kavgaların, savaşların hiçbir zaman insanlığa huzur getirmediğini biliyoruz, görüyoruz, yaşıyoruz. Tüm Dünya toplumlarını Gazze’de yaşanan insanlık dramına acil ve kalıcı çözüm bulmaya yeniden davet ediyoruz.

Allah’ım! Sen, Selâm’sın; selamet, barış ve esenlik Sendendir. Yücelik ve ikram sahibi olan da Sensin; eşsiz ve benzersiz olan da Sensin![2]

Savaş mağduru olan bütün masumlara yardım eyle Allah’ım! Ey Fettah olan Allah’ım! Bir kapıyı kapatırlarsa, sen on kapı birden açarsın. Tüm dünyaya barış ve esenlik kapılarını aç Allah’ım!

--------------------------------------------------

 [1] Bakara, 2/208.

[2] Ebû Dâvûd, Vitr, 25.



Müzzemmil Suresinden Hayatımıza Mesajlar

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيم

يَٓا اَيُّهَا الْمُزَّمِّلُۙ قُمِ الَّيْلَ اِلَّا قَل۪يلًاۙ نِصْفَهُٓ اَوِ انْقُصْ مِنْهُ قَل۪يلًاۙ

 اَوْ زِدْ عَلَيْهِ وَرَتِّلِ الْقُرْاٰنَ تَرْت۪يلًاۜ

وَقَالَ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّي اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ:

إِنَّ اللَّهَ يَرْفَعُ بِهَذَا الْكِتَابِ أَقْوَامًا وَيَضَعُ بِهِ آخَرِينَ

 Cuma hutbemizde bugün, Alak ve Kalem surelerinden sonra üçüncü sırada nazil olan Müzzemmil suresini gündemimize taşımak istiyorum.

Kardeşlerim! Aziz Müminler!

Yüce Rabbimiz, Müzzemmil Suresiyle kendisine inanıp güvenenlere şu emir ve tavsiyelerde bulunur:

Gecenin belli vakitlerinde kalk! Kur’an’ı tefekkür ede ede, üzerinde derin düşüne düşüne, ayetler arasında bağlantılar kura kura, yavaş yavaş oku! Rabbinin isim ve niteliklerini daima hatırda tut,  tüm varlığınla Rabbine yönel! Allah’tan başka ilah yoktur; vekilin de Allah’tır, dayanağın da  Allah’tır. Yalnızca Allah’a güvenip sığın! Seni doğru yoldan uzaklaştırmak isteyenlere karşı sabırlı ol, kararlı ol, dirençli ol! Kendini yanlış bir ortamda bulursan, o ortamdan uygun bir şekilde uzaklaş! Nimet içinde yüzmesine rağmen şükretmeyen, kulluk görevlerini yerine getirmeyenleri; hakkı, hakikati inkar edenleri Allah’a havale et!

Dünyanın yerinden oynayacağı, o koca dağların un ufak olup, kum yığını haline geleceği, inkarda ısrar edenlerin o günün dehşetinden dolayı adeta ak saçlı ihtiyarlara dönüşeceği güne karşı kendini koru! Gerçekleşmesi kesin olan tüm bu anlatımlardan ders çıkar, o zor güne karşı şimdiden tedbir al!  Gece veya gündüz fark etmez, Kur’an’dan kolayına geleni, istediğin zaman oku! Namazı özenle kıl, zekâtı gönülden öde, yapacağın her türlü yardımı kalp kırmadan, başa kakmadan yap!

Kendin için önceden yaptığın iyiliklerin Allah katında kat kat fazlasıyla karşılık bulacağından asla şüphe etme! Allah’tan bağışlanma dile! Allah’ın çokça bağışlayan, çokça esirgeyen olduğunu hiçbir zaman unutma![1]

Kardeşlerim!

Yaşayan Kur’an olan Peygamberimiz (s.a.s.) ne de güzel ifade etmiş: “Muhakkak ki Allah, Kur’an’a uygun davranan toplumları yükseltir, Kur’an’a uygun davranmayan  toplumları alçaltır.”[2]

Bizler, Kur’an ile yükselmek istiyoruz, nasip eyle Allah’ım! Mesajlarınla kendimizi geliştirmek, bizim için uygun gördüğün hal ile yaşantımızı güzelleştirmek istiyoruz lutfeyle Allah’ım!
--------------------------------------------------

[1] Müzzemmil, 73/1-20.

[2] Müslim, Sahih, Müsafirin, 269.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

TÜM OKUYCULARIMIZI PAYLAŞIMA DAVET EDİYORUZ, DAVETLİSİNİZ.
15
İslamda Gençlik / Eş seçiminde Anne Babaya Hürmetin Önemi
« Son İleti Gönderen: fanidunya NET Dün, 07:03:55 ÖÖ »


Eş seçiminde Anne Babaya Hürmetin Önemi

Müslüman gençler!

Eş seçiminde arayacağınız en önemli özelliklerden birisi de anne-babaya hürmet olsun. Çünkü bize namaz, oruç, tesettür, zekât ve cihat gibi farzları emreden Allah’ımız, “Eğer onlardan (anne ve babalarınızdan) biri ya da her ikisi senin yanında ihtiyarlık çağına ulaşırsa, sakın onlara ‘öf’ bile deme; onları azarlama, onlara tatlı ve güzel söz söyle” (İsra, 17/23) ayetiyle anne-babalarımıza hürmeti de emrediyor.

Unutmayın!

Bin türlü emek ve zahmetle kendisini büyütüp yetiştiren anne-babasına bile hürmet etmeyenlerin, saygı göstermeyenlerin, merhamet etmeyenlerin ne size ne de sizin anne-babanıza saygı göstermesini bekleyemezsiniz.

Bizim dinimiz, ne kadar kötü olursa olsun ve hatta kâfir bile olsa kendisinden dine aykırı bir şey istemedikçe anne-babaya hürmeti en azından bağlantıyı tamamen kesmemeyi emreder. Hz. Esma’nın annesi henüz Müslüman olmamıştı. Bir gün kendisini hediyelerle ziyarete gelmişti. Hz. Esma onu eve almakta ve hediyelerini kabul etmekte tereddüt göstermişti. Efendimize (S.A.S.) bu durumu sordu; Rasulullah (S.A.S.), Annesini eve almasına, hediyelerini kabul etmesine ve ona hürmet etmesine dair tavsiyelerde bulundu. (Buhari, Edep, 8)

Müslüman gençler!

Rızkınıza bereket verecek olan Allah’tır. Evinize huzur verecek olan Allah’tır. Vücudunuza sağlık verecek olan Allah’tır. Çocuklarınıza hidayet verecek olan Allah’tır. O halde iyi bir aile hayatı için önce Allah’ı razı edin. Allah’ı razı etmenin en önemli yollarından birisi de anne-babalarınızı razı etmektir. Çünkü Efendimiz (S.A.S.) buyuruyor ki, “Allah’ın rızası anne babanın rızasına bağlıdır. Allah’ın öfkesi ise, anne babanın öfkesine bağlıdır.” (Tirmizî, Birr, 3) Eğer mutlu bir yuva istiyorsanız eş adayınızın anne-babanın rızasını önemseyip önemsemediğine de muhakkak dikkat edin.

Müslüman gençler!

Daha ilk görüşmede anne-babanızla ilişkinizi kesmenizi ya da onlarla olan bağlarınızı zayıflatmanızı isteyen eş adaylarına karşı dikkatli olun! Başta anne-babanız olmak üzere akrabalarınızla bağınızın kesilmesi demek, kendi ellerinize bela ve musibetleri davet etmek demektir. Çünkü Efendimiz (S.A.S.) buyuruyor ki, “Âhirette cezasını ayrıca vermekle beraber, dünyada Allah’ın çabucak cezalandırmasını en fazla hak eden günahlar, zulüm ve akraba ile ilişkileri kesmektir.” (Ebû Dâvûd, Edeb 43)

Müslüman gençler!

Bu dünyada ne ederseniz onu bulacağınızı, ne ekerseniz onu biçeceğinizi asla unutmayın! Anne-babalarınıza hürmet ederseniz evlatlarınız da size hürmet eder. Eğer onlara hürmetsizlik ederseniz yaptığınızın aynısını siz de evlatlarınızdan çekersiniz. Bu durum hem sizin hem de eşinizin anne-babası için geçerlidir. Çünkü Efendimiz (S.A.S.) buyuruyor ki; Allah, yaşından ötürü bir ihtiyara saygı gösteren gence, yaşlılığında hizmet edecek kimseler lutfeder.” (Tirmizî, Birr 75)

Evet, kaynana ve kayınbabalarınız ya da kendi anne ve babalarınız İslam’ı bilmeyen, ahlakı olgunlaşmamış, kötü niyetli ya da adaletsizlik yapan insanlar olabilirler.

Size, eşinize, fikirlerinize ve evliliğinize saygı duymayabilirler. Ve hatta yuvanızın yıkılmasını isteyecek kadar cahil insanlar bile olabilirler.

Size düşen tüm bu imtihanlar esnasında Müslümanca duruşunuzu asla bozmamaktır. Çünkü Allah, kulunu kimi zaman rızkıyla, kimi zaman sağlığıyla imtihan ettiği gibi kimi zaman da kaynana ve kayınbabasıyla ya da kendi anne-babasıyla imtihan eder. Eğer Allah sizi bu konuda imtihan etmeyi murad etmişse ne yaparsanız yapın bu imtihanı yaşayacağınızı asla unutmayın!

İşte tüm bu imtihanlarınızın kolaylaşmasını istiyorsanız eş seçiminizde eş adayınızın anne-baba ya da kaynana-kayınbaba imtihanına karşı donanımlı olup olmadığına, bu imtihanları aşabilecek bir sabra, merhamete, özveriye, dirence, bilince ve ahlaka sahip olup olmadığına da muhakkak dikkat edin.

Dr. Abdülaziz Kıranşal.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

TÜM OKUYCULARIMIZI PAYLAŞIMA DAVET EDİYORUZ, DAVETLİSİNİZ.
16
Tevekkür Tevhid / Azim Tedbir ve Tevekkül
« Son İleti Gönderen: fanidunya NET Dün, 06:53:03 ÖÖ »


Azim Tedbir ve Tevekkül

Müsteşriklerin biri yazmış: “Yeni bir atılım yapa­caklar, dikkat edin.” diye. Mehdi gelecek, o yapacak. Ta­mam, gelecek, yapacak ama ne zaman 10-20-100 sene onun için herkes kendisine mecazi manada Mehdi kabul edecek ve elinden geleni yapacak, hocam, ben ne yapabilirim?

Herkes üzerine düşeni yapacak, fabrikada önemsiz bir vida olmazsa fabrika duruyor. Bir dişli kırılsa motor çalışmı­yor.

Ben, vidayım. Vidalığımı yapacağım.

Sen motorsan, motorluğunu yapacaksın.

Tedbir olarak da gerekli olan her şey yapılacaktır.

Peygamberimiz, “Allah seni insan­lardan koruyacaktır.” (Maide, 67) buyuruyor.

Efendi­miz’i bazı olaylarda ashabı koruyordu. Ayet-i kerime na­zil olunca bunu yapmaz oldular ama Peygamberimiz, insan olarak tedbirini alıyordu.

Hicrette de önce inanmış insanların hicret etmesini sağlıyordu.

Günümüzde ise önce başkan kaçıyor cepheden.

Peygamberimiz, evvela hicret edilecek zemini hazırlıyor, sonra ashabını gönderip, kimse kalmayınca kendisi gidiyor.

Tedbir olarak Hazreti Ebu Bekir’e 2 deve hazırlamasını söylüyor.

“Ben peygamberim, Rabbim beni korur, uçar gide­rim.” demiyor. Deve hazırlatıyor.

Dinimize inanmayan ama iz­ciliği iyi bilen ve bölgeyi çok iyi tanıyan bir adamı kiralı­yorlar.

Develeri ona veriyorlar ve üç gün sonra mağaraya götürmesini söylüyorlar. Adam, ağzını tutacak tabii ki.

Peygamberimiz hicret gecesi Hz. Ali’yi yatağında yatırmak su­retiyle Hz. Ebu Bekir ile birlikte Sevr mağarasına ulaşıyorlar.

Üç gün orada gizleniyorlar. Bu arada ne yiyecekler?

Bir ço­banla anlaşıyorlar. Çoban sürüsünü her gün oraya getiri­yor, sürüyü sağıp sütünü içiyorlar.

Hz. Ebu Bekir’in (r.a.) oğlu her gün oraya geliyor. Günlük olayları onlara bil­diriyor. Gece orada kalıyor. Sabahleyin Mekke’ye dönü­yor.

Sürü de onun izinin peşinden gidiyor ve izi kaybolu­yor.

Hem gelişte hem de gidişte, Hz. Ebu Bekir’in oğlu yemek de getiriyor. Yani Peygamber Efendimiz’in bugünkü tabirle casusları vardı.

Peygamberimiz tüm tedbirleri al­dıktan sonra Rabbine yöneliyor.

Saklandıkları mağarada onları arayan Mekkeliler o kadar yaklaşıyorlar ki, sesleri duyuluyor; eğilseler göre­cekler.

Endişelenen Hz. Ebu Bekir’e Peygamberimiz:

“Eğer siz O’na (Rasül’e) yardım etmezseniz, Allah ona yardım etmişti. Hani ikinin ikincisi iken kâfirler onu çıkarmıştı. O ikisi mağarada iken arkadaşına (Ebu Bekir'e) "Üzülme, Allah bizimle beraberdir" demişti.

Allah da ona sekineyi (güveni) indirdi ve sizin görmediğiniz ordularla O’nu kuvvetlendirdi. Kâfirlerin (küfür) kelimesini alçalttı. Allah'ın kelimesi, işte o çok yücedir. Allah azizdir, hakimdir.” (Tevbe süresi ayet 9/40)

“Allah, bizimle beraberdir.”

 Peki madem ta baştan beraberdi de o kadar tedbire ne gerek vardı.

O zaman bize örnek olmazdı, bize olması gerekeni göstermiştir. Sen de tedbirini alacaksın; müşrikleri de kendi emrinde adaletle yönetmesini bileceksin.

Hicretten önce Mekkeliler Peygamberimiz hakkında bir toplantı yapıyorlar. Buna ne yapalım diye.

Rabbimiz, onların kendi aralarındaki tekliflerini peygamberine haber veriyor:

“Hani, o kâfirler seni hapsetmek, öldürmek veya çıkarmak için tuzak kuruyorlardı. Onlar tuzak kurarlar, Allah da tuzaklarını bozar. Allah, tuzak kuranlara karşılık verenlerin en hayırlısıdır.” (Enfal süresi ayet 8/30)

Teklifler arasından öldürme fikri kabul ediliyor.

Bunu her kabileden bir delikanlı katılacak ve hep beraber öldürecekler ve  böylece Kureyş kabilesi kan davası güdemeyecekti.

Pey­gamberimiz’in evini sarıyorlar. Fakat yatakta Hz. Ali’yi bu­luyorlar.

Allah’ü Teala’nın onların tuzaklarını boşa çıkar­ması için kulunun da gayret etmesi gerekiyor.

Gökyüzün­den melek indirip hiçbir zaman İslâm’ı savundurtmamıştır ama bir mümin çıksa onu desteklemiştir.

Peygamberimiz’i öldürüp gelene, yakalayıp gelene ödüller vaat ediyorlar; her türlü yıldırma planları, ateşe atma, ambargo, sürgün etme eskiden, o dönemden kalmış­tır.

Konulan ödülü almak isteyen bir sürü insan sağa sola koşuşturuyor.

Gönülleri evirip çeviren Allah celle celalühtür.

Süraka isimli Mekke’nin en güçlü ve cesur insanlarından biri,  Peygamberimiz’i buluyor ama Rabbimin bir mucizesi olarak atın birkaç defa tökezlen­mesi Süraka’da bir şeyler canlandırıyor.

“Bu bir peygam­berdir, öldürülmemesi gerekir” diyor.

Dünyasında bir deği­şiklik olmuş, hatta

Peygamberimiz’den bir berat bile almıştır.

Mekke’ye dönerken ödül avcılarına, “Bu tarafta yok” diyerek geri çevirir.

Ve yolculuğun sonunda Peygamberimiz sağ salim Medine’ye ulaşmış, büyük bir coşku içinde karşılanmıştır.

Bugün Efendimiz teniyle aramızda yok ama getirdiği Kur’an-ı Kerim ve  ha­dis-i şerifleri ile aramızda.

 İmam Malik Hazretleri, hadis okutacağında bembeyaz elbiselerini giyerdi, güzel kokular sürünür ve ders esna­sında da buhurdanlıklar yakılır, dershane buram buram çiçek kokusuyla dolar ve ondan sonra vakarla çıkar dersini verirdi.

Bu Efendimiz’i karşılama gibi bir şeydi bu; mümkün mertebe bunlara dikkat edilmesi gere­kir.

Mahmut Toptaş.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

TÜM OKUYCULARIMIZI PAYLAŞIMA DAVET EDİYORUZ, DAVETLİSİNİZ.
17
ZİKİRLER / Zikir Sözlerin En Şereflisi
« Son İleti Gönderen: fanidunya NET Dün, 06:44:50 ÖÖ »


Zikir Sözlerin En Şereflisi

Kul Allah’ı dünyada anarsa, Allah kulunu dünya ve ahirette anar. Zikir, anma, hatırlama, sena veya dua etmede kullanılan sözler, Allah’ın yüceliğini dile getirme, insana sevap kazandıran her şey anlamında bir sözdür. Sözlerin en şereflisidir. Kur’an-ı Kerim’de iki yüze yakın yerde geçer.

Zikir, ruh ile beden arasında mutabakat sağlar. İnsanın gönlüne huzur verir. Allah’a bağlılığı kuvvetlendirir.

Kulun Allah ile irtibatını gerçekleştirir. Zira kul Allah’ı zikrederse Allah da o kulunu zikreder. Yüce Allah’ın beyanı böyledir. Bu beyanın sübutu: ‘Öyle ise siz Beni anın ki Ben de sizi anayım.’ (2/152) ayet-i kerimesidir.

‘Siz beni ibadetle ve itaatle zikredin ki Ben de sizi rahmetimle zikredeyim, siz Beni dua ile zikredin Ben de sizin duanıza icabet edeyim. Benim verdiğim nimetleri hamd ve sena ile zikredin, Ben de size nimetlerimi artırayım. Siz Beni dünyada zikredin, Ben de sizi ahirette zikredeyim. Beni varlık ve refah içinde olduğunuzda (zekât, sadaka, hayır hasenat) zikredin ki Ben de sizi bela ve musibet veya sıkıntılı olduğunuz zamanda zikredeyim.’ (Az sadaka çok belayı defeder. Hadis-i şerif)

Siz Beni benim yolumda cihat ederek zikredin ki Ben de sizi hidayetimle zikredeyim. Siz Beni sıdk ve ihlas ile zikredin ki Ben de sizi sıkıntılardan kurtarmak, bilgi ve liyakatinizi artırmakla zikredeyim. Siz Beni Rabbiniz olarak kulluğunuzla zikredin ki Ben de sizi sevdiğim kullarımdan kabul edip, sonunda bağışlamakla zikredeyim. (Er Razi-Mefatihül-Gayb)

Bu bağlamda; “Allah’ı anmak olan namaz elbette en büyük ibadettir.” (Ankebut-45) “Namaz dinin direğidir, gözün nurudur. Allah’a doğru yöneliştir, müminin miracıdır.” (Hadis-i şerif)

Namazı miracı olan kul, iftidah (başlama) tekbiri ile dünya ve içindekileri elinin tersi ile arkaya atar.

Kalbinden kesret (Allah’tan başka her şey) gider vahdet kalır. (Güneş doğunca yıldızların gökyüzünde silindiği gibi) kalp feyizle dolar. Rahmet kapıları açılır, ruh arşa yükselir, kalp Allah’ın tecelligâhı olur. Akıl Allah’ın uluhiyetini düşünür. Dil Allah ile (Kur’an okuyarak) konuşur. Beden bütün azalarla birlikte en yüksek mertebeden ihtiram eder. Baş Allah’ın uluhiyetine hürmeten eğilir ve secdeye kapanır. Kul Allah’a en yakın olduğunu secde halinde yüceler yücesi olan Allah’ı tenzih ile tesbih eder. Yüce Allah, cümlemizi namazı miracı olan kullarından eylesin. Amin.

‘Artık namazı bitirince ayakta iken, otururken veya yanınız üzerinde yatarken Allah’ı anın.’ (Nisa-103) Yüce Allah’ın bu emrine uygun hareket eden mümin, hayatının her anını Allah’ı anarak ve O’nu görüyormuş gibi yaşar. Esasen bu ayetin mucibince hareket etmek Allah’ı anmak yönüyle zikir, Allah’ın emrine itaat etmek yönüyle şükürdür. ‘İyi bilin ki kalpler ancak Allah’ı zikretmekle mutmain olur. (Rad-28) Ayet-i kerimesinin hükmünce kalplerin huzur bulmasıdır.

Cemaat halinde yapılan zikir münferit (tek başına) yapılan zikirden eftaldir. Hacı Şaban Efendi Hz’leri, sohbetlerinde: ‘Bir’e, iki’ye şeytan yaklaşır, üçe beşe yaklaşamaz.’ buyurmuştur. Nitekim hadis-i şerifte; ‘İnsanlar bir araya gelip Allah’ı zikrettikleri zaman melekler onları kuşatır, rahmet onları kaplar. Allah onları kendisine yakın kişilerden kaydeder.’ hükmü yer almaktadır. Zikrin efdali: ‘La ilahe illallah’tır. (Hadis-i şerif)

Yüce Allah’ın nimetlerini düşünmek de zikirdir ve en faziletli ibadetlerdendir. Allah’ın hoşnutluğunu kazanmaya vesiledir. Nitekim: ‘…Onlar göklerin ve yerin yaradılışı üzerinde tefekkür ederler. Rabbimiz bunları boşuna yaratmamıştır derler. Sen yücesin. Bizi ateş azabından koru. (Ali İmran-191) ayet-i kerimesi bu gerçeğin ifadesidir.

Zikirde esas zikrolunanın dışındaki bütün varlıkları unutmak, hatta yok saymak suretiyle (ışık gelince karanlığın yok olması gibi) sadece Allah’ı anmaktır. Zikrin hakikati, zikreden kimsenin zikrolunandan başkasını tamamen unutmasıdır. “Kim kalbiyle ve diliyle zikre devam ederse Allah onun kalbine kendisine karşı iştiyak nuru atar.” demiştir. (Zünnun)

Zakir olana Allah’ın yardımı haktır. Zikreden kişi Allah’ın emanındadır. Dolayısıyla Allah, o insanı bütün varlıkların her türlü kötülüklerinden korur.

Kulun Allah’ı zikri: Kalben, sıdk ve ihlas ile Allah’ı anmak.

Aklen, bütün nimetlerin Allah’a ait olduğunu ve hiçbir şeyin boşuna yaratılmış alamayacağını bilerek ve yaratılış hikmetlerini tefekkür ederek Allah’ı anmak.

Lisanen, Allah’ın nimetlerini Allaha hamdü senada bulunarak ve dua ederek Allah’ı anmak.

Bedenen Allah yolunda cihat ederek Allah’ı anmak.

 Maddeten. Zekât ve sadaka vererek, hayır ve hasanette bulunarak Allah’ı anmak şeklinde tezahür eder.

Yüce Allah, farz olan her ibadet için belli hudutlar koymuştur. Acziyet halinde de mükellefleri mazur saymıştır. Ancak zikir için bir hudut tayin etmemiştir.

Bilinci açık olan hiçbir kimseyi zikrin terkinde mazeretli saymamıştır. Mükellefi bulunduğu her konumda herhâlde zikirle sorumlu kılmıştır.

Çünkü zikrin terki gaflettir. Gaflet ise nefse tabi olmaktır, şeytan ile dostluktur.

Zikir Allah’a ilticadır. Allah’ın emanına girmektir.

Allah’ın emanına girmek emniyettir. Sonuçta her türlü kötülüklerden uzaklaşmaktır ve korunmaktır. Mevla ile huzur bulmaktır. Cennet bahçelerinde bulunmaktır.

Yüce Allah, cümlemize O’nun rızasına uygun olarak zikretmeyi nasip eylesin. Amin. 

Bahaddin Elçi.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

TÜM OKUYCULARIMIZI PAYLAŞIMA DAVET EDİYORUZ, DAVETLİSİNİZ.
18
M. Said Arvas / Tebessüm Bedavadır Alanı Mutlu Eder Vereni Üzmez
« Son İleti Gönderen: fanidunya NET Dün, 06:22:09 ÖÖ »


Tebessüm Bedavadır  Alanı Mutlu Eder Vereni Üzmez

Şu bir gerçek ki kadın zayıf ve nazik bir varlıktır. Hanımının güzel huylu olmasını isteyen, önce kendisi güzel huylu olmalıdır!

Şunu hemen başta belirtelim ki, yeryüzünde dört dörtlük erkek de olmaz kadın da... Herkesin iyi yönü olduğu gibi, kötü yönü de olabilir. Bu durumda bir erkeğin hanımından çok şey beklemesi, dini iyi bilmemenin alametidir...
 
Şu bir gerçek ki kadın zayıf ve nazik bir varlıktır.

Hanımının güzel huylu olmasını isteyen, önce kendisi güzel huylu olmalıdır! Kur'an-ı kerimde, insana gelen musibetlerin, günahları sebebiyle geldiği bildirilmektedir. O hâlde, dinimizin emir ve yasaklarına riayet eden, hanımı ile iyi geçinir. Eve gelince hanımına selam verip hatırını sormalı, üzüntü ve sevincine ortak olmalıdır. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
 
(Kadınlarınıza eziyet etmeyin! Onlar, Allahü teâlânın sizlere emanetidir. Onlara yumuşak olun, iyilik edin!) [Müslim]
 
(İmanı en kuvvetli kişi, ahlakı en güzel ve hanımına en yumuşak olandır.) [Tirmizi]

 Güzel ahlaklı olan iki cihanda da rahat olur... Kusursuz kul olmaz. Kusursuz arkadaş arayan, arkadaşsız kalır, kusursuz eş arayan bulamaz... Evde hiçbir şeyi kusurlu bulmamalıdır! Tenkit, münakaşa, bir yuvanın yıkılmasına veya huzursuz hâle gelmesine sebep olur.

Hiç kimse tenkitten hoşlanmaz. Herkes takdir bekler. Bir kadın için en büyük mutluluk, kocasının kendisini takdir etmesidir. Bilhassa kadınlar, basit şeylere dikkat ederler. Bayramlarda, mübarek gecelerde, evlenme yıl dönümlerinde ufak da olsa bir hediye vermeyi ihmal etmemelidir!..
 
Takdir edici, nazik, hoşgörülü ve çoluk çocuğuna güler yüzlü olanın evinde hiç geçimsizlik olur mu? Evet, tebessüm ateşinde erimeyen maden bulunmaz.

Kalplerin fethi gülümsemekten geçer... Tebessüm, bedavadır, alanı mutlu eder, vereni üzmez. Huzurun anahtarı tebessümdür...
 
Bir ailede mutluluğun sağlanması ve devamı için hanımlara iyi davranmak lazımdır...
 
Hadis-i şerifte buyuruldu ki: "Mümin, hanımına uzattığı lokmadan bile sevap kazanır."
 
Hanımlar bize Allahü teâlanın emanetidir. Saliha bir hanım müminler için saadettir, cennet nimetlerindendir. Böyle bir hanım incitilir mi?
 
Resulullah efendimiz akrabasına, Eshabına ve hizmetçilerine tevazu ederek, iyi muamele ederdi. Ev içinde çok yumuşak ve güler yüzlü idi. Mümin de herkese karşı güler yüzlü ve tatlı dilli olmalıdır. Sertlik kaybettirir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
 
(Yumuşak davran! Sertlikten sakın! Yumuşaklık insanı süsler, çirkinliği giderir.) [Müslim]
 
Aklı başında bir kimse, şu üç günlük dünyada; incir çekirdeğini doldurmayacak sebeplerle çoluk çocuğunu kırıp geçirir mi?..

M. Said Arvas.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

TÜM OKUYCULARIMIZI PAYLAŞIMA DAVET EDİYORUZ, DAVETLİSİNİZ.
19
İnaç Ahlak / İtiraz Ahlakı
« Son İleti Gönderen: webtasarim Mayıs 15, 2024, 08:45:22 ÖS »


İtiraz Ahlakı

İnsan eşref-i mahlukat yani yaratılmışların en değerlisidir. Ahsen-i takvim olarak her açıdan en güzel şekilde var edilmiştir. Akıl ve irade gibi üstün özelliklerle donatılmış, vahiy ve peygamberle desteklenmiştir. Yeryüzü insanın emrine amade kılınmıştır.

Tüm bunların bir gereği olarak onun yeryüzünde elbette özel bir görevi olacaktır. İslam düşüncesinde iman ve tevhit ekseninde ele alınan söz konusu misyon; ahlak ve hukuk zemininde kişinin kendisinin, toplumun ve yeryüzünün imarını ifade eder. Dolayısıyla insanı varlık aleminde özel kılan; kendisi, insanlık ve tüm canlılar adına taşıdığı duyarlılık ve sorumluluktur.

Diğer yandan yeteneklerini ıslah ve iyilik için kullanmakla yükümlü olan insan, yaratılış gayesini ve âlemdeki seçkin konumunu idrak etmekten uzaklaşarak ifsat ve kötülüğü tercih ettiğinde, başta kendisi olmak üzere tüm canlılar, tabiat ve gelecek için en ciddi tehdit haline gelebilmektedir. Bu bağlamda belirleyici olan insanın niyeti ve tercihleridir.

Nasıl bir duruşa sahip olduğudur. İnsanın duruşunu ortaya koyan ise inandıkları ve reddettikleri, savundukları ve itiraz ettikleridir. Dolayısıyla neyi reddettiği kadar neyi teklif ettiği de önemlidir. Mesela emperyalizme karşı olmak önemlidir ve anti-emperyalizm büyük oranda bir ortak zemin olabilmektedir. Ancak onun yerine teklif edilen ahlak ve hukuk sisteminin kimliği de aynı derecede önemlidir.

İnsanın hayatın ve değerler sisteminin içindeki yeri itirazları ve savunduklarıyla belirginleşir. Bu bağlamda insanı tanımak için onun sevinçlerini hüzünlerini, hayallerini öfkelerini bilmek gerekir. Sahici itirazları ve teklifleri olmayanın insani değerler ve erdemler haritasındaki yerini bulmak da çok zordur. Yani renksiz insan yersiz insandır. Kişinin ufku, tefekkür dünyası ve ahlakî tutumu da savundukları ve reddettiklerinde aşikâr olur. 

İmanın ikrarı ve ilanı olan kelime-i tevhit, ilahlık iddiasında bulunan tüm sahte, aciz ve yapmacık nesne ve varlıkları reddederek sadece Allah’a teslimiyeti ifade eder.

Peygamber efendimiz Mekke’de tevhidi savunurken şirk inancını reddetmiştir. Özgürlüğü, adaleti ve emeğin karşılığını savunurken, köleliğe, zulme ve haksızlığa karşı çıkmıştır. O, daima hakkın ve haklının yanında yer almıştır.

Sırat-ı müstakim ve istikamet üzere olmanın ölçüsü kişinin kimin/neyin yanında ve kimin/neyin karşısında durduğu ile belli olacaktır. Bir mümin için en belirleyici husus haklı ve haksızın, zalim ve mazlumun, ıslah ve ifsat edenin her daim var olduğu yeryüzünde, nerede durduğu ve duruşunun arkasında yer alan niyetidir. Bu bağlamda tarafsızlık söz konusu olamaz. İnsan iyinin, doğrunun, hakkın, adaletin, merhametin yanında olmaya muhtaçtır. Kötülüklerin ve batılın da karşısında olmaya mecburdur.

 Öyleyse muhalif olmayı ve itiraz etmeyi anlamlı kılan, öncelikle evrensel insanî ve ahlaki erdemler zeminindeki yerini almaktır. Bu duruşa, zulmetmemek ama zulme rıza da göstermemek, haksızlık yapmamak ama kendisine haksızlık yapılmasına müsaade etmemek de dahildir. Ancak, ilkeleri değil şahsi menfaati, çıkar ve bencilliği, kişisel beklentileri merkeze alarak ortak faydayı göz ardı eden tavır ve yaklaşımlar, itiraz ve sahiplenmeler de kayda değer değildir. Asaletten uzaktır. Bir ırkı, rengi, dili, coğrafyayı merkeze alarak dostluk veya düşmanlık tavrı geliştirmek oldukça ilkel bir yaklaşımdır.

İslam inancında, Müslümanın düşünce ve ahlakında sevgi ve tavır alışın çok açık ve muhteşem bir ölçüsü vardır. Peygamber efendimiz birçok hadis-i şerifinde bu ölçüyü ilan etmiştir. O da “Allah için sevmek ve Allah için buğz etmektir.” Menfaat ve beklentilerden uzak, sadece Allah için birbirini seven, bir araya gelen insanların bu yaklaşımı her daim övülmüş, onların Allah katındaki kıymeti ve sahip oldukları ahlakın büyük mükafatlara değer olduğu vurgulanmıştır. Aynı şekilde itiraz ve tavır alışları, muhalefet ve öfkeyi de değerli yapan söz konusu ölçünün varlığıdır. Yani soylu bir duruşa, Allah’ın insanlar için koyduğu ilkelere ve evrensel değerlere dayalı oluşudur. Diğer yandan farklı düşünce, inanış ve hayat tarzlarına sahip olmak da asla düşmanlık ve ötekileştirme sebebi olamaz.

Ancak zulüm, haksızlık ve ifsada karşı, ahlak ve hukuk ilkeleri çerçevesinde mücadele etmek iman ve insanlık görevidir.

İtiraz ve muhalefet ahlakının önemli bir ilkesi de doğru bilgi ve bilinçle hareket etmektir.

Neye ve niçin itiraz ettiğinin farkında olmaktır. Kişi itiraz ettiği şeyi bilmekle yükümlüdür.

Aksi halde haklıyı savunmak niyetiyle haksızlığa destek olmak, mazluma yardım etmek gayesiyle zalime katkı sunmak mümkündür. Algı operasyonlarıyla hakikatin tersyüz edilebildiği, bilgiye ulaşmanın çok kolaylaştığı ama doğru bilgiyi bulabilmenin epeyce zorlaştığı bir çağda söz konusu durum çok daha hayati hale gelmiştir. Bu noktada Hucurat Suresi’nin; “size bir fasık, güvenilir olmayan, tanımadığınız biri bir haber getirdiğinde onu iyice araştırın” ikazı temel bir prensip olarak önümüzde durmaktadır.

Peygamber efendimizin; “Her duyduğunu aktarması kişiye günah olarak yeter” hadis-i de müminleri araştırmaya ve kaynağını kesin olarak bilmedikleri sözlere itibar etmemeye davet etmektedir.   

Diğer yandan itiraz ya da tenkit etmek esasında teklif de içermelidir. Yanlışı ifade etmek doğrusunu ortaya koymakla anlam kazanacaktır. İyi niyet ve doğru bilgiye dayanırsa eleştiri gerçeğe ulaşmak ve daha güzel işler yapmak için önemli bir imkandır. Elbette gelişigüzel yaklaşımlar, hakaret ve iftira asla eleştiri ve itiraz değildir.

Hak ve hakikatin yanında, kötülük ve yanlışın karşısında, ferasetli bir tutum içinde olmak herkese iyi gelecektir.

MUSTAFA IRMAKLI

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

TÜM OKUYCULARIMIZI PAYLAŞIMA DAVET EDİYORUZ, DAVETLİSİNİZ.
20
KUR'ANI KERİM / Zamana Yol Gösteren Kitap Kur'an’ı Kerim
« Son İleti Gönderen: webtasarim Mayıs 15, 2024, 08:36:38 ÖS »


Zamana Yol Gösteren Kitap Kur'an’ı Kerim

Kur’an’ın bazı hükümlerinin geçmişte kaldığını iddia ederek onları yok saymanın ya da hafife almanın tutarlılığı ve hükmü nedir?

Öncelikle böyle bir yaklaşım ve söylemle Kur’an’ın bazı hükümlerini zaman ile mukayyet kılmak şayet bir art niyet taşımıyorsa onun hem içeriğini hem de hikmetini anlama noktasında birtakım eksikliklerin, zaafların ve sorunların varlığını gösterir. Çünkü Kur’an tüm zamanları ve mekânları aydınlatan sönmez, tükenmez bir hakikat güneşidir. Bu özelliği onun mucize oluşunun en güçlü delilidir. Pek çok ayette Kur’an’ın bir hidayet rehberi olduğu, insanları karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için indirildiği, hakkı bâtıldan ayıran bir ölçü olduğu, dosdoğru yola ilettiği gibi evrensel ilke ve değerler vurgulanır.

Elbette Kur’an, tarihin bir kesitinde inmiş bir kitaptır ama aynı zamanda o, tarihe yön veren, tarihin akışını değiştiren, her asra rehberlik eden bir kitaptır. Nitekim onun gelişiyle cahiliyeye hapsolmuş bir coğrafya, asr-ı saadete zemin olmuştur. Onun ayetleri ışığında, peygamberin rehberliğinde insanlığın yıldız şahsiyetleri olan sahabe nesli yetişmiştir. Bir kabile toplumundan büyük bir devlet kurulmuştur. Bir mescidin içinden muhteşem bir medeniyet inşa edilmiştir. Ona inanan müminler Endülüs’ten Orta Asya’ya kadar yeryüzünün pek çok yerinde nice devletler, medeniyetler kurmuşlardır. Çünkü Kur’an insanı her açıdan mamur eden ve huzura kavuşturan değerler manzumesini ortaya koyar. Getirdiği değerlerle insanı ve toplumları güzel ahlak ve adalet merkezinde imar ve inşa eden bir kitaptır o. Söz konusu değerler ise her zaman ve zeminde varlığını ve insan için vazgeçilmezliğini muhafaza eden evrensel özelliğe sahiptir.

İnsanın tarihsel çizgisinde yaşanan değişim ve gelişimin ana mecrası teknik icatlardır.

İnsanoğlu birikimsel bilginin yardımıyla, hayatı kolaylaştıran alet-edevat ve teknoloji icat etmiştir. Bu bağlamda dikey bir ilerleme söz konusudur. Ancak insani değerler ve ahlaki erdemler açısından dikey değil, yatay bir çizgi vardır. Söz konusu değerler her zaman için aynı kıymete ve özelliğe sahiptir. Örneğin bundan bin yıl önce yaşayan insanların sahip olduğu teknik imkânlar ve teknolojik aparatlar günümüzle mukayese edilmeyecek kadar basittir ama huzur ve güven içinde yaşayabilmek için ihtiyaç duyulan temel insani sorumlulukların kıymeti aynıdır. Değerlerin tekamülü temsiliyle mümkündür ve hayata yansıyınca gerçek kıymeti daha net ortaya çıkacaktır. 

Kur’an’ın bireysel ahlakı inşa ederken merkeze aldığı, sorumluluk bilinci, iman, istikamet, iyilik, yardımlaşma, her türlü kötü söz ve davranıştan kaçınma gibi değerler şüphesiz tüm zamanlar için üstün ahlaki ilkelerdir. Toplumsal hayatı inşa ederken ortaya koyduğu hukuk, hakkaniyet, kardeşlik, yardımlaşma gibi ilkeler de zaman ve mekânla mukayyet olmanın ötesinde evrensel ilkelerdir.

Kur’an’ın bazı hükümlerinin geçmişte kaldığı iddiasına örnek gösterilen çok az sayıdaki ayet ya da konu, bir anlama sorunundan veya dar bir yorum çerçevesine hapsolmaktan kaynaklanmaktadır. Örneğin Enfal suresinin 60’ıncı ayetinde Müslümanların, düşmanlarına karşı kendilerini ve değerlerini savunmak amacıyla “güçlü atlar” hazırlamaları bu bağlamda sürekli zikredilen bir örnektir. Oysa söz konusu ayet çok açık şekilde Müslümanların güçlü olmaları gerektiğini, kendilerini korumak ve değerlerini savunmak için yaşadıkları dönemin güç unsurlarına en ileri düzeyde sahip olmalarının önemini ifade eder. Zira o dönem için atlar bir ordunun ve güçlü olmanın en ileri imkânıdır. Zamanın değişmesi ve teknolojinin gelişmesiyle farklı güç unsurları da ortaya çıkacaktır. Ayetin ortaya koyduğu ufuk doğru anlaşıldığında mesaj tüm zamanlara hitap edecektir. Ayrıca ayette geçen “atların” tarihin kalan süreci içinde insanlık için nasıl bir rol üstlenebileceği konusu şimdilik bilinmemektedir.  Dolayısıyla ayetlerin doğrudan ifade ettiği anlam, örnek ve biçim muhafaza edilerek gösterdiği ufuk iyi anlaşıldığında sorun kalmayacaktır. Benzer şekilde kölelik ile ilgili ayetler de bu çerçevede gündeme gelmektedir. İslam’ın üst, ideal, evrensel perspektif olarak köleliği ve insanı köleleştiren tüm unsurları ortadan kaldıran bir inanç ve hukuk getirdiği tüm açıklığı ile ortadadır.

Kur’an, insanı sadece Allah’a iman ve itaat ederek insana ve eşyaya kul-köle olmaktan kurtulmaya davet eder. Ancak Kur’an’ın ilkelerinden uzak kalınan her zamanda insan nefsine, eşyaya, arzularına kul olmaya mahkûm edilmektedir. Dolayısıyla kölelik bağlamında söz konusu edilen ayetler; İslam’ın köleliği kaldırmayı hedefleyen üst bakışıyla beraber düşünülmelidir. Diğer yandan insanlığın, gelecekte yaşaması muhtemel süreçlerin, bugün düşünülmeyen pek çok meseleyi bir realite olarak gündeme getirmeyeceğini kim iddia edebilir? Ayrıca söz konusu ayetlerin insanın sorumluluklarına, ahlaki değerlere, vicdan hassasiyetine, hak duyarlılığına vurgu yapan boyutu ve bu bağlamda yapılan yorumlar, tüm zamanların evrensel ilkelerine dikkat çekmektedir.

Bazı ayrıntılı fıkhi hükümler ya da Kur’an indiği toplumun pratiklerine yönelik ifadelerin her biri de yukarda ortaya konan perspektifle ele alındığında onların sadece geçmişte kalmadığı, tüm zamanlara mesaj verdiği açıkça görülecektir. En’am suresinin 115’inci ayeti, “Rabbinin sözü hem doğruluk hem de adalet bakımından tamamlanmıştır. O’nun sözlerini değiştirecek kimse yoktur. O her şeyi işitmekte, her şeyi bilmektedir.” fermanıyla Kur’an’ın kıyamete kadar devam edecek olan rehberliğini ortaya koymaktadır. Aynı şekilde Peygamber Efendimizin Veda Hutbesi’nde; “Ey insanlar size, sımsıkı sarılıp uyguladığınızda asla yolunuzu kaybetmeyeceğiniz iki şey bıraktım; onlar Allah’ın kitabı ve Rasulü’nün sünnetidir.” buyurması da Kur’an ve sünnetin kıyamete kadar devam edecek önemini yeryüzüne ilan etmektedir.

Öyleyse müminlere düşen görev, Kur’an ve sünnetin her bir ayetini ve evrensel rehberliğini en doğru şekilde anlayıp yaşamak suretiyle hakikat ve iyilik yolunda çağın öncüsü olmaktır. Hakikat şu ki; herkes Kur’an-ı Kerim’den ona bakışı oranında istifa edecektir. İmanla aklını ve kalbini ona açanlar, onun hakikati ve bereketi ile buluşacaktır.

MUSTAFA IRMAKLI

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

TÜM OKUYCULARIMIZI PAYLAŞIMA DAVET EDİYORUZ, DAVETLİSİNİZ.
Sayfa: 1 [2] 3 4 ... 10